Jön Türkler Sahnede
Kaldık Makedonya bölgesindeki askeri ve mülki erkân da durumdan şikâyetçiydiler. Evet maaşlarını tıkır tıkır alıyorlardı ama bozguncu telkinlere daha açıktılar. Propaganda, Abdülhamid'i devlet ve millet düşmanı ilan ediyordu. Padişah olmasa imparatorluk kurtulacaktı.
Bu propagandanın kaynağı Avrupa'ya ve daha çok Paris'e kaçan ve “Jön Türk” adını alan ihtilalciler. Jön Türkler, Avrupa'nın ve bilhassa Fransa'nın bazı liberal çevrelerinde himaye görüyordu.
Makedonya’da ihtilalci bir cemiyet kurulmuştu. Türk subay ve memurlarından teşekkül eden bir cemiyetin gayrimüslim üyeleri de vardı. Cemiyet, Fran-masonlar (bilhassa Yahudi Fran-masonlar) tarafından destekleniyordu. Amacı, padişahı bir “Anayasa” ilanına zorlamaktı.
1908 Haziranı’nda, propagandanın ustaca istismar ettiği siyasi bir olay, gerginliği büsbütün artırdı. Anlatalım: birden bire bir şayia dolaşmaya başladı. Çıkarı olan herkes şayiayı tekrarlıyordu. Efendim, İngiltere Kralı V..I Edward ile Rus Çarı II. Nikola Reval’de buluşmuşlar da, bu buluşma sonunda Makedonya'nın taksimi kararlaştırılmış. Şayia asılsızdı, tahminler abes. Çünkü Rusya ile İngiltere tek başlarına böyle bir karar veremezlerdi. Ama arz ettik, intelijansiya inanmıştı bir kere, daha doğrusu inanmış görünüyordu. Saat 11'i çalmıştı. Devlet kurtulacaksa daha fazla beklemezdi.
1908 Temmuzu’nda ihtilal patlak verdi. İttihat ve Terakki’ye bağlı zabitler Makedonya'da birlikleriyle dağa çıktılar.
Postahaneler işgal edildi. Saraya telgraflar yağmaya başladı. Bu telgraflarda padişaha deniliyordu ki: “Mithat Paşa’nın Kânun-i Esasi’sini tatbik mevkiine koymazsan, 100 bin asker payitahta yürüyecek. Sonunu sen düşün.” Padişahın ayaklanmayı bastıracağına güvendiği bir paşa suikaste kurban gitti. İzmir'den getirilen bir kaç bölük asker de işe yaramadı. Büsbütün telaşlanan padişah taleplere baş eğdi. Kânun-i Esasî'nin meriyete konulacağını ilân etti. Ömür boyu bu kelimenin korkusu içinde yaşamıştı ve bu tehditlerle devrildi. Gerçi bu baş eğiş sayesinde bir zaman tahtını muhafaza etti ama otoritesini kaybetti. Artık onun yerine intelijansiya saltanat sürecektir.
İntelijansiya ve temsilcilerinin (başlangıçta İttihat ve Terakki komitesi) saltanatı bir hamlede ve topyekûn kurulmadı. İmparatorluğun bütün şehirlerinde ihtilalciler lehine bir heyecan dalgası yükselmişti ama ihtilalciler kumanda mevkilerini hemen ele geçiremediler. Bunun iki sebebi var:
1 — Hükümet İstanbul’daydı, komitenin merkezi ise Selanik'tedir. Yani, lahzada iş baş. yapamaz. Kendi adamlarını ve kendi tercihlerini kabul ettiremez. Babâli'nin bütün nüfuz ve salahiyetini Yıldız Sarayı’na aktarmak isteyen padişaha karşı halktan gelen bir tepkiye benzemektedir, ayaklanma.
Esasen:
2 — İhtilalcilere karşı duyduğu bütün hayranlığa rağmen halkın sağ duygusu aldanmamıştır. İhtilalciler, devlet gemisini, milletlerarası politikanın kayalıkları arasında yürütecek tecrübe ve ihtiyattan mahrumdular.
Yeni hükümetin üyeleri Bab-ı Ali'nin eski paşalarıdır yine. Abdülhamid'in vekilleri veya vekil olabilecekleri daha çok, şu veya bu sebepten dolayı, Padişah'ın iş başından uzaklaştırdığı veya iş başına getirmediği yarı menkuplar.
Bununla beraber, komite payitahta taşınmış, orada mühim bir merkez kurmuş, hükümetin yürüyüşünde daha etkin olmaya başlamıştır.
İhtilâlin bir neticesi de matbuata verilen hudutsuz hürriyet. Matbuat, önceleri ağırdan alır, mutlakıyet rejimine ve o rejimin yardakçılarına (yani padişahın bazı adamlarına ve hadiselerin akışıyla halkın husumetini çekmiş bir kaç eski vekile) atar tutar sadece. Ama haftalar ve aylar geçtikçe baştaki hükümete de veryansın eden hücumlara girişir. 1875 Kânun-i Esasi’sine uygun olarak yapılan iki dereceli bir intihapla bir millet meclisi kurulur: padişahlık yıkılıncaya kadar serbest seçimle iş başına gelen tek meclis. Meclisin teşekkülü Osmanlı müntahiplerinin aklıselimini ispat eder mahiyettedir. Aklı başında, mutedil, dürüst çok iyi niyetli kimseler. Mecliste İttihat ve Terakki komitesi de temsil edilir. Bu da gayet tabiidir, çünkü memleketin her tarafında kurtarıcı olarak tanınmaktadır. Ama komiteye bağlı olmayan mebuslar da yok değil.
1909 Ocağında, Meclisle Sadrazam Kâmil Paşa arasında bir ihtilaf çıkar. İttihat ve Terakki de bu ihtiyar devlet adamından kurtulmaya can atmaktadır. Kâmil Paşa otorite aşıkıdır -günümüzün hırçın ve devrimci intelijansiyasına benzeyen- komitenin iktidara geçmesini istememektedir. Kâmil düşürülür, onun yerine komitenin kendine daha yakın bulduğu bir sadrazam geçer.
İki Dış Politika
Gerçi her iki halde de maddî bir kayıp söz konusu değildi. Bununla beraber, bu davranışlar millî gururu şiddetle zedeledi ve gürültülü nümayişlere yol açtı. Yol açtı ama ister istemez de sineye çekildi. Ve Yunanistan da, çekine çekine Girit'i ilhak etmekten söz ediyordu. Girit, 1901'den beri bil kuvve bağımsızdır. Helen Hanedanı’na mensup bir Girit hükümdarı tarafından idare ediliyordu. Osmanlı “hâkimiyeti”nin tek alâmeti, kadîm Lon Sude'ün köhne bir kalesinde dalgalanan bir Türk bayrağından ibaretti. Ver yansın edildi Yunanistan'a bütün İstanbul matbuatı ateş püskürdü. O dönemin gazetelerini okumak ve basında bol bol çıkan karikatürlere bir göz atmak, “Batılaşmış” intelijansiyanın yönettiği yeni Türkiye'nin nasıl bir zihniyet İçin de olduğunu göstermeye kâfidir.
1840'dan bu yana Osmanlı siyasetinin değişmez bir temeli vardı. Abdülhamid bu gerçeği kavramıştı. İntelijansiyanın vatanperver coşkunluğu hakikati görmesine engel oldu. Başka bir deyişle, 1840'dan beri Devlet-i Aliye'nin başlıca problemi Avrupa Türkiyesi'ydi. Oysa Avrupa Türkiyesi artık Avrupa devletlerinin tehdidi altında değildi. Şimdi bu bölgeye göz diken, XIX. asır Osmanlı parçalanışı yüzünden ortaya çıkmış Balkan devletleriydi. Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ, Yunanistan.
Bu devletler hatırı sayılır bir güç kuramamışlardı. Teker teker Devlet-i Aliye için bir tehlike teşkil etmiyorlardı: Teselya Muharebesi bunu ispat etmişti. Ama birleşmeleri imparatorluk için öldürücü olabilirdi. Abdülhamid bunu pek iyi anlamış ve Balkanlardaki diplomasisini ona gore ayarlamıştı. Jön Türkler gerçek durumdan habersizdiler. Onlara öyle geliyordu ki, 1908–1909 ihtilali yalnız içte muzaffer olmalarını sağlamamış Ruh-ül Kudüs’ün esrarengiz bir müdahalesiyle kuvvetler dengesini de alt üst etmişti. Ve Türkiye aşağı yukarı herhangi bir Avrupa devleti kadar güçlüydü artık. Batı’nın liberal basını da iltifatlarını esirgemiyordu, Allah için. Kısa bir müddet sürecek olan bu pohpohlayıcı yazılar inançlarını bir kat daha perçinliyordu. Balkan devletleri de kim oluyordu? Hadi bazılarını kızdırıp bazılarını da okşasan ya. Ne gezer. Oysa Osmanlı diplomasisi artık o sınırlı bölgede iş görecekti, dostlar ve sempatizanlar yaratmak lâzım geliyordu. Jön Türkler, Balkan devletlerinin topunu birden küstürdüler ve karşılarına aldılar. Bu abes ve küstah politika bir felaketle sona erecek yani dört devleti tek cephe halinde birleştirecek ve Avrupa Türkiye'sinin kaybedilmesine sebep olacaktı.
Dostları ilə paylaş: |