Bir Fatih Belediyesi Başkan adayının benden istediği rapordur Raporun hâlâ geçerli olduğu belirtilmişti Göreceğiz !



Yüklə 291,48 Kb.
səhifə2/5
tarix11.01.2018
ölçüsü291,48 Kb.
#37579
1   2   3   4   5

KÜLTÜREL DEĞERLER
Kültürel çağrışımlar gündeme geldiğinde, eskiye kopya derecesinde benzemenin tehlikeleri göz ardı edilmemeli, var olan kültürün temel amacının; “geleceğin kültürünü” esir almak değil, sadece ona sağlam bir taban oluşturmaktan ibaret olduğu unutulmamalıdır.”
Ülkesinin kültürel varlığını özümsemiş, yaşam ve düşün tarzını benimsemiş kişilerin, çağdaş olanakları kullanarak inşa edecekleri yapıların o ülkenin gerçek malı olacağından ve kültürünü geleceğe taşıyacağından şüphe etmemek gerekir..
Selçukludan Beriye, Bugünden Öteye

başlıklı makalemde de şöyle değinmiştim bu konuya :


Şunu bilmek gerekir ki kültürel değerler de canlı bir organizmadır. Değişmez kurallardan değil, güncel yaşamda özünü korumaya çalışarak devinen bir değerler bütününden söz edebiliriz kültür adına.. Olması ve korunması gereken, elenmiş ve benimsenmiş ilişkiler yumağıdır. Geçmişimizi, taklit yolu ile değil, ancak üzerine bir şeyler katarak, geliştirerek, çağdaş yorumlarla aktarabiliriz gelecek kuşaklara.. Medeniye tarihi bunun örnekleri ile doludur.
Kültür adına tahakküm yaratmak, ve özellikle mimarlıkta anıtsallık adına insani ölçekleri kaybetmek en büyük tehlikesidir kültürel öykünmenin. Ürkütmeyen, huzur veren mekan, alçak gönüllü, insan ölçeğinde ve eşitlikçi yaşam, hem dini hem de ahlaki özümüzü oluşturan “akidemiz” olmalıdır.
Bunları tamamen unutup, kültürel görselliğe atıf yaparak yani biraz da suçu haksız yere onlara atarak, görkem ve gösteriş peşinde koşmak ne mimara yakışır ne insana..
Atalarımızın mirası, sadece görsel ve resimsel anlamda yani kılıf ölçeğinde ele alınmamalıdır. O yapıların “kendisini çağının ötesine taşıyan kurgusundan” ilham alınmalı ve geriye değil ileriye referans verecek örneklerin kültürümüzün köşe taşları olması gerektiğine inanılmalıdır diye düşünüyorum.”
GELELİM

KENTSEL DÖNÜŞÜME !..
Bu kez daha sağlam olacak” demek, eldeki hamur ve katkıları aynı iken, aşçı bile değişmemişken, çok farklı bir yemek beklemek gibi, sadece güzel bir hayalden ibaret kalır.. Üstelik şimdiden sonra bilumum “aşçı yamaklarının” baş aşçılığa soyunduğu ve soyunacağı bir ortamda !..

Hele hele, zemin koşuları, alt yapı ve çevresel şartlar aynı iken, sözüm ona “eski yapılardan kurtulmak için” teşvik edici olsun diye “çok katlı” uygulamalara kapı açmak, suça azmettirmektir.. Hiç temenni edilmez ama, büyük bir depremde vuku bulacak olası toplu yıkımlarda, “bu yolu açanlar”, topun ağzında duranlar olarak yargılanacaktır..


Neden dönüşmeliyiz ve ne yönde dönüşmeliyiz sorularına yanıtlar verebilmeli ve toplumsal katılım sağlayabilmeliyiz. Bunu beceremedikçe, birileri daha zengin başka birileri daha mutsuz olacak, bir kısım siyaset ehli kendisini “çok başarılı” ilan edecek, karşı yakada saf tutanlar ise olup biteni “fiyasko” olarak niteleyecektir.. Tahmin edeceğiniz gibi bütün bu olanlardan toplumsal yarar ve mutluluk beklemek de hayli güç, hatta imkansız olacaktır..
Tekrar aynı soruyu soralım.. Peki ne yapmalı, hangi yönde ve ilkelerde bir dönüşümün peşine düşmeliyiz ?..
Basiretsiz yöneticiler; planlama becerisine sahip olamadıklarından ilkin “vallahi yer

yok !” yalanına kanmanızı sağlar. Daha sonra da son moda GYO’lardan biri, sunulan gökyüzü katlarında mutluluk bulacağınıza ikna eder sizi..
Dünyadaki konut yerleşimlerinin, çok özel mecburiyetler dışında çok katlı olmasının bütün sorunları yaşanmış ve literatüre geçmiştir.. Bir tane bile kayda giren mutluluk tablosu yoktur.. Bu bilgiler Amerika’nın 1950’den beri planlamasını yapan ve şimdilerde Amerika 2050’yi planlamakta olan grupla da paylaşılmıştır.. “Bu, bizim en büyük hatamız oldu !” demişlerdir.. Bizler ise süratle bu hatanın üzerine sürmekteyiz hayatımızı.. Tek nedeni, birilerinin elde edeceği yüksek ranttır..
DÖNÜŞÜM

NE DEĞİLDİR ?..
1- 400-500 milyar dolarlık tahmini bütçeyi, inşaat sektörüne ayrılmış bir “sermaye” olarak görüp, bilenlere bilmeyenleri de ekleyip, ellerin ovuşturulması ve bu miktar paranın sadece yeni ve büyük kârlara vesile sayılması hiç değildir..
2- Maalesef ilk akla gelen çare sanılıp, az katlıdan çok katlıya geçmeyi marifet sanmak değildir.. Bu sırada en azından kentsel siluetin tarihi ve doğal dokusunu saygısızca bozmak da değildir. Özellikle Fatih için kentsel silüet, anayasa ölçeğinde belirleyici olmak zorundadır..
Detaylı açıklamalar için “Gökdelen Sendromu” makaleme göz atılması tekrar tavsiye olunur..
3-Nefes alan gecekondudan çıkıp ev kılığında beton sığınaklarda nefes darlığı çekmek değildir.. Hele hele mantolama adı altında, üstelik “nefes alır” diye kandırılan, yanması ayrı dert malzemelerle evlerimizi paketleyip, Avrupa’da olduğu gibi çocuklarda astım oranını %50 arttıran “ambalajlanmış binalarda” oturmaya başlamak hiç değildir.
4-Güneş girebilen, esinti alabilen evinden çıkıp, gölgeye mahkum kuzey dairesinde kışın donmak değildir..
5- Ya da, sıra dağlar gibi bir yapı blokunda sadece güneye cephesi olup, yazın kavrulan, perde açtırmayan bir evde yaşamak hiç değildir..
6- Daha önceleri, komşuları ve mahalle sakinleri ile selamlaşır ve hayatı paylaşırken, dönüştükten sonra, karanlık bir merdiven holünde otomatik anahtarını zorla bulup, çelik kapısının arkasındaki yalnızlığa mahkum olmak da değildir..
7- Bundan böyle hayatını teslim edeceği, ısıtma, soğutma, aydınlatma araçları ve biçimleri hakkında hiçbir sorgulama ve seçme hakkı olmaksızın, küresel ısınmanın parçası olmak elbette değildir..
8- Gittikçe hayatımızın endişesi haline gelen kuraklığa rağmen, yağmur suyunu yapılarda ve arazide akıllıca toplayıp ve kullanım sularımızı da mahallinde arıtıp, tamamının “tekrar kullanım” şansını yok saymak değildir. En azından ada veya mahalle bazında çözüm varken, böylece kanalizasyonun yükünü azaltmak ve çevresel kirliliği de önemli ölçüde azaltabilmek mümkünken, tüm bunları görmezden gelmek değildir…
9- Yüksek gerilim hatlarına yatay mesafede 100 metreden fazla yaklaşmak bile önemli ölçekte sağlık riskleri taşırken, sadece 5-10 m düşey mesafe sağlandığında “tam altında bile” imar alabilen yapılardan oluşan adeta “ölüm adalarını” yok saymak ve yeni yerleşimlerde bu tehlikeyi hesaba katmamak değildir.
10- Depreme yönelik onlarca risk faktörü taşıyan, üstelik kat sayısı arttıkça bu riskler katlanarak büyüyen; dünyanın en sağlıksız yapı yöntemi olan “betonarme” yapı sistemini hayatın tek şartı sanmak değildir..
Bayılıyorum “her şeyi baştan yapacağız” diyenlere. Koskoca bir Vergi Dairesinin beton analizi; 20-C olması gerekirken; 5-C, lojmanları da 4-C imiş meğerse.. Yani “ne yapsan fayda etmez, hemen terk et !” cinsinden.. Her gün insan kaynıyor ortası.. Yani sorun sadece konutlarda da değil.. Dönüşüm kapsamına resmi kurumlar dahil, tüm kapalı alanlar girmelidir..
11- Çok katlı inşa etmenin dayanılmaz kârını daha da arttırmak için “3 günde bir” kat çıkmaya imkân veren kayar kalıp sistemleri ve çift hasırlı beton perde çözümleri yüzünden, manyetik kirliliğe mahkûm olmak ve sayısız sağlık sorunlarına yol açmanın yanında, beton agregası ile yapıya taşınma olasılığı mevcut, radyoaktif ve kanserojen “Radon” gazını da hayatın riskleri arasına katmak hiç değildir.
Bu faktöre bir de, Bulgaristan’ın Türkiye’den alımları durdurma nedeni olan, çimento üretiminin AB standardı üzerinde “Kobalt 6” içermesi konusunu eklemek gerek. En basitinden, aşırı dozun Egzama nedeni olduğu itiraf edildi.. Çimentolarımız yerli piyasaya sunulurken, bu kurala ne kadar uyulduğunu da sorgulamak gerekir..
12- Katlar arasına yerleştirilen boşluklarda ya da ara teraslarda suni bahçeler yaratarak, “yeşil gökdelen” yutturmacalarına müşteri aramak değildir. Bu bir; “yeşil ile aldatmadır !” sadece. Ne besin üretimine fırsat verir ne de ayağınızı toprağa basmaya. Ne komşunuzla buluşabilirsiniz o yeşil alanda, ne de varsa evcil hayvanınızla tur atabilirsiniz o sahte doğada..
13- Son yılların modası, kısaca AVM diye anılan alışveriş merkezlerinden orta boyda bir adedinin ve de bir yüzme havuzu ile jimnastik salonunun ilavesi ile, adeta “cennetten daire satışlarımız başlamıştır !” diye takdim edilen, aslında toplumsal paylaşma yaratmayan, tüm maliklerini bile havuz etrafında toplayamayan, “kaynaşma değil yabancılaşma” sitelerine dönüştürmek de değildir yaşamı..
PEKİ O ZAMAN,

NEDİR DÖNÜŞÜM ?..
1- Yeşil alanların, bu kez yeterli ölçülerde planlanarak adaletli biçimde dağıtılmasıdır. Mahalle aralarında, nasılsa kalmış bir arsa artığını parmaklıklarla çevirerek yaratılan, “çocuk bahçesi büyüklüğünde” komiklikler yerine, her yaştan sosyal ve fiziksel paylaşımlara fırsat veren ve doğa ile gerçek buluşmalara zemin hazırlayan, silme beton parke veya asfalt yol ile kaplanmamış ve herhangi bir site inhisarında olmayan “kamusal yeşil alanlar” yaratmaktır.
Bazı uygulamalara baktığımda, o alan hazır boşaltılmışken; kentin geleceği ve sağlığı adına, kentliye nefes aldıracak “yepyeni bir yeşil alan fırsatı elde varken”, tam tersine en yoğun biçimde betonlaşmasına ne diyeceğimi bilemiyorum…
2- Eğer; ulaşım, altyapı, zemin emniyeti gibi lokal ve coğrafi anlamda bölgesel sorunlar zaten zorlayıcı ise, kentin belli bir vadede yer değiştirmesini bile göze alan; kalıcı ve sağlıklı dönüşümü göze alacak yeni kent alanları yaratmaktır.
3- Çağın vebası haline gelen ulaşım sorunlarını daha da zorlayıcı olmayan, kent içi yoğunlaşmalara yeni ortamlar yaratmayan, mevcuda kör düğüm atmayan, yeni ve sürdürülebilir ulaşım biçimleri ve tekniklerine açık ve teşvik edici planlama yapmaktır.
4- Zaman, en değerli enerjidir. Yollarda kaybolan zamanın karşılığı; paradan anlayanlar için para, bütüncül bakışla ise “boşa geçen ömürdür !” Sadece bir yerden bir yere gidebilmek değil, en kısa zamanda ve güvenle ulaşabilmektir amaç.
Bu satırların yazarı 33 sene önce, “ömrünün tam yarısının yollarda geçtiğini fark ettiğinde”, kaçıp kurtarmıştı canını İstanbul’dan.. Gerçek dönüşüm, “kaçıp kurtulmayı değil, kalıp yaşamayı !” özendirecek kenti inşa etmektir..
5- Deprem bu ülkenin gerçeğidir.. “Merak etme sen, bu kez sağlam olacak !” garantisi toplumu tatmin etmemektedir artık. Gerçekten güvenli, kapalı ve açık alanlar yaratılmasıdır akıllı bir kentsel dönüşüm.
Kendi enerjisini üretebilen ve deprem riski taşımayan ahşap okullar, hastaneler, kahve ya da kafeler, “Sokağın Gücü” makalemde açıkladığım içerikte, afet merkezi olarak da, sosyal ve kültürel buluşma alanı olarak da işlev görecek; anonim “mahalle merkezleri” yaratılmasıdır kentsel dönüşüm...
6- Yeni yapı teknikleri ve malzemelerini irdelemek, sağlıksız ve riskli olanlarından vazgeçmek, yaşama destek veren ve asırların imbiğinden geçmiş olanları yeniden hayata katmayı becerebilmektir kentsel dönüşüm.
Örneğin, atamızın dedemizin 9 kata kadar yüksekliği inşa ettiği ve mühendisliğini çözdüğü, dünyada 8-9 katlı sitelerin inşa edildiği, ama bizde müthiş bir “bilimsel cahillikle” iki kattan yükseği yasaklanmış olan ahşabı yeniden yaşama dahil edebilmektir gerçek dönüşüm..
Başlangıçta belirttiğim gibi, hiç olmazsa, sadece iç ve dış duvarlarda ahşap çatkıya yer vererek, hem duvar ağırlıklarının on kat azalması, nefes alabilmesi ve yıkılma risklerini azaltarak yaşam üçgenlerinin oluşmasına fırsat vermesinin önünü açan ara çözümleri hayata geçirmektir..
7- Yeni kentler için yeni çekim alanları yaratılmasını “fırsat” olarak görebilmektir kentsel dönüşüm... Böylece, eski kentlerin yaşamsal risklerini ve yüklerini hafifletmek mümkün olacaktır. Daha sağlıklı bir ekonomiye, daha işlevsel ticari ve sanayi alanları yaratılmasına yeni fırsatlar demektir bu dönüşüm..
8- Doğa ile ilişkisi koparılmamış, tarımsal ilişkinin uzağına düşmemiş, kentsel kurgunun ekolojik ayağı sağlam tutulmuş kapalı alanlar yaratmaktır gerçek ve beklenen değişim.. Doğanın nimetlerini, gerçek insani gereksinimler olarak kabul edip, fantezi gözü ile bakmamak, konut denen şeyi bir çelik kapı ve anahtardan ibaret sanmamaktır.
9- Küresel ısınmanın yarattığı sonuçlara katkı sunmamak, tam tersine çare üretebilmek için, bundan böyle tüm yerleşimlerin kendi enerjisini üretebilme becerisine sahip olması gerektiğini bilebilmek gerekir. Ve böylece dünyada üretilen tüm enerjinin tam yarısının kullanıldığı kapalı alanlardaki tüketime çözüm bulunmuş olur. Kalan ilk %25 sanayide tüketilir. Son % 25 ise ulaşımda.. Gerçek dönüşüm; bundan böyle yeni yerleşkelerimizde elektrikli olmak zorunda kalacak küçük büyük araçlarımızın da temiz kaynaklardan sürekli olarak şarj edilebilmesine imkan sağlamaktır…
10- LED teknolojisi 2015 yılından sonra Avrupa birliğinde olmazsa olmaz şart olarak kabul edilmiş bir aydınlatma yöntemidir.. Tüm diğer aydınlatma biçimleri yasaklanacaktır. Türkiye’de ise rengarenk bina aydınlatmaları olarak maalesef en acemice ve en son akla gelen alanda piyasa bulmaya başlamıştır.. Fakat yine maalesef, merdiven altı tabir edilen; düşük kaliteli, kısa ömürlü malzemeler ve bilinçsiz, kontrolsüz kullanım sonucu LED teknolojisi; toplum üzerinde tereddüt ve caydırıcı etki yaratmaya başlamıştır.. Örneğin, LED konusunda yaratılan sorunlara ilişkin “sadece İstanbul’da” bini aşkın hukuki süreç devam etmektedir..
Yani ülkemiz LED’le tanışmış, ama yanlış tanışmıştır. Bu yüzden normlar, titizlikle ve kanunla teminat altına alınıp, devamlı gözetim altında tutulmalıdır.
Doğru uygulamalarda ise, dörtte bir sarfiyat, güneş ışığına eşdeğer kalite, göz bozukluğu ve zihinsel etkileşim gibi sağlık endişesi ve ölüm tehlikesi taşımayan “doğru akım” avantajı, bilinenlerin 10-15 katı daha fazla demek olan 50.000 saat ömür ve azami 2.5 yılda amortisman ile, temiz enerji kaynaklarının aydınlatma amaçlı kullanımına yegane ve en doğru çözümdür..
Yurt dışı uygulamalar; havaalanları, oto yollar ve meydanlar öncülüğünde ve yeni planlanan yapılar bünyesinde hızla çoğalmaktadır..
En azından dış mekanlarda ve ortak alanlarda zorunlu olarak devreye girmelidir. İç mekanlarda ise satış veya oturma anlaşmaları yapılırken belli sürelerde LED’e dönüşüm şartı konmalıdır. Kentsel dönüşüm; geleceğin aydınlatma biçimine de dönüşüm demektir.
11- Son yıllarda haklı olarak popüler hale gelen güneş tüpleri ve gün ışığını doğrudan iç mekana taşıyan yansıtıcı ve taşıyıcı düzenekler, “yukarıda güneş olduğu sürece !” kapalı mekanların bedava aydınlatılmasını sağlayan en doğru araçlar haline gelmiştir artık..
Hem doğru bir tasarım, hem de bu ve benzeri araçlar ile Allah vergisi gün ışığını iç mekana kontrollü biçimde taşımayı becerebilmeliyiz..
ÖZETLE..
Dünya ve elbette ülkemiz; var olan kaynakları en akıllıca kullanmak, sürdürülebilir kentler oluşturmak ve yaşamsal riskleri en aza indirebilmek yolunda; ticari, siyasi ve askeri değil, hakkaniyetli yaşamsal dürtüler ile hareket etmek zorundadır.. Yoksa, kendi sonunu kendisi hazırlayan ve bundan şikayete hakkı kalmayan bir konuma düşecektir insanlık..
Allah’ın adaletine inanırım ama, şunu da görmek gerekir ki, sanki bu topraklara iltimas geçilmiştir. Mutlaka bir hikmeti olmalıdır.. Bence mükellefiyetimiz daha da büyüktür o yüzden. Hesaplarıma göre dünyanın en zengin ülkesinde yaşamakta ama sanki hazinenin anahtarını kaybetmiş gibi davranmaktayız..
Elbette önemli olan, söylemek değildir yalnızca.. Söylemi yaşama geçirebilmektir.. O yüzden, basiretli yöneticilere düşer en büyük yük..
Kolay mıdır ? Hayır. Ama “kolay olsaydı herkes yapardı !..”
Yeter ki önce söylem doğru olsun, sonra da eylem hakkaniyetli olsun !..

FATİH

BİZDEN NE BEKLER ?..
Şimdi başlayalım Fatih için yapabileceklerimizi sıralamaya..
1-Enerji çözümleri
1.1 “Güneşe Ulaşma ya da Güneşi

Kullanma Hakkı” başlıklı makaleme şöyle başlamıştım:
Güneş, varlığımızın temeli.. İnsan varlığının ve dünyadaki her türlü canlılığın olmazsa olmaz kaynağı. Peki bu muhteşem kaynağın insanlara adaletli bir dağılımla ulaştığını söyleyebilir miyiz ?..
İklimsel farklılıkların yarattığı doğal kısıtlamadan değil, her hangi bir iklim bölgesinde mevcut kentsel yapılanmadaki adaletsizlikten bahsediyorum.



Bir yandan, güneşi temel alan sürdürülebilir enerji kullanma yöntemlerinden heyecanla bahsediyoruz. Diğer taraftan güneşi göremeyen ya da günün önemli bölümünde bir başka binanın gölgesinde kaldığı için güneşe yeterince ulaşamayan yapılardan oluşan kent planları yapmakta ısrar ediyoruz. Ve o kente, büyük bir aymazlıkla “sürdürülebilir kent” “yeşil kent” adını koyabiliyoruz.. Bu nasıl bir akıldır ya da nasıl bir vicdan ?.. Çocuğumuza “akıllı”yı çağrıştıran bir isim koymakla değil, ancak gereken donanımı sağlamakla açarız akla giden kapıyı..
Son yıllarda Avrupa’da ve Amerika’da; adı yeşil, hatta kendileri de yeşile boyalı bir çok yerleşkenin sadece fotoğraflarına göz atmanız, güneşin paylaşımı konusuna nasıl bir aldırmazlık içinde olunduğunun kanıtı olacaktır. Genellikle bunlar; çeşitli kıvrımlar içinde, organımsı ya da keskin formlar, genellikle bir merkeze bakan planlama ve sadece göstermelik enerji panelleri ile, izolasyon değeri yüksek duvarlara sahip yapılar.. Hepsi bu.. Ama güneşten hiç de eşit ölçüde yararlanamayan, kimi güneşle yıkanırken hemen yakınındaki, farklı yöne baktığı için gölgede kalmış konutlar..
Kentsel planlamada birbirine gölge düşüren yapılanma, artık en büyük günahlardan sayılmalıdır. İnsanların; yeşilden yararlanma, suyu kullanma hakkının karşılandığı henüz söylenemez. Fakat “bundan böyle karşılanmalıdır !” şeklinde genel bir kabul gördü nihayet ve tasarımların temel koşullarından olmaya başladı. Bu, doğru bir gelişmedir.
Bilmeliyiz ki, yeşili de suyu da güneşe borçluyuz.. Bunun ötesinde sağlığımızı da bedensel varlığımızı da… O yüzden güneşe ulaşabilme, ışınlarını engelsiz alabilme hakkının da “bundan böyle ön koşul !” sayılması gerekmektedir kent planlarında.. Çünkü ancak bu takdirde, güneş tabanlı “enerji mimarlığı” ilkelerinin yapısal çözümlere kavuşabilmesi mümkün olacaktır.. Yani; bir dilek, bir iyi niyet gösterisinin ötesinde, gerçekten sürdürülebilir bir gelecekten söz etmeye hakkımız olacaktır..”

Şöyle devam etmiştim :


Bir kent planı, örneğin mevcut bir sahil bandının ya da coğrafi yüksekliğin paralelinde olma endişesindeki yollardan ibaret değildir. Mevcut doğal çizgiyi içgüdüsel olarak taklit eden bir kolaycılığın tuzağına düşülmemelidir. Örneğin, sahile paralel yapı sıralarının nasıl bir sosyal cinayete yataklık yapacağını bilmemek, daha önce bu yanlışa düşen kentlerin yaşadığı sıkıntıları, denizle kara arasındaki doğal hava akımının ve görsel ilişkinin engellendiğini görememek apayrı bir planlama kusurudur.
Çağdaş bir kent; hakim rüzgarları ve her ölçekteki hava hareketini taşıyabilen bir yol haritasına ve parsel yapısına sahip olmanın dışında, her gün inatla aynı yerden doğup batan ve yaz kış eğimleri değişmeyen güneş ışınlarının da her mekana ulaşabileceği bir planlama becerisine sahip olmak zorundadır..
Sürdürülebilirlik sözcüğü, bir tarlayı değil, hayatı sürdürebilmeyi anlatır. Hayatın olmazsa olmazı ise güneştir..
Rüzgardan yararlanma ve güneşe ulaşma hakkını temelinden sarsan; kapalı iç avlulu, yani genellikle dört yöndeki yollara bakan parseller düzenindeki bitişik nizam yapı önerileri, tarihi kentsel yanlışların mezarlığına gömülmelidir artık.. Kamusal bile olamayan şirin bir iç bahçe, yani sadece bireysel sahibiyet duygusunu destekleyen bir yeşil alan peşinde olmamalıyız.. Çünkü bu düzende, kent planı gereği yaratılan sanal merkeze yani iç avluya, biraz yeşil biraz havuz kandırmacası ile yönlenmek zorunda bırakılan tüm yapılar, rüzgar ve güneşin eşit kullanımı konusundaki tüm haklarından peşinen vazgeçmiş olmaktadır..”
Ve şöyle bitirmiştim:
Yıllardır; mimarlığı belirleyen kavramların sadece “hoş, geniş, ferah ve modanın takipçisi olmak” değil, sürdürülebilir olmak temelinde yeniden tanımlanması gerektiğini ısrarla dile getirmekteyim. Tasarım sürecindeki yanlış hedefler sonucu; inşa edilirken malzemesi ile, kullanılırken atığı ve işlevi sona erdiğinde, bütünü ile yaşamsal kanalları tıkayan sonuçlar, yani sadece “göze” güzel gelen “mükemmel yanlışlar” içermemelidir kentsel planlama ve onun uzantısı olan mimarlık..
Artık kabul etmeliyiz ki; “güneşi kullanma hakkı” en önemli insan hakkıdır. Her türlü planlamada, güneş ve yaşamın sürekliliği temelli yorumlara ihtiyacımız var.”
1.2 Fatih dışında rüzgar, dalga ve akıntı hatta güneş tarlası projeleri uygulayarak devlet ile mahsuplaşma yöntemleri yani geri kazanım yolları mutlaka irdelenmelidir.. Bireysel teşebbüslerde, örneğin şahsa ait bir rüzgar türbininden elektrik üretimini enterkonnekte şebekeye vermek ve evinin olduğu yerde kullandığı elektriği mahsup etmek nasıl mümkünse, Fatih için de, bazı uygun hazine arazilerinde elektrik üretmek ve Fatih’in ihtiyaçları için kullanırken mahsuplaşmak aynı şekilde mümkün olacaktır.
1.3 Enerjisini üretme teşebbüsünde bulunan yeni yapılara teşvikli koşullar sağlamak önceliğimiz olmalıdır. Mevcutlar da dahil her türlü binanın kendi enerjisini üretebilmesi için, emlak vergisi ya da faklı bir belediye hizmeti bedelinden tenzilatlar ya da ödeme kolaylıkları sağlanmalıdır. Hatta belediye adına ulusal ve uluslararası kaynaklara başvurulup, Fatih’e özel koşullar oluşturmak ve sağlanacak hibe ve uygun koşullardaki kredileri vatandaşa sunmak önemle düşünülmesi gereken bir konudur.
1.4 Tüm sokak lambalarının LED dönüşümü artık sağlanmak zorundadır.. AB tarafından alınan karar ile 2015’ten sonra zaten başka türlü kamusal aydınlatma mümkün olmayacaktır.
1.5 Elektrikli oto şarj istasyonları artık dünyanın gündemindedir. Çünkü gelecek elektrikli araçlarındır.. Fosil kaynaklar tükeneceği için hem çaresizlikten, hem de çevreyi kirletmeyen, küresel ısınmayı hiç etkilemeyen, üstelik çok sessiz bir yöntem olduğu için kaçınılmaz bir çözümdür..
Artık duraklar bile, altına otobüs yanaştığında onu şarj edebilecek teknik donanımlara sahip olacaktır.. Yani her durduğunda şarjı devam eden ve kenti dolaşabilen bir ulaşım sistemi kurmak mümkün olacaktır.. Bu özel durakların kendi çatıları bile üretilecek temiz enerjiye katkı sunabilecektir..
Şimdilik kentin bilinen noktalarında, binek araçlar için şarj istasyonları oluşturmak, hem özendirici hem de işlevsel olacaktır.. Kent parklarında, gençlerin elektrikli motorsikletleri için küçük ölçekte şarj üniteleri teşvik edici olacaktır.. Bir ileri adım olarak da belediye hizmeti olarak sunulabilecek, kiralanabilir ya da diğer istasyona bırakılmak şartı ile ücretsiz verilebilen elektrikli motorsikletler, hatta sportif amaçla bisikletler bile hizmete sunulabilir.
Böyle bir şarj istasyonu, elbette telefonlar ve bilgisayarlar için de vatandaşa ilave bir olanak sunacaktır..
1.6 Yüksek ve alçak gerilim hatlarının yer altına alınması gerekmektedir.
Mimarlığın Biyolojik Sorunları” başlıklı makalemde şunları söylemiştim :

Yüksek gerilimli elektrik sistemlerinin yakın çevresinde kesinlikle oyun alanları, kreşler veya açık spor tesisleri yapılmamalıdır. Ümraniye’de 380 KV’luk yüksek gerilim hatlarının çevresinde yapılan bir araştırmada, göz bozukluğu, uykusuzluk, halsizlik, gerginlik ve baş ağrısı gibi hastalıkların ikinci ve en çok beşinci ikamet yıllarında başladığı gözlenmiştir”


Yüksek elektromanyetik alan şiddeti etkisi altında kalan insanlar arasında en yüksek risk grubu; vücudunda birleştirici metal parçalar ve kalp pili taşıyanlar, yüksek tansiyon, trombosit, emboli ve hemofili hastaları, ağır sinirsel rahatsızlığı olanlar, multiplersikleroz, neroloji ve nöroşirurji hastaları, felçliler ve meteorolojik etkilere duyarlı insanlardır.”
Uzun soluklu bir program yapmak, içine insan girebilen yeraltı tesisat boruları ile tüm iletişim ve enerji şebekesini kapsayacak yeni bir ulaşım ağı kurulması elzemdir. Hem manyetik kirlilikten ve yangın riskinden kurtulmak hem de yıllar boyu gerekecek olan bakım, değişim ve kapasite arttırma sorunlarını çözmek kolaylaşacaktır.
Yüklə 291,48 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin