1.7 Baz istasyonları.. Belirli bir düzeyin üzerindeki elektroiklimsel kirlilik ve bu kirlilikten etkilenme süresi, insanlarda pek çok rahatsızlık ve hastalıklara yol açmaktadır. Örneğin, kısa süreli deneylerde nabız artışlarında dengesizlik, vücut ısısının artışı ve kan basıncı ile parametrelerinde değişiklikler gibi akut rahatsızlıklar gözlenmiştir. Uzun süreli deneylerde ise ; uyku bozukluğu gibi kronik rahatsızlıklar ile çocuklarda “lösemi” ve erişkinlerde “kanser” riskinin arttığı belirlenmiştir.
Baz istasyonları için ileri sürülen iddialar arasında, “yakında olması uzakta olmasından daha iyidir. O yüzden ev bazında çözümler dahi önerilebilir” denmekte. Aşağıda o konuya da değineceğiz.. Ama bence, son iki yüz yıldır: ”merak etmeyin zararlı değildir !” garantileri ile nelere katlandığımızı neleri yiyip içtiğimizi düşünürseniz, yine de temkinli davranmak doğru olacaktır..
1.8 Cep telefonları.. En azından, kullanım yoğunluğunu gereksiz yere arttırmamak ve sağlığını korumak için, kullanım sayısı büyük bir hızla artan; 6-15 yaş arası çocukların cep telefonu kullanmaması için ailelerde bir farkındalık yaratmak görevimiz olmalıdır. Çünkü aynı zamanda; artan cep telefonu sayısı, artan baz istasyonu demektir.. Prof. Selim Şeker hocamızın “Cep Tehlikesi” kitabı tüm detayları açıklıyor..
“Çok Katlı Yaşam ve Cep Telefonları” başlıklı makalemde, yukarıdaki sorunların temel kaynağı olan “cep telefonlarına” dair bilgilere kısaca göz atılırsa, kamusal hizmetler arasına “bu çağdaş aracın nasıl kullanılması gerektiğine dair” bilinçlendirmenin de girmesi gerektiği anlaşılacaktır. Şöyle demiştim o yazıda;
“Elektromanyetik dalgalar uzayda üç boyutta yayılır. Bu nedenle kaynaktan uzaklaştıkça mesafenin küpü ile zayıflar. Cep telefonu ise, bilindiği gibi ekranın arkasından daha fazla yayın yapar, ekran tarafından az. Fakat sonuçta üç boyutlu yayın yapar. Ama baz istasyonunda; göğe ve yere doğru yayılacak enerji boşa gitmesin diye antenler, yatay yönlerde yayın yapacak şekilde ayarlanmıştır. O yüzden onların zayıflamasını, mesafenin karesi şeklinde almak daha gerçekçi olacaktır. Bu ışınımın gücü “SAR” değeri olarak bilinir ve her telefonun prospektüsünde yer alması zorunludur. En çok 1, en az 0 olabilir. Ne kadar düşükse, telefon size o kadar az etki yapar. Bu da aklınızda bulunsun.
ŞU HESABA BİR GÖZ ATIN..
Şimdi yavaş yavaş bu işin hesabına gelelim. “Tuzlu su” ile eşdeğer olan beyin dokumuz, telefonu kulağımıza dayadığımızda, sadece 1 cm uzaklıktadır. Telefonu yüzümüzden 20 cm ötede tutuğumuzda etkisi, kulağa dayadığımıza göre 20 x 20 x 20 = 8.000 kere daha azalmaktadır. Araç kiti üzerinden yayın yapan telefon, şakağımızdakine göre 40 x 40 x 40 = 64.000 kere daha az etki yapar. Ve örneğin masanın üzerinde bizden 150 cm ötede duran telefon, 150 x 150 x 150 =
3.375.000 kere daha zararsızdır.
100 m ötedeki bir baz istasyonu ile kıyasladığımızda, bunun bize etkisi kulağımıza dayadığımız telefona göre, baz istasyonunun trafik yoğunluğunu hesaba katmazsanız 10.000cm x 10.000cm = 100.000.000 kere daha azdır. Yazı ile “yüz milyon kere daha az !”..
Demek ki artık dikkatimizi; mahalleye dikilen BAZ istasyonlarından çok, cebimizdeki ve giderek yaşadığımız alandaki telefon sayısına yöneltmeliyiz. Yani; kaç dairelik bir insan silosunda oturmaktayız ve o binada olası telefon sayısı kaçtır ?..
OTOBÜS, METRO FASLI..
Bir ilginç örnek olarak; bindiğimiz otobüste ortalama 40 cep telefonunun bir BAZ istasyonu ettiğini de unutmayın.. Bunun gibi bir metro vagonu da 120 kişiden eder 3 BAZ istasyonu.. Buradan şu sonuç çıkmalıdır. Aracın donanımı sinyallerden etkilenmez hale gelse bile, vücudumuzun yapısı bu etkileşimin önüne hiç bir zaman geçemeyeceğinden ötürü, her türlü toplu taşıma aracında cep telefonu kullanımı yasaklanmalıdır. Hatta kapalı tutulmaları sağlanmalıdır.
Bazı otobüslerde konfor gibi müşteriye sunulan, “telefonunuzu sessize alabilirsiniz” ikramı, en az kırk telefonun varlığı ile bir baz istasyonu içinde seyahat eden yolcular için “yolculuk boyunca radyasyon alır mıydınız ?” sorusu ile eş değerdedir çünkü..
Bir sonrasında ise, hep birlikte güle oynaya bir şeyler izlediğimiz mekanlardaki binlerce cep telefonunun sorgulanmasına gelmelidir sıra..
ASIL TEHLİKE !..
Elbette hayatımızın saat hesabı ile en uzun bölümünün geçtiği evlerimizdeki ışınım miktarı ve ona karşı alınacak önlemler birinci sıradadır daima..
Cep telefonu ile baz istasyonu arasındaki iletişim, karşılıklı eşit koşullarda yürür. İkisi de aynı güçte çalışmak durumundadırlar. Bu yüzden, günde 20 dakika kullandığımız cep telefonumuzun, 100 metre ötedeki çok dolu bir baz istasyonuna göre, bu sefer trafik yoğunluğunu dikkate alarak size “70.000 kere” daha fazla ışıma yüklediğini kabul edersek yanılmış olmayız. Demek ki asıl tehlike daima cebimizde !. Ve telefon sayısının istemeden çoğaldığı, en çok zaman geçirdiğimiz evimizde..
Şimdi insan silosu gökdelenlere bakalım ve ortalama bir örnek alalım. 200 x 200 metrelik bir arsada 400 daire olduğunu varsayalım. Yani her katta dört daireli, 20 katlı 5 bloktan ibaret bir site olsun. Her dairede 3 kişi ve bu 3 kişide toplam 4 cep telefonu olsa; 1.600 cep telefonu eder bu da 40 baz istasyonunun bize vereceği zarara eşit ve kanserojen olabilecek ışımaya neden olur.
Sadece altlı üstlü oturan toplam 12 dairelik bir komşuluk ilişkisi için yapılan hesap, mevcut cep telefonları ile yaratılan etkinin 100 m uzaktaki baz istasyonunun yarısına ulaştığını gösteriyor. Baz istasyonu ile cep telefonu arasındaki uzaklık 200 metreyi geçtiğinde, her ikisi de yüksek güçle ışıma yapmaya başlar. Mukayese edebilmemiz için, günümüz telefonlarının düşük güçte 250mW, yüksek güçte 2.500 mW enerji yaymakta olduğunu hatırlayalım. Telefonunuz, 200 metre uzaklıktaki bir baz istasyonu ile görüşürken 100 metredeki bir baz istasyonuna göre sizi 10 kat daha fazla etkiler. Yani kaçıp kurtulmak olası değildir. İnsanın, “bırak yakında olsun” diyeceği geliyor..
4G BİR ÇÖZÜM MÜ ?..
Bunun yerine, Avrupa’da geliştirilmek istenen ve sokak lambalarını ve tavan armatürlerini sigara paketi büyüklüğünde baz istasyonu haline getirecek 4G teknolojisinin bir an önce gelişmesine dua etmek gerekmektedir. Çünkü o zaman iletişim mesafesi 3-4 metreye düşeceğinden, gereken iletişim gücü de 5mW yani bir bluetooth gereksinimi kadar olacaktır. Böylece sağlığa zararı olmaktan çıkacaktır.
3G’nin yatırım bedelini henüz geri alamayan Avrupa bunu beceremezse, köyler arası bile çok uzak olan Amerika devreye girecek ve 4G’yi mecburen kendi ölçülerine göre geliştirecektir. 5mW’lık seviyeye düşmek varken kendi gereksinimi olan en az 1000 mW’lık baz istasyonları gelecektir beraberinde..
Sonunda AB, ABD’den hem bir gol yemiş hem de yeni standardı yazan olma fırsatını kaybetmiş olacaktır. Yani, sağlık riski azaltılamamış 4G telefonların kendi pazarını da bizleri de işgal etmesine engel olunamamış olacaktır artık. Ki, gelecekteki 4G teknolojisinin Amerika’nın eline geçmesi güçlü bir olasılık olarak görünüyor.
Anlaşılıyor ki çok uzun bir süre, “belki de daima”; risk istasyonda değil, dip dibe oturmayı mahkumiyet haline getiren “çok katlı uygulamalarda” olacak.. Bir de telefon kullanmayı, sağlığımız için de olsa kısıtlamayı bilemediğimiz kalabalık alanlarda..
Sanki “dumansız hava sahası”na bir slogan daha eklemek gerekecek : “Telefonsuz hava sahası !..”
2- Ekolojik Sorunlar ve Çözümler
2.1 Mahalle arası parkların entegrasyonu, enerji ve ekoloji sorunları ile baş etmeyi kolaylaştıracaktır. Biyolojik arıtma ile ve düşük enerji ile mahalleler bazında çözülebilecek sulama ağı, ve parklarda güneşten korunmak amaçlı oluşturulan çatı yüzeylerinde üretilen elektriğin entegrasyon projesi içinde paylaşımı, yine dünyada ilk kez, kendine yeten yeşil alanlar zinciri yaratacak, hem ülkemize hem de dünyaya örnek olunacaktır.
2.2 Planlanan yeşil alanların, mümkün olduğunca birbirini uzantısı olacak şekilde planlanması, yayalar için tercih edilir bir yol güzergahı oluşturacaktır.. Böylece semti dolaşan bir “yeşil kuşak” aynı zamanda alternatif ulaşım yolu olacaktır. Bu yeşil kuşak üzerinde, zemin seviyesinde, yeteri sayıda tuvaletler ve uygun yerlere serpiştirilmiş sebil çeşmeler bulunacaktır. Tuvaletlerin zemin altında inşa edilmesi çok yanlış uygulamadır.. Çünkü o çözümler; “engelliler, yaşlılar ve çocuklar için yeni bir engel” demektir..
Bu aşamada, özellikle yollardaki yağmur sularının, trafik yolları da dahil olmak üzere uygun bir drenajla toplanması, hem yollarda oluşacak havuz gibi birikmeleri hem de çevresel su basmalarını engelleyecektir. Hem de bahse konu uygulamalar için gerekli suyun teminini kolayca sağlayacaktır. Yurt dışında, yol boyu kaldırım taşlarında bırakılan aralıklardan, yeşil alanlara doğrudan yönlendirilen yağmur suları, drenaj yükünü kendiliğinden azaltmaktadır..
2.3 Tüm parkların zemini ıslah edilecek, alçak bitkilerin kök derinliği altındaki toprak seviyesinde oluşturulan drenaj yüzeylerinde toplanan yağmur suları, çevresel kullanım suları ile birlikte arıtılacaktır. Rezervuarlarda, süs havuzlarında ve damlama sulamada kullanılacaktır. Böylece o yörelerde % 85 oranında su tasarrufu sağlanmış olacaktır.
2.4 Yenebilir doğal otların ve şifalı bitkilerin üretim şansı, halkı toprak ile buluşturmak, fatih dışında organik üretim olanağı, araştırılması gereken konulardır.. Sevgili eşimin yaşadığımız bahçede 70 adet otun adını, soyadını ve neye yaradığını öğrenmesi, doğanın muhteşem bir nimeti ile tanışması olmuştur.. Ve hepsi bedavadır üstelik.. Kentsoyluların da bu nimetlerle tanışması, zaten bilenlerin hatırlaması, yepyeni ufuklar açacaktır önümüze..
O yüzden sur dibi tarım alanlarının Fatih’lilerce kullanım şansı araştırılmalıdır.
En azından balkon ve teraslarda üretim olanakları ya da insanlara küçük ölçekte bahçe şansı veren kent bahçelerinde üretimi teşvik, olumlu bir girişim olacaktır.. Bu programa elbette bilinci ve talebi arttırıcı “doğa dersleri” ve bir sonraki adımda “sertifika programı” eklenebilir.. Bu tip üretimlerin özel pazarlarda satış olanağı sunulabilir halka..
2.5 Fatihe ait olacak ama sur dışında, biraz uzakta da olsa, yeşil alan, sosyal alan yaratmak, doğa ile buluşmayı en kestirmek yoldan sağlayabilir. 3. maddede önerileceği gibi bir uydu kent olmasa dahi, sadece doğa ile buluşma şansı yaratmak, önemle düşünülmesi gereken bir konudur. Bu amaçla Karadeniz sahilline kadar uzanılabilir..
2.6 YEŞİL ÇATILAR
“Çatı Dediğin Yeşil Mi Olur ?”
Başlıklı makalemde konuya şöyle değinmiştim:
“Global ısınmanın neden ve sonuçlarının nerede ise tümüne çare ve çözüm üretebilen bir sistem önerisidir “yeşil çatı”.. Çok zor ve masraflı sanılan, aksine günümüz olanakları ve malzemeleri ile, klasik çatıdan hiç de pahalı ve güç olmayan bir sistemdir bu tip çatılar. İlk akla geldiği gibi, sadece düz yüzeylerde değil eğimli alanlarda da rahatlıkla uygulanma şansına sahiptir. Bakım ve işletme masrafları, yapı genelinde sağladığı faydalar göz önüne alındığında ve diğer çatıların yol açtığı sorunların yanında daima daha avantajlı konumdadır. Kent genelindeki yararlarından ve genel giderlerin azaltılmasına katkısından ötürü teşvik ve destekleme primlerini çoktan hak etmiş bir çözümdür..
Aşılması gereken; eğitim sisteminde, bilgi noksanının ve pahalı klasik detayların ürküttüğü, teşvik görmeyen akademik tavır ve meslek dünyamızda deneyim dışı olmasının getirdiği endişedir. Yeşil çatının, mimarların tasarım dağarcığına tüm estetik ve mekansal olanakları ile girmesi konusunda hayli geç kaldığımız muhakkak.”
Şimdi “yeşil çatı” neye yarar bir göz atalım birlikte.. Detaylı açıklamalar ilgili makalemde mevcuttur.
2.6.1 YAĞMUR SUYU
Yağmur suyunu kullanıp, yeşil örtüye dönüştürdüğünden, drenaj yoğunluğunu azaltır. Yani böylece “atık su” şebeke yükü hafifler.
2.6.2 HAVA KİRLİLİĞİ
Hava kirliliğini, tozu azaltır,. 1 m2 çim alan 100 m2 yaprak yüzeyi yaratır.
2.6.3 OKSİJEN ÜRETİMİ ve BUHAR GEÇİRİMİ
Hava kalitesini yükseltir, nefes almayı kolaylaştırır. 25 m2 yaprak yüzeyi insanın bir saatte tükettiği kadar yani, 27 gr oksijen üretir.
2.6.4 İZOLASYON ve AĞIRLIK
0.45-0.60 arasında izolasyon değerine sahip toprağa, %50 torf katarak ve su tutma özelliğini arttırmak için perlit ve bor türevleri ile karıştırarak, “kuru halde” taş yününe eşdeğer ısı izolasyon değerleri sağlanabilir.
2.6.5 SES İZOLASYONU
Yeşil çatı gürültüyü emerek azaltır. Sessiz mekanlar sağlar. Alçak frekansları toprak, yüksek frekansları bitki örtüsü bloke eder.
2.6.6 ELEKTROMANYETİK IŞINIM
Elektromanyetik radyasyonu soğurur. 10 cm toprak katmanı olan yeşil çatının elektromanyetik ışınımı % 99’a kadar azalttığı ölçülmüştür.
2.6.7 SERA GAZLARI ve AĞIR METALLER
Sera gazlarını yok eder. Yağmur suyuna havadan karışan ağır metaller ve tuz, toprak tarafından tutulur.
2.6.8 GERİ DÖNÜŞÜM ve DÜŞÜK ENERJİ
Geri dönüşümlü bir malzemedir. Elde edilmesinde ve uygulamasında çok düşük enerji kullanılır. Genellikle insan gücü yeterlidir.
2.6.9 TOPRAK KAZANIMI
Temelde kaybedilen yaşamsal toprağı geri kazanır. Bir anlamda “Doğaya Saygılı Mimarlık” örneği oluşturur. Kentsel yeşil alanlar ve yeni canlı yaşam ortamı yaratır. Biyolojik çeşitliliği arttırır. Yapı bünyesinde doğa ile teması sağlar, güvenli ve sağlıklı ortamlar yaratır.
2.6.10 ALAN ve VİZYON KAZANIMI
Geniş çatı alanlarının kullanılır hale getirilmesine ve peyzaj düzenlemelerine olanak sağlar. Tasarım ve estetik zenginliği olarak sunduğu yeni açılımlara ilaveten, yeşil ile bütünleşmiş yeni mimari işlevlere kapı açar.
2.6.11 YAPIYI KORUMA ve KOLLAMA
Yapıyı ultraviyole ışınlarından, çatıyı ve taşıyıcı kostrüksiyonu mekanik hasarlardan korur.
2.6.12 YANGIN
Bünyesinde hiçbir yanıcı malzeme yoktur. Isı ve alev geçirmez. Dolayısı ile yangın korunumunu en üst seviyeye çıkartır.
Demek ki bundan böyle, kamusal ya da bireysel yapılanmalarda, tasarım ve uygulama aşamasında dikkate alınması hatta öncelik verilmesi gereken bir konudur “Yeşil Çatı”
Dünyaca ünlü örneklerden birisinin de İstanbul’da Ümraniye Meydan Alışveriş Merkezin olduğunu hatırlamalıyız..
3- Kadastral sorunlar
ve kent planlaması
3.1 Tüm yapılar, yani bir kapalı yaşam mekanı oluşturan tüm binalar, hatta bu yapılara ilişkin tüm açık yaşam alanları da; güneşin ve onun temel katkısı ile doğal kaynakların; ısıtacağı, soğutacağı, aydınlatacağı, ve havalandıracağı mekanlar olarak, “enerji mimarlığı” başlığı altında çözümler üretmek zorundadır..
3.2 Haliç boyunda yeni yaya alanları ve yeşil alanlar yaratırken, mevcutları da ıslah etmek gerekecektir. Yeşil alan; dört tane bank, bir spor sahası ve yeşil çimlerin üstünde seyirlik çiçeklerden ibaret değildir.. Bu biçimsel anlayış artık terk edilmelidir.. “Çimlere basmak yasaktır” levhaları, çocuklarda korku yaratmakta, doğa ile ilişki kurmakta zorlanmaktadırlar. Çimlere oturmuş ve hüngür hüngür ağlayan ama elleri ile yere tutunup ayağa kalkamayan dört yaşlarında bir çocuğun annesi, maalesef çoğum haklı. Çünkü basma üstünde yürüme diye diye çimleri tehlikeli bir şey sanıyor artık demişti..
İnsanoğlu doğadan ancak böyle koparılabilir..
Yani kaç yapayım derken göz çıkarmaktır o sadece görsel alanlar. Doğa sadece seyirlik değil yaşanmalıktır !..
Bir sezonda sararan aptal İngiliz çimlerinden vazgeçmelidir. Anadolu çimi diye bilinen ayrık otunun sürekli biçilmesi, halı gibi zemin oluşturmakta ve üzerinde yüründüğünde bile bozulmamaktadır.. 30 yıllık köy yaşantımın bana öğrettiği en kıymetli bilgilerdendir..
En azından çıplak ayakla üzerinde yürünen yeşil alanlar yaratılmalıdır. Bu yürüyüşler, toprakla teması sağlayacak ve vücudun elektrik yükü boşaltılacaktır.. Bu temas, abdest almanın eşdeğeri bir ferahlık yaratacaktır bedenlerde.. Çünkü teyemmüm, yani toprakla temas, bilindiği gibi abdestin zorunlu hallerdeki tek alternatifidir..
3.3 Yeni Haliç projesi ile ilişki kurmak gerekir. Detaylarına hakim olunmalı ve mümkünse Fatih kıyılarında ticari rant tesislerinin kurulmasına karşı durulmalıdır.. O şerit daima kamunun yani halkın malı olması gereken, dünyadaki en değerli kıyı bandıdır. Sahiplendirilmemelidir.. Torunlarımız bizden hesap sorar.. Allah’ın nimetidir. Kıymeti bilinmelidir..
3.4 Sur içi yoğunluğu azaltıcı, Fatihe bağlı banliyö yaratmak, cazip bir çekim alanında yaşamı tercih etmek fakat Fatih’in tüm avantajlarından istifade etmek mümkün olabilir.
Yeni bir “uydu kent” yaratmak, belki de sağlıklı bir doku yaratma olanağını, insanca yaşamayı kolaylaştıran yepyeni bir Fatih kazandıracaktır bize.. Böylece surlarla çevrili sınırlar içinde, nüfus artışlarının getireceği olmazsa olmaz sıkışıklığa daima bir supap görevi üstlenecektir.
Rahmetli hocamız Turgut Cansever de kentsel planlamanın ve gelişimin sağlığı adına İstanbul’a, benzer çözümler önermişti..
4- Arıtma ve Su kazanımı
Arıtma konusunda yurt genelinde önemli projelere imza atmış olan değerli ve deneyimli uzman Mak. Müh. ve End. Yük. Müh. Hürriyet Necdet Aydoğan, arıtma sorunumuza destek olmak için aşağıdaki bilgileri gönderdi..
“Son ağaç kesildiğinde, son nehir kirlendiğinde, son balık avlandığında; beyaz adam paranın yenilmeyen bir şey olduğunu anlayacaktır.” Bu bir Kızılderili ata sözüdür diye başladı ve konuyu şöyle özetledi:
Doğal kaynakların bilinçsizce tüketimi sorunu sadece yüzyılımıza ait değildir. İki ayak üstünde yürüyebilen ve düşünebilen Homo Sapien insan türünün var olduğu günle başlar sorunlar. Doğa ve kaynakları, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi tüketilmiştir ve gelecek nesillere karşı en büyük haksızlık da bu alanda yapılmıştır.
Fatih’in tüm ülkeye örnek olmasını dilediğimiz yeşil alanlarının “sürdürülebilir” olması için mutlaka bakımının da yapılabilmesi gereklidir. Bunun için de en başta düzenli sulanmalıdır. Tükenen temiz su kaynakları yerine, pek çok amaçla, arıtılmış ve dezenfekte edilmiş atık sular kullanılabilir. Dikkat ederseniz burada “amaç sadece para tasarrufu değildir.” Tükenen temiz su kaynaklarının tasarrufu ve atık suların en doğru şekilde yeniden kullanılması esas amaçtır.
Pek çoğumuz şebeke suyu yerine yer altı sularının kullanılmasının akıllıca ve ekonomik bir yöntem olduğunu sanırız. Ancak yer altı suları da tükenir! Bugün bazı bölgelerde 1 yıl öncesine kadar 50 m den çıkartılan su, artık 200 m derinlikten, çok büyük pompa enerji maliyetleriyle çıkartılabilmektedir.
Haliç boyunca, parklarda, refüjlerde, surlarda öngördüğümüz yeşil alanların çok büyük miktarlarda suya ihtiyacı olacaktır. Aşağıda, arıtılan ve dezenfekte edilen atık suların ne amaçlarla kullanılabileceğini göreceksiniz:
1. Tüm yeşil alanların sulanmasında kullanılabilir!
2. Halkın kullanımına açık ve yoğun kullanılan tuvaletlerde rezervuar / sifon suyu olarak kullanılabilir. Aynı şekilde AVM gibi yoğun su tüketimi olan yerlerde de arıtılmış ve dezenfekte edilmiş su kullanımı teşvik edilebilir.
3. Belediye araçlarının yıkanmasında kullanılabilir. Bir sonraki aşamada, tüm özel araba yıkama servislerinde zorunlu olarak kullanılabilir..
4. Yangın söndürme amaçlı olarak kullanılabilir. Arıtmadan artan sular, yangın depolarına yönlendirilir.
Ülkemizde atık su arıtma tesislerinin %90 a yakın bir bölümü ne yazık ki çalıştırılamamaktadır. Bunun başlıca iki nedeni bulunmaktadır:
1- Yüksek enerji maliyeti.
2- Bakım ve işletme zorluğu, vasıflı personel gerektirmesi.
Halbuki ülkemizde de imalatı yapılan ancak çok iyi tanınmayan Dönen Biyolojik Disk (DBD) teknolojisi bu sorunların her ikisini de ortadan kaldırmaktadır. Bunun yanı sıra rahatsız edici bir koku ve gürültü sorunu da olmayan bir teknolojidir. Bundan önce birçok projemde başarılı bir şekilde kullandığım bu teknoloji, klasik aktif çamur teknolojisiyle karşılaştırıldığında %90 a yakın bir enerji tasarrufu sağlamaktadır.
Ayrıca bakım için de sürekli bir personel istihdamı gerekmemektedir. Söz konusu teknoloji, paket üniteler halinde kullanılabilir ve en küçüğü 50m3/gün olmak üzere, sayıları çoğaltılarak 2000 m3/gün kapasiteye kadar rahatlıkla çıkartılabilir.
Fatih’in atık suları kanalizasyon vasıtasıyla merkezi İSKİ arıtma tesisine, muhtemelen Ataköy tesislerine gitmektedir. Böylece o sistemden Fatih’in yükü büyük ölçüde geri alınmış olacaktır. Çünkü bu atık suların önemli bir kısmı, ihtiyaç olan yerlerde Biyodisk ünitelerine alınabilecek ve arıtılarak kullanımı sağlanacaktır.
Arıtılan sular kum karbon filtrelerden geçirilebilir ve bunu takiben de, UV ışınlamayla dezenfekte edilebilir.
Suların bakterilerden arındırıldığı ve tamamen zararsız olduğu, sürekli yapılacak ölçüm ve analizlerle test edilebilir ve böylece herhangi bir sağlık riski de önlenmiş olur. Test sonuçları düzenli olarak Fatih belediyesi web sitesinden de duyurularak da konuya verilen hassasiyet dile getirilir.
Böylece, halkın arıtılmış atık su hakkındaki haklı ön yargıları ortadan kaldırılmış olacaktır.
Suların arıtılmasını ve yeniden kullanımını gerçekleştirebilen Fatih, doğaya olan saygısını, büyümeyle gelişmenin arasındaki farkı; herkesin takdir edeceği, örnek bir şekilde ortaya koymuş olacaktır.
İşte bu da en önemli bilgi : Tesisin yatırım ve işletme maliyetleri 1.5 – 2 yıl içinde kendisini amorti edebilmektedir.
5- Atıklar, çöp ve enerji..
5.1 “Geri Dönüşüm Neyi Dönüştürür” başlıklı makalem sanırım yeterince bilgi verecektir..
“Hoyratça tükettiğimiz doğal kaynakların sonsuz olmadığı, dikkatlice kullanılmadığı ve yaşamsal döngünün önü kesildiği takdirde erkenden yok olacağı artık bilinmekte... Bu yüzden, yeniden değerlendirilme imkanı olan atıkların çeşitli işlemlerden geçirilerek ikincil hammaddeye dönüşmesi ve tekrar üretim sürecine dahil edilmesi artık çok önemsenmekte ve buna “geri dönüşüm” denmekte. Kısaca; artık kullanım dışı kalan atık malzemeleri yaşama kazandırma gayretidir bu eylem.
Peki bu çerçevede elde ettiğimiz başarı ne ölçektedir ?.. Her dönüşen malzeme aslı gibi midir hala ?.. Bu eylem sırasında başa gelenler, kaldırılabilir ölçüde ve sürdürülebilir kapsamda mıdır acaba ?.. Dönüşemeyecek malzemeler, toksik özelliği giderilemeyecek atıklar nasıl sorunlar yaratır ?.
Sorgulanması gereken asıl bunlardır.. Belki de temel soru; dönüştürmek zorunda olduğumuz malzemelere aslen mahkum olup olmadığımızdır !.. Alternatif bir yaşam ve üretim tekniği, en önemli ve öncelikli araştırma olmalıdır bence..
TARİHSEL SÜREÇ ve SONUÇ..
Bilindiği gibi, geri dönüşüme olan ihtiyacın başlamasında, savaşlar nedeniyle ortaya çıkan kaynak sıkıntıları etkili olmuştu. Bu nedenle, ikinci dünya savaşı sırasında büyük ülkelerde, hayli kapsamlı geri dönüşüm kampanyaları başlatılmış ve belli ölçeklerde halk bilinci oluşmuştur.. Yani yine bolluk değil, kıtlık zamanında akla gelmiştir çare aramak.. Her türlü insan davranışında olduğu gibi !.. Zorda kalınca !..
Geri dönüşüm; doğal kaynaklarımızın korunmasını, enerji tasarrufu sağlamamızı ve atık miktarını azaltarak çöp işlemlerinde kolaylık elde etmemizi sağlar. Geleceğe ve ekonomiye yatırım yapmamıza yardımcı olur. Çünkü hammadde ihtiyacı azalır ve çevre kirliliğinin engellenmesi açısından da
doğaya verilen zarar önemli ölçüde engellenmiş olur.
İlk ve en önemli basamak; bu malzemelerin, tüketilen kaynakta ayrılarak toplanmasıdır. Çünkü, normal çöple karıştığında, bu malzemelerden üretilen ikincil malzemelerin arıtma işlemleri güçleşmekte ve elde edilen yeni ürünün kalitesi düşmektedir. Bu yüzden en önemli adım; kaynakta ayrıştırmaktır.
Bu yöntem, ayrıştırmak amacı ile yeniden yıkamaya engel olacağından, sudan da tasarruf sağlanmış olacaktır. Aynı zamanda böylece; zamandan tasarruf edilecektir. Değerlendirilen çöplerin hemen ayrıştırılarak geri dönüşüm tesislerine ulaştırılması sağlanacaktır.
Geri dönüştürme metotları ve sonuçları her malzeme için farklılık göstermektedir: Birkaç örnek verelim:
1 Ton kağıt imalata tekrar katıldığında, hava kirliliği; %70-90 arası, su kirliliği; %35, su kullanımı; %45 azalmakta, 8 ağacın kesilmesi önlenebilmektedir. Böylece Türkiye genelinde; yılda 80 milyon çam ağacı ve 40.000 hektar ormanlık arazinin korunmuş olacağı hesaplanmıştır.
1 Ton cam atığının geri dönüşümü sonucunda; 100 litre benzin tasarrufu sağlanmaktadır. Türkiye genelindeki cam atıkların geri dönüştürülmesi; yıllık 30 milyon litre benzin tasarrufu demektir.
1 Ton metal atığın geri dönüştürülmesi ile; 1300 kg ham madde tasarrufu sağlanır. Bu miktar Türkiye'de yıllık olarak toplam 2 milyon tona ulaşmaktadır.
1 Ton plastik ambalaj atığının geri dönüşümü; 14000 kw/h enerji tasarrufu demektir. Ülke genelinde tasarruf edebilecek enerji miktarı ise; yıllık 4 Milyon Megavattır.
Atık piller.. Evlerde, işyerlerinde, ulaşımda ve sanayide kullanılan birçok alet ve ekipmanda akü ve pil kullanılmaktadır. Bunlar; kağıt, metal ve cam gibi atıklara göre daha az hacme sahip olmalarına rağmen, onlardan “binlerce kat fazla” doğal yaşama ve insanlığa zararlı ağır metal içerirler. Dönüştürülmelerinden çok, sadece yok edilmeleri bile yaşama hizmet olacaktır.. Elbette mümkünse !..
Bu manzaraya genel olarak baktığımızda, kaynayan bir kazanın yüzeyinde oluşan köpükle boğuşmaya benziyor tüm uğraş. Ne kadar gayret göstersek o köpük yine oluşacak, mutlaka bir gün kontrolden çıkacak ve taşacak gibi görünmekte.. O yüzden bence önemli olan, kazandaki anlamsız köpüğü oluşturan karışımı masaya yatırıp, analiz edebilmekte ve altındaki ateşi kontrol altına almakta.. Yani atığı dönüştürme gayretinden daha önemli olan şey; atık oluşturmayacak bir yaşam kurgulamaktır..
PEKİ NASIL ?..
Buna da birkaç örnek verelim ve gerisini ortak aklın çözümüne bırakalım..
Doğada, kendiliğinden aslına dönüşen şeyler vardır.. Örneğin ahşap.. Yani biçilmiş ve işlenmiş ağaç... Asırlarca sürebilen işlevsel ömrü bittiğinde, kendi haline bırakılsa ve tamamen çürüse, yani bir anlamda toprağa, gübreye dönüşse bile, yine oradan yükselecek olan şey muhtemelen bir ağaç olacaktır. Bu bir yaşamsal döngüdür adeta..
Ağaçlar dahil, yer kabuğu üstünde yetişen bitkisel ürünlerin yanmasından oluşan karbon miktarı, yetişirken doğadan aldığından bir fazla olamaz. Aksi, eşyanın tabiatına aykırıdır.. Kökleri, yaprakları hala yer yüzündedir çünkü.. Topladığı karbondan daha azını geri verdiği için küresel ısınmaya değil, soğumaya neden olacağı bile söylenebilir bitkisel yakıtların. Bu konuyu bir başka makalemde enine boyuna ele almam gerekecek.
Ama örneğin bir beton yapı, daha işin başında; çimentosunu elde etmek için yok ettiği toprağı, fosil yakıt tüketerek kullandığı üretim enerjisi ve ilaveten baca gazlarının zehirlediği yaşam ile tüm geri dönüşüm yollarının tıkamaktadır.
Ayrıca, depremsellik içeren ülkelerde mevcut olan, akciğer kanserinin % 14 nedeni olduğu bilinen radyoaktif Radon gazını, temin edildiği yöreye bağlı olarak agregası ile ve zeminde zaten varsa rutubet eşliğinde altıncı kata kadar taşıması ile de bir başka mahkûmiyet yaratmaktadır. Örneğin Amerika, Radon bulunan bir arazide imar izni vermez. Bizde ise imar yetkilisi, Radon’un ne olduğunu bile bilmez !..
Betonun altmış yılı aşmayan bilimsel ve yüz yılı aşmayan fiziksel ömrü sona erdiğinde, yani taşıyıcı vasıfları yok olduğunda ise geriye kalan şey; bir moloz yığınından ibarettir. Yani betonun ölüsü de dirisi de başa beladır artık.. Ya çaresizce deniz dolgusu olur bir deprem sonrası, ya da çukurca bir arazi, utanmadan beton atıkları ile doldurulur. Yani kara da, deniz de, beton sayesinde tüm doğal özelliklerini kaybeder !..
Bu arada, beton agregası içinde geri dönüşümlü malzeme kullanmanın puan aldığı, bence çağdaş para tuzağı olan sözüm ona yeşil sertifikalar uğruna; fırın cürufu ve oto lastiği gibi başka tür sanayi atıkları, yani bir anlamda doğa adına günahı olan malzemeler katılır.. Böylece, geri dönüşüm yapıldığı sanılır..
Hurdalıklardan elde edilen demir cevherinin yuvarlak ya da nervürlü inşaat demire dönüşümü sırasında; ayrıştırılamayan diğer metaller yüzünden mukavemeti azalır ve kırılgan hale gelir. Bunun doğuracağı yaşamsal riskler hiç hesaplanmaz, sadece ton hesabı ile elde edilen kâr hesaplanır..
YANİ !..
Sadece bir örnek üzerinden düşünelim birlikte.. Bir plastik ürünün doğada daha kısa sürede çözülmesi sağlandığında zafer çığlıkları atmak yerine, plastiği yavaş yavaş hayatımızdan çıkarmaya çalışsak asıl o zaman sevinmeyi hak etmez miyiz ?.. En azından soframıza, mutfağımıza, mama kaplarına, ilaç şişelerimize bulaştırmasak !..
En yüksek hayati önemdeki ve nerede ise her eve girebilen su damacanalarının; dibine yediği “7” numaralı üçgen damga ile tescillendiği; yani bozuştuğunda kansere yol açan Bisfenol A (BPA) içerdiği gündemdedir artık. Nasıl bir evrensel tokat beklemekteyiz
acaba ?..
Bana sorarsanız geri dönüşüm denen şey, ağızdan bir küfür kaçırıp sonra özür dilemeye benziyor.. Yani kem söz bir kere sarf edilmiş, ama üzüntü ile geri alınmaya çalışılmaktadır adeta.. Ama, istenmeyen tahribat oluştuktan, yani iş işten geçtikten sonra !..
Yani, yola çıkarken düşünmek gerek varılacak sonucu.. “Göç yolda düzülür !” rahatlığı ve aymazlığı ile başını sonunu sorgulamadığımız malzemelerle bir yaşam kurmaya kalkarsak unutmamalıyız ki; yaşam da “bir kez” kaybedilir !.. İki değil !..”
Dostları ilə paylaş: |