Sosyal ve duygusal
paylaşımlar yok
Günümüzdeki aile ve toplum psikolojisini nasıl değerlendiriyorsunuz? İnsanlar şiddet, madde bağımlılığı, kutuplaşma, nefret dilinin yaygınlaşması gibi birçok etkenle karşı karşıya. Toplumdaki bu bozulmaya nasıl karşı koyulabilir?
Ataerkil, geleneksel aile yapısından daha bireysel hayata, çekirdek aile kavramına geçiş yapmış durumdayız. O geleneksel aile tipi, kırsalda dört kuşağın aynı anda yaşadığı ailelerdi. Şuanda aile şehir hayatında yalnızlaşmaya başladı. Bu neyden kaynaklanıyor? Geleneksel ailede çocuk, annesine, babasına, akrabalarına bırakılıyor güvende olduğunu hissedebiliyordu. Şimdi baktığımız zaman aileler şehirde konutta yaşıyorlar ve toplu bir konut imkanları içerisindeler, dairede yaşadıklarını düşündüğümüz zaman çocuğun oynayabileceği arkadaş ortamı yok. Bahçeye gidip de bir sokakta oynaması gibi bir durum söz konusu değil. Evde telefon ve televizyona bağımlı olmak durumunda kalıyor. Enerjisini atabileceği bir alan yok. Anne çalışıyor, çalıştığı için o da eve geldiği zaman yorgun. Nazlanacak kimse yok. Baba da çalışıyor, yoğun ve stresli. Kom
şuluk ilişkileri, sosyal ve duygusal paylaşımları olmadığı için, evin içerisinde birbirleriyle belki deşarj olabilecek ortamlarının olmamış olması, giderek yalnızlaştıkları bir ortamı meydana getiriyor. Bu da evin içerisinde belki birbirine karşı toleransın kalmamasını ve şiddetin yaşanmasını daha da kolaylaştırıyor.
Madde bağımlılığı ve diğer kavramlar belki birer sonuç. Ailenin yalnız kalıp bireysel ve duygusal problemlerini çözebilecek fırsatlarının olmaması, diğer taraftan da birey fıtrî yollardan mutlu olamadığı için en kolay mutlu olabileceği imkanlara, madde kullanımına başvuruyor. Yeri geldiği zaman ekonomik anlamdaki o koşulları sağlayamadığı için kolay yoldan para kazanabileceği davranışlara da yol açıyor. Bozulmaya karşı öncelikle ailelerin, toplumda ise ülkeyi yöneten insanların veya ülkede lider konumunda olanların birbirleriyle iletişimlerinde ve ilişkilerinde ailelere örnek olabilecek davranışlar sergilenmeli. Aile içerisindeki iletişime örnek olabilecek kibar, saygılı aynı zamanda sevgi dolu, kutuplaştırıcı olmayan, birbirine kenetleyici ve birleştirici bir dili benimsemeleri gerekiyor. Bu anlamda ikincisinin belki medya ayağıyla olması gerekiyor. Medyada ailelerin kendilerine örnek alabilecekleri sosyal modellerin oluşturulması ve desteklenmesi buna yönelik programların oluşturulması gerekiyor. Üçüncüsü de, belediyelerin veya diğer kamu hizmetlerinin ailelerin birbirleriyle kaynaşması, toplumun farklı kutuplarındaki insanların etnik olabilir, dini olabilir birlikte zaman geçirebilecekleri birbirlerini anlayabilecekleri, aynı zamanda da o uzun çalışma saatleri sonrası, bireylerin deşarj olabileceği, ailelerle tanışabileceği sosyal destek grupları oluşturabilecek imkânların oluşturulması gerekiyor. Bunun için de spor, sanat, sivil toplum örgütlerinin sosyal etkinliklerine zaman ayırmak gerekiyor.
TÜİK’ in 2015 verilerine göre boşananların son beş yılda % 9,8 arttığını görüyoruz. Boşanmalar neden kaynaklanıyor? Boşanmaların sonucunda en çok çocuklar etkileniyor. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Uzmanlık tezim zaten “çözüm odaklı evlilik danışmanlığının çiftlerin evlilik uyumu üzerindeki etkisi.” Bu da şu anlama geliyor. Zaten boşanmaların temel dinamiklerini incelediğim not çalışmaları da buna yönelik bir çözüm ortaya koydu. Çiftlere en kısa sürede nasıl evlilik uyumlarını geliştirilebilir? 6 seansta evlilik uyumlarını artıran deneysel bir çalışma da yaptım. Evlilik terapisi programını ortaya koydum. Bu anlamda da öncelikle bu aşamaya gelmeden öncesinde yapılması gerekenler var. Boşanmaya götüren sebepleri 3 boyutta inceleyebiliriz. Birincisi; bireyden kaynaklanan sebepler var, yani çiftlerin her birinden kaynaklanan sebepler olabilir. Kişi madde bağımlısıdır, kumar bağımlısıdır veya şizofrenik bir durumu vardır. İkincisi; ilişkinin kendisinden kaynaklanan problemler olabilir. İlişkiyi yönetememeleriyle ilgilidir. Üçüncüsü de; çevresel etkenler dediğimiz üçüncü kişilerden kaynaklı bir problem olabilir. Örneğin; İngiltere’de kayınvalide yüzünden boşanma diye bir durum yokken Türkiye’de 3. sırada. En çok üçüncü kişiler bu anlamda önemli. Her birine yönelik farklı çözümler üretmek lazım. Ama şuan Türkiye’de en çok boşanma sebebi şiddetli geçimsizliktir.
İlgisizlik boşanmalara
neden oluyor
Bunun alt sebeplerine baktığımız zaman en çok ilgisizlik olduğunu görüyoruz. Eşlerin boşanmaya sebep olarak en çok dile getirdiği şey ilgisizlik. Bu kendisine karşı olabilir, aile sorumluluklarına karşı olabilir, evin geçimiyle ilgili olabilir. Diğer taraftan çocuğa karşı hayata karşı bir ilgi, sorumlulukları yerine getirmeye yönelik bir çaba görmediği için eşler ayrılmak durumunda kalıyor. Bunun ortadan kaldırılmasına yönelik öncelikle evlilik öncesinde çiftlerin belki bir evliliğin ne olduğunu doğru anlamaları noktasında konuşmaları gerek. Toplumdaki kadın-erkek her birey, evlenmeden öncesinde kendi repertuarlarıyla yani anne babadan gördükleriyle o evliliğe dahil oluyorlar ve o evliliğin gerçek ve doğru olduğuna inanarak başlıyorlar. Sonradan öğrendiklerinde şöyle bir istatistik çıkıyor ortaya; geçen sene Türkiye’de evlilik anlamında baktığımız zaman boşanma oranına birinci sırada 20 yıllık evlilikler var, ikinci sırada 1 yıllık evlilikler var ve bu 1 yıllık evliliklerin davalarına baktığımız zaman en çok üniversite mezunu insanlar olduğunu görüyoruz. Bir yıl önce evlenen bu üniversite mezunları, aşkla evlenmişler ama bir yıl sonra ayrılık kararı almışlar. Demek ki bu insanlar, bir evliliğe başlamak için yeterli seviyede değil. Evliliği yönetebilecek, sorumluluk alabilecek, birbirlerinin alanlarına saygı duyabilecek, aynı zamanda duygusal alışverişi sağlayabilecek, birbirlerini bireysel gelişimini destekleyebilecekleri, biz olabilecekleri problem çözme yöntemlerinin olması, öfke ifade edebilme, iletişim yöntemleri gibi konularda öncelikle evlilik okulu gibi veya bizim içinde bulunduğumuz verdiğimiz hizmet gibi alanlardan, faydalanmak çiftler için daha faydalı olacaktır.
Evlilik bir amaç değil, bir araçtır
Yeni aile kuranlar için tavsiyeleriniz neler olur?
Doğru bir insanı bulabilmek için önce doğru insan olmak lazım. Bizler hep doğru insanı arıyoruz, doğru insanı bulmaya çalışıyoruz ama önce doğru insan olmalıyız. Benim tavsiyem şu, birincisi evlilik bir amaç değil, araçtır. 30 yaşına gelmiş bir kadın ya da erkek mahalle baskısından dolayı “bir an önce evlenmeliyim kim olursa olsun” şeklinde, düşünebiliyor. Evlendikten sonra da hayatı bir anda zindana çevrilebiliyor. O zaman şöyle olması gerekiyor önce bireyler tek başına mutlu olabilmeli, hayattan keyif alabilmeli. Çünkü kafamızda, “ben evlenirsem mutlu olacağım” gibi yanlış bir anlayış var. Evlilik insanları tek başına mutlu etmez. Evlilik mutlu olmak için amaç değildir. Amaç mutlu olmanın ta kendisidir. O zaman ilk önce birey tek başına mutlu olabilmeli hayattan keyif alabilmeli. Birisi çıktı karşına o kişiyle daha keyifli ve daha mutluysan o evlilik senin için güzel bir araç. Ama sen mutlusun tek başına yetiyorsun, bir kişi çıktı karşına, o kişiyle hayatın daha da zorlaşıyor, daha keyifsizleşiyor ise o zaman evliliği amaç haline getirmiş oluyorum. Bu da sağlıklı değil. Önce bireylerin evliliğin bir araç olduğunu, bu anlamda yaştan bağımsız olarak, erken evlenen kişilerin herhangi bir yere ulaşmadığını, geç evlenenlerin de bir şey kaybetmediğini bilmeleri gerekiyor. Yani evlilik insanları mutlu etmez, bireyler mutlu ise, ilişki zaten kendiliğinden mutlu olur.
TÜİK’in 2016 yılı verilerine göre yabancı gelinler arasında Suriye birinci sırada yer alıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu insanların çoğu Türkiye’ye geldiklerinde ekonomik anlamda ve mesleki anlamda geçim kaynakları olmadığı için, özellikle kızlar genç yaşlarda, ülkemizdeki onlara göre biraz daha varlıklı kişilerle evleniyorlar ya da evlendiriliyorlar. Bu durum bazı Suriye vatandaşlarının geçim kaynağı haline gelmiş durumda ve birçok aileyi de tehdit eden boyutlar yaşatıyor.
ŞİFALI ÇORBA: TARHANA
Soğuk kış günlerinde sofranın vazgeçilmezidir çorbalar…
İlk tarifimiz geleneksel çorbamız tarhana. Tarhana her yörede farklı mayalanır. Hamuru, Ege’de bol domates ve kırmızı tatlı biberli, Maraş’ta göceli, Konya’da irmikli, Tunceli’de nohutlu, Adıyaman’da mercimekli, Bolu tarafında da kızılcıklı yapılır. Özenle kurutulur. Acısız olanını bebeklere, hastalarınıza mama olarak bile verebilirsiniz.
Aslına bakarsanız pişirirken tarhananın kendisi bir bazdır. Yani, türlü türlü şekillerde, malzemelerini değiştirerek, damak tadınıza uygun pişirebilirsiniz:
* Çocuklarınız varsa kıymalı yapın. Tereyağında kıymayı suyunu çekene kadar kavurun, tarhanayı içine ilave edin. Bir - iki çevirdikten sonra biraz salça ya da domates suyu ekleyin. Sonra suyunu da koyup kaynayana kadar sürekli karıştırın. Dibini tutmasın, topaklaşmasın. Sevdiğiniz baharatları ekleyebilirsiniz.
* Börülceli tarhana yapabilirsiniz. Kurutulmuş acı ya da isterseniz tatlı biberleri tereyağında kokuları çıkana kadar kavurun. Sonra tarhanayı da koyup çevirin. Daha renkli olsun isterseniz biraz domates, birazcık da biber salçası ekleyin. Tencereyi ateşten alın. Azar azar soğuk su ilave edip çorbayı açın. Suyu tamamlanınca tencereyi ateşe koyup kaynayana kadar sürekli karıştırın. Kaynamaya başladıktan hemen sonra haşlanmış kuru börülceyi ilave edin. 10 dakika daha kaynasın. Sonra tuzunu, karabiberini katarsınız.
* “Sarımsaklı tarhana duyduk, onu yapalım.” derseniz yukarıdaki tariflerin aynısını kullanabilirsiniz. Sadece karabiber kullanmayın. Bunun yerine kıyılmış yeşil köy biberi doğrayıp tereyağında çevirin. Biberlerin kokusu çıkınca 4 diş sarımsağı da içine ezin; tarhanayı sonra ekleyin. Az salça, sonra su. Yeşil biberler ve sarımsak, çorbayı şifa edecektir.
* Ya da domatesli yapın mesela. Sarımsağı tereyağında çevirin, kokusu çıksın. Sonra rendelenmiş domatesi dökün tencereye. İyice suyunu çeksin. Sonra da tarhanayı içinde çevirin. Suyunu da ekleyin. On dakika kaynatın.
* Sebzeli tarhana seçeneği de var. Tarhanayı sade pişirdikten sonra kaynamaya başlayınca içine bolca ince doğranmış pırasa, maydanoz, dereotu; az da havuç koyup 10 dakika daha kaynatın, hazır. Tadına inanamayacağınız, tam bir vitamin deposu olur.
* Tarhanaya ilave edeceğiniz bir bardak süt çorbaya çok farklı bir tat kazandıracaktır.
* Tarhana çorbanız piştikten sonra üzerine beyaz peynir ufalayabilir ya da kaşar peyniri rendeleyebilirsiniz.
BALIK NASIL SAKLANIR?
Uzmanlar vitamin, mineral ve proteince zengin balığı haftada en az iki kez tüketmemizi tavsiye ediyor. Peki toplu alınan balığı evimizde nasıl muhafaza edebiliriz?
• Balıklar muhakkak temizlenip buzdolabına konulmalıdır.
• No-frost buzdolaplarında sistem hava üfleyerek çalıştığı için balıkların derisini çok çabuk kurutabilir. Bunu önlemek için ya kapaklı kaplarda ya da poşette muhafaza etmek uygun olur.
• Balıkları dondurmadan önce hafifçe tuzlamakta yarar vardır. Etin diriliğini muhafaza eder.
• Buzdolabının +5 C’lik bölmesinde 3 gün, tek yıldızlı dolapların buzluklarında 0 ila -5 C arasında 14 gün saklanabilir. Daha uzun süreli saklamalar için üç yıldızlı buzdolaplarının -18 derecelik deep-freeze’leri veya bağımsız deep-freeze’ler kullanılmalıdır.
* Deep-freeze’lerde saklama süreleri hamsi, sardalye gibi küçük balıklar için 3 ay, 3 ila 4 adeti bir kilo gelen çipura, lüfer gibi balıklar için 5 ila 6 aydır. Bir kilodan büyük balıklar için ise 6 ila 8 aydır. -25 C’lik deep-freeze’lerde ise bu süre yüzde 50 artar.
• Dondurduğunuz balıkları çözdüğünüz takdirde tekrar dondurmanız bakteri üremesi açısından sakıncalıdır. Bu nedenle donduracağınız balıkları ailenize göre 2 veya 3 kişilik porsiyonları içeren öğünlere bölerek dondurun.
• Ambalaj üzerine balığın cinsini, dondurulduğu tarihi içeren bir etiket yapıştırın.
• Balığı şoklayacağınızda uygulayabileceğiniz bir diğer yöntem ise balığı deep-freeze’e attıktan 3-4 saat sonra çıkarıp kovaya doldurduğunuz suyun içerisine daldırıp çıkartmak ve sonra tekrar deep-freeze’e atmaktır. Balığın üzerinde oluşacak ince buz tabakası balığı korumada çok faydalı olacaktır.
TAZE BALIK NASIL ANLAŞILIR?
Taze balığın gözleri parlak ve lekesiz olur. Solungaçlarının kırmızı ve canlı olması da
önemlidir. Pulları solgun değil diri görünmelidir. Kuyruğu sert durur ve parmağınızla etine
bastırdığınızda hemen eski halini alır.
Hat başka bir aşktır…
Yeni Camii Hünkâr Kasrı Sergi Salonu’nda gerçekleşen Beş Kadın Hattat sergisine eserleriyle katılan Gülay Güngör, Aysel Karakaş, Cemile Fıçıcı, Özlem Savaşkan, Suzan Suluoğlu ile yaptığımız röportajı ilginize sunuyoruz. Keyifli okumalar.
Sabır, emek, özveri, tevekkül ile yaklaşık 7 yıl süren Hat Sanatı eğitimlerini Yıldız Şale Klasik Türk Sanatları Merkezi’nde Hattat Levent Karaduman ile tamamlayan sanatçılar, hocalarının yıllar boyu verdiği emeklere karşılık olarak ve eğitimleri süresince yazılarıyla, eserleriyle, hayatlarıyla örnek olan, yol gösteren merhum hattatlara saygı ve teşekkür ifadesi olarak bu sergiyi düzenlemişler.
Sizleri biraz tanıyabilir miyiz? Beş kadın hattat kimdir?
Cemile Fıçıcı: Hat sanatına 2005 yılında Küçük Ayasofya’da Levent Karaduman’la başladım. İki yıl devam ettik. altı yıl ara verdikten sonra, 2013’te Yıldız Sarayı’nda devam etme şansım oldu. 2016 yılında da sülüsten icazet aldım. İslâm harflerinin, İlahî kelamın vücut bulduğu hali olduğu için özel bir değeri var hattın. Onu yaşatmak, nesillere aktarmak gerektiğini ve bu sanata sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorum.
Aysel Karaka: Hat sanatına 2006’da başladım, bir yıl gittim. Bir müddet ara verdikten sonra 2011’de geri döndüm ve 2016’da da icazet aldım. O kadar değer veriyormuşum ki bak, geri döndüm diyebiliyorum. Ruhuma çok iyi geliyor. Hat başka bir aşk.
Suzan Suluoğlu: Yıllar sonra bulunduğum yerden İstanbul’a dönüşümüzde hattın merkezine gelmiştik. Yıldız Sarayı’nda da eğitim birimi yeni açılmıştı o zamanlar. Hattı seviyordum ama işin iç boyutunu bilmiyordum tabi. Sonra kursa başlayıp da harflerin anatomisi, ölçüsü, noktası, kalem ağzı, virgülü, kalemin üçte biri, üçte ikisini görmeye başlayınca bu işin çok büyük olduğunu düşündüm. “Rabbi yessir” duasını yazanlar hattı bıraksa da, hat onları bırakmaz diyor hocalar. Herhalde bizim de öyle oldu. İcazetimi 2016 yılında aldım. Şimdi iki yıldır icazetle beraber hocalık yapıyorum, ders veriyorum.
Özlem Savaşkan: Hat sanatına ben de 2006’da başladım. Arkadaşlarım gibi ben de 2016’da icazetimi aldım. Hatta başlamamın hiçbir sebebi yok. Sadece içsel bir durum. Başladığım günden beri de çok severek, zevkle yapıyorum. Benim de sanatla ilgili çok geçmişim var; resim, seramik, her türlü çalışmalarım, bunlarla ilgili sergilerim olmuştur. Fakat hattı diğerlerinden ayıran çok önemli bir yanı var. Özündeki o manevi duyguları ortaya çıkartıyor. Bunlar kelime karşılığı olmayan şeyler. Hatta belli açılımlar olduğu zaman, bu artık sanat değil İlahî aşka dönüşüyor. Dolayısıyla bunun kelime karşılığı yok. Karşı tarafa ne hissettirdiği de karşı tarafın mânâ âlemiyle alakalıdır. Kendime ait bir atölyem var, orada çalışmalarıma devam ediyorum.
Ben de Gülay Güngör: Üniversiteyi bitirdiğim yıllarda hatla ilgilenmek aklımda yoktu. Beyazıt’ta okuyordum, medreselerin, ruhani tarafın yoğun olduğu, sanatla uğraşılan yerlerdeydim ama hat aklıma gelmemişti hiç. 2006 yılında Levent Karaduman hocamızla Sarıyer’de eğitime başladık. 2015’te de icazetimi aldım. O zamandan beri yazmaya çalışıyoruz. Burası hanım sultanların yaptırdığı bir kasır. Serginin böyle bir mekanda olması da gerçekten çok hoş.
Hünkar Kasrı’nda açılan bu sergi beklediğiniz ilgiyi gördü mü?
Çok şükür ilgi çok. Bir de sosyal medya var, birçok gruba ulaşabiliyoruz böylece. Eskiden belki sadece davet edilenler ya da özel ilgilenenler gelebiliyordu ama afişlerin üniversitelere asılması, belli yerlere davetiyelerin gitmesi, sosyal medyada tanıtım videomuzun dönmesi, umduğumuzun üstünde ilgi topladı. Gelen insanların da laf olsun diye değil, tek tek özellikle ilgilendiği, hatta öğrencilerin gelip elifler üçte bir mi üçte iki mi diye incelediği bir sergi oldu. Yani hem yeni öğrenen talebeler, hem bu işi yapmak isteyenler hem de manevi değerlere önem verenler, Türk-İslâm sanatlarını önemseyen insanlar için güzel bir sergi oldu. Öğrencisi, öğretmeni, öğretim görevlisi, çarşaflısı, modern kıyafetlisi vs. çok farklı kesimleri bir araya topladığımızı düşünüyorum. Değişik insanlarla tanışma, görüşme imkanı da sağladı bize.
Beş Kadın Hattat Sergisi ‘Eski Üstatlara İthafen’ başlığıyla açıldı. Eski üstatlar derken kastettikleriniz kimlerdir?
Merhum hattatlar Nazif Efendi, Bakkal Arif, Neyzen Emin, Sami Efendi, Mustafa Halim Özyazıcı, Hamit Aytaç. Onların harflerini inceliyor, onların yazılarına bakıyoruz. O elif hangi hattatın elifi, öteki Allah lafzı hangisinin Allah lafzı gibi harflerin karakterlerine göre kişileri ayırt ediyoruz. Biz tabii ki öğrenciyiz, icazeti alsak da sonuçta daha hiçbir şeyiz. Onlar çok büyük üstatlar ve onların isimlerini bilen, bilmeyen duysun, onların çalışmaları gün ışığına çıksın ve kadınlarla renklensin diye böyle bir isim koyduk.
Sizce hattın ya da genel mânâda sanatın kadına ve aileye katkısı nedir?
Sizin sayenizde çocuklarınız, aileniz de o sanatla tanışmış oluyor. Sizin ne kadar zor bir süreçten geçtiğinizi görüyorlar. Sabahlara kadar çalışıyorsunuz, uykunuzdan fedakarlık ediyorsunuz, zamanı ona ayırıyorsunuz. Sosyal hayatınız bitebiliyor belli dönemlerde. Onlar da sizinle birlikte bunu yaşıyorlar. Ve bu sanatlarla iç içe olma şansı elde ediyorlar. Bu da onları zenginleştiriyor. Eğer siz sanatla beslenerek o mutluluğu yaşarsanız ailenize de yansıtabilirsiniz.
Peki yaşadığınız en büyük zorluklar nelerdi?
Şimdi bu öyle bir şey ki, hem çok çalışmayı, hem araştırmayı, hem sabrı ve özveriyi gerektiriyor. Zaman zaman evinizi, ailenizi ihmal ediyorsunuz. Sonra yaz döneminde tatil olunca yoğunluğu aileye, eşe, dosta verip kurs açılana kadar şikayetleri biraz indirmeye çalışıyoruz. Şunu da çok dinledik senelerce “Yapamıyorsanız, olmuyorsa bırakın bu işi. Niye uğraşıyorsunuz? Seneler geçti, hâlâ mı? Başka bir şeye başlasaydınız çoktan o işin uzmanı olurdunuz. Kaç üniversite bitirirdiniz!” Onlar o işin mahiyetini bilmediği için böyle diyorlar. O yüzden çok da zorluk olarak görmüyoruz bunları.
Sizce bu sanatla uğraşmak için sahip olunması gereken özellikler var mıdır?
Sabır! Gerçekten isteyen herkes hattat olur. İstemek çok önemli. Tek başına yetenekle gitmiyor. Yetenekli olabilirsiniz fakat yeterli sabrınız, özveriniz yoksa, zaman ayıramıyorsanız zor. Çok yetenekli arkadaşlar bizimle yola çıktı. O sabrı gösteremedikleri için hepsi bir noktada bırakmak zorunda kaldı. Ama Rabbim sonradan da nasip edebiliyor. Sen iste yeter ki. Zaten hatta öyle bir nokta var. Sen yeterli sabrı gösterip, belirli bir yolu kat ettikten sonra bir açılma oluyor. Ruhunuz da bir şekilde hatta yansıyor. Bunun da harflerdeki o maneviyatla alakalı olduğunu düşünüyoruz. Bir de kesinlikle gurur ve kibir kaldıran bir sanat değil. Şu harfi ben bugün çok güzel yapıyorum dediğiniz noktada, ertesi gün, daha ertesi gün onu yapamıyorsunuz. Aslında biz yazmıyoruz, Rabbim yazdırıyor.
Büyük üstatlar “Hat sanatına bir ömür yetmez” diyorlar. Bir harfin yazılışını öğrenmek bile çok uzun zaman alıyor. Siz de zaman zaman ümitsizliğe düşmüşsünüzdür. Bu ümitsizlikten kurtulup nasıl devam edebildiniz? Bu durumda olanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Teslimiyet. Bakalım Rabbimiz ne kadar lütfedecek yazabilmemiz için. Zaten bu işe girdikten ve belli kırılma noktalarını geçtikten sonra, gittiğin yoldan su gibi akıyorsun, yazabildiğin kadar, olduğu kadar. Kimseyle yarışımız yok. Biz sadece, ne kadar çıkabiliyorsa bizden, onu çıkartmaya çalışıyoruz. Zannetmiyorum ki Allah bir eğitimi aldırsın, yaptırsın, öğrettirsin ondan sonra da onu körelttirsin. İstemez Rabbim. Ona gerekli kolaylığı açar, ummadığı yerden ummadığı şekilde devam etmesini sağlar. Biz de şunu düşünüyoruz; Allah bize nasip etti bu yola girdik, gidebildiğimiz kadar bu yolda olmak, bu yolda çalışmak. Neticesine karışmak değil. Netice Allah’a ait. Siz çalışırsınız, Rabbim neticesinde neyi verirse o olur. Allah ilmi isteyene verir. İstemişiz demek ki, Allah da bize bunu nasip etmiş.
Peki son olarak, bu sanata yeni başlayacaklara vermek istediğiniz tavsiyeler nelerdir?
Eğer gerçekten istiyorlarsa sabretsinler. Hat yazmak aslında büyük bir hedef. Küçük bir şey istemiyoruz, istenilen şeyin karşılığı çok büyük. Bütün sanatların içerisinde en seçkin noktada olan bir sanattır hat. Çünkü İlahî kelamın vücut bulduğu harflerdir hat sanatı. Hocamızın şöyle bir sözü var: “Bir sanat yapıyorsunuz ama aynı zamanda da ibadet yapıyorsunuz.” Harflerin görünen yanları var. İşte iki nokta, beş nokta, altı nokta ölçüleri var diyoruz. Bir de onun içsel, manevi bir tarafı, farklı bir yönü var. İşte o yönünü zaten sen harfle bakıştığın anda hissettiğinde bu yolda devam ediyorsun. Bunun tamamen izinle alakası var. İzin gelirse devam edersin. Gelmezse edemezsin, istediğin kadar iste. Bu da çok önemli. Hat sanatının Allah kelamı, ayet, hadis, dua ya da kibar-ı kelam denilen sözler ya da naat, kaside, hilye-i şerif gibi peygamberimizi öven yazılar olması onu özel kılıyor. Ne hattatta, ne yazanda, ne talebede kimsede değil. Hattı önemli yapan onun manevi değeri. Aşk olmadan meşk olmuyor. Mürekkebi yalamadan olmuyor, dirsek çürütmeden olmuyor. Ama Elhamdülillah, diyorsun ki; “Allah güzel bir yolda bunları kullanmayı nasip etti.”
Dostları ilə paylaş: |