Birinci Baskı



Yüklə 1,73 Mb.
səhifə13/33
tarix09.01.2019
ölçüsü1,73 Mb.
#93579
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   33
Ka bir süre yanına oturup İpek'in elini tuttu, ona yukarıya odasına gelmesini söyledi. Onunla daha fazla yakınlaşamamak kendisine acı vermeye başlayınca odasına çıktı. Tanıdık bir ahşap kokusu vardı buranın. Paltosunu kapının arkasındaki çengele özenle astı. Yatağının başındaki küçük lambayı yaktı: Yorgunluk, yeraltından gelen bir uğultu gibi yalnız bütün gövdesini, göz kapaklarını değil, odayı ve oteli de sarmıştı. Bu yüzden aklına gelen yeni şiiri çabuk çabuk defterine hızla geçirirken yazdığı dizelerin, şimdi kenarına oturduğu yatağın, otel binasının, karlı Kars şehrinin, bütün dünyanın bir devamı olduğunu hissediyordu.
Şiire "İhtilal Gecesi" adını verdi. Çocukluğunun askerî darbe gecelerinde, bütün ailenin uyanıp pijamalarla radyoyu ve marşları dinleyişleriyle açılıyordu şiir, ama sonra hep birlikte yenilen bayram yemeklerine dönülüyordu. Bu yüzden daha sonra şiirin yaşanan bir ihtilalden değil, hafızadan kaynaklandığını düşünüp kar yıldızına öyle yerleştirecekti. Şiirde önemli bir sorun, dünyada bir felaket hüküm sürerken şairin aklının bir kısmını buna kapayabilmesiyle ilgiliydi. Ancak bunu yapabilen şair şimdiyi hayal gibi yaşayabilirdi: Buydu şairin başarması zor işi! Ka şiiri bitirdikten sonra bir sigara yaktı ve pencereden dışarı baktı.
 
 
 
20
 
 
Memlekete, millete hayırlı olsun?
GECE Ka UYURKEN VE SABAH
 
Ka. tam on saat yirmi dakika deliksiz uyudu. Bir ara rüyasında kar yağdığını gördü. Bundan pek az önce dışarıda yarı açık perdenin aralığından görülen beyaz sokakta kar yeniden başlamıştı ve üzerinde Karpalas Oteli yazan pembe levhayı aydınlatan soluk lambanın ışığında kar olağanüstü yumuşak gözüküyordu: Kars sokaklarında alılan silahların seslerini bu tuhaf, sihirli karın yumuşaklığı emdiği için Ka bütün gece belki de o kadar huzurla uyuyabildi.
Oysa bir tank ve iki askeri kamyon eşliğinde basılan imam hatip lisesi yatakhanesi iki sokak yukarıdaydı. Ermeni demir zanaatkârlarının ince ustalığını hâlâ gösteren ana kapıda değil, ama son sınıf yatakhanelerine ve toplantı salonuna açılan ahşap kapıda bir çatışma olmuş, askerler önce korkutma amacıyla karlı bahçeden yukarıya karanlığa doğru kurşun sıkmışlardı. Siyasal İslamcı öğrencilerin en militanları Millet Tiyatrosu'ndaki geceye katıldığı ve orada gözaltına alındığı için yatakhanede kalanlar ya acemiler, ya da ilgisizlerdi, ama televizyonda gördükleri sahnelerden coşup kapı arkasına masalardan, sıralardan bir barikat yapmış, sloganlar alıp "Allahü ekber!" diye bağırarak beklemeye başlamışlardı. Biriki deli öğrenci yemekhaneden çaldıkları çatal ve bıçakları hela penceresinden erlerin üzerine atmaya, ellerindeki tek tabancayla oyun oynamaya kalkıştıkları için buradaki çatışmanın sonunda yeniden silahlar atıldı ve alnına kurşun yiyen güzel vücutlu, güzel yüzlü incecik bir öğrenci düşüp öldü. Çoğu ağlayan, pijamalı ortaokul öğrencileri, sırf bir şey yapmış olmak için bu direnişe katılıp pişman olmuş kararsızlar ve yüzü gözü şimdiden kan içinde kalmış mücadeleciler, hep birlikte otobüslere bindirilip dövüle dövüle emniyet müdürlüğüne götürülürken yoğun kar yüzünden şehirde pek az kişi olup biteni fark etmişti.
Şehrin çoğunluğu ayaktaydı, ama dikkatler pencerelere ve sokağa değil, televizyona dönüktü hâlâ. Millet Tiyatrosu'ndaki canlı yayında Sunay Zaim'in bunun bir oyun değil ihtilal olduğunu söylemesinden sonra, askerler salondaki gürültücüleri toparlar, cesetler ve yaralılar sedyelerle taşınırken, bütün Kars'ın yakından tanıdığı vali muavini Umman Bey sahneye çıkmış, her zamanki resmî, asabi ama güven verici sesi ve biraz da ilk defa çıktığı "canlı yayın" sıkıntısıyla ertesi gün saat on ikiye kadar Kars'ta sokağa çıkma yasağı konduğunu duyurmuştu. Onun boşalttığı sahneye kimse çıkmadığı için sonraki yirmi dakikada Karslı seyirciler ekranlarında Millet Tiyatrosu'nun perdesini görmüşler, sonra yayında bir kesinti olmuş, derken aynı eski perde sahnede yeniden belirmişti. Bir süre sonra perde ağır ağır açılmaya ve bütün "gece" yeniden televizyonda gösterilmeye başlanmıştı.
Şehirde ne olup bittiğini anlamaya çalışan televizyonlarının başındaki Karslı seyircilerin çoğunda bir korku yaratmıştı bu durum. Uykulu ve yarı sarhoş olanlar içinden çıkılmaz bir zaman kargaşası duygusuna kapılmışlar, bazıları da gecenin ve ölümlerin tekrarlanacağını hissetmişlerdi. Olayların siyasi yanına ilgisiz seyircilerden bazıları bu yeniden gösterimi, tıpkı benim yıllar sonra yapacağım gibi, Kars'ta o gece olup bitenleri anlamalarına yarayacak yeni bir fırsat olarak görüp dikkatle seyretmeye koyulmuşlardı.
Böylece Karslı seyirci Funda Eser'in eski bir kadın başbakanı taklit ederken ağlayarak Amerikan müşterileri kabul edişini, ya da bir reklam filmiyle alay ettikten sonra içten bir neşeyle göbek atışını yeniden seyrederken Halkların Eşitliği Partisi'nin Halil Paşa Hanı'ndaki il merkezi bu işte uzman bir emniyet ekibi tarafından sessizce basılmış, oradaki tek kişi olan Kürt hademe gözaltına alınmış, dolaplarda ve çekmecelerde ne kadar kâğıt defter varsa toplanmıştı. Aynı zırhlı araçlı polisler, daha önceki gece baskınlarından tek tek tanıyıp evlerinin yolunu da bildikleri parti il yönetim kurulu üyelerini sırayla toplamış, bölücülük ve Kürt milliyetçiliği suçlamalarıyla gözaltına almışlardı.
Kars'ın Kürt milliyetçileri yalnızca onlar değildi. Sabah erkenden Digor yolunun başında üzeri karla örtülmeden önce bulunan Murat marka yanık bir taksiden çıkan üç ceset emniyet güçlerinin bildirdiğine göre PKK yanlısı militanlara aitti. Şehre sızmak için aylar önce girişimde bulunan bu üç genç, akşamki gelişmelerden telaşa kapılarak bir taksiyle dağlara kaçmaya karar vermiş, yolun kardan kapandığını görünce maneviyatları bozulmuş, aralarında kavga çıkınca birinin patlattığı bombayla hepsi intihar etmişti. Ölenlerden birisinin sağlık evinde temizlikçilik yapan annesinin, oğlunun aslında kapıyı çalan eli silahlı bilinmeyen kişilerce götürüldüğü yolundaki dilekçesiyle ve taksi şoförünün ağabeyinin, kardeşinin değil Kürt milliyetçisi olmak, Kürt bile olmadığı yolundaki dilekçesi işleme konulmamıştı.
Bir ihtilal olduğunu, sokaklarında iki tankın ağır ve karanlık hayaletler gibi gezindiği şehirde en azından tuhaf birşeylerin döndüğünü aslında bütün Kars bu saatte anlamıştı, ama her şey televizyonda gösterilen bir oyunun ve pencerelerin önünde eski masallardaki gibi hiç durmamacasına yağan karın eşliğinde gerçekleştiği için bir korku duygusu yoktu. Siyasetle uğraşanlar biraz endişeleniyordu yalnızca.
Mesela, Kars'taki bütün Kürtlerin saygı duyduğu gazeteci ve folklor araştırmacısı Sadullah Bey hayatı boyunca pek çok askeri darbe gördüğü için televizyondan sokağa çıkma yasağını işitir işitmez, yaklaştığını anladığı hapisane günleri için hazırlanmıştı. Bavuluna, onlarsız uyuyamadığı mavi kareli pijamalarını, prostat ilacını ve uyku haplarını, yün takkesini ve çoraplarını, İstanbul'daki kızının kucağında torunuyla gülümsediği fotoğrafını, ağır ağır topladığı Kürt ağıtları üzerine yazdığı kitabın hazırlıklarını koyduktan sonra karısıyla bir çay içip televizyonda Funda Eser'in ikinci göbek atışını izleyerek beklemişti. Gece yarışanı epey geçe kapı çalınınca karısıyla vcdalaşmış, bavulunu alıp kapıyı açmış, kimseyi göremeyince karlı sokağa çıkmış ve kükürt renkli sokak lambalarının sihirli ışığında, çocukluğunda Kars deresinde paten kayışını karla kaplı sessiz sokağın güzelliğinde hayretle hatırlarken, bilinmeyen kişilerce başına ve göğsüne sıkılan kurşunlarla öldürülmüştü.
Aylar sonra karlar iyice eridiğinde bulunan diğer cesetlerden o gece başka bazı cinayetlerin de işlendiği anlaşılıyordu, ama ihtiyatlı Kars basınının yaptığı gibi, ben de okuyucularımı daha fazla üzmemek için bu olaylardan hiç bahsetmemeye çalışacağım. Bu "faili meçhulleri Z. Demirkol ve arkadaşlarının işlediği yolundaki söylentiler ise, en azından gecenin ilk saatleri için, doğru değildi. Onlar biraz geç de olsa telefonları kesmeyi başarmışlar, Kars Televizyonuna basıp yayının ihtilali desteklediğine emin olmuşlar ve gecenin sonuna doğru, bütün gayretlerini saplantılı bir şekilde kafalarına taktıkları "gür sesli bir kahramanlık ve serhat türkücüsü" bulmaya vermişlerdi. Bir ihtilalin gerçek bir ihtilal olması için radyo ve televizyonlarda kahramanlık ve serhat türküleri okunmalıydı çünkü.
Kışlalara, hastanelere, fen lisesine ve sabahçı çayhanelerine sorulduktan sonra en sonunda nöbetçi itfaiyeciler arasında bulunan, önce tutuklanacağını hatta kurşuna dizileceğini sanan ama doğru stüdyoya götürülen bu türkücünün lobideki televizyondan duvarlar, alçı kaplamalar, perdeler arasından süzülüp gelen şiirli sesini sabah uyanır uyanmaz işitti Ka. Yarı açık perdelerinden içeriye, yüksek tavanlı, sessiz odasına olağanüstü bir güçle vuran tuhaf bir kar aydınlığı vardı. Çok iyi uyumuş, dinlenmişti, ama daha yataktan kalkmadan önce bile, içinde gücünü ve kararlılığını kıran bir suçluluk duygusu olduğunu biliyordu. Sıradan bir cici müşterisi gibi başka bir yerde, başka banyoda olmanın tadını çıkararak yüzünü yıkadı, tıraş oldu, soyundu, giyindi, pirinç bir ağırlığa bağlı anahtarını alıp otelin lobisine indi.
Televizyondaki türkücüyü görüp otelin ve şehrin içine gömüldüğü sessizliğin derinliğini (lobide fısıltıyla konuşuyorlardı) fark edince dün akşam neler olduğunu ve aklının kendisinden sakladığı her şeyi bir bir anladı. Resepsiyondaki çocuğa soğukça gülümsedi, şiddet ve siyasi saplantılarla kendini tahrip eden bu şehirde vakit kaybetmeye hiç niyeti olmayan aceleci bir yolcu gibi hemen bitişikteki yemek salonuna geçip kahvaltısını etmek istedi. Bir köşede tüten bir semaverin üstünde tombul bir çaydanlık vardı, bir tabakta ince ince kesilmiş Kars kaşarı, bir kâsede parlaklığını kaybetmiş ölü zeytinler gördü.
Ka pencere kenarındaki bir masaya oturdu. Tülün aralığından bütün güzelliğiyle gözüken karla kaplı sokağa bakakaldı. Boş sokakta öyle hüzünlü bir şey vardı ki, Ka çocukluk ve gençliğindeki sokağa çıkmanın yasaklandığı nüfus ve seçmen sayımlarını, genel aramaları ve herkesi radyoların, televizyonların başında birleştiren askerî darbeleri tek tek hatırladı. Radyoda marşlar okunur, sıkıyönetim bildirileri ve yasakları duyurulurken Ka hep boş sokaklarda olmak isterdi. Herkesin tek bir konu etrafında toplandığı, bütün teyzelerin, amcaların, komşuların birbirine yaklaştığı askerî darbe günlerini çocukluğunda Ka, bazılarının Ramazan eğlencelerini sevmesi gibi severdi. Ka’nın çocukluğunu aralarında geçirdiği İstanbullu orta ve yüksek burjuva aileler, hayatı kendileri için çok daha güvenli kılan askeri darbelerden memnuniyetlerini biraz olsun gizlemek ihtiyacıyla, her darbeden sonra ortaya çıkan saçma uygulamaları (bütün İstanbul'un kaldırım taşlarının kışla gibi kireçlenmesi, uzun saçlıların ve sakalılların polis asker zoruyla sokakta çevrilip kabaca tıraş edilmesi gibi) sessizce, gülümseyerek iğnelerlerdi, İstanbullu yüksek Türk burjuvaları askerlerden hem çok korkarlar, hem de geçim sıkıntısı ve disiplinle yaşayan bu memurları gizlice küçümserlerdi.
Yüzlerce yıl önce terk edilmiş bir şehri hatırlatan sokağa aşağıdan bir askeri kamyon girince Ka çocukluğunda yaptığı gibi bir an dikkat kesildi. Odaya yeni giren celep kılıklı bir adam birden Ka'ya sarıldı, yanaklarından öptü.
"Gözümüz aydın, beyefendi! Memlekete, millete hayırlı olsun!"
Tıpkı eski dini bayramlarda yapıldığı gibi, askeri darbelerden sonra da hali vakti yerinde yetişkinlerin birbirini böyle tebrik ettiklerini hatırladı Ka. Adama "hayırlı olsun!" gibisinden o da birşeyler mırıldanmıştı, utandı bundan.
Mutfağa bakan kapı açıldı ve Ka bir anda yüzünden bütün kanın çekildiğini hissetti. Kapıdan İpek çıkmıştı. Gözgöze geldiler ve Ka bir an ne yapacağını bilemedi, içinden ayağa kalkmak gelmişti o an, ama İpek ona gülümsemiş ve az önce oturan adama yönelmişti. Elinde bir tepsi vardı, üzerinde bir fincan, bir tabak.
İpek fincanla tabağı adamın masasına koyuyordu şimdi. Bir garson gibi.
Ka'yı bir karamsarlık, pişmanlık ve suçluluk duygusu sardı: İpek'e gerektiği gibi selam veremediği için kendini suçluyordu, ama başka bir şeydi bu, kendinden de saklayamayacağını anladı hemen. Her şey yanlıştı, dün bütün yaptıkları; ona, yabancı bir kadına durup dururken evlenme teklif etmesi, onunla öpüşmeleri (peki, bu güzeldi), başının bu derecede dönmüş olması, hep birlikte yemek yerlerken onun elini tutmuş olması, dahası ona duyduğu başdöndürücû çekimi sıradan Türk erkekleri gibi sarhoş olup çevresindeki herkese utanmadan göstermiş olması. Şimdi ona ne diyeceğini çıkaramadığı için İpek sonsuza kadar yan masada "garsonluk" yapsın istiyordu.
Celep kılıklı adam kabaca "Çay!" diye seslendi. Elindeki tepsi boşalan İpek alışkanlıkla semavere yöneldi. Adamın çayını veren İpek hızla masasına sokulurken Ka kalbinin atışlarını burnunun içinde hissetti.
"Ne oldu?" dedi İpek gülümseyerek, "İyi uyuyabildin mi?"
Dün geceye, dünkü mutluluklarına yapılan bu atıftan korktu Ka. "Kar hiç dinmeyecek sanki," dedi zorlukla konuşarak.
Sessizce birbirlerini süzdüler. Ka hiçbir şey diyemeyeceğini, konuşursa bunun yapay olacağını anladı. Susarak ve tek yapabildiğinin bu olduğunu göstererek onun hafif şehla iri ela gözlerinin içine baktı, İpek Ka'nın şimdi dünkünden bambaşka bir ruh halinde olduğunu sezmişti, onun şimdi bambaşka biri olduğunu da anlamıştı. Ka, İpek'in içindeki karanlığı hissettiğini, hatta onu anlayışla karşıladığını sezdi. Bu anlayışın kendisini hayatı boyunca bu kadına bağımlı kılabileceğini de hissetti.
"Bu kar böyle daha sürer," dedi İpek dikkatle.
"Ekmek yok," dedi Ka.
"Ah, özür dilerim." Bir anda semaverin durduğu büfeye gitti. Tepsisini bırakıp ekmek kesmeye başladı.
Ka duruma dayanamadığı için ekmek istediğini söylemişti. Şimdi "aslında ben de gidip kesebilirdim" pozuyla kadının arkasından bakıyordu.
İpek'in üzerinde beyaz bir yün kazak, kahverengi uzun bir etek, ta yetmişlerde moda olan ve artık kimsenin takmadığı iyice kalın bir kemer vardı. Beli inceydi, kalçaları yerindeydi. Boyu Ka'nın boyuna uygundu. Ayak bileklerini de beğendi Ka ve onunla Kars'tan Frankfurt'a birlikte dönmezse hayatının sonuna kadar burada onun elini tutarken, yarı şaka yarı ciddi öperken, onunla şakalaşırken ne kadar mutlu olduğunu acıyla hatırlayacağını anladı.
İpek'in ekmek kesen kolu durunca, o dönmeden önce Ka başını yana çevirdi: "Tabağınıza peynir, zeytin koyuyorum," diye seslendi İpek. Bir salonda başkalarıyla birlikte olduklarını hatırlatmak için "siz" dediğini anladı Ka. "Evet, lütfen," diye öteki kişilere dönük aynı sesle cevap verdi. Gözgöze gelince onun az önce arkadan seyredildiğinin fazlasıyla farkında olduğunu yüzünden anladı. İpek'in kadın-erkek ilişkilerini, kendisinin hiçbir zaman beceremediği o zor diplomasinin inceliklerini çok iyi bildiğini düşünerek korktu. Hayattaki tek mutluluk ihtimalinin o olmasından zaten korkuyordu.
"Ekmeği az önce askerî kamyon getirdi," dedi İpek, Ka'nın yüreğini ezen o tatlı bakışıyla gülümseyerek. "Zahide Hanım sokağa çıkma yasağı yüzünden gelemediği için ben bakıyorum mutfağa... Askerleri görünce çok korktum."
Çünkü askerler Hande'yi ya da Kadife'yi almak için gelmiş olabilirlermiş. Hatta babası için de...
"Millet Tiyatrosu'ndaki kanları sildirtmek için hastanenin nöbetçi hademelerini götürmüşler," diye fısıldadı İpek. Masaya oturdu. "Üniversite yurtlarını, imam hatip okulunu, partileri basmışlar..." Oralarda da ölenler olmuş. Yüzlerce kişiyi gözaltına almışlar ama bazılarını sabah bırakmışlar. Baskılı siyasal dönemlere özgü bir havayla fısıldayarak konuşmaya başlaması, Ka'ya yirmi yıl önceki üniversite kantinlerini, hep fısıltıyla anlatılan bu çeşitten işkence ve zulüm hikâyelerini, bunlardan hem bir öfke ve keder, hem de tuhaf bir gururla bahsedilişini hatırlattı. O zamanlar bir suçluluk duygusu ve iç kararmasıyla Türkiye'de yaşadığını unutmak, evine dönüp kitap okumak isterdi. Şimdiyse İpek'in sözünü bitirmesine yardım eder diye, "Çok korkunç, çok!" diye bir söz hazırlamıştı, ağzının içindeydi, ama söylemeye her niyetlenişinde yapmacıklı olacağını hissederek cayıyor, suçlu suçlu peynir ekmeğini yiyordu.
Böylece İpek, babaları imam hatipli oğullarının cesedini teşhis etsinler diye Kürt köylerine yollanan araçların yolda kaldığını, herkese elindeki silahı devlete teslim etmesi için bir gün tanındığını, Kuran kurslarının ve siyasal parti faaliyetlerinin yasaklandığını fısıldarken, Ka onun ellerine baktı, gözlerinin içine, uzun boynunun güzel tenine, kumral saçlarının bu boynun üzerine düşüşüne. Onu sevebilir miydi? Bir ara Frankfurt'la Kaiserstrasse'dc yürüdüklerini, akşam sinemaya gittikten sonra evlerine geri döndüklerini gözünün önüne getirmeye çalıştı. Ama karamsarlık hızla ruhuna yayılıyordu. Kadının sepetteki ekmeği yoksul evlerinde yapıldığı gibi kalın kalın kesmesine, daha da kötüsü, bu kalın dilimlerden bolkepçe lokantalarında yapıldığı gibi bir piramit yapmasına takılıyordu dikkati şimdi.
"Lütfen, başka şeylerden bahset şimdi bana," dedi Ka dikkatle.
İki bina ötede, arka bahçelerden geçerken ihbar üzerine yakalanan birini anlatıyordu İpek, anlayışla sustu.
Bir korku gördü Ka onun gözlerinde. "Dün çok mutluydum, biliyorsun, yıllardan beri ilk defa şiir de yazıyordum," diye açıkladı Ka. "Ama şimdi bu hikâyelere dayanamıyorum."
"Dünkü şiirin çok güzeldi," dedi İpek.
"Mutsuzluk her yerimi sarmadan bugün bana yardım eder misin?"
"Ne yapayım?"
"Şimdi yukarı odama çıkıyorum," dedi Ka. "Biraz sonra gel ve başımı ellerinin arasında tut. Birazcık, daha fazla değil."
Ka daha söylerken İpek'in korkulu gözlerinden bunu yapamayacağını anlayarak kalktı. Taşralıydı, buralıydı; Ka'ya yabancıydı ve bir yabancının anlayamayacağı bir şey istemişti ondan. Kadının yüzündeki anlayışsızlığı görmemek için baştan bu aptalca teklifi yapmamalıydı. Merdivenleri hızla çıkarken ona âşık olduğuna kendini inandırdığı için de suçladı kendini. Odasına girdi, yatağa attı kendini ve önce İstanbul'dan buraya gelmekle ne kadar aptallık ettiğini, sonra da Frankfurt'tan Türkiye'ye gelmekle yaptığı yanlışı düşündü. Yirmi yıl önce oğlunu normal bir hayat yaşasın diye şiirden, edebiyattan uzak tutmaya çalışan annesi, kırk iki yaşına gelince, onun mutluluğunun Kars şehrinde "mutfağa bakan" ve ekmekleri kalın kalın dilimleyen bir kadına bağlı olduğunu bilseydi ne derdi? Babası oğlunun Kars'ta köyden gelme bir şeyhin önünde diz çöküp gözyaşlarıyla Allah'a inancından söz ettiğini işitseydi ne derdi? Dışarıda yeniden başlayan karın kederli ve iri taneleri penceresinin önünden ağır ağır geçiyordu.
Kapı vuruldu, fırlayıp umutla açtı. İpek'ti, ama bambaşka bir ifade vardı yüzünde: Askerî bir aracın geldiğini, içinden çıkan biri asker iki kişinin Ka'yı sorduğunu söyledi. Onlara burada olduğunu, haber vereceğini söylemişti.
"Peki," dedi Ka.
"İstiyorsan iki dakika sana o masajı yapayım," dedi İpek.
Ka onu içeriye çekti, kapıyı kapadı, bir kere öptü, sonra yatağın başına oturttu onu. Kendisi de yatağa uzanıp başını onun kucağına koydu. Böyle bir süre sessizce durdular ve pencereden dışarıya yüz on yıllık belediye binasının çatısındaki karda gezinen kargalara baktılar.
"Tamam, yeter, teşekkür ederim," dedi Ka. Kül rengi paltosunu çividen özenle alıp çıktı. Merdivenlerden inerken kendisine Frankfurt'u hatırlatan paltoyu bir an kokladı ve Almanya'daki hayatını bütün renkleriyle bir an özledi. Paltoyu Kaufhof'tan aldığı gün kendisine yardım eden, iki gün sonra paltonun boyu kısaltıldığında bir kere daha gördüğü sarışın bir tezgâhtar vardı, Hans Hansen'di adı. Belki de fazla Alman olan bu adı ve sarışınlığı yüzünden Ka onu gece uykusunun aralığında aklına getirdiğini de hatırladı.
 
 
 
21
 
 
Ama hiçbirini tanımıyorum
Ka SOĞUK KORKUNÇ ODALARDA
 
Ka'yı aldırmak için o zamanlar bile artık Türkiye'de az kullanılan eski cemse kamyonlardan birini yollamışlardı. Otelin lobisinde Ka'yı karşılayan gaga burunlu, beyaz tenli gençten sivil bir adam onu kamyonun önüne, ortaya oturttu. Kendi de yanına, kapı tarafına geçti. Sanki Ka kapıyı açıp kaçmasın diye. Ama oldukça kibar davranmıştı Ka'ya, "efendim" demişti ve Ka bundan adamın sivil polis değil, Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan bir subay olduğu ve belki de kendisine kötü davranılmayacağı sonucunu çıkarmıştı.
Şehrin bomboş ve bembeyaz sokaklarından ağır ağır geçtiler. Askeri kamyonun birkaç çalışmaz ibreyle süslü şoför yeri iyice yüksekte olduğu için Ka tek tük açık perdelerden bazı evlerin içlerini görüyordu. Televizyonlar her yerde açıktı, ama bütün Kars perdelerini çekmiş, içine dönmüştü. Bambaşka bir şehrin sokaklarında ilerliyorlarmış da, kara güçlükle yetişen sileceklerin arkasından gördükleri rüyalardan çıkma sokakların, Baltık tarzı eski Rus evlerinin, karla kaplı iğde ağaçlarının güzelliğinden, şoförle gaga burunlu adam da büyülenmiş gibi geldi Ka'ya.
Emniyet müdürlüğünün önünde durdular ve kamyonda iyice üşüdükleri için çabucak içeri girdiler. Düne kıyasla, içerisi öylesine kalabalık ve hareketliydi ki, böyle olacağını bilmesine rağmen bir an korktu Ka. Pek çok Türk'ün birlikte çalıştığı yerlere özgü o tuhaf dağınıklık ve hareket vardı burada. Mahkeme koridorlarını, futbol stadyumlarının kapılarını, otobüs garajlarını hatırladı Ka. Ama tentürdiyot kokulu hastanelerde hissettiği bir dehşet ve ölüm havası da vardı. Yakında bir yerde birisine işkence yapıldığı düşüncesi, bir suçluluk duygusu ve korku şeklinde ruhunu sardı.
Dün akşamüstü Muhtarla çıktıkları merdivenleri tekrar çıkarken buraya hakim olan kişilerin tavırlarını, rahatlıklarını bir içgüdüyle benimsemeye çalıştı. Açık kapılardan hızla çalışan daktiloların tıkırtılarını, bağıra bağıra telsizle konuşanları, merdivenlerden çaycıya seslenenleri işitti. Kapı önlerine konmuş banklarda, birbirlerine kelepçelenmiş, üstü başı darmadağınık ve yüzleri morluklar içerisinde sorgu sırasını bekleyen gençleri gördü, onlarla gözgöze gelmemeye çalıştı.
Onu dün Muhtar ile birlikle oturduğu odanın bir benzerine aldılar ve katilin yüzünü görmediğini söylemesine rağmen eğitim enstitüsü müdürünün dün resimlerden çıkaramadığı katilini belki bu sefer alt katta, gözaltındaki İslamcı öğrenciler arasında teşhis edebileceğini söylediler. Ka "ihtilal"den sonra polisin MİT'cilerin denetimine geçtiğini ve bu ikisinin arasında bir çekişme olduğunu anladı.
Yuvarlak yüzlü bir istihbarat görevlisi Ka'ya dün saat dört civarında nerede olduğunu sordu.
Bir an Ka'nın yüzü kül gibi oldu. "Şeyh Saadettin Efendi'yi de görmemin iyi olacağını söylemişlerdi," diyordu ki yuvarlak yüzlü sözünü kesti. "Hayır, ondan önce!" dedi.
Ka'nın sustuğunu görünce Lacivert ile görüştüğünü hatırlattı. Zaten her şeyi baştan bildiği ve Ka'yı mahcup ettiği için üzülmüş gibi yapıyordu. Ka bunda da bir iyi niyet görmeye çalıştı. Sıradan bir polis komiseri olsa Ka'nın bu görüşmeyi sakladığını iddia eder, polisin her şeyi bildiğini böbürlenerek kabaca yüzüne vururdu.
Yuvarlak yüzlü istihbarat görevlisi "geçmiş olsun" diyen bir havayla Lacivert'in ne kadar azılı bir terörist, ne büyük bir komplocu ve İran'ın beslediği yeminli bir cumhuriyet düşmanı olduğunu anlattı. Bir televizyon sunucusunu öldürdüğü kesindi ve bu yüzden hakkında tutuklama kararı vardı. Bütün Türkiye'yi geziyor, şeriatçıları örgütlüyordu. "Kim görüştürdü sizi onunla?"
"Adını bilmediğim bir imam hatip lisesi öğrencisi," dedi Ka.
"Şimdi onu da teşhis etmeye çalışın," dedi yuvarlak yüzlü istihbaratçı. "İyice bakın, hücre kapılarının üzerindeki gözetleme penceresinden bakacaksınız. Korkmayın, sizi tanımazlar."
Geniş bir merdivenden Ka'yı aşağı indirdiler. Yüz küsur yıl önce bu ince uzun yapı bir Ermeni vakfının hastanesiyken burası odunluk ve hademe yatakhanesi olarak kullanmıştı. Daha sonra 1940'larda bina devlet lisesine çevrilince, duvarlar yıkılmış, burası da yemekhane olmuştu. Sonraki yıllarda Batı düşmanı Marksist olacak pek çok Karslı genç 1960'larda, çocukluklarında UNICEF'in yolladığı süt tozundan yapılmış ayranla hayatlarının ilk balık yağı tabletlerini pis kokudan mideleri bulanarak burada yutmuşlardı. Bu geniş bodrumun bir kısmı şimdi bir koridorla ona açılan on dört küçük hücreye dönüşmüştü.
Hareketlerinden bu işi daha önce yaptığı anlaşılan bir polis Ka'nın kafasına bir subay şapkasını özenle koydu. Ka'yı otelden alan gaga burunlu MİT görevlisi, çok bilmiş bir havayla, "Bunlar subay şapkasından çok korkar," dedi.
Sağdaki ilk kapıya yaklaşılınca polis sert bir hareketle demir hücre kapısının üzerindeki küçük pencereyi açtı, bütün gücüyle "Dikkat, komutan!" diye bağırdı. Ka el büyüklüğündeki pencereden içeri baktı.

Yüklə 1,73 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin