Birinci Bölüm / allah'i tanimak



Yüklə 1,3 Mb.
səhifə41/80
tarix21.08.2018
ölçüsü1,3 Mb.
#73543
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   80

Sorular:


1- Nedensellik ilkesinin temeli ve gerekleri nedir?

2- Nedensellik ilkesinin kabulü neden mucizenin kabulüne aykırı düşmez?

3- Mucize neden, "bilinmeyen nedenlerin farkına varılması" olarak yorumlanamaz?

4- Mucizenin kabulüyle, ilâhî sünnetlerin değiştirilemezliği arasında aykırılık var mıdır? Neden?

5- Peygamberler işin başında önce mucizeyle mi geliyorlardı, yoksa insanların isteği üzerine mi mucize gösteriyorlardı?

6- Niçin peygamberler her mucize isteyenin isteğini yerine getirmemişlerdir?

7- Mucizenin sadece bir sanı ve ikna delili değil, peygamberliğin hak olduğunu ispatlayan aklî bir delil de olduğunu açıklayınız.

 

[1]- En'âm, 21, 93, 144; A'râf, 37; Yunus, 17; Hud, 18; Kehf, 15; Ankebut, 68; Şûra, 24.



[2]- Hakka, 44-46.

29- PEYGAMBERLERİN ÖZELLİKLERİ

Peygamberlerin Çokluğu


Buraya kadar nübüvvet ve kılavuz tanımayla ilgili temel konulardan üçünü inceledik ve şu sonucu elde ettik: İnsanoğlunun dünya ve ahiret saadetinde temel rol oynayacak bilgileri elde etme konusunda beşerî ilmin yetersizliklerine binaen hikmet-i ilâhî, Yüce Allah'ın seçtiği peygamber veya peygamberlere gerekli hakikatleri öğretmesini, böylece onların da onu sapasağlam ve el değmemiş olarak diğer insanlara ulaştırmasını, diğer taraftan da bunları, insanlara hücceti tamamlayacak (hiçbir bahane ve özre yer bırakmayacak) şekilde aktarmasını gerektirmektedir, bunun en genel yolu ise mucize göstermekten ibarettir.

Bunları aklî burhanlarla ispatladık, ama bu deliller peygamberlerle semavî kitap ve şeriatların birden fazla olması gerektiği gibi bir zarurete delalet etmemektedir. Mesela insanların yaşam tarzı, sadece bir tek peygamberin gelip tarih boyunca bütün fert ve grupların vazife ve sorumluluklarını bilmelerini sağlayacak şekilde bütün insanların kıyamete kadar ihtiyaç duyabileceği tüm hakikatleri bir yerde açıklamasına müsait olsaydı bu burhanlara aykırı bir durum sayılmayacaktı.

Ancak şu var ki: Evvela, her insanın ve bu cümleden olmak üzere peygamberlerin hayatı kısıtlıdır ve yaradılışın hikmeti, ilk peygamberin kıyamete kadar hayatta kalmasını ve bütün insanlara bizzat bu peygamberin yol göstermesini gerektirmemektedir.

İkincisi: İnsanların çeşitli zaman ve mekânlardaki yaşam şartları ve tarzları aynı değildir. Şartlar ve zamanların epey farklı olması, özellikle sosyal ilişkilerin giderek çetrefilli bir hâle bürünmesi sosyal hüküm ve kuralların nicelik ve niteliğinde etkili olabilmekte ve kimi durumlarda yeni kurallar konulmasını gerektirmektedir. Binaenaleyh bu kurallar binlerce yıl önce gönderilmiş bir peygamber tarafından konulmuş olsaydı boşuna yapılmış bir iş sayılacaktı; zira onların özel durum ve şartlara tatbik edilip uyarlanması çok zor olacaktı.

Üçüncüsü: Geçmiş çağlarda, bir peygamberin getirdiği mesaj ve daveti bütün insanlara ulaştırabilecek imkân ve şartlar, her zaman mevcut olmamıştır.

Dördüncüsü: Bir peygamberin getirdiği şeriat ve hükümler, aynı toplum ve ümmet arasında zaman geçip şartlar değiştikçe çeşitli faktörlerin etkisiyle tahrife uğruyor[1], yanlış şekillerde yorumlanıp tefsir ediliyor; bir süre sonra bozulup tahrif edilmiş bir dine dönüşüveriyordu! Nitekim Hz. İsa'nın tevhidî dini, çok geçmeden tanrının üçlendiği bir teslis dinine dönüşmüştür!

Bu açıklamalardan sonra peygamberlerin birden fazla oluşu ve semavî şeriatlarda bazı ibadî hükümlerle sosyal kuralların farklılığının hikmeti anlaşılmış olsa gerek.[2] Bu semavî şeriatlar ahlâk kurallarıyla akait usullerinde bir olmanın yanı sıra ferdî ve içtimaî (sosyal) hükümlerde de genel bir paralellik arz etmiştir.[3] Mesela bütün semavî dinlerde namazın var olduğu bilinmektedir; ancak her ümmetin namaz kılma şekli veya kıblesi farklı idi. Aynı şekilde, miktar ve şartlar açısından farklılıklar arz etse de, zekâtla infak bütün semavî dinlerde mevcuttu.

Kısacası bütün peygamberlere iman edip onların nübüvvetini tasdik etmek açısından aralarında hiçbir fark bulunmadığına inanmak ve onlara inen hükümlerle hepsinin getirmiş olduğu mesajları hak kabul edip aralarında hiçbir ayırımda bulunmamak bütün insanlara farzdır.[4] Hakeza bir peygamberi yalanlamak bütün peygamberleri yalanlamak anlamına gelir ve Allah'ın hükümlerinden birini inkâr etmek O'nun bütün hükümlerinin inkârı sayılır.[5] Bu arada her ümmetin pratik vazifesi ve zamanın her diliminde sorumlu olduğu şey, bulunduğu zaman diliminde kendi peygamberinin emirlerine göre davranmak ve ona itaat etmektir.

Burada hatırlatılması gereken nokta şudur: İnsan aklı söz konusu noktaları göz önünde bulundurarak peygamberlerle semavî kitapların birden fazla oluşu ve ilâhî şeriatların yekdiğerinden bazı farklılıklar arz etmesini anlayabilse de; ne zaman ve hangi şartlarda yeni bir peygamber veya yeni bir şeriat gelmesi gerektiğine bizzat karar verebilecek şekilde peygamberler ve şeriatların sayısına dair belli bir formül bulamayacaktır. Ancak şu kadarını idrak edebilmek mümkündür: Bir peygamberin daveti bütün insanlara ulaşabiliyorsa ve getirdiği mesajlar gelecek nesillere sapasağlam ulaşacak şekilde korunabiliyor ve sosyal değişimler mevcut ahkâm ve kuralların değiştirilmesini ve yeni temel kurallar getirilmesini gerektirecek bir durum arz etmiyorsa başka bir peygamberin gönderilme zarureti doğmayacaktır.

 

[1]- Bu tür tahriflere daha fazla örnek için bk. el-Hüda İlâ Dini'l-Mustafa, Allame Şeyh Muhammed Cevad Belaği Necefî.



[2]- Mâide, 48; Hacc, 67.

[3]- Bakara, 131-137, 285; Âl-i İmrân, 19-20.

[4]- Şûrâ 13; Nisâ, 136, 152; Âl-i İmrân, 84-85.

[5]- Nisâ, 150; Bakara, 85.


Peygamberlerin Sayısı


Daha önce de belirttiğimiz üzere insan aklı, peygamberlerle semavî kitapların sayısını tayin edebilecek imkâna sahip değildir ve bu tür konuların naklî deliller dışında ispat imkânı bulunmamaktadır. Kur'ân-ı Kerim'de de Yüce Allah'ın her ümmet için mutlaka bir peygamber göndermiş olduğu vurgulanıyorsa da[1] ümmetlerin sayısı ve peygamberleri belirtilmemekte, sadece yirmi küsur peygamberin adından söz edilmekte ve bazısının da adı belirtilmeden kıssası aktarılmaktadır.[2] Ancak, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) tertemiz Ehlibeyt'inden ulaşan rivayetlerde[3] Yüce Allah'ın 124.000 peygamber gönderdiği; ilk peygamberin ilk insan Hz. Âdem (a.s) ve son peygamberin de Hz. Muhammed (s.a.a) olduğu açıklanmaktadır.

Allah'ın gönderdiği peygamberler, peygamberliklerinin nişan ve göstergesi olan "nebi" unvanının yanı sıra "nezir, münzir, beşîr ve mübeşşir" gibi sıfatlar da almışlardır[4] ve "salihler"le "muhlaslar"dan sayılmışlardır. Ayrıca, bazı peygamberler "risalet" [resullük] makamı da elde etmiştir, bazı rivayetlerde "Resul"lerin sayısının 313 kişi olduğu geçer.[5]

Bu nedenle burada nübüvvetle risaleti biraz açıklamamızın ve "nebi"yle "resul" arasındaki farka kısaca değinmemizin faydalı olacağı inancındayız.

 

[1]- Fatır, 24; Nahl, 36.



[2]- Bakara, 246; 256.

[3]- Şeyh Saduk'un "İtikadat" Risalesi ve Biharu'l-Envar'ın yeni baskısı, c.11 s.28, 30, 32, 42.

[4]- Bakara, 213; Nisâ, 165.

[5]- Biharu'l-Envar, 11/ 32.



Yüklə 1,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin