TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HALKEVLERİ DERNEĞİ VE İLKNUR BİROL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/577)
Karar Tarihi: 30/6/2014
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan : Serruh KALELİ
Üyeler : Zehra Ayla PERKTAŞ
Burhan ÜSTÜN
Erdal TERCAN
Zühtü ARSLAN
Raportör : Yunus HEPER
1. Başvurucu : Halkevleri Derneği
Temsilcisi : Oya Ersoy
Vekili : Av. Deniz ÖZBİLGİN
2. Başvurucu : İlknur BİROL
Vekili : Av. Deniz ÖZBİLGİN
-
BAŞVURUNUN KONUSU
-
Başvurucular, Halkevleri Derneği hakkında ulusal bir televizyon kanalında yapılan haber ve yayında sarf edilen sözler nedeniyle ilgililer hakkında yaptığı şikâyet neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini bu sebeple Anayasa’nın 17., 25., 26., 33., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
-
BAŞVURU SÜRECİ
-
Başvuru, 3/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
-
Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 18/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
-
Bölüm tarafından 24/7/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
-
Başvuru konusu olay ve olgular 31/7/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 25/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
-
Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 25/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 23/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
-
OLAY VE OLGULAR
-
Olaylar
-
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
-
Başvurucular, bir televizyon kanalının 28/3/2012 tarihinde yayımlanan haber bülteninde “Polise taşla saldırdılar” başlığı ile verilen haberde “Bazı provokatörler de Kızılay’da eylemdeydi. O isimler arasında dikkat çeken tanıdık bir isim vardı…” ve “Kızılay’da Kesk’in yanı sıra her yürüyüşte olay çıkaran Halkevleri grubu da vardı”; aynı televizyon kanalının 1/5/2012 tarihli haber programında “Efendim, katıldığı bütün olaylarda provokasyona imza atan Halkevleri grubu bu 1 Mayıs’ta da Sıhhiye Meydanı’ndaydı. Daha önce Dikmen vadisinde halkı provake eden T.Ç. da onlarla birlikteydi. Yine ön plandaydı… Halkevleri gurubunun arasında tanıdık bir isim de vardı. Daha önce Dikmen Vadisinde halkı provake eden T.Ç. halkevleri ile birlikteydi… Halkevleri arama noktasından geçerken o da kenarda etrafı gözledi… Heryerde o var. T.Ç. da Halkevleri ile birlikteydi. Gözleri sürekli etrafı taradı. Her olayın ardından o çıkıyor” ifadelerinin kullanıldığını ifade etmişlerdir.
-
Televizyonda yayınlanan haberler üzerine, suçtan zarar gören gerçek kişi sıfatıyla Halkevleri Deneği Başkanı İlknur Birol ve suçtan zarar gören tüzel kişi sıfatıyla Halkevleri Derneği adına dernek temsilcisi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır.
-
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, 2012/1483 numaralı soruşturma dosyası kapsamında 18/6/2012 tarih ve 2012/1075 sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
-
Başvurucular, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının kararına itiraz etmiş ve itiraz Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/10/2012 tarih ve 2012/2671 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.
-
İlgili Hukuk
-
9/6/2004 tarih ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi şöyledir:
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
-
11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “sorumluluk” başlıklı 49. maddesinin şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
-
4/12/2014 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı 172. maddesinin bir numaralı fıkrası şöyledir:
(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.
-
5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” başlıklı 173. maddesi şöyledir:
“(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir.
(2) İtiraz dilekçesinde, kamu davasının açılmasını gerektirebilecek olaylar ve deliller belirtilir.
(3) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/26 md.) Mahkeme, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer sulh ceza hâkimini görevlendirebilir; kamu davasının açılması için yeterli nedenler bulunmazsa, istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere mahkûm eder ve dosyayı Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı, kararı itiraz edene ve şüpheliye bildirir.
(4) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/26 md.) Mahkeme istemi yerinde bulursa, Cumhuriyet savcısı iddianame düzenleyerek mahkemeye verir.
(5) Cumhuriyet savcısının kamu davasının açılmaması hususunda takdir yetkisini kullandığı hâllerde bu madde hükmü uygulanmaz.
(6) İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan ağır ceza mahkemesinin bu hususta karar vermesine bağlıdır.”
-
5271 sayılı Kanun’un “Karar” başlıklı 271. maddesi şöyledir:
“(1) Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.
(2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir.
(3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir.
(4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.”
-
İNCELEME VE GEREKÇE
-
Mahkemenin 30/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 3/1/2013 tarih ve 2013/577 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
-
Başvurucunun İddiaları
-
Başvurucular, Halkevleri Derneğinin ve Derneğin başkanı İlknur Birol’un yöneltilen suçlamalardan açıkça zarar gördüğü halde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararının Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkını; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve Sincan Ağır Ceza Mahkemesi kararlarında başvurulabilecek diğer cezai, hukuki ya da idari başvuru yollarının gösterilmemiş olmasının Anayasa’nın 40. maddesinde yer alan etkili başvuru hakkını; tüzel kişi olarak Halkevlerinin ismi ile ilgili gerekli korunmanın sağlanmamasının Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan özel hayata saygı hakkını; muhalif görüşler beyan eden Halkevleri Derneği’nin basın yoluyla hedef gösterilmesinin Anayasa’nın 25. ve 26. maddelerinde yer alan ifade özgürlüğünü; basın yoluyla yapılan iftira ve hakaretin Anayasa’nın 33. maddesinde yer alan örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmişlerdir.
-
Değerlendirme
1. Anayasa’nın 17. Maddesi Yönünden
-
Başvurucular, adı geçen televizyon kanalında yapılan haber programında Halkevlerinin “her yürüyüşte olay çıkarttığı” ve “katıldığı bütün olaylarda provakasyona imza attığı” biçiminde sözler sarf edildiğini, ilgili kişiler hakkında yaptıkları suç duyurularına karşın kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini, Halkevlerinin ismi ile ilgili gerekli korumanın sağlanmaması ve başvurucu İlknur Birol açısından ise Derneğin başkanı olması ve yöneltilen suçlamalardan açıkça zarar görmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan özel hayata saygı hakkının, muhalif görüşler beyan eden Halkevleri Derneği’nin basın yoluyla hedef gösterilmesinin Anayasa’nın 25. ve 26. maddelerinde yer alan ifade özgürlüğünün, basın yoluyla yapılan iftira ve hakaretin Anayasa’nın 33. maddesinde yer alan örgütlenme özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.
-
Bakanlık görüşünde, benzer davalardaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları hatırlatılmış ve şikâyetin kişilerin itibar hakkı ile basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
-
Başvurucular, başvuru konusu haberde sarf edilen sözler nedeniyle itibar haklarının korunmadığını ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla başvurucuların şikâyet ettiği koşullar, şikâyetlerini dile getirme biçimi ve ihlal iddiasının mahiyeti dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.
-
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
-
6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”
-
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
-
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 19-20; B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
-
Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup, bu kurala uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk sisteminde bir takım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye, B. No: 22277/93, 27/7/2000, § 56-64).
-
Bireyin şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireylerin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Ancak Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığına yönelik olarak üçüncü kişilerce yapılan müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Hakaret ceza hukuku anlamında suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak nitelendirilmekte ve tazminat davasına konu edilebilmektedir. Dolayısıyla bir bireyin, üçüncü kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla, hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 35).
-
Bir ihlal iddiasına ilişkin olarak başvurulabilecek birden fazla etkili başvuru yolunun bulunması durumunda, kural olarak başvurucunun aynı amacı taşıyan başvuru yollarının tamamını tüketmesi beklenemez (bkz. B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 30).
-
Ancak hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer verilmemiştir. Öte yandan ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esası etkin şekilde uygulanır, hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluk söz konusu olabilir. Ayrıca hukuk sistemimizde ceza muhakemelerinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı bulunmamaktadır. Hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu nazara alındığında, özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına yönelik uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (bkz. B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 31).
-
Diğer taraftan bireyin şeref ve itibarına yönelik hakaret içerikli söylemlerden kaynaklanan zararların Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde giderimine ilişkin olarak Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletlerin karar organlarının hakaretin suç olmaktan çıkarılarak özel hukuk alanında yaptırıma tabi tutulmasını tavsiye eden birçok kararı bulunmaktadır (B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 37-39).
-
Başvuruya konu olayda, başvurucular tarafından, bir televizyon kanalında yapılan haber sırasında haklarında sarf edilen sözler nedeniyle hakaret ve iftira suçundan işlem yapılması talebiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunulmuştur. Yürütülen soruşturma sonucunda ilgililer hakkında bu suçlar yönünden kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, ancak başvurucuların somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma yoluna gitmedikleri anlaşılmaktadır.
-
Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde, üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler ile ilgili olarak başvurucu tarafından yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş olduğu ve somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu nazara alındığında, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
-
Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın 36. Maddesi Yönünden
-
Başvurucular, haklarında yayınlanan haberlerle ilgili olarak yaptıkları şikâyet sonucunda eksik incelemeye ve hatalı değerlendirmeye dayalı olarak şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
-
Bakanlık görüşünde, başvurucuların bu iddialarına yönelik herhangi bir değerlendirme yer almamaktadır.
-
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
-
30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
-
Anılan Anayasa ve Kanun hükmüne göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
-
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
-
AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. ….”
-
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
-
Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır (B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).
-
AİHM içtihatlarına göre, Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ceza davasına katılan tarafın şikâyeti için uygulanabilmekle beraber (Bkz. Perez/Fransa, B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 70-71), sırf sanığın cezalandırılması isteği ve şahsi öç alma saikiyle şikâyette bulunulması durumu, Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır (Bkz. Sigalas/Yunanistan, B. No: 19754/02, 22/09/2005, § 29). Böyle bir hakkın koruma alanına girilebilmesi için ceza davasında medeni hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması gerekmektedir.
-
Hukuk sistemimiz açısından, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmış olup, başvurucunun ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca somut olayda başvurucunun isteğinin üçüncü kişinin cezalandırılmasıyla sınırlı olduğu, verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkilerinin ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olduğu ve başvurucunun iddiaları göz önünde bulundurulduğunda hukuk yargılaması açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmadığı anlaşılmaktadır.
-
Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusunun, Anayasa’da güvence altına alınmış ve AİHS kapsamında yer alan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığı anlaşılmakla, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
-
Anayasa’nın 40. Maddesi Yönünden
-
Başvurucular, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin kararlarında cezai, hukuki ve idari başvuru yollarının gösterilmediğini, bu sebeple Anayasa’nın 40. maddesinde yer alan "temel hak ve hürriyetlerin korunmasını isteme hakkı”nın ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
-
Bakanlık görüşünde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının Kovuşturmaya yer Olmadığı kararında başvurucuların şikâyetleri ile ilgili olarak hukuk mahkemelerinde tazminat davası açma hakkı bulunduğu hatırlatıldıktan sonra Kovuşturmaya yer Olmadığı kararı hakkında ise Ağır Ceza Mahkemesine itiraz edilebileceğinin gösterildiği belirtilmiştir.
-
AİHS’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesin, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahip olduğunu hükme bağlayan AİHS’nin 13. maddesinin karşılığı olan Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 3.10.2001-4709/16 md.)Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
-
5271 sayılı Kanun’un 173. maddesinde Cumhuriyet savcısının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına karşı Ağır Ceza Mahkemesine itiraz edebileceği düzenlenmiş, aynı Kanun’un 172. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, kararda, itiraz hakkı, süresi ve merciinin gösterileceğine yer verilmiştir. Ayrıca, 5271 sayılı Kanun’un 271. maddesinde itiraz merciinin kararlarının kesin olduğu belirtilmekle birlikte aynı Kanun’un 173. maddesinde bu aşamadan sonra dava açılabilmesinin ancak yeni bir delilin ortaya çıkmasına ve önceden verilen itiraz dilekçesi hakkında karar vermiş olan ağır ceza mahkemesinin bu hususta karar vermesine bağlı olduğu belirtilmiştir.
-
Somut olayda, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 18/6/2012 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında “şüpheliler hakkında suç unsurları oluşmadığından kovuşturmaya yer olmadığına, şikayetçi ve şikayetçi tüzel kişiliğinin maddi ve manevi haklarının tazmini açısından hukuk mahkemelerinde dava açmakta serbestiyetlerine” denildikten sonra “CMK’nun 172/1 ve … 173. maddesi uyarınca şikâyetçinin tebliğ tarihinden itibaren 15 günlük yasal süre içerisinde Sincan Ağır Ceza Mahkemesinde itiraz hakkının saklı tutulmasına, itirazın reddi halinde giderlere mahkum edileceğinin hatırlatılmasına” denilmiştir. Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/10/2012 tarihli kararında ise kararın kesin olarak verildiği belirtilmiştir.
-
Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasına göre “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” Somut başvuruda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı gidilebilecek kanun yolunu gösterdiği gibi Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi de verdiği kararın kesin olduğunu belirtmiştir.
-
Dolayısıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kararlarında Anayasa’nın 40. maddesi çerçevesinde açık bir ihlal tespit edilmediğinden, başvurucuların bu yöndeki iddiaları “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
-
HÜKÜM
-
Başvurucunun;
1. Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemesi”,
2. Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının “konu bakımından yetkisizlik”,
3. Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
-
Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
30/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Serruh KALELİ
|
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
Dostları ilə paylaş: |