DOKUZUNCU HAÇLI SEFERİ
1. Akkâ Krallığı’nın Yıkılmasından Sonra Haçlıların Durumu;
1291 yılında son Haçlı Krallık merkezi olan Akkâ’nın Memlûkler tarafından fethedilmesinden sonra şövalye tarikatleri, yerleşim bölgelerini değiştirmek zorunda kaldılar. Almanya şövalye tarikati faliyetlerini Baltık bölgesinde devam ettirdi. Bunlar tarikat merkezlerini önce Venedik’e, 1309 yılında ise doğu Prusya’daki Marienburg’a taşıdılar. Hospitallier şövalyeleri ise önce Kıbrıs’da karargah kurdular. 1308’de Rodos’u da alarak ana merkezleri yaptılar. 200 yıl burada ‘’Rodos Şövalyeleri’’ adıyla kaldılar. !522’de Rodos’un Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethi ile Rodos’u terk ederek Malta’ya yerleştiler.
Akka’nın kaybedilmemesi için Papa IV. Nicolaus 1291’den önce çok gayret sarf etmişti. Fakat ne kendisi ne de halefleri doğuya yeterince yardım edebildiler. Bunun en önemli sebebi Avrupa’lı hükümdarlarının kendi ülkelerindeki sorunları ve komşu devletler arasındaki anlaşmazlıkları idi. Aynı zamanda batı milletleri şimdi yeni bir düzen ve daha rahat bir hayat seviyesine ulaşmış bulunuyorlardı. Bir çok kimse iki yüz yıl önceki gibi, basit ve bilgisiz dini duygulara dayanan bir hareketi mantıklı bulmuyordu. Dindar Hristiyanlar ise, “Kutsal Savaş” olarak ilan edilen Haçlı Seferleri’nin siyasi amaçlara hizmet etmiş olmasından dolayı kızgındılar. Buna rağmen Avrupa toplumundaki Haçlı ruhu tamamen ölmemişti.
2. Kıbrıs Kralı Pierre’in Haçlı Seferi;
1291 sonrasında da Avrupa’da Haçlı Seferi propagandaları devam etti. Bu propagandalar sonucunda yaklaşık yetmiş yıl sonra 1362’de Kıbrıs Kralı Pierre yeni bir Haçlı Seferi düzenlemek amacıyla Venedik ve Cenevizliler’den söz aldı. Papa V. Urkanus ve Fransa kralı II. Jean’da onu destekleyeceklerini bildirdiler. Yapılan hazırlıklar sonucu 1365’de Venedik’te büyük bir Haçlı ordusu toplandı. Cenevre, Hereford, Turennre ve İskoçya kontlarının yanı sıra, pek çok şövalye seferde yer alıyordu. Yüz yıldan beri bu kadar büyük bir Haçlı ordusu toplanmamıştı. Seferin gerçek hedefi çok gizli tutulmaktaydı. Hatta kral Pierre, Müslümanları yanılgıya düşürmek maksadıyla sanki seferin Suriye’ye yapılacağı izlenimini uyandırmaya çalışıyordu. Venedik’te toplanan büyük Haçlı ordusu Doğu’ya yelken açarak Ağustos ayı sonunda Rodos’a geldi. Haçlı Seferine katılmak üzere Kıbrıs donanması da aynı tarihlerde Rodos limanına girdi. Rodos limanında savaş, ticaret ve yük gemilerinden oluşan yüzellialtı adet her bakımdan çok iyi teçhizatlı bir Haçlı donanması oluşturulmuştu. 4 Ekim günü “Kutsal toprakları kurtarmak” sloganıyla yola çıkan, fakat aslında sadece kendi çıkarlarını koruyacak olan bu yağmacı güruh yeniden Müslüman kanı akıtmak üzere denize açıldı.
Bütün gemiler Rodos limanından çıktıktan sonra hedefin İskenderiye olduğu ilan edildi. Gerçekten de Memlûkler hedefin Mısır olacağını anlayamamışlardı. 1363’de tahta çıkarılan Memlûk sultanı el-Eşref Şaban, henüz onbir yaşında bir çocuktu. Devlet yönetimi kimse tarafından sevilmeyen emîr Yelboğa’nın ellerindeydi. İskenderiye valisi Halil ibn Aram hac ziyareti için Mekke’ye gitmiş bulunuyordu. Ona vekâlet eden Cangara ise tecrübesiz genç bir subaydı. Ayrıca İskenderiye garnizonu şehri tam anlamıyla savunamayacak kadar az bir kuvvete sahipti. Her şeye rağmen İskenderiye’nin sağlam surları vardı. 9 Ekim günü akşam olurken Haçlı donanması İskenderiye önüne vardı. Her şeyden habersiz şehir halkı gafil avlanmıştı. Haçlıların karaya çıkmasını önlemeye çalışan küçük garnizon kahramanca savaştıysa da, başarılı olamayıp surların gerisine çekilmek zorunda kaldı. Haçlılar genel bir taaruzla surları aşıp şehre girdiler. Kimseye merhamet etmeyerek Müslümanlar ile birlikte Yahudileri hatta yerli Hristiyan halkı bile katlettiler. Kahire’den yola çıkan Memlûk ordusunu duyunca bir panik hali yaşadılar. Haleflerinin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesinden korkarak her yeri yağmalayıp gemilerine eşyaları yüklediler. İskenderiye limanından kaçarak önce Kıbrıs’a oradan da kendi yurtlarına döndüler. kral Pierre, yaptıklarının cezasını çekerek 17 Ocak 1369’da kendi şövalyeleri tarafından öldürüldü. Ölümüne kardeşleri dahil kimse üzülmedi.
3. IX. Haçlı Seferinin Sonuçları;
İskenderiye katliamı, Kutsal Ülke’yi geri almak üzere İslam topraklarına yapılan Haçlı Seferlerinin sonuncusu oldu. Bu seferin kimseye hiçbir faydası olmadığı gibi yarım yüz yıldan beri Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında barış içinde süren hayatı olumsuz etkiledi. O vakte kadar Müslüman ülkesinde yaşayan Hıristiyan tebaa iyi muamele görmüştü. Hacılar hiç engellenmeden Kutsal yerleri ziyaret etmişlerdi. Doğu ve Batı arasındaki ticaret çok gelişmişti. İskenderiye katliamından sonra ise Müslümanların ikiyüz elli yıldan beri çektikleri acılar ve Haçlılara duydukları kızgınlıklar yeniden depreşmişti. Yerli Hristiyanlara duyulan güven kaybolmuş ve bunların bir çok hakları kısıtlanmıştı. Kutsal mezar kilisesi üç yıl süreyle kapatılmış. Batı ile ticari ilişkiler kesilmişti. Bu Haçlı hareketi, yakın doğu da yaşayan bölgenin yerli Hıristiyanlarını da saf dışı etmişti. Memlûkler açısından Kıbrıs Krallığı kökü kazınması gereken bir düşman haline gelmişti. Ancak birtakım fetih girişimlerine rağmen Kıbrıs, yüz kırk beş yıl Haçlıların Doğu Akdeniz de bir üssü olarak varlığını sürdürmek imkanını buldu. 1571’de Kanuni Sultan Süleyman devrinde Osmanlılar tarafından fethedilerek buradaki son Haçlı kalıntılarına da son verildi.
4. Osmanlılar’a Karşı Düzenlenen Haçlı Seferleri;
14. yüzyılın sonlarına doğru bu kez Haçlı Seferleri hareketinin başlıca hedefi; Türklerin Anadolu’dan geri atılması ve Türk hakimiyetinin yok edilmesiydi. Türk gücünün kırılmasından sonrada Avrupalılar rahatlıkla; Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısırda kendi hakimiyetini kurabilirlerdi. Ancak, Türk-İslam dünyasının düşmanı olan bölgedeki Moğollar ve bazı Yerli Hıristiyanların desteğine rağmen, bu girişim yine Türkler tarafından sona erdirilecekti. Haçlı hareketi başlarken Anadolu, Suriye ve kısmen Filistin bölgesine hakim bulunan Türkler, Haçlı istilasına son verirken hakimiyetlerini güneyde Mısır’a kuzeyde Tuna Nehrine kadar yaymışlardır. Türk-İslam dünyası yeniden Doğu Akdeniz’de üstünlüğünü sağlayabilmiştir. Ama 14. yüzyılın ikinci yarısında itibaren Balkan yarımadasında durmadan ilerleyen Osmanlı Türkleri, 1390’da Tuna kıyısına dayanmışlardır. Macar kralı Sigismund’un çağrısı üzerine 1396’da bütün Avrupa dünyası Türklere karşı yeni bir Haçlı Seferi’ne çıkmış, fakat Niğbolu’da yapılan savaşta Osmanlı sultanı Yıldırım Bayezid tarafından bozguna uğratılmışlardır. Bu büyük yenilgi de Avrupa’nın Haçlı girişimlerine son vermemiştir. Osmanlı devletinin Timur’un saldırısıyla düştüğü zaaftan yaralanmaya çalışan Papa IV. Eugenius yeni bir Haçlı Seferi için çağrılarına başlamış, elli yıl sonra Hunyadi adıyla tanınan Transilvanya voyvodası Johannes Corvinus’un başkumandanlığını yaptığı yeni Haçlı ordusu ile bu defa Osmanlı sultanı II. Murad’ın kumandasındaki Türkler ile Varna önünde karşıl karşıya gelmiştir. 10 Kasım 1444’de yapılan savaşta da haçlılar tam bir hezimete uğramış, Hunyadi ise kaçarak canını zor kurtarmıştır. 1444 Varna Savaşı ile Avrupa’nın Türklere karşı fiilen düzenlediği Haçlı Seferleri dönemi de kapanmıştır.
Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ile ümitlenen Haçlı zihniyeti bu defa Çanakkale önlerinde İslam alemini tehdit etmek istemiş, ancak burada da istediği neticeyi elde edememiştir. Son çeyrek asırda batı dünyasında yapılan propagandalar ile yeniden bir Haçlı Seferi planlı bir şekilde hayata geçirilmek istenmektedir. Nitekim New York’ta tertip edilen 11 Eylül saldırıları ile başta Amerika olmak üzere diğer Hristiyan ülkeleri bu amaç doğrultusunda Irak, Afganistan ve Suriye’ye girmişlerdir. Henüz tüm ülkeleri sarmaya başlamadan evvel bu tehlikeli zihniyeti önleyebilmenin tek yolu ancak; güçlü bir Türkiye’nin tüm İslam aleminden alacağı destekle mümkün olabileceğini tarih bize hatırlatmaktadır...
Dostları ilə paylaş: |