Birinci tbmm’nin Açılışı ve Anlamı


Farklı Bakış Açılarından Cumhuriyetin Kuruluşu / Dr. Faruk Alpkaya [s.338-346]



Yüklə 13,16 Mb.
səhifə33/97
tarix16.01.2019
ölçüsü13,16 Mb.
#97427
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   97

Farklı Bakış Açılarından Cumhuriyetin Kuruluşu / Dr. Faruk Alpkaya [s.338-346]

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi /Türkiye

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci çok sayıda yazar tarafından farklı boyutlarıyla ele alınmış bir konudur. Ancak, gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük bir rol oynayan Mustafa Kemal Atatürk’ün sürecin bir boyutunu kendi perspektifinden sunduğu Nutuk’un tarih yazımındaki -yazarının saygınlığından kaynaklanan- ağırlığı, gerekse konuyu ele alan yazarların -büyük bir kısmı akademik bir gelenekten gelmediği için- kuramsal bir arka plana sahip olmaması yüzünden, bu çalışmaların büyük bir kısmı birbirini tekrar eden anlatılar olmaktan öteye gidememiştir. Bu çalışmada, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu üç farklı açıdan ele alınacaktır. Birinci bölümde, modernleşme kuramının sunduğu bir modelden yararlanılarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun modernleşme sürecindeki önemine işaret edilecektir. İkinci bölümde Tarih disiplininin sağladığı olanaklar kullanılarak ana hatlarıyla olayların gelişimi aktarılacaktır. Üçüncü bölümde ise Osmanlı İmparatorluğu’nda kapitalizmin gelişmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun bu süreçteki yeri incelenecektir.

I.Modernleşme kuramına göre, tarihsel süreç, tek tek her ülkede geleneksel siyasal/toplumsal/ekonomik yapıların modern yapılarla yer değiştirmesi sürecidir. İlerleme olarak tanımlanan bu süreçte ülkeler, modernlik ile karşılaşma biçimine ve geleneksel kültürün gelişmişlik düzeyine bağlı olarak farklı yollardan modernleşmektedirler. Modernleşme kuramını benimseyen yazarlar, dünyadaki ülkeleri bu iki özelliğine bakarak sınıflandırmışlardır.

Bu sınıflamalardan birine göre, birinci grupta modernleşen ilk ülkeler olan İngiltere ve Fransa yer almaktadır. Bu ülkeler, uzun bir zamana yayılan ekonomik ve siyasal gelişmeler sonucu iç dinamikleriyle modernleşmişlerdir. İkinci grubu bu iki ülkenin kolonileri olan ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda oluşturmaktadır. Bu grupta yer alan ülkelerin temel özelliği, ana ülkeden göç edenlerin geleneksel toplum ve kültürleri tamamen yok etmesi ya da önemsiz bir düzeye indirmesi sonucu kurulmuş olmalarıdır. Üçüncü grupta, ilk iki ülkenin hemen çevresinde yer alan ve bu ülkeler daha öne geçmeden modernleşme sürecine giren ülkelerdir. Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda, İspanya, Avusturya gibi Batı ve Orta Avrupa ülkeleri bu grubu oluştururlar. Dördüncü grupta yer alan ülkeler Latin Amerika ve bazı uzak Asya ülkeleridir. Bunların ortak özelliği üçüncü grupta yer alan ülkelerin kolonileri olmaları, ana ülkeden göç edenler ile geleneksel kültür ve toplumun değişen oranlarda yaşamaya devam etmesidir. Beşinci grupta köklü bir kültürel ve siyasal geleneği olan, zor duruma düşmelerine rağmen siyasal bağımsızlıklarını korumayı başarabilen Rusya, Osmanlı İmparatorluğu, İran, Çin ve Japonya gibi ülkeler yer almaktadır. Bu ülkeler, süreç içinde ekonomik, askeri ve diplomatik bağımsızlıklarını kaybetseler de, modern ülkelerle rekabet edebilmek için, kendi seçkinlerinin iradesiyle modernleşmeye çalışmışlardır. Altıncı ve yedinci grupları bağımsızlıklarını kaybeden, yani sömürgeleşen ülkeler oluşturmaktadır. Bunlardan bir kısmı Hindistan, Pakistan, Mısır, Cezayir gibi Batı’ya direnebilecek köklü bir geleneksel kültüre sahip olan ülkelerdir, diğerleri ise geleneklerini koruyabilecek anlamlı bir direniş bile gösteremeyen orta Afrika ülkeleridir.

Modernleşme sürecinde başat rolü oynayanlar modernliği benimseyen seçkinlerdir. Seçkinler, ülkelerini dört aşamadan geçerek modernleştirirler. Bu aşamalardan ilki modernliği benimseyen bir seçkinler grubunun ortaya çıkması ve güçlenmesi aşamasıdır. İkinci aşamada, modernliği benimseyen seçkinler iktidarlarını sağlamlaştırırlar, yani devleti modern bir devlete dönüştürürler. Üçüncü aşamada devlet iktidarı kullanılarak ekonomik ve toplumsal dönüşüm sağlanır. Dördüncü aşama ise toplumsal bütünleşme sürecidir. Türkiye tarihine bu açıdan bakıldığında, birinci aşamanın 1789-1908 arasında yaşandığını; 1908’de başlayıp 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla sona eren dönemin modernleşmeci seçkinlerin iktidarlarını sağlamlaştırma süreci olduğunu söyleyebiliriz.1

Osmanlı İmparatorluğu, III. Selim’in padişahlığı döneminde, Batı dünyasıyla özellikle askeri alanda rekabet edebilmek için, modernleşme yolunda ilk adımları atmıştır. Nizam-ı Cedid adı verilen ve modern bir ordunun çekirdeğini kurmayı amaçlayan bu girişim, geleneksel çevrelerin karşı çıkması sonucu yarım kalmıştır, ama aynı dönemde Paris, Londra, Viyana gibi önemli Batı başkentlerinde daimi büyükelçilikler açılmış ve buralarda görev yapan Osmanlı bürokratları modern değerleri benimsemeye başlamışlardır. Daha sonra kurulan Hariciye Nezareti Tercüme Odası modern seçkinlerin yetiştiği bir tür okul görevini görmüştür. Burada dikkat çeken nokta, Osmanlı İmparatorluğu’nun başta saray olmak üzere, geleneksel seçkinlerinin modernleşmeyi başlangıçta askeri bir süreç olarak algılamaları, ancak daha sonra modern bir orduyu yaratabilmek için gereken parayı bulabilmek amacıyla modern bir maliye sistemi kurmaya çalışmalarıdır. Bu zorunluluk, bir süre sonra modern bir devlet aygıtının ihtiyaç duyduğu bürokratları yetiştirecek Harbiye, Tıbbiye, Mülkiye gibi modern eğitim kurumlarının kurulması sonucunu doğurmuş ve böylece modernleşmeci bir seçkinler kuşağı ortaya çıkmıştır.2

Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme sürecinde Tanzimat Fermanı ile başlayan dönem önemli bir aşamayı temsil eder. Bu fermanın herkese can, mal ve namus güvencesi sağlaması sonucu, modernleşmeci seçkinler güvenceye kavuşmuş ve Tanzimat Dönemi’nde iktidarın merkezi Saray’dan Bab-ı Ali’ye kaymıştır.3 Aynı dönem, basınının ortaya çıkmasıyla birlikte, devlet kurumları dışında da var olabilmeyi başarabilen yeni bir modernleşmeci seçkinler kuşağının ortaya çıkması sürecidir. Yeni Osmanlılar olarak adlandırılan bu kuşak, Osmanlı İmparatorluğu’nun geleneksel bazı kurumları ve değerleri ile modernleşme eğilimlerini birleştirebilmek için çaba sarf etmişler4 ve yarattıkları etki sonucu 1876’da Kanun-ı Esasi ilan edilmiştir. Bürokrasi kökenli seçkinlerin bir saray darbesi ve çeşitli pazarlıklar sonucu ilan edilen bu anayasayla Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal sistemi meşruti monarşiye dönüştürülmüş ve yapılan seçimlerle, yetkileri sınırlı da olsa, bir parlamento oluşturulmuştur.5

Meşrutiyet Dönemi’nin kısa bir süre sonra II. Abdülhamit tarafından sona erdirilmesiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme serüveni yeni bir aşamaya girmiştir. II. Abdülhamit, bir yandan eğitim kurumlarından maliyeye kadar çeşitli alanlarda devleti modernleştirme çalışmalarına devam ederken, diğer yandan modernleşmenin siyasal boyutunu yok sayan bir siyasal çizgi izlemiştir.

Uygulanan bu siyaset, özellikle modern eğitim kurumlarının ülke çapında yaygınlaşmasına bağlı olarak modernleşmeci seçkinlerin tabanını genişletirken, modernleşmenin siyasal boyutunun engellenmeye çalışılması II. Abdülhamit’e karşı yaygın ve yoğun bir muhalefetin ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Kanun-ı Esasi’nin yeniden yürürlüğe konmasını amaçlayan ve Jöntürkler olarak adlandırılan bu muhalif seçkinler kuşağı, özellikle yurt dışından yürüttükleri yayın faaliyeti ile, genişleyen toplumsal tabanlarını siyasal olarak etkileme ve eğitme yönünde önemli adımlar atarak modernleşme sürecinin eksik kalan boyutunu tamamlamaya çalışmışlardır.6 Abdülhamit’in modern eğitim sistemini yaygınlaştırması ve Jöntürklerin siyasal çalışmaları, 20. yüzyılın başlarında, modernleşmeci seçkinlerin toplumsal ve siyasal ağırlıklarının artması sonucunu doğurmuş ve özellikle Balkanlar’da yoğunlaşan bu seçkinler Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti etrafında birleşerek doğrudan siyasal iktidara talip olmuşlardır.

10 (23) Temmuz 1908, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, bir dizi suikast düzenledikten sonra, sivil ve askerlerin katılımıyla oluşturduğu silahlı gruplarla Balkanlar’daki bir dizi kent merkezini basarak Meşrutiyet’i ilan ettiği tarihtir. Bu gelişmeler üzerine II. Abdülhamit Kanun-ı Esasi’yi tekrar yürürlüğe sokmuş ve yapılan seçimler sonucu parlamento oluşmuştur. Gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki Cemiyeti, üyelerinin gençliği ve toplumsal meşruiyetinin azlığı gibi nedenlerle iktidarı doğrudan ele alamamış, ancak 31 Mart 1909’da gerçekleşen Meşrutiyet karşıtı bir ayaklanma sonrasında hem II. Abdülhamit’i tahttan indirmiş, hem de Osmanlı Devleti’nin tarihinde ilk kez parlamento aracılığıyla bir dizi anayasa değişikliği yaparak padişahın yetkilerini sınırlandırmış, hükümeti meclise karşı sorumlu duruma getirmiştir. Bu tarihten itibaren, modernleşmeci seçkinler kendi konumlarını sağlamlaştırmak için yasalar ve sivil toplum düzeyinde bir dizi iktisadi, siyasi ve toplumsal düzenlenme yapmışlardır. 23 Ocak 1913’te gerçekleştirilen Bab-ı Ali baskını ile, karşıt bir hükümeti zorla deviren İttihat ve Terakki Cemiyeti, 11 Haziran 1913’te gerçekleştirilen bir suikast sonucu Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi üzerine iktidarı tamamen ele geçirmiştir. Bu tarihten sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde birleşen seçkinler milliyetçi ve modernleşmeci bir çizgi izlemişler ve Birinci Dünya Savaşı’nın olağanüstü koşullarından da yararlanarak amaçlarına engel olarak gördükleri bütün odakları dağıtmışlardır.7

Geleneksel bir devlet olmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve devletin birliğinin simgesi olarak padişahlık kurumundan vazgeçemeyen İttihat ve Terakki yöneticileri, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi üzerine, savaş sırasında izledikleri politikalar yüzünden yargılanmaktan çekindikleri için, ülkeyi terk etmek zorunda kalmışlardır.8 Aynı günlerde İtilaf kuvvetlerinin İstanbul’u işgal etmesini de fırsat bilen Osmanlı Padişahı Vahdettin, basına sansür uygulamaya başlamış ve parlamentoyu dağıtarak II. Meşrutiyet Dönemi’nin modernleşme boyutundaki kazanımlarını yok etmeye çalışmıştır. Bir yanda ülkenin işgal edilmesi, diğer yanda Vahdettin’in izlediği politika yüzünden, daha önce İttihat ve Terakki içinde yer alan, ama örgütün izlediği çizgiye karşı çıkan bir grup modernleşmeci seçkin, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Osmanlı İmparatorluğu’nu reddeden, ancak ağırlığı işgal karşıtlığına veren bir çizgide mücadeleye atılmışlar ve 1922 sonbaharında işgali sona erdirerek ilk amaçlarına ulaşmışlardır. Daha sonra, geleneksel bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu tasfiye edilmiş ve yeni devlet 29 Ekim 1923’te bir cumhuriyete dönüştürülerek modernleşmeci seçkinlerin iktidarı sağlamlaştırılmıştır.9 Burada dikkat çekilmesi gereken bir nokta, Cumhuriyet’i kuran seçkinlerin, İttihat ve Terakki’nin modernleşme ve milliyetçilik siyasetini laiklik ile de birleştirerek üç ayaklı bir programı devreye sokmasıdır.

Bu açıdan bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması süreci modernleşmeci seçkinlerin yüzelli yıllık bir mücadelelerinin kaçınılmaz bir sonucudur. 1789’da Nizam-ı Cedid girişimi ile başlayan bu süreç, cumhuriyetin kurulması ile en önemli eşiğini geçmiş ve bu noktadan başlayarak modernleşmeci seçkinler ekonomik ve toplumsal dönüşümü gerçekleştirebilecek olanaklara kavuşmuşlardır.

II.Mustafa Kemal Atatürk, 1927’de Cumhuriyet Halk Fırkası Büyük Kurultayı’nda okuduğu nutkunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öyküsünü kendisinin Samsuna çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihinde başlatır.10 Atatürk’e göre, o tarihte “Osmanlı Devleti, onun istiklali, padişah, halife, hükümet, bunlar hepsi medlulü kalmamış birtakım bimana elfazdan ibaretti (18)” ve yapılması gereken “hakimiyet-i milliyeye müstenit, bilakaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek(ti) (18)”. Dolayısıyla, “Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve Müsliminin halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lazım geliyordu (20)”. Ancak, “bu mühim kararın bütün icabat ve zaruriyatını ilk gününde izhar ve ifade etmek, elbette musip olamazdı. Tatbikatı birtakım safhalara ayırmak ve vakayi ve hadisattan istifade ederek milletin hissiyat ve efkarını izhar eylemek ve kademe kademe yürüyerek hedefe vasıl olmağa çalışmak (20)” gerekiyordu. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta, bu düşüncelerle “milletin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiği[…] büyük tekamül istidadını bir milli sır gibi vicdanında taşıyarak peyderpey, bütün heyet-i içtimaiyemize tatbik ettirmek mecburiyetinde (22)” olduğunu öne sürer. Bu konuşmanın 1926 yılında yaşanan büyük bir siyasi tasfiyenin ardından bir siyasal partinin kurultayında yapıldığı göz önüne alınırsa, o günün koşullarında yapılan siyasal bir açıklama olduğu ve olayların geçmişe yönelik olarak yorumlandığı ileri sürülebilir. Bu yüzden dönemi yaşamış kişilerin tanıklıklarına ve olgulara bakmamız gerekir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyet projesine ilişkin ilk tanıklık, Mazhar Müfit Kansu’nun Erzurum Kongresi yapıldığı günlerden aktardığı bir anıdır,11 ancak bu anı yıllar sonra kaleme alınmıştır ve başka tanığı da yoktur. Mustafa Kemal Atatürk, bu kongre sırasında 7/8 Temmuz 1919’da askerlik görevinden istifa ederek Osmanlı İmparatorluğu ile olan memuriyet bağlantısını kesmiştir.12 Aynı yılın Eylül ayında toplanan Sivas Kongresi sırasında yaşanan İstanbul ile Anadolu’nun bağlantısını kesme eylemi ise, Osmanlı hükümetine karşı yapılmış, ama Sivas’a Vali olarak atanan Ali Galip Bey’in “yasadışı” girişimleri ve hükümetin padişah ile milletin arasına girmesi gibi meşruiyetini Osmanlı İmparatorluğu’ndan alan gerekçelerle temellendirilmiştir.13 Sivas Kongresi sonucu kurularak Milli Mücadele’ye önderlik eden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Osmanlı Cemiyetler Kanunu’na göre kurulmuş bir örgüttür ve bu örgüt seçimlere katılarak Osmanlı İmparatorluğu’nu meşrulaştırmıştır.14

Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nun artık sona erdiğine ilişkin görüşünü kamuoyuna ilk kez 16 Mart 1920’de, İtilaf kuvvetlerinin İstanbul’daki işgali sıkılaştırması üzerine, şu sözlerle açıklamıştır: “Bugün İstanbul’u cebren işgal etmek suretiyle Devlet-i Osmaniyenin yedi yüz senelik hayat ve hakimiyetine hitam verildi[abç]. Yani, bugün Türk milleti, kabiliyet-i medeniyesinin, hakk-ı hayat ve istiklalinin ve bütün istikbalinin müdafaasına davet edildi.”15 Bu açıklamadan üç gün sonra da, 19 Mart 1920’de Heyeti Temsiliye namına Vilayetlere ve Müstakil Livalara ve Kolordu Kumandanlarına çekilen bir telgraf ile “millet tarafından, salahiyet-i fevkaladeyi haiz bir meclisin, Ankara’da içtimaa daveti […] zaruri görülmüştür” sözleriyle yetkisini doğrudan milletten alan bir çağrı yapmıştır. Aynı çağrıda toplanacak olan meclisin “milletin işlerini tedvir” edeceğinin de belirtilmesi, artık Osmanlı Devleti’nden başka bir devletin doğmakta olduğunun bir işaretidir. 16 Nitekim, 23 Nisan 1920’de toplanan TBMM, aldığı ilk kararla, kimlerin kendi üyesi olabileceğini belirlerken, aynı zamanda kendi kendini de kurmuştur.17

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışından itibaren yoğun bir meclis içi mücadele yaşanmış ve çıkan tartışmaların hemen hepsinde Mustafa Kemal Atatürk taraf olarak yer almıştır.18 TBMM’nin kuruluşundan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmış olduğunun açıklanmasına kadar geçen süre, Mustafa Kemal açısından olmasa bile, yeni bir devletin kuruluşu açısından, zikzaklarla doludur. Örneğin, TBMM, 25 Nisan’da bir yürütme organı oluşturmaya karar vermiş ve 2 Mayıs’ta “Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin Sureti İntihabına Dair Kanun”u kabul etmiştir.19 Bundan dört ay sonra, 5 Eylül 1920’de kabul edilen ‘Nisabı Müzakere Kanunu’nun birinci maddesinde ise, TBMM’nin amacı “Hilafet ve Saltanatın, Vatan ve Milletin istihlas ve istiklalinden ibaret” olarak belirtilmiştir.20 20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ise başta bir kurucu kanun olması itibarıyla ‘Nisabı Müzakere Kanunu’nun birinci maddesiyle çelişir. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, birinci maddesiyle “hakimiyet bila kaydü şart milletindir” diyerek Osmanlı İmparatorluğu’nu yok saymıştır. Bu kanunun ikinci maddesi yürütme gücünü ve yasama yetkisini “milletin yegane ve hakiki mümessili olan” TBMM’ye vermiş, üçüncü maddesiyle “Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur” diyerek ilk kez yeni bir devletten bahsetmiştir.

Aynı kanunun yedinci maddesinde yapılan düzenleme ile Osmanlı Kanun-ı Esasisi’nin padişaha verdiği haklar doğrudan TBMM’ye aktarılmıştır.21 Nihayet 1 Kasım 1922’de kabul edilen “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hukuku hakimiyet ve hükümraninin mümessili hakikisi olduğuna dair Heyeti Umumiye Kararı” ile Osmanlı İmparatorluğu’na son nokta konmuştur:

“Birkaç asırdır saray ve Babı alinin cehalet ve sefahati yüzünden Devlet azim felaketler içinde müthiş bir surette çalkalandıktan sonra nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda Osmanlı İmparatorluğu’nun müessis ve sahibi hakikisi olan Türk Milleti Anadoluda hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş, hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan saray ve Babıali aleyhine mücadeleye atılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükümetini biteşkil harici düşmanlar, saray ve babı ali ile fiilen ve müsellehan ve malum müşkilatı şedide ve mahrumiyeti elime içinde cidale girişmiş, bu günkü halas gününe vasıl olmuştur.

Türk Milleti saray ve Babıalinin hıyanetini gördüğü zaman Teşkilatı Esasiye kanunu isdar ederek onun birinci maddesi ile Hakimiyeti Padişahtan alıp bizzat Millete ve ikinci maddesi ile İcrai ve Teşrii kuvvetleri onun yedi kudretine vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilanı, Sulh akdi gibi bütün hukuku hükümraniyi Milletin nefsinde cem eylemiştir.

Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve Milli Türkiye Devleti yine o zamandan beri padişahlık merfu olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bu gün İstanbulda bulunan heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve gayri ecnebi kuvvete ve muzahereti Milliyeye malik olmayıp bir zılli zail halindedir. Millet şahsi hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefahati esası üzerine müesses bir saltanat yerine asıl halk kütlesinin ve köylünün hukukunu himaye ve saadetini tekeffül eden bir halk Hükümeti idaresi tesis ve vaz etmiştir.

[…] Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi berveçhi ati mevaddı neşrü ilana karar vermiştir:

1. Teşkilatı Esasiye Kanunu ile Türkiye halkı, hukuku hakimiyet ve hükümranisini mümessili hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyeti maneviyesinde gayrı kabili terk ve teccezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve İradei Milliyeye istinat etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle Misakı Milli hudutları dahilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinden başka şekli hükümeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı hakimiyeti şahsiyeye müstenit olan İstanbuldaki şekli hükümeti 16 Mart 1336’dan (1920) itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir. …”22

TBMM’nin bu kararından sonra yaşanan süreç yeni devletin özelliklerinin saptanması için yürütülen bir mücadele olarak görülebilir. Mustafa Kemal Atatürk, 6 Aralık 1922’de “en mütevazi bir ferdi devlet sıfatıyla hayatımı, sonuna kadar vatan hayrına vakfeylemek emeliyle sulhün istikrarını müteakip halkçılık esası üzerine müstenit ve Halk Fırkası namiyle yeni bir fırka teşkil etmek niyetinde…” olduğunu açıklamıştır.23 TBMM’nin 1 Nisan 1923’te seçim kararı vermesi ve 16 Nisan’dan itibaren çoğunluğun sağlanamaması üzerine fiilen kapanmasından sonra yapılan seçimlerde Mustafa Kemal Atatürk’e muhalefet temelinde bir araya gelen İkinci Grup tasfiye edilmiştir.24 Seçimlerden sonra Ağustos başından itibaren Ankara’ya gelen milletvekilleri, 7 Ağustos 1923’te Mustafa Kemal Atatürk başkanlığında toplanmış ve hazırlanan Halk Fırkası Nizamname taslağı kendilerine dağıtılmıştır. TBMM’nin 11 Ağustos’ta açılmasından sonra, seçilen bir komisyon ve fırka grubu tarafından ayrı ayrı incelenen ve çeşitli değişiklikler yapılan Nizamname, 11 Eylül 1923’te yapılan grup toplantısında kabul edilmiş ve üyelerin imzasına açılmıştır. 17 Eylül’de tüzük gereği seçilen Fırka İdare Heyeti ilk toplantısını yapmış, 18 Eylül’de ise fırka ve meclis grubu İdare heyetleri ile Heyet-i Vekile üyelerinden oluşan Fırka Divanı toplanarak Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na yapılacak değişiklikleri ‘suret-i hususiyede’ görüşmüştür.25 Bu toplantıdan sonra Avusturya’da yayınlanan Neu Freie Presse muhabirine bir demeç veren Mustafa Kemal Atatürk, şunları söylemiştir:

“Hangi lügatte aranırsa aransın Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini teşkil eden cümleleri bir kelimede izah edebilmek için aynı kelimeye tesadüf olunur. Bu da cumhuriyet kelimesidir. Binaenaleyh dahili inkişafımız henüz tamamen nihayet bulmamıştır. Birçok tadilat, terakkiyat vukubulacak ve bütün bu tadilat cumhuriyet esasına müteveccih olacaktır. Türkiye hal-i hazırda olduğu kadar istikbalde de daha fazla demokratik bir cumhuriyet olacaktır. Hiçbir suretle Garp cumhuriyetlerinin sisteminden farklı olmayacaktır.

Türkiye’nin merkezini hadisat tespit ve tayin etmiştir. Bir payitaht meselesi artık mevcut değildir. Ankara Türk cumhuriyetinin merkezidir.”26

Bu açıklamanın gazetelerde yer almasından sonra, gerek basında gerekse milletvekilleri arasında cumhuriyet konusu tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmalar sürerken, Mustafa Kemal Atatürk başkanlığında Heyet-i Vekile üyeleri, Kanun-ı Esasi Encümeni üyeleri, Ziya Gökalp, Ahmet Ağaoğlu gibi tanınmış milletvekilleri ile uzmanların katılımıyla oluşan ve ‘Mütehassıslar Encümeni’ olarak anılan özel nitelikli bir komisyonun hazırladığı bir anayasa taslağı 25 Eylül 1923’te Fırka Divanı’na sunulmuştur.27 Bu taslağın birinci maddesine göre, “Türkiye ‘cumhuriyet usulü ile idare olunur’ bir halk devletidir. Türk devleti tecezzi kabul etmez bir küldür.”28

Lozan Barış Antlaşması uyarınca işgal ordularının 2 Ekim 1923’te İstanbul’u boşaltması üzerine, 4 Ekim’de toplanan Halk Fırkası Fırka Divanı, altı saat süren tartışmaların sonucunda yeni Türk devletinin isminin Türkiye Cumhuriyeti, merkezinin de Ankara olmasına karar vermiş ve fırka grubunu bu konuyu görüşmek üzere 9 Ekim’de toplantıya çağırmıştır. Bu tarihte toplanan fırka grubu, İsmet İnönü’nün açıklamaları sonucunda Ankara’nın hükümet merkezi olmasına ve “Türkiye Devleti’nin makarr-ı idaresi Ankara’dır” ifadesinin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na eklenmesine karar vermiştir. İsmet İnönü ve bir grup arkadaşı ertesi gün bu doğrultudaki bir kanun teklifini TBMM’ye sunmuş ve bu teklif 13 Ekim 1923’te bir TBMM kararına dönüştürülerek kabul edilmiştir.29

Bu gelişmeler yaşanırken, Mütehassıslar Encümeni Teşkilat-ı Esasiye Kanunu taslağı üzerindeki çalışmalarına devam etmiş ve ele alınan konular basına yansıdıkça bir tartışmaya neden olmuştur.30 Tartışmalar sürerken Vatan gazetesi, o güne kadar yalnızca Mütehassıslar Encümeni’nin bilgisi dahilinde olan taslağın tamamını yayınlayarak yapılması düşünülen değişiklikleri bütünüyle kamuoyunun bilgisine sunmuştur.31 Bunun üzerine Anadolu Ajansı, Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi’nin 22 Ekim 1923 tarihli açıklamasına dayanarak yaptığı haberle gelişmeleri resmen kabul etmiştir:

“Hükümet teşkilatında kabine usulü kabul edilecek ve devletin unvanı Türkiye Halk Cumhuriyeti olacaktır. Bununla beraber kabine usulü kabul edildiği halde parlamenter idarenin bütün eşkal ve teferruatı aynen kabul olunmayacaktır. (…) yeni Teşkilat-ı Esasiyemiz de Türkiye Büyük Millet Meclisi teşrii ve icrai kuvvetlerin yegane menbaıdır. (…) Büyük Millet Meclisi haiz olduğu icra salahiyetini temsil etmek hakkını arasından intihap ettiği zata tavzif ediyor ve bu zatın unvanı da Reis-i Cumhur oluyor.”32

Hazırlanan anayasa taslağının basında yer alması ve devletin biçiminin cumhuriyet olacağının resmen kabul edilmesi üzerine, gazeteler hazırlanan projenin milletvekillerinin bir kısmı tarafından uygun görülmediği ve Halk Fırkası’nın bölüneceği yorumları yapmaya başlamışlardır. Konu değişik yönleriyle tartışılırken, Mustafa Kemal Atatürk 23 Ekim 1923 tarihinde Dahiliye Vekaleti’ne başvurarak Halk Fırkası’na resmiyet kazandırmış33 ve fırka nizamnamesi yürürlüğe girmiştir.34

24 Ekim günü, Ekim başında ordu müfettişliğine atanan Ali Fuat Cebesoy’un Meclis Reis-i Saniliği’nden istifa ettiğine ilişkin dilekçesi TBMM Genel Kurulu’nda okunmuş, aynı gün, meclisin ikinci döneminin başlamasından itibaren hem Heyet-i Vekile Reisliği, hem de Dahiliye Vekilliği görevlerini üstlenen Ali Fethi Okyar, ikinci görevinden istifa etmiştir. Bunun üzerine, Fırka grubu 25 Ekim günü boşalan makamlar için fırka adaylarını belirlemek üzere toplantıya çağrılmıştır.35 Bu toplantıda, Meclis Reis-i Saniliği için -İsmet İnönü’yü Lozan dönüşü karşılamamak için Heyet-i Vekile Reisliğinden istifa ederek Ankara’yı terk eden- Rauf Orbay; Dahiliye Vekilliği için ise -İttihat ve Terakki’ci olarak tanınan- Sabit Sağıroğlu, bir iddiaya göre TBMM Kanun-ı Esasi Encümeni Reisi ve anayasa taslağını hazırlamakla görevli Mütehassıslar Encümeni üyesi olan Yunus Nadi Abalıoğlu’nun çabaları sonucu,36 Fırka adayı olarak büyük bir oyla seçilmişlerdir.37

Bu adayların seçilmesi, bazı gazetelerde Rauf Orbay yerine Heyet-i Vekile Reisi olan Fethi Okyar’a karşı bir hareket olarak değerlendirilmiş,38 26 Ekim 1923’te Mustafa Kemal Atatürk başkanlığında toplanan Heyet-i Vekile üyeleri istifa etmeye karar vermişlerdir. Bu gelişme üzerine, 27 ve 28 Ekim günleri yeni hükümet arayışıyla geçmiş, ancak bir yandan Mustafa Kemal Atatürk’e yakın milletvekillerinin hiçbirinin hükümette görev almayı kabul etmemesi, diğer yandan Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi Milli Mücadele’nin önde gelen isimlerinin o sırada Ankara dışında olması gibi nedenler yüzünden yeni bir hükümet kurulamamıştır.39 Ankara’da bir hükümet bunalımı yaşanırken, o sırada Ankara dışında bulunan, ya da o güne kadar Meclis çalışmalarına katılmayan bazı milletvekilleri ‘alelacele’ Ankara’ya çağırılmıştır.40 28 Ekim akşamı, Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Kazım Özalp, Ali Fethi Okyar, Kemalettin Sami Gökçen, Halit Karşıalan, Fuat Bulca ve Ruşen Eşref Ünaydın Çankaya Köşkü’nde toplanmışlardır. Bu toplantıda Mustafa Kemal Atatürk “yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz” demiş ve orda bulunan kişilere çeşitli görevler vermiştir.41 Yemekten sonra İsmet İnönü ile Mustafa Kemal Atatürk Mütehassıslar Encümeni’nin hazırladığı taslak üzerinde çalışmış42 ve Mustafa Kemal Atatürk, el yazısıyla taslağın birinci maddesini “Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti cumhuriyettir” biçiminde değiştirmiştir.43 29 Ekim 1923 günü, Halk Fırkası grubu Heyet-i Vekile adaylarını saptamak üzere toplanmıştır. Bu toplantıda söz alan Kemalettin Sami Gökçen, hükümet bunalımını çözmek için Fırka Reisi Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşüne başvurulması yolunda bir önerge vermiş, bu önergenin kabul edilmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa grup toplantısına çağrılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk grupta yaptığı konuşmada hükümet sorununu çözmek için bir saat izin istemiş ve Meclis Reisi odasında çeşitli milletvekilleriyle görüşmeye başlamıştır. Nihayet öğleden sonra tekrar toplanan Fırka Grubunda Mustafa Kemal Atatürk, kürsüye çıkarak şunları söylemiştir: “Devletimizin terfii, hükümetin sürat ve intizam ile iş görebilmesi için Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun tevsii ve ikmali lazımdır.

Bu hususta en mübrem ve müstacel olan mevaddın müzakeresini teklif ederim” demiş ve tadilat teklifini grup katibine vermiştir.44 Teklifin okunmasından ve tartışılmasından sonra bu görüş kabul edilmiş ve alınan karar uyarınca Kanun-ı Esasi Encümeni teklifin mazbatasını hazırlamak üzere toplanmıştır. Encümen’in son biçimini verdiği “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Bazı Mevaddının Tadiline Dair Kanun Teklifi”, aynı gün akşam saatlerinde ‘müstacelen ve derakap’ görüşülmesi talebiyle Genel Kurul’a getirilmiştir. Teklif hakkında Kanun-ı Esasi Encümeni adına konuşan Yunus Nadi Abalıoğlu, 6 maddeden oluşan tasarının “Teşkilatı Esasiye’nin ruhunu tafsilden ibaret olduğunu”, yalnızca başvekilin atanması ve hükümetin oluşması noktasında değişiklik yapıldığını söylemiştir. Bu açıklamadan sonra, maddeler okunmuş ve kanun teklifinin tamamı kısa konuşmalardan sonra alkışlarla kabul edilerek cumhuriyet ilan edilmiştir. Yeni Türk devletinin cumhuriyet olarak adlandırılmasının ardından Reis-i cumhur seçimine geçilmiş ve Mustafa Kemal Atatürk oylamaya katılan 158 milletvekilinin oybirliğiyle Reis-i Cumhur olarak seçilmiştir.45

Olayların incelenmesinin de gösterdiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde Mustafa Kemal Atatürk büyük bir rol oynamıştır. Ancak, olayların gelişimi Atatürk’ün Nutuk’ta anlattığı öyküden yer yer ayrılmaktadır. Kuruluş süreci bir kişinin hazırladığı planı adım adım hayata geçirdiği bir süreç değil, tam aksine farklı aktörler arasında süren bir mücadelenin sonucudur ve bu mücadelede yer alan aktörler sürecin çeşitli aşamalarında farklı tavırlar almışlar ve gelişimi etkilemişlerdir.

III.

15. yüzyılın ortalarında İtalyan kent devletlerinde filizlenen kapitalizm, olağanüstü tarihsel koşullarda hızla genişleyerek Batı Avrupa’ya yayılmış ve 18. yüzyıldan itibaren özellikle Tuna nehrinin havzasında bulunan Osmanlı eyaletleri ile bazı liman kentlerini etkisi altına almaya başlamıştı. 1789 Fransız Devrimi’nden itibaren kendine özgü bir jeokültür yaratan kapitalizm, bu tarihten itibaren dünya üzerindeki tek tarihsel sistem haline dönüşmüştür.46 19. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu da dahil olmak üzere dünyanın tamamının kapitalist dünya ekonomisi ile bütünleştiği dönem olmuştur. Bu süreçte, kapitalist dünya ekonomisinin hegemonik ülkesi olan İngiltere, aynı zamanda dünyanın fabrikası haline gelmiş ve dönemin birikim tarzına uygun olarak, dünyanın her tarafından hammadde ithal edip, bunları mamul maddeler halinde pazarlamaya başlamıştır.47 İngiltere bu birikim tarzının kaçınılmaz bir sonucu olarak, dünya ölçeğinde serbest ticareti yerleştirmeye çalışmış ve bu amaçla, bir yandan serbest ticaret koşullarını dayatabilmek amacıyla Asya ve Afrika’yı sömürgeleştirirken, Osmanlı İmparatorluğu ve Çin İmparatorluğu gibi dünya imparatorluklarını iktisadi, mali, askeri ve diplomatik açıdan kendine bağlayarak yarı sömürgeler haline getirmiştir.48



1825’te Levant Company’nin dağılmasıyla bu şirketin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ticaret tekeli sona ermiş ve İngiliz tüccarları bu ülkeyle serbestçe ticaret yapabilme olanağına kavuşmuştu. İngiliz tüccarları, Osmanlı İmparatorluğu ile ticaret yaparken kapitülasyonlardan yararlanıyorlar ve ithalat/ihracatta yüzde 3’lük bir gümrük vergisi ödüyorlardı; ancak Osmanlı Devleti’nin bazı mallar üzerinde tekeli vardı, eyaletler arası ticarette yüzde 8’lik bir iç gümrük uygulanıyordu ve devlet olağanüstü dönemlerde ek gümrük vergileri koyma hakkına sahipti. 1838’de, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya karşı koyabilmek için destek arayan Osmanlı Devleti, İngiltere ile bir ticaret anlaşması imzalayarak bu ülkenin tüccarları için iç gümrükleri ve devlet tekellerini kaldırmış, bunun yerine ithalatta yüzde 12, ihracatta yüzde 5’lik gümrük vergisi uygulamayı kabul etmiştir.49 Bu anlaşmayla, Osmanlı pazarı İngiliz sermayesi karşısında bütünleşmiş tek bir pazara dönüşürken, yerli tüccarlar kapitalizm öncesi kısıtlamalara tâbi olmaya devam ederek rekabet olanaklarını büyük ölçüde kaybetmişlerdir. İngiltere, aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun yanı sıra Çin ile de benzer bir ticaret anlaşması yaparken, Osmanlı İmparatorluğu bu anlaşmayı izleyen dönemde hemen hemen bütün Avrupa devletleri ile benzer ticaret anlaşmaları imzalamış ve pazarını bütünüyle açmıştır.50

1854-55 Kırım Savaşı sırasında, İngiltere ve Fransa ile birlikte Rusya’ya karşı savaşan Osmanlı Devleti, savaşın yol açtığı giderleri karşılayabilmek için bu ülkelerden borç almış ve 1873’te çıkan dünya krizine kadar kesintisiz bir biçimde borç almayı sürdürmüştür. 1873 krizinden sonra yeni borç bulamayan Osmanlı İmparatorluğu, aldığı borçların anapara ve faiz ödemelerinde zorlanmaya başlamış ve 1876’da Tenzil-i Faiz kararı ile borçlarını konsolide etmeyi denemiştir. Ancak, bu çabalar bir sonuç vermemiş ve 1881’de çıkarılan Muharrem Kararnamesi ile borçluların alacaklarını güvence altına almak üzere Duyun-u Umumiye İdaresi kurulmuş, devletin bazı vergi gelirleri bu idareye bırakılmıştır.51

1838 Ticaret Anlaşması ile Osmanlı tebaasının bir yandan rekabet etme şansı ortadan kaldırılırken, diğer yandan üretim ilişkileri kapitalist dünya ekonomisiyle bütünleşme temelinde yeniden yapılanmıştır. Bu da, ülkenin farklı bölgelerinde milliyetçilik akımlarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamış ve İmparatorluk için merkezkaç bir etki yaratmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun borç almaya başlamasıyla, tam aksine merkezi siyasi yapı güçlendirilmiş ve merkezkaç etkiler dengelenmeye çalışılmıştır. Ancak ortaya çıkan sonuç devlet aygıtının ve toplumun büyük ölçüde yabancı hakimiyetine girmesi ve devletin bu hakimiyetin, üstelik siyasal talepleri baskı altına alarak, bir aracı haline dönüşmesi olmuştur. Bu da, imparatorluk bünyesindeki farklı etnik toplulukların bu hakimiyet ve baskıyı ortadan kaldırmak ortak amacıyla farklı hedefler benimsemesi sonucunu doğurmuştur. Dolayısıyla, padişahın mutlak egemenliği ve yabancı hakimiyetine karşı ulusal egemenlik talepleri yükseltilmeye başlanmış, bu o güne kadar “zımni” sayılan gayrimüslim tebaa için kendi ulusal devletlerini kurma, “millet-i hakime” olan Müslüman-Türkler için ise meşrutiyet olarak formüle edilmiştir.

Ülkeyi yönetenler ise, 1870’lerden itibaren İngiltere’nin serbest ticaret ilkesine “milli iktisat” yaklaşımıyla karşı çıkan Almanya’nın yükselişine paralel olarak sertleşen hegemonya mücadelesinde, Almanya’nın yanında tavır alarak devletin varlığını sürdürmeye çalışmışlardır.52

1889’da, Fransız Devrimi’nin yüzüncü yılında temelleri atılan, 1895’te İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alan ‘millet-i hakime’nin örgütü, yabancı hakimiyetine karşı çıkma ve halk egemenliğini savunma temelinde siyasal mücadeleye girişmiştir. 1904-1905 savaşında, yakın tarihte ilk kez bir Doğu ülkesi olan Japonya’nın bir Batı ülkesi olan Rusya’yı yenmesi, 1905’te Rusya’da meşruti yönetimi savunan bir devrimin gerçekleşmesi, bunu İran ve Çin gibi ülkelerdeki benzer ayaklanmaların izlemesi gibi gelişmelerin de etkisiyle, İttihat ve Terakki Cemiyeti 1908’de harekete geçmiştir. 1908-1923 Dönemi, bu anlamda Osmanlı İmparatorluğu’nda bir ‘burjuva devrimi’ dönemidir. İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu dönemde yabancı hakimiyetini kırma ve monarşiyi tasfiye etme yolunda büyük adımlar atmış, ancak her iki hedefine de tam olarak ulaşmayı başaramamıştır.

Bu hedeflerin gerçekleşmesi, burjuva devriminin tamamlanması ancak Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Birinci Dünya Savaşı ertesinde yaşanan işgali kırması ve aynı süreçte Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmasıyla mümkün olabilecektir. Lozan Barış Antlaşması, yeni Türk devletinin uluslararası sistem tarafından tanındığını, aynı zamanda da Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıldığını ve uluslararası sistemin yeniden düzenlendiğini belgelemiştir. Bu anlaşmanın TBMM tarafından onaylanmasını izleyen cumhuriyetin ilan edilmesi, daha sonra hilafet kurumunun ilgası ve nihayet 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun kabul edilmesi gibi adımlarla bu süreç tamamlanacaktır.

Bu sürecin iç ve dış koşullardan kaynaklanan bazı boyutları özellikle dikkat çekilmeye değerdir. İlk olarak, devrim sürecinin bir bölümü bir paylaşım savaşı ile çakışmış ve bu savaş esnasında Rus Çarlığı’nın yıkılarak yerine Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Federasyonu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılarak yerine yeni ulus-devletler kurulmuştur. İkinci olarak, Almanya’nın hegemonya talebini savaş sonucu bastıran İngiltere, savaş sonucunda hegemonik ülke olma özelliğini tamamen kaybetmiştir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti dünya sisteminin görece anarşik bir döneminin ürünüdür. Üçüncü olarak, bu dönem farklı etnik kökene sahip burjuvaziler arasında bir mücadele olarak da yaşanmış, Ermeniler ile Rumlar sürecin sonunda tasfiye edilmişlerdir. Son olarak, Türk burjuvazisi, bu mücadeleyi iktisadi ve toplumsal gücü sayesinde değil de, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki konumundan kaynaklanan siyasal deneyimi ve gücü sayesinde kazanabilmiştir.53

Sonuç


Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sürecine hangi açıdan bakılırsa bakılsın, köklerin Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde atıldığını, ancak gene de bu sürecin bir kopuş ilişkisi özelliği taşıdığını söyleyebiliriz. Ancak, analiz birimimizi Türkiye Cumhuriyeti olarak değil de, tarihsel bir sistem olarak kapitalist dünya ekonomisi biçiminde tanımlarsak karşımıza çıkan manzara anlam değiştirebilir:

“Kapitalist dünya ekonomisine yeni bölgeler katıldıkça, bu tür alanların mevcut politik yapıları, genellikle, devletlerarası sistemin ilişki ağı içinde kendilerinden beklenen rolü oynayabilmeleri için, oldukça esaslı bir biçimde (toprağa dayalı ve ‘etnik’ ya da ulusal sınırların tanımlanması da dahil olmak üzere), yeniden şekillendirildi. Bu devletlerin, üretim unsurlarının kendi sınırları üstünden akışına ve dolayısıyla kendi üretim süreçlerinin çevreselleşmesine müdahale edemeyecek kadar zayıf olmaları gerekiyordu. Dolayısıyla, kimi durumlarda, önceden varolan politik yapıların ‘zayıflatılması’ gerekiyordu. Ama bu devletlerin aynı akışı, aynı çevreselleşmeyi sağlamaya yetecek kadar güçlü olmaları da gerekiyordu. Bu yüzden başka bazı durumlarda, önceden varolan politik yapıların ‘güçlendirilmesi’ gerekiyordu. Ama ister zayıflatılmış ister güçlendirilmiş olsun, dünya ekonomisiyle bütünleşen bu yeniden yaratılmış ya da bütünüyle yeni oluşmuş devletler, sonunda, dünya ekonomisi içindeki çekirdek üretim süreçlerinde uzmanlaşmış devletlere göre zayıf devlet yapıları olarak belirdiler.”54

1 Cyrill E. Black, (çev.: Fatih Gümüş, ) Çağdaşlaşmanın İtici Güçleri, (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1986).

2 Bu sürecin iyi bir özeti için bak. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1995), s. 39-44.

3 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, (İstanbul: Hil Yayın, 1983), özellikle s. 64-87.

4 Şerif Mardin, (Çev.: Mümtazer Türköne vd. ), Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1996).

5 Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 110-117.

6 M. Şükrü Hanioğlu, Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jöntürklük (1889-1902), (İstanbul: İletişim Yayınları, 1985).

7 Sina Akşin, Jöntürkler ve İttihat ve Terakki, (İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1980).

8 Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu-İttihat ve Terakki’den Kurtuluş Savaşı’na, (Ankara: İmge Kitabevi, 1999).

9 Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, (Ankara: İmaj Yayıncılık, 1996), s. 99-163.

10 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: 1-2-3, (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989). Nutuk’tan yapılan izleyen alıntılarda bu baskının sayfa numarası metin içerisinde verilecektir.

11 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Cilt: 1, (Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1966), s. 72. Kansu, bu anısına ilişkin olarak 20 Temmuz 1919 tarihini verir.

12 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, s. 64.

13 Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cilt: 1, İkinci baskı, (İstanbul: Cem Yayınevi, 1992), s. 555-564.

14 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, İkinci baskı (Tıpkı basım), (İstanbul: Arba Yayınları, 1995), s. 509-519.

15 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: 1, s. 560. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi adına “Bütün Kumandanlara, Vali ve Mutasarrıflara ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine, Belediye Riyasetlerine, Matbuat Cemiyetlerine” çekilen telgraf.

16 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: 1, s. 562.

17 Türk Anayasa Metinleri, (Haz. ) Şeref Gözübüyük-Suna Kili, 2. Bası, (Ankara: A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1982), s. 89.

18 Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalafet-İkinci Grup, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1994).

19 Türk Anayasa Metinleri, s. 89-90.

20 Türk Anayasa Metinleri, s. 91.

21 Türk Anayasa Metinleri, s. 93-94.

22 Türk Anayasa Metinleri, s. 99-100.

23 Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri-II, İkinci baskı, (Ankara: Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, 1961), s. 46-48.

24 Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalafet-İkinci Grup, s. 571-589.

25 Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, (Ankara: İletişim Yayınları, 1998), s. 47.

26 Anadolu’da Yeni Gün, 24 Eylül 1923’ten aktaran Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, s. 48 ve 56.

27 Vatan, 26 Eylül 1923’ten aktaran Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, s. 58-59. Bu taslağın bir kopyası Mustafa Kemal Atatürk’ün Çankaya (Müze) Köşkü’ndeki özel kütüphanesinde Çankaya 659 numarasıyla yer almaktadır. Taslağın ilk sayfasına Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar (Der.: Gürbüz Tüfekçi), (Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları, 1983) adlı yayında yer verilmiştir. Bu taslağın tıpkıbasımı ve çevrim yazısı Türkiye Cumhuriyeti İlk Anayasa Taslağı başlığı ve “Cumhuriyetimizin 75. Yılı nedeni ile Kentbank için sınırlı sayıda üretilmiştir” notuyla yayınlanmıştır (İstanbul: Boyut Yayın Grubu, 1998).

28 Falih Rıfkı Atay, Çankaya’da Halk Fırkası Nizamnamesi’nin kabul edildiği 11 Eylül 1923 günü aldığı notlara dayanarak şunları yazmaktadır:.

“Odasına giderken bizi de çağırdı. Milletvekili olmakla beraber hala yaverliğini yapan eski subaylardan biri, parti tüzüğünün son şeklini getirdi. Tüzük bugün bütün milletvekilleri tarafından birer birer imzalanacaktı.

‘Biraz sonra cebinden tüzüğün bir nüshasını çıkardı: sahife açığına yazdığı Fransızca bir cümleyi okudu. Bu Fransız Cumhuriyetinin (gayr-i kabil-i tecezzi) olduğunu söyliyen cümle idi:.

-Dün akşam Fransız ihtilal tarihini gözden geçirdiğim vakit not etmiştim, dedi ve sildi.

Bir sualim üzerine Kanun-u esasi tadilleri meselesine geçtik. Biraz önce içeriye giren Yunus Nadi de aramızda idi.

Gazi dedi ki:.

-Cumhuriyet ne demektir. Kamusa baktım ‘chose publique’ kelimeleriyle tercüme edilmiştir. Bizde manası ne olmalı?.

Gazi’nin sözü hangi konu üzerine getirmek istediği belli idi. Kanun-u Esaside yeni hükümet şeklini açıkça göstermek sırası geldiğini söyliyen Sabri [Toprak] Bey:.

-Mesele bugünkü vaziyetin ifade edilmesinden ibarettir, dedi.

Gazi:-Ben projeyi gördüm. Çok eksik yerleri var. Bu hafta kendim uğraşacağım. Sonra bazı arkadaşlarla hususi müzakerede bulunuruz ve fırkaya getiririz, dedi.

Yunus Nadi: Bunu en kuvvetli zamanımızda yapmalıyız.

Gazi, kalemini masaya vurarak:.

-En kuvvetli zamanımız bugündür, dedi.

Sonra yeni Kanun-u Esasi’nin kendi niyetine göre ilk maddesini okudu: ‘Türkiye cumhuriyet usulü ile idare olunur bir halk devletidir”. (İstanbul: Bateş Yayınları, 1980), s. 373-374.

29 Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, s. 50-54.

30 Bu tartışmalar üzerine Anadolu Ajansı şu açıklamayı yapmıştır:.

“ (…) Teşkilat-ı Esasiye Kanunu henüz fırkaca müzakere edilmediği gibi şekil itibarıyla suret-i katiyede tebellür etmemiştir. Kanunun projesi mütehassıs bir heyet tarafından tedkik ve izhar edilmektedir. Bir müsvedde halinde bulunan bu projenin her maddesi haiz olduğu ehemmiyet derecesinde mütehassıs zevat tarafından etrafıyla tedkik edilmektedir. Bu tedkikatla meşgul olan heyet sık sık içtima ederek müzakerata devam etmekte ve projenin itmamına çalışmaktadır. İhtiva ettiği mevadd suret-i katiyede tespit edildikten sonra bu proje Fırka’ya tevdi ve badehu ayrıca müzakere ve tesbit edilmek üzere Meclis’e sevk edilecektir. Bu müsveddede bugüne kadar tesbit edilen maddelere izhar heyeti bile kat’i bir nazarla bakmamaktadır. Binaenaleyh mabuatta şimdiyekadar vaki olan neşriyat, bazı terşihat üzerine kurulmuş faraziyat ve tahminattan ibarettir. “Hakimiyet-i Milliye, 17 Ekim 1923’ten aktaran Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, s. 67-68.

31 Vatan, 22-23-24 Ekim 1923.

32 Anadolu’da Yeni Gün, 26 Ekim 1923’ten aktaran Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, s. 74.

33 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye Siyasi Partiler1859-1952, s. 558-559.

34 Nizamnamenin grup disiplinini düzenleyen 93. maddesi şöyledir: “Grupta bilmüzakere kabul olunan kararlar gruba mensup bütün azalara muta’dır. Grup müzakeresinde ekalliyette kalanlar ekseriyet kararına tabi olmakla mükelleftirler. ” Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), (Ankara: Yurt Yayınları, 1981), Ek Belgeler s. 369.

35 Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, s. 77-79.

36 Bu iddia, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu TBMM’de görüşülürken ortaya çıkan hükümet bunalımı sonucu, konuyu görüşmek üzere toplanan Halk Fırkası grubu toplantısında Diyarbakır Milletvekili Feyzi Pirinççioğlu tarafından 27 Mart 1924’te dile getirilmiştir. Anadolu’da Yeni Gün, 2 Nisan 1924’te yayınlanan toplantı tutanağından aktaran Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, s. 337.

37 Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, s. 79.

38 Tevhid-i Efkar, 28 Ekim 1923’ten aktaran Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, s. 83.

39 Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, s. 86-87.

40 Akşam, 30 Ekim 1923. 29 Ekim 1923 günü, o güne kadar TBMM çalışmalarına katılmamış olan Halit Karşıalan (Ardahan), Resul Sıtkı (Bitlis), Mehmet Bey (Diyarbakır), Abdülgani Ensari (Mardin), Kemalettin Sami Gökçen (Sinop), Ziyaettin Başara (Sivas), İbrahim Arvas (Van) yemin ederek Genel Kurul çalışmalarına katılmışlardır.

41 Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, s. 373-374.

42 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: 2, s. 1068.

43 Türkiye Cumhuriyeti İlk Anayasa Taslağı ve Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, s. 418.

44 Vatan, 30 Ekim 1923 ve Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: 2, s. 1076.

45 Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, s. 89-97. Cumhuriyeti ilan eden kanun, aynı zamanda “Türkiye Devletinin dini, Din-i İslamdır, Resmi lisanı Türkçedir” hükmünü getirmektedir. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta bu maddeye ilişkin olarak “encümen ve Mecliste din ve lisana ait malumunuz olan madde de ilave edilmiştir” demektedir; ancak bu madde Mütehassıslar Encümeni tarafından hazırlanan taslakta da aynen yer almaktadır. Bak. Türkiye Cumhuriyeti İlk Anayasa Taslağı. Cumhuriyeti ilan eden kanunun adı son derece mütevazıdır: “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Bazı Mevadddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun”. Türk Anayasa Metinleri, s. 105.

46 Bu tema doğrudan Immanuel Wallerstein’e aittir. Bir örnek için bak. Immanuel Wallerstein vd., “Osmanlı İmparatorluğunun Dünya Ekonomisi İle Bütünleşme Süreci”, Toplum ve Bilim, Sayı: 23, Güz 1983, s. 41-54.

47 Giovanni Arrighi, (çev.: Recep Boztemur), Uzun Yirminci Yüzyıl-Para, Güç ve Çağımızın Kökenleri, (Ankara: İmge Kitabevi, 2000), s. 83-99.

48 Çağlar Keyder, “Dünya Ekonomisi İçinde Çin ve Osmanlı İmparatorluğu/Kolonyal Olmayan Periferileşmeye İki Örnek”, Toplumsal Tarih Çalışmaları, (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 1983) içinde s. 153-170.

49 Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 74-75.

50 Çağlar Keyder, “Dünya Ekonomisi İçinde Çin ve Osmanlı İmparatorluğu/Kolonyal Olmayan Periferileşmeye İki Örnek”, s. 158-160.

51 Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi, (Ankara: Yurt Yayınları, 1984).

52 İlber Ortaylı, İkinci Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, (Ankara: A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1981).

53 Bu temaların tartışılması için bak. Sungur Savran, Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri, Cilt: 1, (İstanbul: Kardelen Yayınları, 1992), s. 32-84.

54 Giovanni Arrighi vd., (çev.: C. Kanat vd. ), Sistem Karşıtı Hareketler, (İstanbul: Metis Yayınları, 1995), s. 29.

1Akçam, Taner; İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu-İttihat ve Terakki’den Kurtuluş Savaşı’na, (Ankara: İmge Kitabevi, 1999).

Akşin, Sina; Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, (Ankara: İmaj Yayıncılık, 1996).

Akşin, Sina; İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cilt: 1, İkinci baskı, (İstanbul: Cem Yayınevi, 1992).

Akşin, Sina; Jöntürkler ve İttihat ve Terakki, (İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1980).

Alpkaya, Faruk; Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, (Ankara: İletişim Yayınları, 1998).

Arrighi, Giovanni; (çev.: Recep Boztemur), Uzun Yirminci Yüzyıl-Para, Güç ve Çağımızın Kökenleri, (Ankara: İmge Kitabevi, 2000).

Arrighi, Giovanni; Hopkins, Terence K.; Wallerstein, Immanuel; (çev.: C. Kanat vd. ), Sistem Karşıtı Hareketler, (İstanbul: Metis Yayınları, 1995).

Atatürk, Mustafa Kemal; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri-II, İkinci baskı, (Ankara: Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, 1961).

Atatürk, Mustafa Kemal; Nutuk, Cilt: 1-2-3, (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989).

Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar (Der.: Gürbüz Tüfekçi), (Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları, 1983).

Atay, Falih Rıfkı; Çankaya, (İstanbul: Bateş Yayınları, 1980), s. 373-374.

Black, Cyrill E.; (çev.: Fatih Gümüş, ) Çağdaşlaşmanın İtici Güçleri, (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1986).

Demirel, Ahmet; Birinci Mecliste Muhalafet-İkinci Grup, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1994).

Hanioğlu, M. Şükrü; Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jöntürklük (1889-1902), (İstanbul: İletişim Yayınları, 1985).

Kansu, Mazhar Müfit; Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Cilt: 1, (Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1966).

Keyder, Çağlar; “Dünya Ekonomisi İçinde Çin ve Osmanlı İmparatorluğu/Kolonyal Olmayan Periferileşmeye İki Örnek”, Toplumsal Tarih Çalışmaları, (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 1983) içinde s. 153-170.

Mardin, Şerif; (Çev.: Mümtazer Türköne vd. ), Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1996).

Ortaylı, İlber; İkinci Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, (Ankara: A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1981).

Ortaylı, İlber; İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, (İstanbul: Hil Yayın, 1983).

Pamuk, Şevket; Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi, (Ankara: Yurt Yayınları, 1984).

Savran, Sungur; Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri, Cilt: 1, (İstanbul: Kardelen Yayınları, 1992), s. 32-84.

Tunaya, Tarık Zafer; Türkiye’de Siyasi Partiler, İkinci baskı (Tıpkı basım), (İstanbul: Arba Yayınları, 1995).

Tunçay, Mete; Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), (Ankara: Yurt Yayınları, 1981).

Türk Anayasa Metinleri, (Haz.: Şeref Gözübüyük-Suna Kili), 2. Bası, (Ankara: A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1982).

Türkiye Cumhuriyeti İlk Anayasa Taslağı (İstanbul: Boyut Yayın Grubu, 1998).

Vatan, 22-23-24 Ekim 1923.

Wallerstein, Immanuel; Decceli, Hale; Kasaba, Reşat; “Osmanlı İmparatorluğunun Dünya Ekonomisi İle Bütünleşme Süreci”, Toplum ve Bilim, Sayı: 23, Güz 1983, s. 41-54.

Zürcher, Erik Jan; Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1995).



Yüklə 13,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   97




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin