Birinci tbmm’nin Açılışı ve Anlamı


Ankara İtilafnâmesi Sonrasında İngiliz Değerlendirmesi / Yrd. Doç. Dr. Neşe Özden [s.285-292]



Yüklə 13,16 Mb.
səhifə28/97
tarix16.01.2019
ölçüsü13,16 Mb.
#97427
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   97

Ankara İtilafnâmesi Sonrasında İngiliz Değerlendirmesi / Yrd. Doç. Dr. Neşe Özden [s.285-292]

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi /Türkiye

Bu çalışma, Fransızlarla imzalanan Ankara İtilafnamesi sonrasında İngilizlerin, Milli Mücadele’nin değişen iç ve dış politika şartlarına, Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa, Anadolu’daki İttihatçı oluşumlar ve Türk-Bolşevik ilişkilerine bakış açısını İngiliz belgelerindeki [Dışişleri Bakanlığı belgeleri (Foreign Office-FO) ve kabine tutanakları (Cabinet Papers-CAB)] yansımalarıyla irdelemeyi amaçlamaktadır.

Sakarya Meydan Muharebesi 13 Eylül 1921’de Türk ordusunun mutlak zaferi ile sonuçlandığı gün, Ankara Hükümeti’yle Fransa arasında antlaşma imzalamak amacıyla gönderilen Franklin Bouillon da Paris’ten İstanbul’a gelmişti.1 Böylece, 13 Ekim’de Kafkasötesi cumhuriyetleriyle Kars Antlaşması ve 20 Ekim’de Fransızlarla Ankara İtilafnamesi’nin imzalanması, Yunanlılara karşı Sakarya’da kazanılan askeri zaferin yarattığı bu olumlu ortamda gerçekleşecek; Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Türk Milli Mücadelesi’nin askeri başarısı, diplomatik cephedeki muhtelif göstergeleriyle pekişecekti.

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Muharebesi sonrasındaki olumlu tabloyu şöyle aktarıyordu: “…bugün memleketimizin hakiki menfaatini temin edecek gündeyiz ve bunu bize, bu Sakarya muzafferiyeti temin etmiştir. Biliyorsunuz Fransız murahhaslarıyla müzakere cereyan ediyor. İngilizlerle İstanbul’da temasımız vardır. Kars’ta konferans devam ediyor. İtalyanların müracaatları vardır”. Ancak, Milli Mücadele adına atılması gereken adımların henüz bitmediği de bir gerçekti. Bu gerçek, Mustafa Kemal’in şu sözlerinde hayat bulmaktaydı: “gayet kuvvetli bir cephe ile karşılarına çıkmazsak, hepsi teması keser ve çantalarını alır giderler”.2 Mustafa Kemal’in oluşturmak isteği kuvvetli cephe, çok boyutlu ve kapsamlı olduğu kadar, hem Sovyet Rusya hem de İtilaf devletlerine yönelik politikalarda hassas ayarların dikkatle yapıldığı bir mücadele sahasıydı.

Fransa ile yapılan Ankara İtilafnamesi, de facto Ankara yönetiminin ilk kez bir İtilaf devleti tarafından tanınması, Kilikya’nın boşaltılması, Anadolu’nun -Hatay dışında- bugünkü güney sınırının belirlenmesi şeklinde kapsamlı bir anlam ve önem ifade etmekteydi.3

Diğer yandan, Milli Mücadele’nin Bolşevik Rusya’yı ikincil plana itmiş olabileceği şüphesini de bünyesinde barındırıyordu. Aslında Ankara ile Moskova arasındaki gerginlik daha Sakarya Muharebesi sırasında, yani eski İttihatçı lider Enver Paşa’nın Milli Mücadele’de yönetimsel rol oynamak için Batum’dan Anadolu’ya geçme çabasında bulunduğu bir dönemde, yoğun bir şekilde hissedilmişti. Ancak Sakarya zaferi, Sonyel’in deyimiyle, Enver’in Mustafa Kemal’e yönelik ‘açık düellosu’nu sonuçsuz bırakmış ve Sovyet Rusya’nın Anadolu’yu Enver Paşa aracılığıyla Bolşevikleştirme planlarını altüst etmişti.4 Enver Paşa’nın Batum’da bulunduğu sırada, İttihatçılığın merkezi Trabzon’da Enverciler ‘Bozuk Parti’ ismiyle bir örgüt bile oluşturmuşlardı.5 Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın ifadesiyle, bu cemiyetin Enver Paşa ve arkadaşları adına Ankara hükümetine bir darbe yapmaya yönelik faaliyetleri, “haricin fikri”ydi. Ancak Karabekir’in de saptadığı üzere, Sakarya zaferi sonrasında Bolşevikler artık Enver’le yol almanın mümkün olamayacağının muhtemelen farkına varmışlardı.6

Ankara İtilafnamesi imzalandıktan sonra, Anadolu’ya yönelik Bolşevik ilgisi varlığını sürdürürken, Ankara yönetimi ise Bolşeviklerden Misak-ı Milli’nin Batı’ya tanıtılmasında, cephane ve mali destek temini konularında yardım beklemeye devam etmekteydi. Bu amaçla Mustafa Kemal Paşa, 20 Kasım 1921 günü Moskova’daki büyükelçi Ali Fuat Paşa’ya yolladığı talimatta, Bolşeviklerin Türk dostluğundan şüpheye düşürülmemesini ve Misak-ı Milli çerçevesinde uzlaşmada Ankara-Londra arasında aracı görevini üstlenmelerinin teminini; Ankara İtilafnamesi’nde Bolşevik Rusya ve diğer Sovyet Cumhuriyetlerini ilgilendirecek hiçbir maddenin bulunmadığının kendilerine tekrar edilmesini önemle vurguluyordu.7 Ancak Ankara İtilafnamesi’yle ilgili İngiliz propagandası Rus cephesinde uzun süreli bir tedirginlik yarattığından, Ukrayna başkomutanı General Frunze 19 Aralık 1921’de, olumsuzlukların giderilmesine yönelik bir dostluk antlaşması yapmak amacıyla Ankara’ya gelecekti.8

Mustafa Kemal ayrıca, Türk-Bolşevik ilişkileri çerçevesinde, Milli Mücadele’den kopuk ama dolaylı bir irtibat boyutu olan sürgündeki İttihatçı liderler Enver ve Cemal Paşa’nın Rusya ve Afganistan’daki faaliyetlerini izlemeyi de ihmal etmiyordu. Yaklaşık iki yıldır Moskova denetimli bir çizgide faaliyet gösteren ve iyi ilişkiler içinde olmadığı Enver Paşa’dan elini yıkamış görünürken, Afganistan’daki Cemal Paşa ile irtibatını sürdürmek niyetindeydi.9 Ali Fuat Paşa’ya gönderdiği 26 Kasım tarihli telgrafında, Cemal Paşa’nın Enver Paşa ile ilişkisini kesmesi gerektiğini vurguluyor; bu konuyu ‘açıkça’ Cemal Paşa’ya iletmesini istiyordu.10 Gerçekten de bu tarihlerde oldukça karmaşık ilişkiler ağında ilerleyen Enver Paşa, Moskova’yı bile şaşırtacak kadar yeni bir rota tayin etmekle uğraşıyordu.

Enver Paşa, Sakarya Muharebesi sırasında Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’de liderliği ele geçirmek için zaman kollamıştı. Nitekim bu tarihlerdeki İngiliz kabine tutanakları, Enver Paşa’nın Bolşevikler ile Anadolu’daki Türkiye Komünist Partisi’ni birbiriyle irtibatlandıran ‘en değerli bağlantı (the most valuable link)’ olduğu ve Envercilerle komünistlerin eşanlamlı (synonymous) olduğu yönünde bilgiler içermekteydi. İngilizler -yine bu tarihlerde- Mustafa Kemal’in, Enver’in Anadolu ve Almanya’daki uzantılarından, Türkistan ve Afganistan’daki faaliyetlerinden çekindiği; gizli Türk komünist organizasyonlarının bir süredir İstanbul’da üslendiği ve ittihatçılarla ortak hedefler etrafında irtibata geçerek gizli bir şekilde örgütlendikleri; Bolşeviklerin ise -Dağıstan ve Azerbaycan’da yaptıkları gibi- Türk komünistlerini Anadolu’daki planlarına alet edecek şekilde kullanmak istedikleri yönünde muhtelif haberler elde ediyorlardı.11 Ancak Sakarya zaferi Mustafa Kemal Paşa komutasında kazanılmıştı. Dolayısıyla, Enver Paşa için Anadolu hareketinin liderliğini ele geçirme ihtimali artık tamamen yokolmuştu. Bu anlamda, Enver Paşa’nın, 8 Kasım 1921’de “ava gidiyorum” bahanesiyle Buhara uzerinden Türkistan seferine yönelmesi,12 yerinde bir zamanlamaydı; ve aslında, Enver Paşa’nın hayatı ve ideallerinin geneline bakıldığında pek de sürpriz değildi.

Batum’da Anadolu liderliğine yönelik hayalleri gerçekleşmeyen Enver Paşa, Ankara İtilafnamesi sonrasında artık bambaşka bir kimlikle, Bolşevik karşıtı kimliğiyle, mücadelesine Türkistan’da devam edecekti. Enver Paşa’nın Batum’dan ayrılmasından sonra amcası Halil Paşa (Kut)’nın işittiği ve aktardığı şekliyle, Ruslar, Enver Paşa ile Cemal Paşa’nın Türkistan’da birleşerek görüşmelerini bilinçli olarak önlemişlerdi ve Enver Paşa, Cemal Paşa’yı Buhara’da bulamamıştı. Bu durum da onu umutsuzluğa, karşısındakilerin iyi niyetli olmadıkları inancına itmiş ve ‘Asya ihtilali’ konusunda daha önceden ertelemiş olduğu kararını uygulamaya koymasında etkili olmuştu.13 Ayrıca ihtimal dahilindeydi ki, Sakarya zaferinden sonra, amacını aşan faaliyetler içine giren Yeşil Ordu Cemiyeti ile yeraltı Komünist Fırkası mensupları hakkında takibat başlayınca, Gürün’ün de vurguladığı gibi, artık Rusların ilgisini tamamen kaybettiğini gören Enver Paşa Buhara’ya gitmekten başka çare görememişti.14

İşte tam bu tarihlerde Afganistan’la ilgili görüşmeler yapmak için Moskova’dan Almanya’ya gitme hazırlığı içinde olan Cemal Paşa, Buhara’ya gittiğini öğrendiği Enver Paşa’yı tekrar Moskova çizgisine çekmek için büyük bir gayret sarfediyordu. 15 Kasım’da Cemal Paşa Berlin’den Enver’e: “…Doktor Nazım ile beraber serian Moskova’ya avdet et. Halil ve Küçük Talat’ı Iran’a gönderme. Onların dahi hemen Moskova’ya gelmelerini temin et. Ve kendin vakit kaybetmeden Berlin’e gel. Oradan da Malta’dan çıkmış olanlarla birlikte bir umumi kongre akdedelim” 15 çağrısında bulunuyordu. Fakat, artık biraz geç kalınmıştı.

Ankara İtilafnamesi sonrasında İngiliz cephesine bakıldığında ise, İngilizlerin bir yandan yaklaşık onbir ay sürdürdükleri Afgan görüşmelerini 15 Kasım’da sonuçlandırarak Afganistan’ın bağımsızlığını tanıma aşamasına geldikleri,16 diğer yandan da Ankara İtilafnamesi’nin gizli tarafları bulunduğuna dair propaganda yaptıkları görülmekteydi. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Franklin-Bouillon’un sonuçlandırdığı bu Türk-Fransız İtilafnamesini bir türlü içine sindiremiyordu. İtilafnamenin Fransız Başbakanı Aristide Briand’ın kendi ülkesinde bile ciddi bir şekilde eleştirilmesine neden olduğunu ve Fransa’da bu itilafnamenin genelde ‘İngiltere’ye dostça olmayan ve nihayetinde Ermenilere ihanet eden’ bir nitelikte algılandığını iddia ediyordu.17 Curzon’a göre bu itilafname, Franklin-Bouillon tarafından yürütüldüğü, İngilizlere danışılmadığı, Sevr Barış Antlaşması’ndan ödün verilmesi anlamına geldiği ve İtilaf Devletleri birlikteliğine bir darbe olduğu için hem İngiltere hem de Fransa’da ciddi eleştirilere hedef olmuş ve Briand yönetiminin geleceğini de riske atmıştı.18

Kısacası Lord Curzon, Kilikya’da seksen bin askeri bulunan Fransa’nın Milli Mücadelecilerle bir an önce bir antlaşmaya varmak istemesini haklı bulduğunu ifade

ediyor; ama kendilerine bildirilmeden -hatta gizlenerek- yürütülmüş olan Franklin Bouillon görüşmelerinden duyduğu memnuniyetsizliği gizlemiyordu.19

Öte yandan, İstanbul’daki en üst düzeydeki İngiliz diplomatik temsilcisi Sir Horace Rumbold’a ulaşan bilgilere göre, Sakarya zaferi sonrasında Ankara’da hakim olan hava, bir kez daha, Milli Mücadeleci cephede ‘uzlaşmaz (intractable)’ bir bakış açısının egemen olacağına işaret etmekteydi. Ankara İtilafnamesi ise Milli Mücadelecilere, İtilaf Devletleri arasındaki dayanışmanın ne denli zayıf olduğunu göstermişti. Dahası Milli Mücadeleciler, İngiliz basınındaki bazı haberleri İngiltere’de kendilerine sempati beslendiği şeklinde yorumlamakta ve İrlanda sorununun gelişim evrelerini yakın bir ilgiyle izlemekteydiler. Kars Antlaşması, Milli Mücadelecilerin kuzey sınırını güvence altına almıştı. Milli Mücadeleciler İslam dünyasında güçlü bir merkezî pozisyona sahip olma yolundaki ümitlerini de tazelemekteydiler.20

İngiliz Yüksek Komiseri Horace Rumbold, Milli Mücadele’nin -iç sorunlar yaşamasına rağmen- Sakarya zaferi sonrasında çok güçlü bir konuma ulaştığını biliyor ve mevcut zaman itibariyle Milli Mücadelecilerle dialog kurmaktan çekiniyordu.21 Ancak dialog kurmuş olanları eleştirmekten de geri kalmıyordu. Nitekim, Mustafa Kemal’in 1 Mart 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nde yaptığı ve Milli Mücadeleci basında yayımlanan bir konuşmasında ‘Milli Mücadelecilerin 1921’de Rus Cumhuriyetleri ve Fransa ile yaptığı antlaşmaların Sevr Barış Antlaşması’nın uygulanmasının artık mümkün olmadığını gösterdiği’ yorumuna karşı Rumbold, imalı bir tavır takınarak, Mustafa Kemal’in bu yorumunu ‘ilginç (interesting)’ olarak tanımladıktan sonra “Ankara diplomasisinin -eğer hem Rus Bolşevizmini hem de Fransız kapitalizminin gözlerini boyamayı hedefliyorsa- kendine çok güç bir görev edindiği (the diplomacy of Angora has set itself a difficult task, if it means to hoodwink both Russian Bolshevism and French capitalism)” ifadesini kullanıyordu.22 Rumbold bu sözleriyle, İngiliz isteklerinin dışında gelişen ve İngiltere’nin mevcut son siyasi gündemi belirlemedeki yetersizliğini gözler önüne seren gerçekleri görmekten kaçınmaktaydı.

Ancak Fransız cephesinde durum çok farklıydı. Franklin-Bouillon 27 Ocak 1922’de İngiliz Dışişleri temsilcilerine kendisini, Ankara liderleri üzerinde tesirli yegane Avrupalı şahsiyet olarak tanımladı. Dört defa gittiği Ankara’da, Milli Mücadeleci liderlerle birlikte toplam on dört ay yaşadığını, Anadolu ve Ortadoğu’yu yirmibeş yıldır yakından tanıdığını ve Rusya konusunda da bilgi sahibi olduğunu belirterek, herkesten çok Milli Mücadeleciler ve onların hedefleri, politikaları ile içinde bulundukları şartlar hakkında konuşmaya hakkı olduğunu belirtti. Bouillon kendisini, bir ‘politikacı, Doğu uzmanı ve hatta Fransa’daki tek gerçek Doğu uzmanı’ olarak görüyordu. Mustafa Kemal ve diğer Milli Mücadeleci liderleri ‘dostlarım’ olarak nitelendiren Bouillon, bu arada, İngilizleri de unutmuyor ve kendisinin İtilaf grubunun güçlü bir destekçisi olduğunu sözlerine ekleyerek, Milli Mücadelecilerle olan irtibatında kendisini sadece Fransa için değil İngiltere için de çalışıyormuş gibi hissettiğini belirtiyordu.23

Bouillon, Türk Milli Mücadelesi’nin Fas’tan Hindistan’a kadar, Azerbaycan’da, Dağıstan, Hazar-ötesinde ve Volga Müslümanları arasında büyük bir dikkatle izlendiğini vurgulayarak, Ankara hükümetinin Afganistan’daki etkisinin bazı Anadolu vilayetlerindekinden bile daha fazla olduğunu ve Hindistan’daki dolaylı etkisinin de azımsanamayacak derecede güçlü olduğunu dile getiriyordu. Bouillon’un görüşüne göre, Müslüman halklar Bolşevizmi asla bir hayat felsefesi olarak kabul etmeyeceklerdi ve Müslümanlar aslında Asya’da Bolşevizmin yayılmasına doğal bir bariyer (the natural barrier) teşkil etmekteydiler. Milli Mücadelecilerin Bolşevizm ile ilgili tehlike sinyallerinin tarihçesini, 1920 Bakü Kongrelerine kadar geri götürmek mümkündü.

O sıralardaki konferansların birinde, Lenin’den sonra gelen en etkin kişilerden biri olan Zinovyef, açık bir şekilde “Bolşevik hedefinin Müslüman halklarını Bolşevikleştirmek ve onlardan faydalanmak” olduğunu ifade etmiş ve bunun üzerine Türk delegeleri Ankara’ya döndüklerinde “Bolşevizmin kendilerine uymadığını, Bolşevikleri kullanmak zorunda olduklarını ancak Bolşevizmi asla kabul edemeyeceklerini” belirtmişlerdi. Franklin-Bouillon’a göre, Müslümanlar artık her zamankinden daha fazla Bolşevizme karşıydılar. Eğer Bolşevik yardımı kesilirse, Türkler ve Bolşevikler tekrar amansız birer düşman durumuna geleceklerdi. Ancak, Bouillon’un öngörüsüne göre, Bolşevik yardımı kesilmeyecekti. Enver Paşa’nın geri adım attığı yolundaki haberler de inandırıcı olmaktan çok uzaktı.24

Franklin-Bouillon’a göre, Milli Mücadeleci ordu, yaklaşık ikiyüz bin askerden oluşuyordu. Tüfekleri mevcuttu; ancak giysi ve botları az sayıdaydı. Büyük miktarda savaş malzemesi yığmaktaydılar; top mermileri, rehavet halindeki İngiliz inzibatı tarafından korunan (guarded by somnolent British police) İstanbul’daki cephanelikten elde ediliyordu. Bouillon, mermi sevkiyatının iki tanesinden haberdardı. Bu sevkiyatlar, bahsedilen cephanelikten ‘buharlaşmış (evaporated)’ bir şekilde Milli Mücadelecilere ulaşmışlardı: biri sekiz bin, diğeri ise kırkbeş bin miktarındaydı. Franklin Bouillon’un -Childs’in deyimiyle ‘artniyetli bir şekilde (maliciously)’- iddia ettiği üzere, Binbaşı Henry İnebolu’ya gitmiş ve ilk sekiz binlik mermi sevkiyatını yukarıda adı geçen cephanelikten Milli Mücadelecilere satmıştı. Bouillon bu açıklamalarına, Fransızların da Milli Mücadelecilere üniforma, silah, cephane ve on adet uçak temin ettiğini de ekliyordu.25

Franklin-Bouillon Kilikya konusunda çözüm getiren Ankara İtilafnamesi’ni bir ihanet olarak algılayan İngiliz tepkilerini anlayamadığını çünkü görüşmelerden onların da haberdar olduğunu ve İtilafnamenin gizli maddeleri bulunmadığını belirttikten sonra, itilaf dayanışması yoluyla Türklere fazla haşin davranıldığı imajına artık son verilmesinin gerekli olduğuna dair fikrini açıkça ifade etti. Fransa’nın Kilikya’da yılda beşyüz milyon frank harcadığını ve iki yılda beş bin kayıp verdiğini, o nedenle Kilikya’da bu durumun devam etmesinin kabul edilemeyeceğini önemle vurguladı.26

Özetle, Bouillon, Ankara’dan güzel anılar ve elinde bir Türk-Fransız İtilafnamesi ile dönmüştü. İngilizlerin eleştirilerine maruz kalsa da, bu itilafname Bouillon için ve Ankara Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşek) için büyük bir başarı göstergesiydi. Nitekim Yusuf Kemal anılarında, daha sonraki bir tarihte Marsilya’da karşılaştığı Bouillon’un kendisine daima ‘mon complise (suç ortağım)’ diye hitap ettiğini belirtiyordu.27 Bu da gösteriyordu ki Bouillon, “Fransa’nın İngiltere’den ayrılıp Ankara ile bir itilaf imzalamasının bir suç olduğu” yolundaki İngiliz mantığına daha sonraki bir tarihte tekrar referans verdiğinde, kendisine yöneltilen İngiliz eleştirilerini pek de fazla önemsemiyor ve sadece espriyle anımsıyordu.

Yine bu tarihlerde, Ankara İtilafnamesi İtalyanları da harekete geçirmişti. Milli Mücadelecilere ilişkin bilgi veren bir başka haber kaynağı da, İtalyan hükümetinin temsilcisi olarak görevlendirilen Senyör Cavaliere Tuozzi oldu. Tuozzi başkanlığındaki heyet, 9 Kasım-11 Aralık tarihleri arasında Ankara’da görüşmelerde bulundu. 4 Ocak 1922’de İstanbul’a geçen Tuozzi’nin Anadolu’daki durum hakkında Sir Rumbold’a aktardığı bilgilere göre, Milli Mücadeleciler -silah, cephane ve para eksikliklerine rağmen- Yunanlılar tarafından büyük bir askeri mağlubiyete uğratılamazlardı. Anadolu ve İzmir konusunda taviz vermeyeceklerdi; ancak Trakya konusunda uzlaşmaya yanaşabilirlerdi. Anadolu’nun toprak bütünlüğü, ekonomik ve mali özgürlüğü için savaşıyorlardı. Sultan’ın eski Arap topraklarını geri kazanmaktan vazgeçmişlerdi; fakat kendileriyle birliktelik içinde olacak zayıf bir Mezopotamya devletinin oluşumu için gizli planlar yapmayı düşünüyorlardı. Mezopotamya’daki entrikalarını uygulayabilmek için Şeyh Senusi’yi kullanıyorlardı. Kral Hüseyin’e şiddetle karşıydılar ve Türk şehri olarak gördükleri Musul’u almayı arzu ediyorlardı. Tuozzi’nin genel kanaatine göre, TBMM’nin başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’daki siyasi pozisyonu her zamankinden daha güçlüydü. Enver Paşa’nın taraftarları varolan koşullarda Mustafa Kemal için bir tehlike oluşturmamaktaydı; ancak eğer Mustafa Kemal Sakarya’da yenilseydi durum farklı olabilirdi.28

Tuozzi heyetinin bir anlaşmaya varmadan Ankara’dan ayrılması, Milli Mücadeleciler arasında üzüntü uyandırmıştı. Ancak İngilizlerin Binbaşı Henry heyeti,29 Yusuf Kemal’in Tuozzi’ye ifade ettiği şekliyle her ne kadar ciddi bir heyet (not a serious mission) olmasa da, onları cesaretlendirmişti. Milli Mücadeleciler Tuozzi’ye, üç İtilaf Devletiyle antlaşma yapmak suretiyle Yunanlıları saf-dışı bırakma politikası izleyeceklerini açıkça ifade etmişlerdi. Ankara İtilafnamesi’nden oldukça memnundular ve gelecek itilaf konferansında Fransızların desteğinden umutluydular. Ankara’nın Bolşeviklerle ilişkileri ‘karşılıklı şüphe (mutual suspicion)’ye dayalıydı ve Milli Mücadeleciler Bolşevik hükümetinin durumunun eskisinden çok daha güçsüz olduğunun farkındaydılar. Tuozzi’ye göre gelecekteki barış konferansında, Fransa’nın tavrı önemliydi. Eğer Fransa itilaf devletleriyle elele olursa, o takdirde başarılı bir anlaşmaya ulaşmak mümkün olabilecekti.30

Özetle, Tuozzi’nin raporuna da yansıdığı üzere, Sakarya zaferinden sonra Milli Mücadelecilerin kendilerine olan güvenleri büyük ölçüde artmıştı; ama Mustafa Kemal’in rakipleri onu alaşağı etme emellerini terketmemişlerdi. Rumbold’a ulaşan ısrarlı söylentiler, Mustafa Kemal cephesinde Enver Paşa’nın hâlâ büyük bir rahatsızlık sebebi olduğu yönünde yoğunlaşıyordu.31 Bu anlamda, İngilizler de farkındaydılar ki, Mustafa Kemal iç siyasi zorluklarını daha tam olarak aşamamıştı.

Sakarya zaferi sonrasında, Meclis’de bireylerarası ve gruplararası mücadelenin yoğunluğu İngilizlerin dikkatinden kaçmadı. Fakat, bu muhalefetin sadece tatmin olmamış çeşitlilik gösteren dağınık gruplara mensup kişilerden mi oluştuğu, yoksa yeni bir politika takip etmek isteyen kişilerin oluşturduğu sistematik bir örgütlenme mi olduğu, olayın üstünden bir-iki ay süre geçtikten sonra bile İngilizler için hâlâ gizemini korudu.32

Milli Mücadelecilerin Sakarya’daki zaferi, hem Mustafa Kemal Paşa’nın hem de TBMM’de lideri olduğu Birinci Grubun pozisyonunu oldukça güçlendirmişti. Ayrıca, Ağustos ayı sonunda İngiliz Hindistan Bakanı Edwin Montagu’dan gelen ve Hindistan’daki durum hakkında bilgi veren mektubun TBMM’de okunması da olumlu bir hava yaratmıştı. Montagu’nun hem devlet hizmetinde hem de orduda kademeli olarak artan bir sayıda Hintlinin işe alınmasını önermesi, Pan-İslamcıların pozisyonunu zayıflatırken Birinci Grup’un otoritesini daha da arttırmıştı.33 Ancak yine de, Meclis içinde çatallanan muhalif tepkiler Müdafaa-i Hukuk Grubunu ikiye ayırarak birbirleriyle çatışma içine girmelerini hızlandırdı.

Temelde hükümetin yönetimini eleştiren ıkinci Grup, 1921 son aylarında etkinliğini arttırdı.34 Özellikle, Malta’daki ittihatçı tutukluların kurtarılarak Meclise katılmalarından sonra, hükümete karşı sertleşen bu muhalefet, daha örgütlü hareket etmeye başladı.35 Horace Rumbold’un geliştirdiği bir teoriye göre, Mustafa Kemal Bolşeviklerle olan ilişkilerini tekrar güvence altına almaya çalışırken, Bolşevikler Enver’i Mustafa Kemal’e karşı muhalefet oluşturma yönünde teşvik etmede artık daha az istekli görünüyorlardı. Ancak, Mustafa Kemal’in muhalefetinde hem Enver Paşa ve diğer bazı eski partili ittihatçılardan oluşan bir grup hem de Osmanlı Saltanatıyla daha iyi ilişkiler geliştirmenin özlemini çeken bir grup da yer almaktaydı. Her iki gruba mensup unsurlar birbirinden tamamen kopuk değildi. Rumbold’un da gözlemlediği üzere, Mustafa Kemal’e muhalif bu eski İttihatçılar, pozisyonlarını güçlendirmek için kendilerini Halifeliği ve Sultan’ın otoritesini güçlendirmeyi hedefleyen bir oluşum olarak takdim etmekteydiler. Rumbold’a ulaşan diğer bilgilere göre, Berlin’de bir grup Türk vardı ve bunların lider kadrosu arasında eski İzmir Valisi Rahmi Bey de yer almaktaydı. Rahmi Bey, İttihat ve Terakki içindeki etkin Selanik unsurlarından biriydi ve Ankara’ya gitmek için herhangi bir teşvik ile karşılaşmamıştı. Vakit gazetesi editörü Ahmet Emin (Yalman) da bir Selanik Yahudisiydi ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanlarla işbirliği yapmıştı. 1922 Ocak ayında Ankara kabinesinden üç bakanın istifası açıklandıktan birkaç gün sonra, 19 Ocak tarihli Vakit gazetesinin dokuz sütundan az olmayan bir bölümü, Ahmet Emin’in, kabineden istifa eden bakanlardan biri olan Hüseyin Rauf Bey ile görevde olduğu sıralarda yaptığı bir röportajına ayrılmıştı. Rumbold’a göre, bu röportajın Rauf Bey’in istifasının hemen ardından tekrar gündeme getirilmesi manidardı. Dahası, haberin başlığıyla, Rauf Bey’in Halifelik ve Saltanatın kurtarılması uğrundaki kararlılığına özel bir önem atfedilmişti.36 Özetle Rumbold, eğer teorisinde bir parça haklılık mevcutsa, Mustafa Kemal’e yöneltilen muhalefetin iplerinin, büyük bir olasılıkla, Berlin ve İsviçre’deki Türkler ve Selanik Yahudi-dönmeleri (Salonica crypto-Jews) tarafından çekildiğini düşünüyordu. Rumbold, adı geçen bu muhalif oluşumun İtilaf Devletleri ve Sultan’a, Mustafa Kemal’e gösterdiklerinden daha ılımlı bir tavır sergileyeceğine dair ciddi şüpheler taşıyordu. Ancak, bu kişilerin -kendileri çok fazla güçlenmeden- Mustafa Kemal’in siyasi otoritesini zayıflatmayı başarmaları halinde, Sultan’ın siyasi gücünü arttırma ve İtilaf Devletleriyle barışcıl bir uzlaşmaya ulaşabilme yolunda ilerleme kaydedilebileceğine ihtimal vermekteydi.37

Sakarya zaferi sonrasında Meclis-içi panaromaya 5 Ekim tarihli İngiliz istihbarat raporu çerçevesinde bakıldığında, TBMM’nin -Suriye, Arabistan ve Kafkasya’nın eski Türk vilayetlerini temsil eden birkaç onursal üyesinin dışında- yaklaşık 230 milletvekilinden ve belli başlı üç siyasi gruptan oluştuğu görülmekteydi. Çoğunluğu oluşturan ve Mustafa Kemal’in başkanlık ettiği Birinci Grup (Ilımlılar, the Moderate Party), 165-170 üyeden oluşmaktaydı. Bu grup, Yunan ordusunun Sakarya Muharebesi’ndeki yenilgisinin ardından her zamankinden daha güçlü bir hale gelmişti ve artık Müdafaa-i Milliye Grubu (the National Defence Group) olarak isimlendiriliyordu. Bu grup Turkiye’nin geleceğini, Batılı devletler ile iyi ilişkiler kurma ve Rusya’dan çekinme esasına dayandırmaktaydı. Yunan ordusunu safdışı bıraktıktan sonra, İtilaf Devletleri ile Misak-ı Milli çerçevesinde bir barış yapmayı amaçlıyordu. Meclisin makul üyelerinin hemen hemen tümü, bu grubun bünyesinde yer almaktaydı.38

Yusuf Kemal’in liderliğinde 45-50 kişiden oluşan Müfrit Grup (Aşırılar, the Extremist Party), Türkiye’nin tam bağımsızlığının elde edilmesi ve Misak-ı Milli’nin tümüyle uygulanması taraftarıydı. Batı karşıtlığını savunurken Doğu’ya doğru genişlemeyi hedeflemekte, dolayısıyla da Doğu’da egemen olan İngiltere’yi Türkiye’nin ‘müzmin, kronik düşmanı (Turkey’s inveterate enemy)’ olarak görmekteydi. İngiltere’nin ‘sözde (alleged)’ Helen sempatisi bu düşmanlıkta sadece raslantısal bir yer işgal ediyordu. Nitekim Yunanlıların tümüyle yenilmesinden sonra bile İngiltere, Doğu’ya doğru genişlemek isteyen Türkiye’nin yine en güçlü rakibi olacaktı. Bu nedenle, İngiltere’nin Doğu İmparatorluğu’nu kıskaca alan Rusya’nın yardımını almak ne pahasına olursa olsun sağlanmalıydı. Bu grubun tanınan üyeleri arasında, gazetesi aracılığıyla İslamiyet ile Bolşevizm ilkelerinin birbiriyle örtüştüğünü savunan ve yakınlarda Mustafa Kemal ile çekişme için giren Yeni Gün gazetesi editörü Yunus Nadi (Abalıoğlu) bulunmaktaydı. Bir diğer üye olan Nazım (Resmor) da, komünist faaliyetleri nedeniyle hapis cezasına çarptırılmıştı.39

Meclisteki üçüncü ve en küçük grup, Enverci Grup’tu. Sayısal anlamda azınlıkta kalan Enverciler, hedeflerinde ise oldukça aşırıya kaçan bir çizgideydiler. İttihatçı geleneğinin en kötü örneğini temsil eden ve onbeş üyesi olan bu grubun içinde, örneğin, ünlü bir Pan-İslamist ve eski bir İttihatçı olan ve Anadolu’da Bolşevizmi savunan Eskişehir milletvekili Eyüp Sabri (Akgöl) yer almaktaydı. Enverci Grup, tüm Orta Asya boyunca Pan-İslamist bir ayaklanma (Pan-İslamic revolt) gerçekleşmesini amaçlamaktaydı. Bu amaç çerçevesinde, tüm Batılı devletlerin -özellikle de İngiltere’nin- hakimiyetini yokedebilmek için Sovyet Rusya ile geniş çaplı bir işbirliğini öngörmekteydi.40

Böylece İngiliz belgeleri, Meclis-içi siyasi renkleri genel hatlarıyla üç temel grupta sınıflamaktaydı. Çoğunluğu oluşturan, Misak-ı Milli’yi esas alan Mustafa Kemal’in Birinci Grubu’nun yanısıra, Eyüp Sabri’nin Bolşevik ekolündeki grubu ‘Enverci’ olarak tanımlanmakta ve bu grubun Bolşevik-denetimli ve emperyalist (yayılmacı) niteliğinin ağır bastığı vurgulanmaktaydı. Yusuf Kemal’in grubu ise, Misak-ı Milli’ye sadık, Ankara-Moskova yakınlaşmasını savunan, Anadolu-denetimli sosyalist bir grubu ifade etmekteydi.

Kısacası, 1922 yılının Ocağı’na gelindiğinde, Mustafa Kemal yönetimi, her ne kadar Kasım 1921’de oldukça zedelenmiş ikili ilişkiler gündeme gelmiş olsa da, yeniden Bolşeviklere yönelmişti. Enver Paşa ve grubuna açıkça verilen Bolşevik desteğinden artık pek eser yoktu. Mustafa Kemal yine tercih edilecek gibi görünüyordu. Nitekim öyle de oldu. Yeni bir Bolşevik heyeti Ankara’ya yollandı ve Aralık 1921 sonunda Ankara-Ukrayna Antlaşması büyük bir süratle sonuçlandırıldı. Bu çerçevede Rumbold, Mustafa Kemal’in birkaç ay öncekinden çok daha fazla Bolşeviklere yöneldiğini düşünüyordu. Rumbold’un maddelediği şekliyle, Mustafa Kemal’in iç politika zorlukları ve Bolşevik denetiminde faaliyet gösteren Enver Paşa tarafından yerinin kapılması korkusu; Tuozzi heyetinin sonuçsuz görüşmeleri; İngiliz hükümetinin uzlaşmaz tavrı gibi nedenlerden ötürü Misak-ı Milli’nin İtilaf Devletlerince kabulünün zor olması, Mustafa Kemal’in tekrar Bolşeviklere yönelmesinin nedenleri arasında sayılabilirdi.41

Rumbold’un vurguladığı üzere, Ankara ile Moskova ilişkilerinde, karşılıklı bir şüphe kuşkusuz her zaman varolacaktı. Ancak bu husus bile, yine de, Türk-Bolşevik yakınlaşma teorisini tamamen ortadan kaldıramazdı.42 Nitekim takip eden gelişmeler de bunu doğrular nitelikteydi. Ankara-Moskova yakınlaşma imajı, artan bir şekilde 1922’nin ilk aylarında devam etti. İngilizlere göre Mustafa Kemal yönetimi -sanki aradığı siyasi destek ve ordusunun masraflarına yönelik mali destek nedeniyle- Sovyet hükümetine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktaydı. Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa’ya göre, bu durum, bir Türk atasözü olan “Denize düşen yılana sarılır (a drowning man clutches at a serpent)” benzetmesiyle açıklanabilirdi. Ancak Rumbold’un Sadrazama cevaben söylediği şu sözler manidardı: “Bu yılan, Mustafa Kemal’i muhtemelen ısıracak (the serpent would probably bite Mustafa Kemal)”.43 Böylece Rumbold açıkça ikaz etmekteydi ki, bu birliktelik her ne şartta olursa olsun tehlikeliydi.

Özet olarak denilebilir ki, Ankara İtilafnamesi sonrasında İngilizlerin Anadolu’da net olarak gördüğü bir sonuç vardı ki, o da Sakarya zaferinden beri gittikçe artan bir düzeyde Mustafa Kemal’e olan güvenin yaygınlaşmasıydı. 2 Kasım 1921 tarihli Daily Telegraph’da yer alan bir yazıda da görüldüğü üzere, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ile yapılan Kars Konferansı görüşmelerinin başarılı bir şekilde sonuçlanmasının ardından Ankara itilafnamesi’nin imzalanması, Anadolu halkı ve Milli Mücadeleci çevreler tarafından büyük bir diplomatik başarı olarak nitelendirildi. İstanbul’da İttihatçılar tarafından ziyaret edilen kafeler canlanmıştı; kırmızı fesli, kusursuz yaka ve kravatlarıyla şık Avrupa kıyafetli kişiler gruplar halinde oturuyor; Ankara ve Mustafa Kemal’in son başarısı ile ilgili olarak yorum yapıyorlardı.44 Hem Yunanlıları mağlup eden askeri zaferine hem de üç Kafkas devletini biraraya getiren ve ardından Fransızlarla İtilafname imzalayan Mustafa Kemal yönetiminin siyasi ve diplomatik gücüne duyulan takdir, İngilizleri bile imrendirecek düzeydeydi.

Her ne kadar İngilizler Fransızların Milli Mücadelecilerle yaptığı itilafnameden üzüntü duysalar ve yer yer Kemalist-İttihatçı çizgisini ayırmakta zorluk çekseler de, artık Mustafa Kemalcileri, uzlaşmaz Pan-İslamistlere kıyasla ‘ehven-i şer’ olarak algılamaya daha çok eğilim gösteriyorlardı. Çünkü İngilizlerin gözünde, Misak-ı Milli’nin çok ötesinde talepleri olan, Hindistan’a kadar uzanan bölgede İngilizleri tehdit eden, Bolşevik-denetimli ve İttihatçı ağırlıklı oluşumların faaliyetlerinin önlenmesi şarttı. Aslında İngilizler bu tarihlerde net bir şekilde gözlemleyebildiler ki, Mustafa Kemal de Misak-ı Milli’yi aşan boyutlarda hedefler taşıyan tüm iç ve dış aşırı oluşumları, Milli Mücadele’nin dışında tutmaya özen gösteriyordu. Bir bakıma Ankara ile Londra arasında, bu noktada bir amaç ortaklığından bile sözedilebilirdi. O halde, belki de, İngiltere’nin yapması gereken en acil girişim, Mustafa Kemal’in makul isteklerine artık önyargısız ve dikkatlice bakabilmeye çabasında saklıydı.

1921 yılı sonunda İngilizlere ulaşan askeri istihbarat haberleri, Fransa ile ayrı bir antlaşma imzalayan ve benzer bir antlaşmayı İtalya ile yapma yolunda ilerleme kaydeden Milli Mücadelecilerin, artık İngilizlerle uzlaşmaya niyetli oldukları görüntüsünü de vermekteydi. Bu görüntüye göre, Türk-İngiliz Esir Mübadelesi Antlaşması’nın 23 Ekim’de Rumbold ile Ankara hükümeti adına Hamit Bey arasında imzalanması ve 1 Kasım’da da Türk ve İngiliz esirlerinin İnebolu’da değiştirilmesi, Anadolu’da olumlu bir hava yaratmıştı. Eğer İngilizler Yunanlılara desteklerini keserlerse, uzlaşma ortamı sağlanabilirdi. İran, Azerbaycan ve diğer Kafkas devletleriyle yapılan antlaşmalar Ankara yönetiminin pozisyonunu güçlendirmişti. Milli Mücadeleciler artık kendilerine dikte ettirilen maddeleri kabul etmek zorunda olmadan İngiltere ile eşit bir platformda görüşebilecekleri kanısındaydılar. İtilaf devletlerinin hepsiyle uzlaşmaya varmaları, onlara Yunanlılara karşı askeri bir üstünlüğün ve Milli Mücadeleci nitelikli bir yönetimin İstanbul’da tesisinin kapılarını aralayabilecekti. Milli Mücadele’ye ihanet etmiş olduğu gerekçesiyle, Sultan Vahdettin’e bir an için bile taviz verilmeyecekti; ya feragat etmek ya da yurtdışına kaçmak zorunda kalacaktı. Muhtemelen Vahdettin’den sonra Abdülmecit tahta geçecekti. Ancak her ihtimal dahilinde, Milli Mücadeleciler, Halifeliğe yeni atanacak kişi konusunda İngiltere’nin müdahalesine asla izin vermeyeceklerdi.45 Sonuç itibariyle, Mustafa Kemal Paşa ve Ankara yönetimi askeri ve diplomatik zaferlerle gelen başarının haklı gururunu yaşıyordu. Misak-ı Milli’den ödün verilmeyeceği açıktı. Diğer bir deyişle, ufukta barış görünüyordu ancak uzun vadeliydi.

1 Yunanlıların Ankara-hedefli saldırıları üzerine 23 Ağustos’ta başlayan Sakarya Meydan Muharebesi’nde toplam insan kaybı (ölü, yaralı, esir) sayısı, Türklerin yirmi üç bin Yunanlıların ise otuz yedi bin civarındaydı. Sakarya zaferinin kazanıldığı gün, sürgündeki ittihatçı lider Enver Paşa da Türkistan’a gitmek üzere gizlice Bakü’den ayrıldı. Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C. IV, (Ankara 1996), s. 49, 51.

2 Kazım Öztürk, Atatürk’ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, C. I, (Ankara 1990), s. 583.

3 Franklin-Bouillon heyeti ve itilafnamenin şartları için bkz. Salahi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C. II, (Ankara 1986), s. 198-202.

4 Salahi R. Sonyel, “Kurtuluş Savaşı Günlerinde Mustafa Kemal-Enver Çatışması”, Belleten, C. LIV, Sayı: 209 (Nisan 1990), s. 399-400; Salahi R. Sonyel, “Enver Paşa ve Orta Asya’da Başgösteren Basmacı Akımı”, Belleten, C. LIV, Sayı: 211 (Aralık 1990), s. 1179.

5 Bozuk Parti üyelerinin Trabzon’daki entrikalarına son vermek amacıyla, TBMM ve Doğu Cephesi Komutanlığı tarafından verilen mücadelede, Trabzon valisi Ebubekir Hazım (Tepeyran) ve VI. Süvari Tümeni komutanı Albay Sami Sabit (Karaman) önemli rol oynadılar. Bkz. Sabahattin Özel, Milli Mücadelede Trabzon, (Ankara 1991), s. 160-5; Ebubekir Hazım Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, (İstanbul 1982), s. 111-4; Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıraları, (İstanbul 1957), s. 25-6.

6 Kazım Karabekir, İstiklal Harbimizde Enver Paşa ve İttihat Terakki Erkanı, (İstanbul 1967), s. 151, 333.

7 Mustafa Onar, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, C. II, (Ankara 1995), s. 307-8; Kamuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), (Ankara 1991), s. 75.

8 Sami Sabit Karaman, İstiklal Mücadelesi ve Enver Paşa, (İzmit 1949), s. 85; Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, (İstanbul 1960), s. 1155; Gürün, a.g.e., s. 76. Cebesoy’a göre, Rusya, Ankara İtilafnamesi’nden memnun olmalıydı; çünkü aslında Türk-Bolşevik amaçlarına katkıda bulunan bir nitelik bile taşıyordu. Ancak Bolşevikler bunu görmek istemediler. Oysaki, kendileri İngilizlerle ticari antlaşma yaptığı halde Türk cephesi bu konuda tepkisel bir tavır takınmamıştı. Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, (İstanbul 1955), s. 263.

9 Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, C. III (1914-1922), (İstanbul 1972), s. 596-7.

10 Onar, a.g.e., s. 308.

11 CAB24/128, C. P. 3330, “İngiliz sömürgelerine, denizaşırı ve diğer ülkelerdeki ihtilalci hareketlere yönelik aylık rapor”, No. 34, (Ağustos 1921), s. 44-5.

12 Enver Paşa’nın Türkistan Bağımsızlık Mücadelesi (Basmacı hareketi) içindeki başarıları hakkında bkz. Baymirza Hayit, Basmacılar: Türkistan Milli Mücadele Tarihi (1917-1934), (Ankara 1997), s. 200-5, 214-21.

13 Halil Paşa, İttihat ve Terakki’den Cumhuriyete Bitmeyen Savaş, (haz. M. Taylan Sorgun), (İstanbul 1972), s. 362. Nitekim, İttihat-Terakki döneminde Tanin gazetesinin sorumlu müdürü olarak görev yapmış olan Muhittin Bey, Batum’dan Bakü’ye geçen Enver Paşa’ya Türkistan’a niçin gittiğini sorduğunda, Enver Paşa, ‘Kabil’den gelmekte olan Cemal Paşa’yı Taşkent’te karşılamak için’ yanıtını vermişti. Ancak bu buluşma gerçekleşemedi. Aydemir, a.g.e., C. III, s. 617.

14 Gürün, a.g.e., s. 51.

15 Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 281.

16 Cebesoy’un da dikkatini çektiği üzere, vaktiyle Cemal Paşa’nın etkisiyle imza edilmeyen İngiliz-Afgan Antlaşması’nın, Paşa’nın Almanya’ya gitmek üzere yola çıkmasından sonra imzalanması, Afganlıların Ruslar tarafından daha fazla oyalanmak istemediklerini izlenimini veriyordu. Cebesoy, a.g.e., s. 271.

17 CAB23/39, C. 121, “Bakanlar Kurulu Kararları’, (21 Aralık 1921).

18 CAB23/27, C. 88 (21), “Bakanlar Kurulu Kararları’, (22 Kasım 1921).

19 Lord Curzon’un Ankara İtilafnamesi’yle ilgili analizi (örneğin, itilafnamenin İngiliz-Fransız ikili antlaşmaları, azınlıklar, toprak ve ulaşım hattı açısından değerlendirilmesi) için bkz. CAB23/27, C. 84 (21), “Bakanlar Kurulu Kararları’, (1 Kasım 1921).

20 FO371/6535/E12559/143/44, Rumbold’dan Curzon’a, No. 724, İstanbul 13 Kasım 1921.

21 A.g.b.

22 FO371/7857/E2752/5/44, Rumbold’dan Curzon’a, No. 225, İstanbul 6 Mart 1922.

23 Sir Howard d’Egville’nin organize ettiği ve İngiliz Dışişleri danışmanları W. J. Childs ve Headlam-Morley’in de hazır bulunduğu 27 Ocak tarihli öğle yemeği sırasında Franklin-Bouillon ile yapılan görüşme hakkında bkz. FO371/7854/E1179/5/44, Dışişleri Bakanlığı, Childs’in Memorandumu, 30 Ocak 1922.

24 A.g.b.

25 A.g.b. Yunanlılar zaten, Fransız ordusunun Kilikya’dan çekilmesi sırasında Türklere silah, üniforma, mühimmat verdiklerini tahmin etmişlerdi. Dahası, Yunan yazarlarına göre Fransızlar, askeri gücünü kolayca taşıyabilmesi için, Mersin limanını da Mustafa Kemal’e bırakmışlardı. Sonyel; a.g.e., s. 204.

26 A.g.b.

27 Yusuf Kemal Tengirşek, Vatan Hizmetinde, (Ankara 1981), s. 308.

28 WO106/1421 (FO371/7853/E320/5/44), Rumbold’dan Curzon’a, No. 13, İstanbul 6 Ocak 1922. Ayrıca General Harington’un telgrafına bkz. CAB24/131, C. P. 3533, (7 Aralık 1921), Savaş Bakanı’nın Memorandumu: ‘İngiltere ve Türk Milli Mücadelecileri’.

29 Refet Paşa Binbaşı Henry ile 27 Kasım-5 Aralık 1921 tarihleri arasında İnebolu’da buluştu. İngiliz Savaş bakanı L. Worthington-Evans kabine memorandumunda, itilaf işgal Güçleri komutanı General Charles Harington’un İstanbul’dan yolladığı 1 Aralık ve 3 Aralık tarihli iki telgrafı yayımladı. 3 Aralık tarihli telgrafa göre Harington, Henry’nin Refet Paşa’yla buluşmasından -söylentilerin aksine- tamamen habersiz olduğunu bildiriyor ve ‘İngiliz heyeti’ hikayelerinin bütünüyle asılsız (pure fabrication) olduğunu da sözlerine ekliyordu. CAB24/131, C. P. 3533, (7 Aralık 1921), Savaş Bakanı’nın Memorandumu: ’İngiltere ve Türk Milli Mücadelecileri’.

30 WO106/1421 (FO371/7853/E320/5/44), Rumbold’dan Curzon’a, No. 13, İstanbul 6 Ocak 1922.

31 FO371/6536/E13327/143/44, Rumbold’dan Curzon’a, No. 1084, İstanbul 28 Kasım 1921.

32 FO406/49/E1107/27/44, Rumbold’dan Curzon’a, No. 95, İstanbul 24 Ocak 1922. Kasım 1921’de TBMM’deki uyumsuzluk belirgindi. Örneğin, Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlık yetkisini sürdürmek için Meclis’e sevkedilen kanun müzakereleri sırasında bazı milletvekilleri muhalif bir tutum izlediler. Selahattin Tansel; Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. IV, (Ankara 1978), s. 114. Meclis’teki tartışmaları, birkaç ay sonra, Ocak 1922’de, üç bakanın istifası izleyecekti: Bayındırlık bakanı Hüseyin Rauf (Orbay) (7 Ocak), Milli Savunma ba

kanı Refet Paşa (Bele) (10 Ocak) ve iktisat bakanı Mahmut Celal (Bayar) (14 Ocak).

33 FO371/6533/E11670/143/44, Askeri İstihbarat Bürosu, No. MI. 2., İstanbul 22 Ekim 1921, Ek: Türkiye Dosyası. 260, İstanbul’dan Gelen 5 Ekim Tarihli Rapor. Hindistan Bakanı Edwin Montagu, 22 Aralık 1920’de benzer önerilerde bulunmuştu. Buna göre, Filistin, Mısır ve Mezopotamya’nın askeri ve sivil yonetimini ele geçirecek bir Ortadoğu Masası oluşturulmasını; Ortadoğu ordusunun da Hintlilerden derlenmesini ve zaman içinde yerini bölgenin yerli insan kaynaklarına bırakmasını gündeme getirmişti. CAB24/117, C. P. 2348, (22 Aralık 1920).

34 İngiliz belgelerinde, İkinci Grup oluşumu olarak 1921 sonları gösterilmektedir. Ancak, Ahmet Demirel’in de vurguladığı gibi, Mustafa Kemal Paşa’nın şahsında gerçekleşen yetki toplulaşması ve Meclis üstünlüğü ilkesine aykırı çeşitli uygulamalara karşı beliren muhalefet hareketi, Birinci Grup’un kuruluşundan ondört ay sonra, 1922 Temmuzu’nda ikinci Müdafaa-i Hukuk Grubu adıyla örgütlü bir yapı içine girmiştir. İkinci Grubun kuruluş tarihine ilişkin olarak öne sürülen savlar ve Birinci Grup ve ikinci Grup üyelerinin listesi için bkz. Ahmet Demirel, Birinci Meclis’te Muhalefet: ıkinci Grup, (İstanbul 1995), s. 120-7, 379-380.

35 Birbirinden farklı amaç ve düşünceye sahip milletvekillerinden oluşan ikinci Grup’ta başı çeken milletvekillerinin arasında, Malta’dan gelen İstanbul Meclisi’nin ittihatçıları dikkat çekmekteydi. Hüseyin Avni, Albay Salahattin, Rauf, Kara Vasıf, Ali Şükrü, Müfit Hoca, Mehmet Şükrü, Celalettin Arif gibi kişiler, ikinci Grubun önde gelenlerindendi. Bkz. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk (1919-1927), (Ankara 2000), s. 428-30; Suna Kili, Atatürk Devrimi, (Ankara 1981), s. 98; İhsan Güneş, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Düşünsel Yapısı (1920-1923), (Eskişehir 1985), s. 143-6.

36 FO406/49/E1107/27/44, Rumbold’dan Curzon’a, No. 95, İstanbul 24 Ocak 1922. Ahmet Emin ve Hüseyin Rauf Bey, 23 Ekim 1921 tarihli Türk-İngiliz Esir Mübadelesi Antlaşması gereğince, Malta’dan serbest bırakılan ve 1 Kasım 1921’de İnebolu’da İngilizlerle değiştirilen 59 Türk’ün, Anadolu’ya çıkmayarak İstanbul’a giden kesimi arasındaydılar. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C. II: Mütareke Dönemi, (İstanbul 1986), s. 50.

37 A.g.b.

38 FO371/6533/E11670/143/44, Askeri İstihbarat Bürosu, No. MI. 2., İstanbul 22 Ekim 1921, Ek: Türkiye Dosyası. 260, İstanbul’dan Gelen 5 Ekim Tarihli Rapor. Ayrıca bkz. FO371/6531/E11069/143/44, Granville’den Curzon’a, No. 522, Atina 4 Ekim 1921, Ek: Karargah’tan Savaş Bakanlığı’na, No. 1116, 3 Ekim 1921, ‘Ankara’da BMM’indeki Üç Grup’.

39 A.g.b.

40 A.g.b.

41 FO406/49/E1107/27/44, Rumbold’dan Curzon’a, No. 95, İstanbul 24 Ocak 1922.

42 A.g.b.

43 FO406/49/E3036/5/44 (FO371/7857/E3036/5/4), Rumbold’dan Curzon’a, No. 255, İstanbul 13 Mart 1922.

44 FO371/6534/E11935/143/44, Rumbold’dan Curzon’a, No. 983, İstanbul 24 Ekim 1921, Ek: 2 Kasım tarihli ‘Daily Telegraph’ta yer alan A. Beaumont’un ‘Mustafa Kemal ve Pan-İslamist Hareket’ başlıklı yazısı.

45 FO371/6537/E13664/143/44, Askeri İstihbarat Bürosu, No. M. I. 2, İstanbul 9 Aralık 1921, Ek: Türkiye Dosyası. 303.


Yüklə 13,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   97




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin