Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti (23 Nisan 1920-30 Ekim 1923) / Yrd. Doç. Dr. Yavuz Aslan [s.37-56]
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi /Türkiye
Giriş
3 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi, hemen çalışmalarına başlamış ve hatta açıldığının ikinci günü (24 Nisan 1920) bir kanun bile çıkarmıştır.1 Böylece Meclis yasama ile ilgili görevlerine de başlamış oluyordu. Fakat Meclisin çıkardığı kanun ve aldığı kararları yerine getirecek bir yürütme organının olması gerekli idi. Büyük Millet Meclisi’nin Anadolu’daki gücünü fiilen kaybetmiş, İstanbul’un İtilâf Devletleri tarafından işgal edilmesi ve Meclis-i Mebusan’ın kapanması ile gerçekte siyasi ve hukukî hüviyeti de sona ermiş olan İstanbul Hükümeti’ni tanımasına imkân yoktu. Bu yüzden milletten aldığı gücü, yine milletin çıkarları için kullanacak, “Milli Hakimiyet Prensibini” baş tacı yapacak yeni bir hükümet kurulmalıydı.
Büyük Millet Meclisi eski Osmanlı Meclisine benzemediği gibi yeni Meclis’in kurulacağı “Yürütme Organı”da Osmanlı kabinelerinin bir taklidi olamazdı. Kurulacak yeni hükümet, Meclis’in istediği bir hükümet olmalı idi. Dava, normal bir parlamenter sistem kurmakla çözülemezdi. Meclis’in fiilen işleri eline alması gerekiyordu. Yasama ve yürütme yetkileri Meclis’in kendi elinde bulunmalıydı.2
A. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Kuruluşu
1. Hükümetin Kurulması Hakkında Mustafa Kemal Paşa’nın Teklifi (24 Nisan 1920)
Yukarıda belirtilen gerçekleri çok iyi kavrayan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi’nin 24 Nisan 1920 tarihli oturumunda uzun bir konuşma yaparak,3 Milli Mücadele’nin başlama sebeplerini ve izlediği yönü anlattıktan sonra, bu konuda tutulması gereken yolu açıklayan hükümetin kurulması hakkındaki teklifini yaptı. Derhal bir hükümet kurulmasını isteyen bu teklifte Mustafa Kemal Paşa şu esasları savunmuştur.4
1- Tarih tecrübelerine, Esas Teşkilat Hukuku ilkelerine (yani ilmi verilere) ve halen içinde bulunulan şartlara göre memleketin milli kuvvetlerini merkezi bir teşkilatla birleştirmek bir zarurettir.
2- Bu teşkilat fiili yani gayr-i mes’ul ve Osmanlı Anayasa metinleri gereğince kurulmamış olmamalıdır, bu takdirde sürekli ve ömürlü olamaz. Bizzat Meclis bir hukukilik ve meşrûiyet ihtiyacının eseridir. Şu halde milli vicdanın ifadesi olan Meclis’in yapacağı kanunlarla bağlı bir hükümetin kurulması şarttır.
3- Meclis, hükümeti (icra heyetini) kontrolle yetinecek “murakıb ve müdekkik” bir teşri (yasama) organı değildir, milletin mukadderatına bu sıfatla ve kuş bakışı bakamaz, fakat bu mukadderatla “bilfiil iştigal etmek” zorundadır. Mesele normal bir icra-teşri mekanizması, parlamenter bir sistem kurmak değildir, tarihte fevkalâde zamanlar ve durumlar karşısında uygulanmış hal suretlerine başvurmak gerek:
Meclisi tatil ederek icra organına fazla yetkiler vermek yahutta aksini yaparak, teşri organını (Meclis) kuvvetlendirerek, idareyi birkaç şahsın eline geçirmemek ve icra kuvvetini tabiatıyla zayıflatmak. Büyük Millet Meclisi’nin şahıs rejimine karşı reaksiyonunu gösteren birinci tezi, aynı zamanda İslâm Âmme kaideleri de göz önünde bulundurularak, benimsenmesi icâp eder. Bu taktirde ikinci şık kabul edilecek, Meclis yasama ve yürütme yetkilerini kendisinde toplamış olacaktır.
4- Meclis, günlük politika ve idare işlerinin teferruâtına kadar inemeyeceğinden ve meşgul olamayacağından, kendi içinden bir heyet seçmelidir. Belli hükümet işlerine göre ayrılmış dairelerin idaresi bu hey’et üyelerine verilmelidir. Üyeler münferiden ve müştereken (heyet halinde) meclise karşı sorumlu olmalıdır. Heyetin adı “Heyet-i İcrâiye” olmalı, üyelerine de “Vekil” denmelidir.
5- Meclisin kendisi için seçeceği başkan, meclisi temsil etmeli, fakat icrâ heyetinin de reisi olmalıdır. Başkan, meclis adına yaptığı tasarruflardan dolayı, diğer vekiller gibi meclis karşısında sorumlu5 olmalıdır. Bu ağır bir ödevdir. Zira sorumluluk hem meclis hem de icrâ heyeti reisliğinden doğmaktadır.
6- “Reissiz bir hükümet vücûda getirmek zarureti içindeyiz”. Çünkü; Padişah-Halife, hem Osmanlıların, hem de bütün Müslümanların başı olmakla beraber zor ve tehdit altındadır. Bu sebeple geçici dahi olsa, Anadolu’da bir hükümet reisliği veya bir padişah kaymakamlığı (vekilliği) kurmak doğru olmaz. Maksat, Padişah-Halifenin kurtarılmasıdır. Başka bir makama devlet reisliği yetkileri vererek o makamı gayr-i mes’ul tanımakta yine felaketli netice doğurur. Bu çetrefil durumdan kurtulmak için, İslâm siyasi prensiplerine başvurularak şöyle bir tesviye suretine varılabilir: Seçimle iş başına gelen Meclise mahdut teşrîî yetkileri vermekten ziyade, onu milli iradenin yegâne temerküz noktası yapmak ve böylece tanımak. Şu halde, Meclis’ten daha üstün bir hukukî ve siyasî kuvvet (milli hakimiyeti kullanacak daha üstün bir organ) bulunmayacaktır.
7- Türkiye’nin siyasi tarihinde taklit hükümet rejimleri vardır. İstibdâtlar vardır. Teklif bu olaylardan alınan derslere göre yapılmaktadır. Karar Meclis umumi heyetinindir. Fakat dağılma ve yıkılma tehlikesi vardır. Devlet işleri mercisiz kalmıştır. Bu fevkalâde durum süratle hareket edilmesini gerektirmektedir.
2. Mustafa Kemal Paşa’nın Teklifinin Meclis’teki Görüşmeleri ve Kabulü
Mustafa Kemal Paşa’nın hükümetin teşkili hakkındaki teklifi, mebuslar tarafından coşkuyla karşılanmış, söz alan mebuslar şimdiye kadar yaptıklarından dolayı Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye’ye minnet ve şükranlarını dile getirmişlerdir.6
Daha sonra Meclis’in 24 Nisan günlü oturumuna başkanlık eden Şerif Bey (Sinop), Mustafa Kemal Paşa’nın teklifini Meclis’in oyuna sunmak istedi. Fakat Refik Bey (Konya) bu teklifin hemen oylanmasına itiraz ederek, konunun çok önemli olduğunu, bunun için Mustafa Kemal Paşa’nın teklifinin basılarak herkese dağıtılmasını ve ondan sonra herkesin bu teklif hakkında düşüncelerini söylemesini istedi.7 Meclisteki görüşmeler bu nokta üzerinde devam ederken Mustafa Kemal Paşa tekrar söz alarak şunları söylemiştir:8
“Efendiler! Bütün maddi ve manevi mes’uliyeti Heyet-i Temsiliye namı altında bulunan heyet üzerine almış ve 7 Mart 1336 (1920) tarihinden bu dakikaya kadar bütün acı safhalara, manzaralara karşı ifâ-yı vazifeyi fevkalâde bir vazife bilmiştir. Bu mes’uliyet çok ağırdır. O heyeti artık bu ağır yükün altında bırakmayınız, bu dakikadan itibaren teklif ediyorum, derhal mukadderat-ı memleketi deruhte buyurunuz.
Bundan içtinâp etmeğe lüzum yoktur. Bu vazife o kadar mühim, içinde bulunduğumuz zaman o kadar tarihidir ki bu koca mes’uliyeti içinizden üç, beş kişiye tahmil etmekle iktifa edemeyiz. Bütün bu Meclis bütün manâsıyla mes’ul olmak lâzım gelir. Millet bizi ancak bunun için gönderdi, bizi buraya beş kişinin eline milleti terk edelim diye göndermemiştir.”
Mustafa Kemal Paşa, teklifinin basılıp dağıtılması isteğine de karşı çıkarak, gerekiyorsa tekrar tekrar okunmasını görüşmeler sonunda da oya konulmasını istedi. Tekrar bazı itirazlar olmuşsa da biraz sonra görüşmeler yeterli görülerek, Mustafa Kemal Paşa’nın teklifi aynen kabul edilmiştir.9
3. Mustafa Kemal ve Meclis Hükümeti Sistemi
Mustafa Kemal Paşa’nın hükümetin teşkili hakkındaki teklifi rasgele verilmiş bir teklif değildi. Memleketin geçirdiği zor dönem, günün şartları ve Meclis’te bulunan mebusların ruhi durumu göz önüne alınarak yapılmış ve herkesin kabullenebileceği bir özellik taşıyordu. Bununla birlikte bu teklif; Osmanlı Hükümetlerinden tamamen farklı bir hükümet sistemi meydana getirmekte idi. Çünkü, Türk milletinin İstiklâl Mücadelesi normal bir parlamenter sistem kurmakla çözülemezdi. Meclis yasama ve yürütme yetkilerini elinde tutmalı ve milletin işleri ile bizzat uğraşmalı idi.
İşte bu düşünce ile Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal Paşa’nın telkiniyle, Türk hukuk tarihinde ilk defa olarak “Milli Hâkimiyet Prensibini” siyasî ve hukukî temel edinerek, Osmanlı Kanun-ı Esâsî’sine aykırı olarak, kuvvetler birliği esasına dayanan “Meclis Hükümeti” sistemini kabul etmiştir.10 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilânına kadar devam eden bu sistem “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adı ile anılacaktır.11 Ve 20 Ocak 1921 Anayasası’na bu isimle geçecektir.12
Meclis Hükümeti Sistemi’nin rasgele ortaya çıkmadığı açıkça gözükmektedir. Bunda, Mustafa Kemal Paşa’nın kafasındaki nihai hedefe doğru gidişin çok ustaca
düzenlenmiş bir safhasını görmek mümkündür. Mustafa Kemal hem milli mücadeleyi başarıya ulaştırmak hem de bu mücadele sonunda devlet bünyesini değiştirmek niyetinde idi. Meclis Hükümeti sisteminin kabul edilişi, daha başlangıçtan itibaren böyle bir bünye değişikliğinin temellerini atmakla birlikte, bu gidişin göze çarpacak bir açıklıkla ortaya çıkmasını ve padişahlığı vazgeçilmez bir kurum olarak kabul eden çevrelerde lüzûmsuz tepkilerin uyanmasını önlemiştir. Eğer başlangıçtan itibaren ayrı bir devlet başkanı ve ayrı bir yürütme organıyla aşağı yukarı tam anlamda “kurumlaşmış” bir devlet bünyesi kabul edilseydi, eski sistemden böylesine radikal bir kopuş birçok kimseye fazla aykırı gelebilir veya buna engel olabilmek için, bir “Padişah Kaymakamlığı”ndan bahsetmek gerekebilirdi. Bu ise, Padişahlığın devam edeceğini, çok önceden resmen kabul etmek demekti. Bunun içindir ki, gidilen yol, başlı başına ayrı bir yürütme organı meydana getirmektense, Büyük Millet Meclisi’nin olağanüstü durumunu gerekçe olarak gösterip “saltanatı ve hilafeti kurtarma” görevinin, yani yürütme kudretini kullanmanın bu meclis tarafından yerine getirileceğini belirtmekti.13
Büyük Millet Meclisi’nin meydana getirmiş olduğu sistem (Mustafa Kemal Paşa’nın telkini ile) Meclis’i, milli hâkimiyetin temsilcisi addeden, çeşitli devlet kudretlerini bu hâkimiyetin belirtileri sayan, bu açı ile tümünü meclise mal eden ve günün şartlarına bağlı olmaksızın umûmi prensip halinde benimsenen bir kudretler birliği anlayışına istinat ettirilmişti. Ve bu anlayış Milli Mücadelecilerin ruhunu kaplamıştı. İşte böyle bir anlayış ve Meclis Hükümeti sayesindedir ki yeni rejim yerleşmiş, başarı sağlamış, saltanatın kaldırılmasına mesnet teşkil etmiş ve dolayısıyla Cumhuriyet rejiminin kabulüne yol açmıştır.14 Zaten Mustafa Kemal de “Nutuk”ta, kendi telkini ile getirilen bu sistemi şöyle değerlendiriyordu:15
“Efendiler, bu esaslara müstenit olan bir hükümetin mâhiyeti, suhûletle anlaşılabilir. Böyle bir hükümet, hâkimiyet-i milliye esasına müstenit halk hükümetidir. Cumhuriyettir.”
Mustafa Kemal, böyle bir hükümetin kurulmasında ana ilkenin “Kuvvetler Birliği” olduğunu da belirtmiştir. Mustafa Kemal’in Meclis’te yaptığı birçok konuşmada da kuvvetler birliği sisteminden bahsettiğini ve bu sistemi savunduğunu görmekteyiz. Mesela; Büyük Millet Meclisi’nde, 1 Aralık 1921 tarihinde yaptığı konuşmada,16 kuvvetler ayrılığı sistemini eleştirmiş, bu sistem tabiata ve gerçeklere aykırı olduğunu ve bu teoriye göre meydana getirilmiş kuruluşların “gayr-i meşru” sayılması gerektiğini savunmuştur. Fakat, daha sonra memleketin olağanüstü durumu ortadan kalkmaya başlayınca, kuvvetler ayrılığı sistemine doğru ilk adımı yine Mustafa Kemal’in atacağı bir gerçektir.17
Hukukçular genelde, Büyük Millet Meclisi’nin kabul ettiği Meclis Hükümeti sistemini Fransızların ihtilâl meclisi olan “Konvansiyon”dan aldığını ileri sürmektedirler. Meselâ; Tarık Zafer Tunaya, şu değerlendirmeyi yapmaktadır:18
“1920 yılında Türklerin bağımsızlık savaşını yürütebilmek, yeni bir devlet kurabilmek için seçtikleri hükümet şekli, Meclis Hükümeti sistemidir. Fransız İhtilâli’nin ünlü meclisi Konvansiyon’dan adını alan bizim sistemimiz, aslında bir ihtilâl rejimidir ve Konvansiyon’dan fazla sürmüştür.”
Meclis Hükümeti sisteminin Fransa ve İsviçre’de ilk önce uygulandığı bir gerçektir. Fakat, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kabul ettiği sistemle, diğer devletlerde uygulanan meclis hükümeti sistemleri arasında bilhassa uygulama sahasında birçok farklılıklar vardır.19 Büyük Millet Meclisi’nin bu sistemi kabul ederken, Fransa’dan veya başka bir devletten esinlendiğine dair bir kayıt bulunmamaktadır. Büyük Millet Meclisi’nde buna atfen bir şey de konuşulmamıştır. Hatta, Cumhuriyet ilân edilinceye kadar, Meclis’te birçok mebus, “Hükümet şeklimiz nedir? Hangi medeni ülkedeki hükümet şekline benzemektedir?” gibi sorular sormaktadırlar.20
Sonuç olarak, Türkiye’de, Meclis Hükümeti sisteminin, Türk milletinin içinde bulunduğu gerçeklerden ve günün şartlarından doğduğunu ve buna Mustafa Kemal’in fikri ve fiili olarak önderlik ettiğini söyleyebiliriz. Milli Mücadele’nin başarıya ulaşmasında çok büyük rolü olduğu da inkâr edilemez bir gerçek olan “Meclis Hükümeti Sistemi (Kuvvetler Birliği Sistemi)” nedir? Hangi prensiplere dayanmaktadır ve nasıl meydana çıkmıştır?
Yasama ve yürütme kuvvetleri yasama organında toplanırsa ortaya Meclis Hükümeti sistemi çıkar.21 Klasik Anayasa Hukuku’nda, Parlamenter ve Prezidansiyel22 Sistemler arasında yer alan Meclis Hükümeti, bu iki şekilden, kuvvetler ayrılığını kabul etmemesi ile ayrılır. Bu sistemde, kuvvetlerin karışımı vardır, daha doğrusu seçimle kurulu tek organ olan yasama meclisi, yürütme ve yargının üstündedir.
Onlara hakimdir ve onları bir çeşit idari organlar haline getirir. Kuvvetlerin karışımı zaten yürütmeyi bağlı duruma sokar. Milli hâkimiyetin temsilcisi ve kullanıcılığı tekelini kurar. Böylece yasama ve yürütme, ne fiilen ne de hukuken iki eşit otorite olamaz. Yürütme, meclisin ajanı durumundadır. Onun saptadığı politikayı sadece ve yine onun direktifleri ile uygular.23
Kemal Dal, “Anayasa Hukuku Temel Kuralları” adlı eserinde, Meclis Hükümeti Sistemi’ni şu şekilde tarif etmektedir:24
Devletin bütün fonksiyonları yasama organı olan parlamentoda toplanır. Devletin adeta parlamentodan başka organı yok gibidir. Yürütme tamamıyla parlamentoya bağlanmıştır. Parlamento yasama, yürütme ve yargı fonksiyonunu yapar. Bu tip devlet idaresi rejimine “Meclis Hükümeti” sistemi ismi verilir.
Meclis Hükümeti veya konvansiyonel demokrasi şekli, kökünü Rousseau’dan alan çok teorik bir görüşle, millet irâdesinin ve egemenliğinin bölünmezliği, hukukî prensibine dayanmaktadır. Bu prensibe göre, millet egemenliğinin aslî ve hakiki tecellisi, bizzat millet tarafından kullanılan yasama iktidarıdır. Yürütme ise, müstakil bir iktidar olmayıp, yasama iktidarının bir vasıtasından ibarettir. Rousseau’nun muhalif olduğu Temsili Demokrasi sistemine tatbik edilen bu prensip, yasama ve yürütme iktidarlarının millet irâde ve egemenliğinin tek dayanağı ve ifadelenme vasıtası olan mecliste kaynaşmış olduğu telâkkisine yol açmıştır. Fakat bu telâkkiye rağmen, siyasî ve amelî zaruretlerle yasama ve yürütme arasında organik ve fonksiyonel bir ayrılık meydana geldiğinde, bu teorik prensip ile realiteyi uzlaştırma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Böyle bir zaruretin mahsulü olan meclis hükümetinin barız karakterleri yasama ve yürütme arasında fiilen az çok bir ayrılık bulunmasına rağmen, hukuken, her iki iktidarın mecliste toplanması, yürütmenin yasamanın bir vasıtasından ibaret bulunması, bütün salâhiyetlerini yasamadan alması, onun adına ve onun emir ve direktifleriyle hareket etmesi mecburiyetinde olmasıdır. Bu hükümet şeklinde umumiyet itibarıyla, devlet başkanı yoktur. Ve yürütme iktidarı meclisten ayrılmış bir icrâ vekilleri heyeti veya icra komitesi tarafından meclis adına kullanılmaktadır:25
Kuvvetler birliği sisteminin teorik gerekçesi de meclis hükümeti açısından şu izah tarzına dayandırılmaktadır:26
“Egemenlik halkta olduğuna göre, halk hakimiyet hakkını seçtiği temsilcileri vasıtasıyla kullanır. Hâkimiyetin bölünmesi söz konusu olamaz. Bu sebepten halkın yegâne temsilcisi meclistir. Ve bütün kuvvetler ve yetkiler onda toplanır. Kuvvetleri ayırmak hâkimiyetin bölünmesi demektir ve demokrasiye aykırıdır.”
Bu hükümet şeklinin tatbikine demokratik devrimlerden sonra rastlanmaktadır. Fransa’da krallığın ilgasından ve Cumhuriyet’in ilânından sonra 1792’de Konvansiyon Meclisi zamanında tatbik edilen hükümet şekli bu idi. Bu hükümet şekline Konvansiyonel Hükümet adının verilmiş olması bundan dolayıdır. Konvansiyon Meclisi namına yürütme iktidarını, Geçici İcra Heyeti adını taşıyan bir heyet kullanmakta idi. Bu heyetin üyeleri meclis dışından seçilmişti. Fakat meclis içindeki “Kamu Güvenliği ve Kamu Selameti” isimlerini taşıyan iki komitenin çok sıkı ve hatta diktatoriyal kontrolü altında idi. Tatbik edilmeyen 1793 Anayasası ile çok kısa zaman tatbik edilen 1848 Anayasası da Fransa’da aynı hükümet şeklini kabul etmişti. 1871’deki Milli Meclis’te bu şekli benimsemişti.27
Meclis hükümeti sisteminin normal ve devamlı tarzda tatbik edildiği memleket, İsviçre’dir. Nasıl İngiltere, Parlamenter hükümet şeklinin, Birleşik Amerika Başkanlık Hükümeti şeklinin vatanı iseler, İsviçre’de Meclis hükümetinin klasik tatbikine sahne olan bir memlekettir.28
Bizde de 1921 ve 1924 Anayasalarının kabul ettiği sistem, Meclis Hükümeti sistemi olarak değerlendirilmektedir.
Meclis hükümeti sisteminin İsviçre dışındaki başka memleketlerde tatbik edilme şekli, daima anormal ve geçici bir rejim mahiyetini göstermiştir.29 Ve genellikle uzun süren meclis hükümeti sistemleri de, diktatoriyal ve ihtilâlci rejimlere yol açmaktadır. Nazi Almanyası’nda faşist İtalya’da olduğu gibi.30
4. İlk İcra (Yürütme) Organının Kuruluşu: Muvakkat İcra Encümeni (25 Nisan 1920)
Meclis’in 25 Nisan 1920 tarihli oturumunda, Mustafa Kemal Paşa’nın bir önceki gün kabul edilen hükümetin teşkili hakkında teklifine göre, yürütme yetkisini bizzat kullanacak olan Meclisin bu yetkiyi ne şekilde kullanacağı üzerinde durulmuştu. Bu konuda yapılan görüşmelerden sonra, verilen önergeler arasından Celaleddin Arif Bey’in teklifi Meclisçe benimsendi.31 Celaleddin Arif Bey’in kabul edilen önergesine göre; 5-6 kişiden oluşan geçici bir icrâ encümeni teşkil edilecek ve icrâ heyeti teşkili hakkındaki kanun tasarısını hazırlamak üzere 15 kişilik bir “Layiha Encümeni” kurulacaktı. Böylece, icrâ vekilleri seçim kanunu hazırlanıp, icrâ vekilleri heyeti seçilinceye kadar memleket işleri geçici icra encümeni tarafından yönetilecekti.
Meclis, Celaleddin Arif Bey’in kabul edilen önergesi gereğince, 25 Nisan 1920 tarihli beşinci oturumunda, “Muvakkat İcrâ Encümeni”nin seçimine başlamıştır.32
Seçime geçilmeden önce, Celaleddin Arif Bey’in önergesindeki, “oluşturulacak heyetin 5 veya 6 kişiden meydana gelmesi” tabiri, 6 kişi olarak belirgin bir hale getirilmiş ve daha sonra Muvakkat İcrâ Encümeni’nin seçimine geçilmiştir. Yapılan ilk tur oylama sonucunu, oturuma başkanlık eden Meclis İkinci Reisi Celaleddin Arif Bey, şu şekilde açıklamıştır:
“Re’ye iştirak eden zevât-ı muhteremin adedi 107, tâbî-i ekseriyet-i mutlakası 54 eder. Fakat re’ye bilfiil iştirak eden zevât, 80, 27 müstenkif var. Fakat ekseriyyet-i mutlaka 54 olduğu için netice itibarıyla bendenize 71 re’y vermişsiniz. Cami Bey 66, Bekir Sami Bey 58 re’y almışlardır. Diğer zevât ekseriyeti ihraz edememişlerdir.”
Görüldüğü gibi ilk tur oylama sonucunda, Celaleddin Arif Bey (Erzurum), Cami Bey (Aydın) ve Bekir Sami Bey (Amasya) Muvakkat İcrâ Encümeni’ne seçilmişler, diğer adaylar ise çoğunluk nisâbını dolduramamışlardır.33 Böylece Muvakkat İcrâ Encümeni’nin üç üyesi seçilmiş, diğer üç üyesi ise en çok oy alan altı kişi arasından seçilecektir. Bu adaylar arasında seçime geçilmeden önce Mustafa Kemal Paşa, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği yapan İsmet Bey’in seçime girmeden İcrâ Heyeti’nin tâbi üyesi olmasını teklif etmiş, bu teklif Meclis Genel Kurulu tarafından kabul edilince daha önce 23 oy alıp kur’a ile en çok oy alan altı kişi dışında kalan Fevzi Paşa, tekrar listeye girmiştir. Yapılan ikinci oylamada da 58 oy alan Fevzi Paşa,34 Muvakkat İcra Encümeni’nin dördüncü üyesi olmuş, diğer adaylar ise yine mutlak çoğunluğun oyunu alamamışlardır. Daha sonra yapılacak üçüncü tur oylamada, mutlak çoğunluk oyuna bakılmaksızın, en çok oy alan iki kişinin bu heyetin diğer üyeleri olması kararlaştırılmış, yapılan seçim sonucunda da 45 oy alan Hamdullah Suphi Bey ve 40 oy alan Hakkı Behiç Bey, Muvakkat İcrâ Encümeni’ne dahil olmuşlardır.
Böylece seçimle belirlenen 6 kişi (Celâleddin Arif Bey, Sami Bey, Bekir Sami Bey, Fevzi Paşa, Hamdullah Suphi Bey, Hakkı Behiç Bey) seçimsiz Meclis Genel Kurul kararı ile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi İsmet Bey ve Büyük Millet Meclisi Reisi olması sıfatı ile, bu heyetin tabi’ başkanı olan (hükümetin teşkili hakkındaki karar gereğince) Mustafa Kemal Paşa’dan oluşan 8 kişilik geçici bir hükümet kurulmuştur. Muvakkat İcrâ Encümeni adı ile kurulan bu heyet Büyük Millet Meclisi’nin ilk yürütme organı, yani ilk hükümetidir.
Muvakkat İcrâ Encümeni’nin vazifesi, İcrâ Vekilleri Heyeti Seçim Kanunu’nun hazırlanması ve vekillerin Meclisçe seçilmesi için geçecek süre içinde, memleketi hükümetsiz bırakmamak ve idari işleri yürütmektir. Yani bu heyet bir geçiş döneminin yürütme organıdır. Bu geçiş dönemi oldukça kısa sürmüştür (25 Nisan-3 Mayıs 1920). Bu kısa süre içerisinde, Muvakkat İcrâ Encümeni’nin mevzuata geçen bir kararnâmesi olmadığı35 gibi, yaptığı icraatlar hakkında bilgi bulunamamıştır.
Muvakkat İcrâ Encümeni’nin göreve başlamasının ikinci günü, Hakkı Behiç Bey, bu encümenden istifa etmek istemiştir. Hakkı Behiç Bey, manevî onurundan başka hiçbir çekiciliği olmayan bu görevde, ancak Meclis’in tam güveni ile kalınabileceği görüşündedir. Kendisinin ise zayıf bir oyla (40 oyla seçilmişti) seçildiği için, bu görevi hakkıyla yerine getiremeyeceğine inanıyor ve bunun için istifa etmek istiyordu.36
Hakkı Behiç Bey’in istifa dilekçesi Meclis’te okunduktan sonra, Abdülkadir Kemâli Bey (Kastamonu) yerinden “haklıdır” diyerek, Hakkı Behiç Bey’in görüşüne katılırken, oturumu yöneten Mustafa Kemal Paşa, bu durumu üzüntü ile karşılıyor ve Hakkı Behiç Bey’in istifa etmesini arzu etmediğini belirtiyordu.
İstifa yazısı oya sunulmadan önce söz alan İsmail Fazıl Paşa, bu durumu Meclis’in Hakkı Behiç Bey’e güvensizliğine değil, mebusların birbirlerini tanımaları için henüz yeteri zaman geçmemiş olmasına bağlayarak, istifanın geri alınmasını teklif etti. Daha sonra yapılan oylamada Hakkı Behiç Bey’in istifası reddedilerek, oy birliği ile bu heyet içinde kalması kararlaştırıldı.37
5. İcra Vekilleri Suret-i İntihabına Dair Kanun (2 Mayıs 1920)
Muvakkat İcrâ Encümeni’nin seçimi yapıldıktan hemen sonra, icrâ vekillerinin ne şekilde seçileceğini belirlemek için kanun tasarısı hazırlayacak olan, Lâyiha Encümeni’nin seçimine geçilmiş ve Büyük Millet Meclisi’nin 25 Nisan 1920 tarihli altıncı oturumda yapılan seçim sonucunda, 15 kişilik Layiha Encümeni oluşturulmuştur.38
25 Nisan 1920’de kurulan Lâyiha Encümeni, hemen çalışmalarına başlamış ve bir haftalık (25 Nisan-1 Mayıs) çalışma sonucunda, beş madde halinde hazırladığı İcrâ Vekillerinin seçimine dair kanun tasarısını Büyük Millet Meclisi’ne sunmuştur.
Meclis Genel Kurulu’nda iki gün süren görüşmeler sonucunda, 2 Mayıs 1920’de, hükümet içerisinde yer alacak vekillerin (bakan) ne şekilde seçileceğini belirleyen “İcra Vekilleri Suret-i İntihabına Dair Kanun” dört madde halinde kabul edilmiş ve Büyük Millet Meclisi’nin 3 nolu kanunu olarak şu şekilde mevzuata geçmiştir:39
İcrâ Vekillerinin Suret-i İntihâbına Dair Kanun:
Madde 1 - Şer’îye ve Evkaf, Sıhhiye ve Muâvenet-i İçtimâiye, İktisâd (Ticaret, Sanâyi, Zirâat, Orman ve Maâdin) Maârif, Adliye ve Mezâhib, Maliye ve Rüsûmat ve Defter-i Hakanî, Nâfıa, Dahiliye (Emniyet-i Umûmiye, Posta ve Telgraf) Müdâfaa-i Milliye, Hariciye ve Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye işlerini görmek üzere Büyük Millet Meclisi’nin on bir zâttan mürekkeb bir İcrâ Vekilleri Heyeti vardır.
Madde 2- İcrâ Vekilleri Büyük Millet Meclisi’nin ekseriyet-i mutlakası ile aralarından intihâb olunur.
Madde 3- Her vekil deruhte ettiği umurun ifâsında mensûp olduğu encümenin re’y-i istişârisini alabilir.
Dostları ilə paylaş: |