Londra ve Zürih Antlaşmalarının Hazırlık Süreci ve Türk-İngiliz İlişkileri (1955-1959) / Yrd. Doç. Dr. Cihat Göktepe [s.943-951]
Kafkas Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Doğu Akdeniz’de bir ada olan Kıbrıs, Türkiye’nin güneydoğu sahilinden 40 mil (74 km), Suriye’nin batısından 60 mil (111 km), Mısır’ın kuzeyinden 240 mil (444 km) ve Yunanistan’dan yaklaşık 500 mil (925 km) uzaklıktadır. Sicilya ve Sardinya adalarından sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adası olup yüzölçümü 3372 mil karedir (8733 km2). Ada doğudan batıya 140 mil (225 km) kuzeyden güneye 40 mil (64 km) mesafededir. Uçuş mesafesi olarak Londra Lefkoşe arası yaklaşık 2000 mildir (3218 km). 1960 yılında yapılan nüfus sayımına göre adadaki toplam nüfus 577.615’dir; bunun %78’i Kıbrıslı Rum, %18’i Kıbrıslı Türk kalanı da farklı milletlerden oluşan küçük azınlıklardır.1
Kıbrıs, önemli kılan en etkili unsur adanın stratejik konumudur, zira Avrupa ve Asya arasındaki ana yol üzerinde olması2 ve bakır madeninin de mevcudiyeti sebebiyle çok eski devirlerden itibaren, ada Miken, Asur, Mısır, Pers, Roma, Bizans, Frank, Venedik, Türk ve İngiliz hakimiyetlerinde bulunmuştur.3 Esas itibarıyla stratejik nedenlerden dolayı Osmanlılar da 1571’de adadaki Venedik yönetimine son vererek burayı Osmanlı hakimiyetine katmışlardır. Buradaki Bizans halkı (Rum) da yıllardır yaşamak zorunda oldukları Latin tahakkümünden kurtulmuştur. Zira Osmanlılar onlara kendi inançlarına göre yaşama imkanını sağlamışlardır, Rumlara ehl-i kitap mensuplarına göre hukuk uygulanmıştır. Özellikle Osmanlıların bu ve benzeri uygulamalarının etkilerinden olmak üzere adada yaşayan Rum ve Türk toplumları arasında aşırı derecede bir düşmanlıktan bahsetmek pek mümkün görünmemektedir. Kısacası adadaki Türk fethinin önemi ve radikal sonuçları 400 yıllık Latin hakimiyetinden daha fazla olmuştur. Yaklaşık 20.000 Osmanlı askeri adada kalmış ve kendilerine toprak verilmiştir, müteakip yıllarda ise adaya özellikle Orta Anadolu ve Akdeniz bölgelerinden insanlar gelerek yerleşerek, yerleştirilerek adada önemli miktarda bir Türk cemiyeti oluşturulmuştur.4 Şunu da belirtmek gerekir ki Osmanlı Devleti adada mutlak bir Türk nüfus çoğunluğu oluşturma teşebbüsünde bulunmamış5 ve “Millet sistemi” içerisinde toplumların mevcudiyetlerini devamı istenmiştir.6 Bu çerçevede adada birkaç küçük çaplı istisnai çekişmeler dışında Türk ve Rumlar üç yüz yılı aşkın bir sürede Osmanlı hakimiyetinde barış içerisinde yaşamışlardır.
1877-78 Osmanlı Rus Harbi’ni müteakip Osmanlı Devleti’nin yayılmacı Rus politikasına karşı dış desteğe ihtiyacı olduğu hesaba katılarak İngiltere’nin Rusya’ya karşı destek vereceği düşünülmüş ve 4 Haziran 1878’de İstanbul’da Kıbrıs Conventionu (Antlaşması) imzalanmıştır.7 Buna göre İngiltere’nin adayı yönetmesi sultan adına olacaktı.8 İngilizler 12 Temmuz 1878’de adanın tamamını kontrol altına aldılar; 20 Temmuz’da ise Sir Garnet Wolseley, İngiliz yüksek komiseri ve komutan olarak atanmıştır.9 Kıbrıslı Rumların İngiliz yönetimini memnunlukla karşılamaları ve adanın Yunanistan’la birleşmesi arzularını gerçekleştirmek istemelerine karşın Kıbrıslı Türklerin önemli bir kısmı anayurt Anadolu’ya göçmeyi tercih etmişlerdir ve bu süreç uzun yıllar adadaki Türk nüfusun oran olarak azalması ile sonuçlanmıştır. 1881’de adanın 186.048 kişilik nüfusunun 136.639’u Rum, 46.389’u Türktü ve kalanı da diğer milletlerden oluşmaktaydı. Türk nüfusun oranı, toplam nüfusun %25’i iken bu durum 1960’a kadar Türkler aleyhine değişmiştir. 1923 Lozan Antlaşması ile yeni Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Kıbrıs’ın İngiltere’ye ait olduğunu hukuken kabul etmiştir. Bunu müteakip adadaki Türk nüfusunun yaklaşık %15’i Türkiye’ye göç etmiştir.10 1960’da ise adadaki Türk nüfusun oranı kaynaklarda genellikle adadaki tüm nüfusun %18’i olarak belirtilmektedir.
Enosisi gerçekleştirme emelleri İngiliz hakimiyeti döneminde daha da canlanan Kıbrıslı Rumlar bu hedef doğrultusunda karşılarına çıkabilecek her fırsatı kollamışlardır. İngiltere’de 1929 yılında İşçi Partisi iktidara gelir gelmez Kıbrıslı Rumlar bir delegasyon oluşturarak enosis taleplerini Londra’ya iletmişler, fakat Sömürgeler Bakanı’nın olumsuz tavrı nedeniyle hayal kırıklığına uğramışlardır. Bu durumda Kıbrıslı Türkler her zaman olduğu gibi enosise karşıdırlar ve Londra’dan İngiliz yönetiminin adada devamını veya adanın Türkiye’ye verilmesini istemişlerdir. Ankara ise adanın geleceği ile pek fazla ilgilenmemektedir. İngilizlerin adayı terk etmeyeceği ve İngilizlerin Atatürk ile Venizelos tarafından oluşturulan Türk-Yunan yakınlaşmasını tehlikeye düşürmeyecekleri şeklindeki kanaat Ankara’da hakimdi.
II. Dünya Harbi’nden sonra da Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan tarafından enosis istekleri pek çok kere tekrarlanmış ancak her defasında İngiliz hükümetleri tarafından reddedilmiştir.11 Kıbrıs’ın İngiliz politikasındaki yeri ve önemini İngiltere’nin sömürgelerden sorumlu bakanı Henry Hopkins 28 Temmuz 1954’te Parlamento’da yaptığı konuşmada açıkça belirtmiştir.
Üzerinde daima hemfikir olunan bir husus Commonwealth bünyesinde öyle topraklar vardır ki özel durumlarından dolayı hiçbir zaman tam bağımsızlığı düşünülemez, Kıbrıs’taki hakimiyetin değişmesi ile ilgili herhangi bir sorun yoktur. İngiltere’nin Avrupa, Akdeniz ve Orta Doğu’daki stratejik yükümlülüklerini yerine getirebilmesi için İngiltere’nin adada hakimiyeti devam ettirmesinden başka bir seçenek yoktur. 12
Mısır’daki İngiliz kuvvetlerinin çekilmesi için 1954’te yapılan antlaşmadan sonra Kıbrıs’ın askeri olarak önemi daha da artmış, ada İngiliz hakimiyetinde bulunan ve Orta Doğu’daki İngiliz politikalarını yerine getirebilecekleri tek ve en önemli yer olarak değerlendirilmiştir.13 Bu doğrultuda adadaki üsteki teknik donanım daha da geliştirilmiş ve hava kuvvetleri için özel imkanlar oluşturulmuş, aynı zamanda elektronik donanımlar da sağlanarak istihbarat alanında da adadaki imkanlar petrol zengini bölgelerdeki İngiliz menfaatleri açısından kullanılmaya çalışılmıştır.14 Adadaki limanların donanma için elverişli olmadığı tezini işleyen İngiliz Deniz Kuvvetleri bu meseleyi uçak gemileri ile çözeceklerinden Kıbrıs’ın hava ve kara üssü olmasının hem ekonomik hem de teknik açılardan daha uygun olduğunu belirtmişlerdir.15
İşçi Partisi hükümetinin Rum Yunan taleplerini reddetmelerinin altına yatan sebebe bakıldığında adanın stratejik konumu ve bunun İngiliz kara ve hava ve deniz kuvvetleri için oynadığı önemli rol bizzat II. Dünya Harbi sırasında müttefiklerce de anlaşılmıştı. Bu dönemde Yunanistan da enosis talebinde aşırı ısrarcı olmamıştır. Zira bu dönemde Yunan ekonomisinin zayıf oluşu dış desteğe gereksinim duyması ve dış desteği verebilecek ülkeler içerisinde İngiltere’nin de olması gibi nedenlerle birlikte Yunanlı politikacıların, İngilizlerce adaya Self Determination hakkının verileceğini ve bunun da enosisi sağlayacağını hesaba katmalarından dolayı enosisi gerçekleştirmeye yönelik nihai manevra Yunanistan’ın İngilizlerin desteğini kaybetmesine mal olabilirdi. Yunan hükümetleri, Venizelos tarafından başlatılan bu politikalarını 1950’li yılların başlarına kadar sürdürmüşlerdir.
Ancak Kıbrıslı Rumlar için aynı politikanın sürdürüldüğü söylenemez, aksine Rumlar enosise ulaşmak için bulabildikleri her fırsat ve ortamı değerlendirmek istemişlerdir. Özellikle Kıbrıs Rum Kilisesi’nin bu politikalara doğrudan veya dolayı olarak tam desteği görülür. 15-22 Ocak 1950 tarihinde Başpiskopos Makarios II döneminde, kilise tarafından organize ilanı tüm kiliselere asılmış olan halk oylaması yapılmıştır. Halka sunulan seçenekler ise enosisi istiyoruz ya da karşıyız şeklindedir, nitekim 224.757 kişiden 215.108 kişi %95.7’ye tekabül eden kitle istiyoruz şeklinde görüşünü belirtmiştir.16 Bununla birlikte özellikle öğretmenler tüccarlar ve diğer meslek gruplarından büyük bir kitle ise statükonun devamından yana oy kullanmışlardır.17 Bu halk oylaması Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’deki Gençlik ve Öğrenci derneklerince protesto edilmiştir.18 Kıbrıslı Rumlardan oluşan bir heyet halk oylaması sonuçlarını anlatmak ve destek sağlamak amacıyla, Yunanistan, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’ni ve burada Birleşmiş Milletlerin ilgili organlarını ziyaret etmiş, ancak istedikleri desteği bulamamıştır. Zaten İngiliz hükümeti de halkoylaması sonuçlarına göre politikasında herhangi bir değişim yapmamıştır. Michael Christodoulos Moskous’un, III. Makarios olarak 18 Ekim 1950’de Başpiskopos seçilmesi ve kendisinin 37 yaşında hararetli bir enosis taraftarı olması Rumların ve kilisenin enosis taleplerini daha da yoğunlaştırmıştır. Kendisinin “Yunanistan’la birleşmeyi görmek, başarmak için bir an bile durmayacağım”19 ifadesi onun kendi halefleri dönemine göre bu konuda çok istekli olduğunu en açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Enosis için her türlü politik faaliyette bulunmakla birlikte bunların amaçları için yeterli olmadığını fark eden Makarios) enosisi gerçekleştirmek için her türlü terör eylemini yapan silahlı EOKA (Ethniki Organosis Kiprion Agoniston -Kıbrıslı Savaşçılar Milli Organizasyonu- Kıbrıslı Rumlardan oluşan silahlı örgüt) örgütünün kurucusu emekli Albay George Grivas’la irtibata geçmiştir. Makarios-Grivas ikilisi İngilizlere karşı yer altı mücadelesine silahlı saldırı ve sabotaj eylemleriyle 1 Nisan 1955’te başladılar ki bu süreç 1959’a kadar devam etmiştir. Grivas kendini doğduğu adanın Yunanistan’la birleşmesine adamış bu yüzden İngiliz, Türk, komünist ya da herhangi bir ülke veya grup kim enosise karşı olursa onunla savaşıyordu.20 Yunanistan da Makarios’un 1951 Martı’nda Atina’yı ziyaretini müteakip enosisi doğrudan destekleyen politikalar takip etmeye başlamıştır. Bu çerçevede Eylül 1953’te Atina’ya gelen İngiliz Dışişleri Bakanı Eden’in Yunan Başbakanı Papagos’la görüşmesinde Papagos Kıbrıs meselesini görüşmek istemişse de Eden bu konuyu görüşmeyi reddetmiş ve İngiltere açısından böyle bir problemin mevcut olmadığını vurgulamıştır. İngiltere’deki muhafazakar hükümet Kıbrıs’ta kesinlikle egemenlik hakkının devrini düşünmüyordu. Buradan da bir netice alamayan Yunan Başbakanı Papagos Kıbrıs meselesinin Ağustos 1954’te Birleşmiş Milletlere götürülmesini desteklemiştir, ancak Yunanlıların BM nezdindeki bu ilk teşebbüsleri özellikle NATO ülkelerinin karşı çıkmalarından dolayı başarısızlıkla sonuçlanmıştır.21
Yunanlıların bu faaliyetlerini değerlendiren İngilizlerin hükümeti Orta Doğu politikaları için Türkiye’nin dostluğunun önemine inanmışlardır.22 Aynı dönemde Türk politikasının esasını da adada statükonun devamı teşkil ediyordu, bunun anlamı İngiltere’nin Kıbrıs’ı yönetmeye devam etmesiydi. Türk yöneticiler adanın NATO ve Bağdat Paktı’nda müttefik oldukları İngiltere’nin hakimiyetinde olmasından rahatsız değillerdi. Türk hükümetinin hiddetle karşı olduğu enosis ihtimalidir. Zira bu durumun stratejik olarak Türkiye’nin aleyhine olacağı açıktı. Bir diğer faktörde adadaki Türk toplumunun güvenliğiydi. Türkiye’nin Başbakanı Adnan Menderes 24 Ağustos 1955’te yaptığı açıklamada adanın geleceğinin belirlenmesinde etnik faktörün tek başına değerlendirilemeyeceğini bununla birlikte coğrafi, ekonomik, siyasi ve tarihi gerçeklerin de dikkate alınması gerektiği bu doğrultuda Kıbrıs’ın Anadolu yarımadasının bir devamı olduğunu vurgulayarak, Türkiye açısından en kabul edilebilir seçeneğin statükonun devamı olduğunu belirtmiştir. Diğer seçenekleri de öncelikle eğer İngiltere adadan çekilirse adayı Türkiye’ye iade etmektir. İkinci olarak ada, Türkiye ve Yunanistan arasında paylaşılmalıdır (taksim), üçüncü olarak da İngiliz hakimiyeti altında adada halkın kendini yönetmesine imkan sağlanmalıdır şeklinde açıklamıştır.23
İngiliz Başbakanı Athony Eden, Kıbrıs’ın İngiltere için önemini en iyi bilenlerdendi ve adadaki EOKA tedhişini önlemek ve adadaki İngiliz menfaatlerinin devamını sağlamak amacıyla Türkiye ve Yunanistan’ın da katılacağı üçlü bir konferans yapılmasını Sömürgeler Bakanı Alan Lennox-Boyd ve Dışişleri Bakanı Harold Macmillan’la birlikte gündeme getirmiştir. Nitekim konferansın ana gündeminin Kıbrıs olmasına rağmen adı Doğu Akdeniz’di ve Kıbrıs’la ilgili üçlü konferans şeklinde düzenlenmiştir ki bunun sebebi de Londra’nın Kıbrıs meselesini İngiltere’nin doğrudan bir iç meselesi görme eğilimidir. İngiltere’nin Türkiye’den beklentisi ise kendi sunacakları seçeneklerde Türk tarafının desteğini çekmek olarak açıklanabilir.
Üçlü konferans 29 Ağustos-7 Eylül 1955 tarihleri arasında Londra’da gerçekleşmiştir. Ancak ne Yunanistan ne de Türkiye İngiliz tekliflerini desteklediler. Yunan Dışişleri Bakanı Stephanopoulos enosisi destekledikleri iddialarını inkar etmiş bunun yerine “self determination” ilkesini savunmuştur. Türk Dışişleri Bakanı F. Rüştü Zorlu ise Türk başbakanının daha önce açıkladığı şekilde Türk tezini gündeme getirmiştir. İngiltere ise adadaki İngiliz hakimiyetinin devamını mutlak manada talep etmekle birlikte adadaki toplumlara kendi iç meselelerinde yeni haklar verilmesine taraftardır. Görüldüğü gibi taraflar tamamen farklı tezler öne sürmektedirler ve konferans bir sonuç alınamadan bitmiştir. Konferansın iki önemli sonucu olmuştur; birincisi Kıbrıs artık sadece İngiltere’nin bir iç meselesi olmayıp uluslararası bir mesele haline gelmiştir, ikincisi ise o güne kadar Yunan tarafının Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde bir taraf olmadığı yolundaki iddialarının geçersiz olduğu ve Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde doğrudan bir taraf olduğu Yunanistan tarafından da kabul edilmiştir.24
Konferansın yapıldığı sırada Selanik’te Türkiye Konsolosluğu bahçesinde bomba patladığı ve patlamanın binanın bitişiğinde bulunan Atatürk’ün doğduğu evde hasara yol açtığı yönündeki bir gazete haberi Ankara, İzmir ve özellikle İstanbul’da Yunan azınlığa karşı bir eyleme ve nihayetinde bir yağma harekatına dönüşmüştür.25 Binlerce genç Yunanistan’ı ellerindeki Atatürk posterleri ve Kıbrıs Türktür sloganları ile protesto etmişlerdir. Yakın tarihde 6-7 Eylül hadiseleri olarak geçen bu olay Londra’da duyulunca Yunan temsilci hemen konferansı terk etmiş ve böylece konferans sona ermiştir.
Konferanstan istediği sonucu alamayan İngiliz yönetimi adaya vali olarak Eylül sonunda sabık Genelkurmay Başkanı Mareşal Sir John Harding’i atamıştır. Harding adaya geldikten sonra Makarios’la görüşmelere başlamış, ona self government dahil değişik seçenekler sunduysa da sonuç alamamış, zira Makarios sunulan teklifleri reddetmiştir. Şubat’a kadar devam eden görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca Harding politika değişimine gitme gereğini duymuş ve 9 Mart 1956’da diğer 3 kilise temsilcisi ile birlikte Makarios’u da Hint Okyanusu’nda Seychelles adasına sürgün etmiştir.26 Harding Kıbrıs’ta acil durum ilan etmiş barış ve huzuru sağlamak ve asayişsizliği önlemek amacıyla EOKA ve AKEL’i (Kıbrıs Komünist Partisi-Rumların partisi) yasaklamıştır. EOKA ve AKEL, yapı ve amaçları farklı olan iki organizasyon olmalarına rağmen, ikisinin de ortak özelliği adadaki İngiliz hakimiyetine karşı çıkmaları ve bu doğrultuda düzenli ve geniş katılımlı gösteriler tertip etmeleridir. Harding’in atanması yeni İngiliz politikasını açıkça göstermektedir ki bu da İngiliz ve bilahare Türklere karşı olan EOKA saldırılarını bastırmaktı. Makarios’un sınır dışı edilişini, Türkiye’nin Kıbrıs konusuna dahil edilmesi konularını bazı İngiliz milletvekilleri eleştirmeye kalkışmışlarsa da Başbakan Eden onlara verdiği cevaplarda “Türkiye’nin adayla ilgisini anlamak için haritaya bakmanın bile yeterli olacağını, Türkiye ile olan ittifaklarını dünyanın o bölgesinde politikalarında en öncelikli konu olarak gördüğünü”27 belirtmiştir.
Eden döneminde İngiltere’nin Kıbrıs politikası, Kıbrıs’ı İngiliz kolonisi olarak muhafaza etmek ve Yunan talebi olan enosisi reddetmek, aynı zamanda Kıbrıs meselesinde Türkiye ile ilişkileri iyi tutmak şeklindedir. Bunun sebepleri ise adadaki yaklaşık 100.000 kişilik Türk cemiyeti, Türkiye’nin doğu Akdeniz’deki güvenlik hassasiyeti ile İngiltere’nin Türkiye ile NATO ve Bağdat Paktı’nda müttefik oluşları olarak belirtilebilir. Bir başka sebep de soğuk savaş ortamında dost, ancak içişlerinde çok sağlam olmayan yapısından dolayı Yunanistan’a olan güvensizliktir.28
İngiliz hükümeti, Kıbrıs konusunda gelişmeler elde etmek amacıyla devamlı arayış içerisinde olmuştur. 12 Temmuz 1956’da tanınmış hakimlerden Lord Radcliffe Kıbrıs’a anayasa komiseri olarak atanmıştır. Radcliffe’nin planı self-determination (Halkın kendini yönetmesi) prensipleri çerçevesinde liberal anlayışla hazırlanmış, Kıbrıslı Rumlar ve Türklere her türlü anayasal platformda nispi temsil imkanı sağlamaktaydı. Bu teklif Yunanistan ve Rum tarafınca özellikle self-determination için nihai bir zaman belirtilmediği gerekçesiyle reddedilmiş, Türk tarafınca ise yeni görüşmelere zemin hazırlayacağı anlayışıyla desteklenmiştir.29 Harding’in valilik döneminden istediği sonucu alamayan İngiliz yöneticileri özellikle başbakanlığa Harold Macmillan’ın geçmesiyle Kıbrıs politikasında da Eden dönemindeki eski anlayışı terk ederek yeni liberal bir anlayış benimsemişlerdir ki bunun ilk belirtisi 21 Ekim 1957’de üst düzey sömürgeler idarecisi ve liberal yönüyle tanınan Sir Hugh Foot’un, Harding’in yerine Kıbrıs’a vali olarak atanması olmuştur. Bu yeni politik anlayış çerçevesinde Makarios’un da sürgün edildiği Seychelles adasından Atina’ya gelmesine müsaade edilmişti. Nitekim yılın sonunda İngiltere adına Foot kendi adıyla anılan yeni bir plan hazırlamıştı ki burada kesin çözüm için 5 veya yedi yıllık bir geçiş dönemi öngörülmüş, her tarafın memnun olmayacağı bir sonuca varılmayacağı garanti edilmekle, acil durumun kaldırılacağı ve Makarios’un adaya dönmesine izin verileceği ve adadaki toplum liderleriyle yapılacak görüşmelerle adada self-governing sistemin kurulacağı belirtilmiştir.30
Vali Foot, bu tekliflerini kabul ettirmek amacıyla Ankara ve Atina’ya gitmiş ancak her iki taraftan da istediği desteği alamamıştır. Türk tarafı özellikle Türk toplumunun güvenliği hususunda yeterli hususları içermediği gerekçesiyle plana taraftar olmamıştır. Genel manada ise Türk toplumunun Rumların merhametine bırakılamayacağını özellikle belirtmişlerdir.31 Foot planını kabul ettirmek amacıyla Grivas’la bile irtibat kurmuşsa da istediği sonucu alamamıştır.32
Yunan tarafı da kendi açısından avantajlı platform olarak gördüğü Birleşmiş Milletlere Kıbrıs meselesini 1957’de Kıbrıs’ta self-determination uygulanması ve İngilizlerin bu bağlamda Kıbrıslı Rumların insan haklarını ihlal ettiğini vurgulayarak İngilizleri suçlamışlardır. Ancak BM siyasi komitesi meselenin ilgili tarafların görüşmelere devam etmeleri ile mümkün olacağını tavsiye etmiştir ve Yunan tezini kabul etmemiştir. Aynı konuyu 1958’de yeniden BM’ye getiren Yunan tarafının teklifi bir önceki yıl olduğu gibi yeniden reddedilmiştir.33 1958 Kıbrıs meselesinde çok yoğun görüşmelerin geçtiği bir yıl olmuştur. Sir Hugh Foot’un vali olarak atanması Türk-İngiliz ilişkilerinde de bazı değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Türkiye’nin gündeme getirdiği ve İngiliz sömürgeler bakanının da Alan Lennox-Boyd’un da Parlamento’da yaptığı bir konuşmada da belirttiği üzere eğer Kıbrıslı Rumlar için self-determination olacaksa bu Türkler için de olmalıdır. Bakan ayrıca adanın Türkiye ve Yunanistan arasında bölünebileceğini de açıklamıştır.34 Oberling’in de altını çizdiği nokta Türk tarafının toprak ele geçirme emelinin mevcut olmadığıdır. Türklerin amacı Taksim teklifleri ile Yunan ve Rum tarafının hedefleri olan enosisten onları vazgeçirip bağımsız veya iki taraflı bir Kıbrıs formülü için bu konuyu gündeme getirerek baskı aracı olarak kullanmak şeklindedir.
Ocak 1958’de, Bağdat Paktı Bakanlar Toplantısı Ankara’da yapılmıştır. Bu toplantıda İngiliz Dışişleri Bakanı ve içerisinde Kıbrıs Valisi Foot’un da bulunduğu İngiliz delegasyonu ile Türk yetkililer Kıbrıs meselesini detaylı bir şekilde görüşme fırsatını bulmuşlardır. Bu toplantılara zaman zaman Başbakan Menderes ve Dışişleri Bakanı Zorlu da iştirak etmişlerdir. Toplantılarda İngiliz tarafı daha öncede gündeme getirdikleri adada kurulmasını istedikleri otonom yapıyla ilgili tekliflerini yeniden gündeme getirmişler, Türk tarafı ise “Taksim” tezini gündeme getirmiştir. Görüşmelerin sonlarına doğru adada otonom yapıyla birlikte Türkiye’ye bir askeri üs verilebileceği çözüm için yeni bir alternatif olarak gündeme gelmiştir. İngilizler adada Türkiye’ye bir üs verilmesini doğrudan kabul etmemişler ancak bir konferans toplanmasını istemişlerdir. Toplantı bu olumlu ortamda sona ermiştir.
Buradan da anlaşılacağı üzere Türkler “Taksim” formülü üzerinde ısrarcı değildir. Onlar Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin güvenliğini sağlayabilecek diğer seçeneklere de eşit derecede sıcak yaklaşmışlardır. Adada üs meselesine sıcak yaklaşmaları güvenlikle açıklanabileceği gibi ada ile Türkiye arasında irtibat kurulması açısından dikkate alınmıştır.35 Aynı yıl içerisinde 8 Haziran’da İstanbul’da başlayan ve altı hafta devam eden İngiltere aleyhtarı gösteriler yapılmıştır. Ankara’da bu görüşmeler devam ederken adada toplumlar arası çatışmalar artmış ve 30 Kıbrıslı Rum ve 50 Türk de çatışmalardan dolayı ölmüştür.36
1958-1962 döneminde İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi olan Sir Bernard Burrows 11 Haziran 1959’da Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporda dönemde meydana gelen olayları ve bunun sonuçlarını Türk-İngiliz ilişkileri açısından değerlendirmiştir. Şöyle ki; Eylül 1955 ile Kasım 1957 arasında, Türk-İngiliz ilişkileri Kıbrıs meselesi yüzünden kolay değilse de dostça değerlendirilebilirdi. Bu durum 1957 sonbaharında değişmeye başladı. Türkler adadaki vali değişiminin kendi politikalarını olumsuz etkileyeceğini düşünmüşlerdir. Kıbrıs meselesi yüzünden 1958’de Türk-İngiliz ilişkileri, II. Dünya Harbi’nden beri en gergin dönemindedir.37
Aynı dönemdeki bir başka İngiliz belgesinde ise bu gösterilerin İngilizlere karşı suni bir düşmanlık olarak Türk hükümetince desteklendiği şeklinde iddialarda bulunulmuştur. Ayrıca Türk hükümeti Kıbrıs yüzünden İngiltere’ye karşı problem çıkartmakla suçlanmıştır.38 Ancak 1958’in ikinci yarısından itibaren ilişkilerde, Kıbrıs meselesinde çözüm ihtimalleri belirdiği için, daha olumlu bir dönem başlamıştır. Bu gelişmeler Burrows tarafından da Londra’ya bildirilmiştir. “Yılın sonuna doğru Türklerin İngiltere’ye olan güvenleri yeniden oluşmaya başladı, Türk hükümeti İngiltere ile olan ilişkilerini düzeltmek ve daha ileri götürmek arzusundadır.”39 Bu raporlardan da anlaşılacağı gibi, 1950’li yıllarda Türk-İngiliz ilişkilerinin durumunu belirleyen en önemli husus Kıbrıs meselesi olmuştur.
Yunanistan Kıbrıs için bu tarihe kadar self-determination tezini benimsemiş ve konuyu defalarca BM gündemine taşımışsa da muvaffak olamamıştır. 1958 sonlarına gelindiğinde Atina’daki İngiliz Büyükelçisi Yunan tarafının da başka seçenekleri kabul edebilecekleri intibaını edinmiş ve bunu Dışişleri Bakanlığı’na bildirmiştir.
Kamuoyunda elbette self-determination tezlerini muhafaza edeceklerdir. Ancak özel olarak Sayın Averoff, Kıbrıs için enosise karşı garantili bir bağımsızlık formülünü önermişti. Yunanistan hükümeti bu konuyu bizimle diplomatik yollardan görüşmek istiyordu.40
Yunan tarafındaki bu değişimde elbette İngiliz Başbakanı Harold Macmillan’ın 7-8 Ağustos’ta Ankara, 10-11 Ağustos tarihlerinde Atina’yı ziyaretinin de önemli ölçüde etkisi olmuştur. Macmillan Yunanlıları eğer bu teklifleri de daha önce olduğu gibi reddederlerse sonuç kaçınılmaz olarak “taksim” olacaktır şeklinde açıkça uyarmıştır. Macmillan’ın Atina’da sokaktaki halk için intibaı ise ‘Düşman değil ancak yeterince dost da değil’ şeklindedir.41 Ankara’dan ise Zorlu’yu biraz kaba, Menderes’i ise daha nazik bulduğunu, genel manada Türk tarafının bu defa daha ılımlı ve iyi niyetli olduğunu belirtmiştir.42 Macmillan aynı zamanda Kıbrıs’ı da ziyaret etmiştir. Macmillan planında yer alan ikili ortaklığın Türk tarafınca olumlu bulunmasına rağmen, Yunan tarafı isteksiz davranmaya devam etmiştir. Üye ülkeler arasında çıkan gerginlik diğer NATO üyelerini harekete geçirmiş ve NATO Genel Sekreteri Paul-Henry Spaak tarafları üçlü toplantılara davet etmiş nitekim NATO’nun Eylül ve Ekim aylarındaki toplantılarında Kıbrıs meselesi görüşülmüştür. Brüksel’de Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’la birlikte bir başka NATO ülkesinin de katılacağı bir konferans teklifi genel sekreter tarafından yapılmışsa da yine Yunanistan’ın reddi ile gerçekleşememiş ve Yunan tarafı konuyu yine BM’ye götürmeyi istemiştir. Nitekim Yunan Dışişleri Bakanı Averoff İngiltere’nin Türkiye’yi desteklediğini iddia ederek BM’ye müracaatı Yunan politikası açısından daha uygun görmüştür. Buna delil olarak da Lennox-Boyd’un 9 Ekim’deki Muhafazakar Parti Konferansı’nda söylediği Kıbrıs’ın Türkiye’nin offshore adası olduğu ifadesidir.43 Bu dönemde İngiltere politikasının Türkiye’ye yakın görünmesinin sebebi İngiltere’nin uzun vadedeki Orta Doğu politikasının gereği olarak açıklanırken, Amerika’nın Yunan tezi olan self-determinationa taraftar olması Yunanistan’ın NATO’ dan ayrılma tehdidi ile açıklanabilir.44
Dostları ilə paylaş: |