BiSMİllahirrahmanirrahiM قال الله تعالى



Yüklə 1,14 Mb.
səhifə14/41
tarix30.01.2018
ölçüsü1,14 Mb.
#41365
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   41

Dokuzuncu Ders Soruları


1. Şia’nın birinci halife dönemindeki özellikleri nedir?

2. Şia’nın Ali (a.s) dönemindeki özelliği nedir?

3. Beni Ümeyye döneminde Şiilerin yaşadığı koşullar nasıldı?

ONUNCU DERS

Şiiliğin Emeviler Döneminde Yayılma Durumu


Emevi Dönemimin bütün baskı ve zulümlerine rağmen Şia’nın ilerlemesi durmadı. Çünkü Peygamber hanedanının zulme maruz kalması kalplerin onlara meyletmesine ve her daim yeni kişilerin Şii saflarına katılmalarına sebep oluyordu. Bu, Emevi Devletinin son zamanlarında tam olarak göze çarpan bir meseledir. Emevi devrinde Şia’nın ilerlemesinin, her biri kendine has özellikler barındıran dönemleri bulunmaktadır. Bunlar üç genel merhaleye ayrılabilir:

a) Hicri 40-61 yılları arası İmam Hüseyin (a.s) ve İmam Hasan (a.s)’ın dönemi.

b) Hicri 61 yılından yaklaşık 110 yılına kadar, İmam Seccad (a.s) ve İmam Bâkır (a.s) dönemi.

c) Hicri 110 -132 yılları arası, Emevi Devletinin sonuna kadar, İmam Sadık (a.s)’ın dönemi.)


A– İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s)’in Asrı


Şia, Emire’l-Mümininin (a.s) zamanından itibaren gruplaşmaya başlamış ve Şiilerin safı tam olarak belli olmuştu.

Bu yüzden İmam Hasan (a.s) barış antlaşmasında, kimsenin onlara karışmaması için babasının Şiilerinin emniyetinin sağlanmasını, barış maddelerinden biri olarak belirtmiştir.1 Bu dönemde Şia, İmama itaat etmenin, İmamın bilfiil devlet yöneticisi olmasına bağlı olmadığına, uyum sağlamaya çalışıyordu. Bu yüzden İmam Hasan (a.s), halk kendisine biat ederken savaşta ve barışta kendisine itaat etmeleri koşulunu öne sürmüştür.

Yine aydınlığa kavuşan bir başka mesele de, İmametin, hâkimiyetle eş değer olmadığı, Muaviye gibi zalim bir yöneticinin itaat edilmesi farz olan bir İmam olmayacağı gerçeğidir. İmam antlaşmadan sonra Muaviye’nin de hazır bulunduğu Kûfe Mescidi’nde Muaviye’nin ısrarı üzerine bir konuşma yapmış ve şöyle buyurmuştur:

“İmam, Allah’ın Kitabı ve Peygamber (s.a.a)’in sünnetine göre amel eden kimsedir. İşi zulüm olan kimse halife olamaz. O, sadece mülke ulaşmış bir padişahtır. Az bir müddet yararlandıktan ve lezzet aldıktan sonra son bulur. Ama bundan sonra hesap verme zamanı başlar.1

Şia’nın bu zaman dilimindeki özelliklerinden biri de önderlerinin makamından kaynaklanan vahdet ve birliktelikleridir. İmam Hüseyin (a.s)’in şahadetine kadar Şia’da hiçbir bölünmeye rastlamamaktayız. Müslümanlar arasında hiçbir İmamın makamı Hasaneyn, yani İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s) gibi olmamıştır. Onlar Peygamber (s.a.a)’in yegâne nesliydi. Emire’l-Müminin Ali (a.s) Sıffin savaşında Hz. Hasan (a.s)’ın süratli bir şekilde ileri atıldığını görünce şöyle buyurmuştur:

“Benim yerime siz şu genci durdurun da beni perişan etmesin. Ben bu iki gencin (Hasan ve Hüseyin) asla öldürülmesini istemiyorum. Çünkü o ikisinin ölümüyle Peygamber (s.a.a)’in nesli kesilir.”2

İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s)’in Peygamber (s.a.a)’in ashabı arasında da özel bir saygınlığı vardı. Bu mesele, halkın Hz. Hasan (a.s)’a biati esnasında anlaşılmaktadır. Bu yüzden İmam Hasan (a.s)’ın hilafetinde Şam hariç hiçbir sorunla karşılaşılmadığı görülmektedir. İmam Hasan (a.s) barış yapıp Kûfe’den, Medine’ye gitmek istediğinde, halk şiddetli bir şekilde ağlamıştır. Medine’de bir Kureyşlinin Muaviye’ye gönderdiği bir raporda, Hz. Hasan (a.s)’ın makamı aydınlanmaktadır. Kureyşli adam Muaviye’ye gönderdiği raporda şöyle yazmıştır:

“Ey Emire’l-Müminin! Hasan sabah namazını mescitte kılıyor ve güneş doğana kadar seccadesinde oturuyor. Sonra bir sütuna yaslanıyor. Mescitte kim varsa Hz. Hasan (a.s)’ın huzuruna varıyor ve onunla sohbet ediyor. Bu güneş yükselinceye kadar devam ediyor. Sonra iki rekât namaz kılıyor ve çıkıyor. Önce Peygamber eşlerinin halini hatırını soruyor ve evine gidiyor...”1

İmam Hüseyin (a.s)’in de tıpkı ağabeyi gibi büyük bir saygınlığı vardı. Hatta Ehl-i Beyt’in amansız düşmanı Abdullah b. Zübeyr bile İmam Hüseyin (a.s)’in makamını inkâr edememiştir. İmam Hüseyin (a.s) Mekke’de olduğu için, halk Zübeyr’e itina etmiyordu. Dolayısıyla işleri rayında gitmiyor ve İmam’ın bir an önce Mekke’den gitmesini istiyordu. Bu yüzden İmam’a şöyle arz ediyordu:

“Eğer benim de Irak’ta senin gibi saygınlığım olsaydı, hemen oraya giderdim.”2

Hz. Hüseyin (a.s)’in öyle bir makamı vardı ki, biat etmemesi Yezit hükümeti hakkında kafalarda soru işareti oluşmasına sebep olmuştur. Bu yüzden hükümet Hz. Hüseyin (a.s)’in biat etmesi hususunda bu denli diretmiştir. Bu iki büyük şahsiyet Beni Haşim arasında da özel bir makam ve saygınlığa sahipti. Öyle ki onların zamanında Beni Haşim’den hiç kimse önderlik talebinde bulunmadığı gibi, hiçbir zaman Beni Haşim’in liderliği iddiasında da bulunmamıştır. İmam Hasan (a.s) Muaviye tarafından zehirletilerek şehit olduğunda İbn-i Abbas Şam’daydı. Muaviye ona şöyle dedi:

“İbn-i Abbas! Hasan vefat etti ve sen Beni Haşim’in lideri oldun.”

Bunun üzerine İbn-i Abbas: “Hüseyin olduğu sürece hayır” cevabını verdi.3

İbn-i Abbas, ilmi ve siyasi makamı, ümmetin bilginliği, Kur’an’ın müfessirliği gibi vasıflarının yanında, yaşının da İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s)’den büyük olmasına rağmen onlara hizmet etmiştir. Müdrik b. Ebi Ziyad şöyle naklediyor:

“İbn-i Abbas, İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s)’in merkebini hazırladı, üzengisini tuttu ve onlar bindiler. Ben ona, “sen onlardan daha yaşlı olduğun halde neden üzengilerini tutuyorsun” dediğimde şöyle cevap verdi: Ahmak! Bunların kim olduğunu bilmiyor musun? Bunlar, Allah Resulü’nün çocuklarıdır. Acaba, Allah’ın bana onların üzengilerini tutma muvaffakiyetini bahşetmesi büyük bir nimet değil mi?”1

Kerbela Kıyamı’nın Şia’nın İlerlemesindeki Tesiri


İmam Hüseyin (a.s)’in şahadetinden sonra, Şiiler en önemli dayanaklarını yitirdikleri için, çok korktular ve düşman karşısında silahlı mücadele etme hususunda ümitsizliğe kapıldılar. Yürekleri dağlayan Aşura Hadisesiyle kısa bir müddet Şia hareketine ezici bir darbe inmiştir. Bu hadisenin, o günün İslam topraklarında özellikle Irak ve Hicaz’da yayılmasıyla Şii yerleşim merkezlerine büyük bir korku ve vahşet manzarası hâkim oldu. Çünkü Yezit’in, saltanatını güçlendirmek ve devletinin temellerini sağlamlaştırmak uğruna, Peygamber evladını öldürmeye, onun kadınlarını ve çocuklarını esir almaya hazır olduğu ve hiçbir cinayetten çekinmeyeceği kesinlik kazanmıştı.

Kûfe ve Medine’yi bu korku sarmıştı. Hurre faciası ve Medine halkının kıyamının Yezit güçleri tarafından merhametsizce, sert bir şekilde bastırılmasıyla bu korku daha da hissedilmeye başlamıştı. Irak ve Hicaz’da Şiilerin sakin olduğu yerler, özellikle de Kûfe ve Medine şiddetli sıkıntılara maruz kaldı. Şiilerin oluşturduğu tesis ve düzen bozuldu. İmam Sadık (a.s) bu acı tablo hakkında şöyle buyuruyor:

“Üç kişi yani, Ebu Halit Kabuli, Yahya b. Ümmü’t-Tavil ve Cübeyr b. Mutim dışında, insanlar İmam Hüseyin (a.s)’in şahadetinden sonra Peygamber hanedanının etrafından dağıldılar.”2

Ünlü tarihçi Mesudi de bu dönemi şöyle nitelendiriyor: “Ali b. el-Hüseyin (a.s), imameti, çok zor bir dönemde gizli olarak ve de takiyeyle üstlenmiştir.”1

Bu durum Yezit hükümetinin sonuna kadar sürmüştür. Yezit’in ölümünden sonra Şii kıyamları başlamış, Emevi Devletinin istikrarının Abdülmelik tarafından yeniden sağlanmasına kadar devam etmiştir. Bu süre Şiiliğin yayılması için iyi bir fırsat olmuştur.

Kerbela kıyamının en önemli etkilerinden biri de Emevi Hükümetinin kamudaki yasallığı mantalitesinin ortadan kalkmasıdır. Hükümetin adı o kadar lekelenmiştir ki, hilafet makamı seviyesini, niteliğini ve halkın gözündeki kutsiyetini yitirmiştir. Aşağıdaki mısra Yezit’in Havareyn’deki mezarına seslenmekte olup bu manayı ihtiva etmektedir:

Ey Havareyn şehrindeki kabir,

İnsanların en kötüsünü barındırmaktasın.”2

Bu dönemde Şam halkı hariç, Müslümanlar Şii’siyle, Sünni’siyle Emevi Hükümetine muhalif olmuşlar ve birçok Şii ve Sünni ayaklanmalar olmuştur.3

Yakubî şöyle yazar:

“Abdülmelik b. Mervan valisi Haccac b. Yusuf’a, “Beni, Âl-i Muhammed’in kanını dökmeye alıştırma; zira Süfyanilerin onları katlettiklerinden dolayı alınyazılarının nasıl olduğunu gördüm”, demiştir.4

Sonunda İmam Hüseyin (a.s)’in kanı Emevilerin saltanatını yıkmıştır. Mukaddesi şöyle der:

“Allah, Beni Ümeyye’nin Peygamber hanedanına reva gördükleri zulüm ve adaletsizliklerinden dolayı Horasan’ın çeşitli bölgelerinden katılımlarla oluşmuş bir orduyu, kara bulutların çökmesi gibi onların üzerine gönderdi.”1

Diğer taraftan İmam Hüseyin (a.s) ve Kerbela şehitlerinin zulme maruz kalmaları, Peygamber hanedanının muhabbetlerinin halkın kalbinde yer etmesini ve Peygamber çocukları sıfatıyla İslam’ın yegâne liderleri olma konumunu sağlamlaştırmıştır. Emevi döneminde vuku bulan kıyamların çoğu onların intikamını almak adına gerçekleştirilmiş ve ayaklananlar “haydi ey Hüseyin’in intikamcıları” sloganıyla bir araya gelmişlerdir. Sistan’da İbn-i Eşas2 adındaki bir şahıs bile Hasan Müsenna (İmam Hasan (a.s)’ın oğlu) adına kıyam etmiştir.3 Bu sebeptendir ki, Mehdi Hadisleri Âl-i Muhammed’in Muntakim’i (intikamını alma) makamında meşhur olmuştur.4 Halk Ben-i Ümeyye’den intikam alacak olanların beklentisiyle yaşıyordu.1 Bazen aşırı tahammülsüzlük ve kurtuluş beklentisinden dolayı, Mehdi adını başka kıyam önderlerine atfetmişlerdir.2 Diğer taraftan Masum İmamlar (a.s) ve Peygamber hanedanı, Kerbela şehitlerinin anı ve hatırasını canlı tutuyorlardı. İmam Seccad (a.s) her su içmek istediğinde, ne zaman suyu görse gözlerinden yaş süzülmeye başlıyordu. Sebebini sorduklarındaysa şöyle buyuruyordu:

“Suyu çöllerin vahşi ve yırtıcı hayvanlarına serbest bırakıp da, babama yasaklamalarına nasıl ağlamayayım? Bir gün İmam’ın hizmetçisi, acaba bu hüznünüz bitmeyecek mi? diye arz ettiğindeyse İmam şöyle buyurdu: Yazıklar olsun sana! Yakup’un on iki evladından biri kaybolduğunda, onun yokluğundan dolayı o kadar ağladı ki, gözleri âmâ oldu, üzüntüsünün büyüklüğünden beli büküldü. Oysa oğlu yaşıyordu. Ama ben babamın, kardeşimin, amcalarımın, akrabalarımdan on yedi kişinin katledilişlerine şahit oldum. Cansız bedenleri, etrafımda yerle bir olmuştu. O halde benim gamımın ve hüznümün bitmesi nasıl mümkündür?3

İmam Sadık (a.s) da, şairleri İmam Hüseyin (a.s) ‘e ağıt niteliğinde şiir okumaları hususunda teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Kim Hüseyin (a.s) hakkında şiir okur, ağlar, halkı da ağlatırsa cennet ona farz olur ve günahları da bağışlanır.4

Böylece İmam Hüseyin (a.s) Şiiliğin göstergesi olmuş ve bu yüzden Mütevekkil’in dönemi gibi bazı tarihi dönemlerde, İmam Hüseyin (a.s)’in kabrini ziyaret etmek yasaklanmıştır.5



Yüklə 1,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   41




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin