İmam Bâkır (a.s) ve İmam Sadık (a.s) Döneminde Şiilik
Abbasî davetleri, Zeyd b. Ali, Yahya b. Zeyd ve Cafer-i Tayyar’ın4 torunlarından olan Abdullah b. Muaviye gibi Aleviler’in kıyamları ve Abbasi davetçilerinin liderliğinin yanı sıra halkı Emevîler aleyhine ayaklandırma rollerini üstlenen Ebu Müslim Horasanî’nin zuhuru,5 İmam Bâkır (a.s)’ın imametinin ikinci ve İmam Sadık (a.s)’ın imametinin de birinci dönemine rastlamaktadır. Diğer taraftan Emevîler, kendi taraftar grupları arasındaki anlaşmazlıklar ve sorunlarla karşı karşıyaydı. Zira hükümet sahalarındaki Mudrîler ve Benî Ümeyye taraftarı Yemenliler arasında şiddetli çarpışmalar gerçekleşmekteydi.1 Bu isyanlar ve çaresizliklerden dolayı Emeviler, Şiilere zarar verme fırsatı bulamamışlardır. Bu yüzden Şiiler rahat bir nefes almış, kendilerini gizlemeyi bırakmış, yeniden teşkilatlanmış ve önderleriyle irtibat kurmaya başlamışlardır. Bu, halkın İmam Bâkır (a.s)’a akın ettiği ve yıllarca mahrum kaldıkları nimetten faydalanmaya başladıkları dönemdir. Hz. İmam Bâkır (a.s) Ehl-i Beyt ekolünü diri kılmak için harekete geçti. Halkı irşat ve hidayet ediyor, Medine’de Mescidü’n-Nebi’de ders halkaları oluşturuyordu. Halkın fıkhî ve ilmî sorunlarını halletmek için yöneldiği merci idi. Sözleri hüccetti.2 Kays b. Rebî’, Ebu İshak’a meslerin üzerine mesh etmenin hükmünü sorduğunu ve onun şöyle cevap verdiğini nakleder:
“Ben de diğerleri gibi meslerin üzerine mesh ediyordum. Bir gün Benî Haşim’den bir adamı ziyaret ettim. Şimdiye kadar onun gibi birisini görmemiştim. ona, meslerin üzerine mesh etmenin hükmünü sordum. Beni bundan menederek, “Emire’l-Müminin asla meslere mesh etmezdi” dedi. Bende bundan sonra böyle yapmaktan sakındım.”
Kays b. Rebî’, “bu sözü işittikten sonra meslerimin üzerine mesh etmekten sakındım, demiştir. Haricilerden olan bir adam İmam Bâkır (a.s)’a hitaben şöyle dedi:
“Ey Ebâ Cafer! Neye tapıyorsun? İmam Bâkır (a.s) “Allah’a,” diye buyurdu. Adamın, “O’nu gördün mü” sorusunu İmam (a.s), “evet, ancak gözler O’nu göremez, sadece kalpler imanın hakikatiyle O’nu görür. Kıyasla tanınmaz, hislerle derk edilmez, insanlara benzemez…” şeklinde yanıtladı. Bunun üzerine harici olan adam İmam’ın huzurundan ayrıldı. Bir taraftan da kendi kendine “Allah, elçiliğini nerede karar kılacağını iyi biliyor” diyordu.”
Amr b. Ubeyd, Tavus Yemanî, Hasan Basr’i, Nafi’ Mevla İbn-i Ömer gibi düşünür ve bilim adamı ilmi ve fıkha dair sorunlarında İmam Bâkır (a.s)’ın huzuruna varıyorlardı.1
İmam Mekke’ye geldiği zaman halk, helal ve haramları öğrenmek için ona akın ediyor, onunla sohbet etme fırsatını ganimet addediyor ve bilgilerine bilgi katıyorlardı. İmam Bâkır (a.s)’ın Mekke’deki ders halkasına ilim taliplerinin yanı sıra, zamanın düşünürleri de katılıyordu.2 Hac için Mekke’ye gelen Hişam b. Abülmelik, İmam’ın ders halkasını gördü ve bu durumdan rahatsız oldu. Halkın mahşerde ne yediğini sorması için bir şahsı İmam’ın huzuruna gönderdi.
İmam cevaben, “Halk hesaptan kurtulana kadar mahşerde, insanların, meyvelerinden yiyeceği ağaçlar, sularından içecekleri nehirler var” dedi.
Bu sefer “Hişam, halk mahşerde yeme-içme fırsatı bulacak mı” diye sorması için adamı tekrar gönderdi. İmam, cevaben “Cehennemde bile yeme içme fırsatı bulacaklar. Su ve diğer nimetlerden isteyecekler” dedi.
Zürare anlatır:
“İmam Bâkır (a.s)’la birlikte Kâbe’nin kenarında oturmuştum. İmam yüzünü Kâbe’ye doğrulttuğu bir halde, “Kâbe’ye bakmak ibadettir,” diye buyurdu. Bu esnada bir adam geldi ve Ka’bu’l-Ahbar’ın, “Kâbe her sabah Beytu’l-Mukaddes’e secde eder” dediğini arz etti. İmam, “sen ne diyorsun?” dediğinde adam, “Ka’b doğru söylüyor” dedi. Bu söz İmam’ı rahatsız etti ve “sen de Ka’b da yalan söylediniz” diye buyurdu.”3
İmam Bâkır (a.s)’ın yanında büyük bilim adamları, fakihler ve muhaddisler yetişmiştir. Bunlardan Zürare b. A’yan hakkında İmam Sadık (a.s), “eğer Zürare olmasaydı babamın hadisleri yok olurdu”4 diye buyurmuştur.
Muhammed b. Müslim, İmam Bâkır (a.s)’dan otuz bin hadis işitmiştir.1
Bu şahsiyetlerden Ebu Basîr hakkında da İmam Sadık (a.s) “Eğer bunlar olmasaydı, nübüvvet izleri yok olur ve rafa kaldırılırdı,” diye buyurmuştur. Bununla beraber Yezit b. Muaviye İclî, Cabir b. Yezit, Hamran b. A’yan ve Hişam b. Salim gibi büyük şahsiyetler de İmam’ın mektebinde yetişmişlerdir. Şia bilim adamlarının yanı sıra birçok Ehl-i Sünnet âlimi de İmam’ın talebesi olmuş ve ondan hadis nakletmişlerdir. Sıbt İbnü’l-Cevzî şöyle diyor: “Cafer babasından Peygamber (s.a.a)’in hadislerini naklediyordu. Bu yüzden Atâ’ b. Ebî Ribah, Süfyan-ı Sevrî, Malik b. Enes (Malikî mezhebinin imamı), Şu’be, Ebu Eyup Sicistanî gibi tabiinden bir grup, ondan hadis nakletmişlerdir.2
Genel olarak Hz. Bâkır (a.s)’ın mektebinde binlerce bilim, fıkıh ve hadis adamı yetişmiş, hadisleri öylesine yayılmış ki, büyük bir muhaddis olan Cabir Cu’fî, İmam Bâkır (a.s)’dan yetmiş bin hadis nakletmiştir.3
Bu durum imam Muhammed Bâkır (a.s)’ın hicrî 114 yılı, zilhicce ayının yedisinde gerçekleşen şahadetine kadar sürmüştür.4
İmam Cafer Sadık (a.s) Üniversitesi
İmam Cafer sadık (a.s) şartların siyasi açıdan uygun olmasını göz önünde bulundurarak, babasının ilmi hareketini devam ettirmiş, ünü her yana ulaşan yaygın ve büyük bir üniversite kurmuştur. Şeyh Müfit bu konu hakkında şöyle yazar:
“O Hazret’ten nakledilen ilimlerin çokluğu meşhur olmuş, her tarafta yankılanmaktaydı. Peygamber hanedanına mensup hiç kimseden onun kadar ilim ve bilgi naklolmamıştır.1
Emir Ali, Hz. Sadık (a.s) hakkında şunları yazar:
“Felsefi konular ve tartışmaların İslam merkezlerinin tamamına yayılması, bu alandaki yönlendirmeler ve yol göstermeler, Hz. Ali (a.s)’nin Medine’de bulunan torunu Hz. Sadık (a.s)’ın kontrol ve denetiminde başlamış ve devam etmiştir. O, dikkatli bir görüşe ve derin düşünceye sahip büyük âlimlerdendi. Sonuç olarak dönemin bütün ilimlerinde derin bir bilgiye sahipti. Gerçekte, İlahiyat fakültesinin temelini ilk atan odur.”2
Bu yüzden ilim dostları ve Muhammedî öğretilere susuz olanlar, İslam topraklarının birçok noktasından gruplar halinde bu yüce İmam’a akın etmiş, ilim ve hikmet pınarının kaynağından faydalanmışlardır. Seyyidü’l-Ehl şöyle diyor:
“Kûfe, Basra, Vasıt ve Hicaz’dan her kabile ciğerparelerini, Cafer b. Muhammed (a.s)’e gönderdi. Hazret’in huzuruna varanlar çoğunlukla Arap büyükleri, Fars mevaliler, özellikle de Kum ahalisidir.”3
Merhum Muhakkik, Muteber’de şöyle yazar:
“İmam Sadık (a.s) zamanında o Hazret’in eğitim verdiği ilim branşlarının çokluğu akılları hayrete düşürmüştür. Sayıları dört bin kişiye ulaşan rical âlimleri topluluğu İmam’dan rivayet nakletmiş, İmam’ın eğitimi sayesinde büyük bir grup çeşitli bilim dallarında uzmanlaşmıştır. Hz. Sadık (a.s)’ın onlara verdiği cevaplar, tam dört yüz kitapta toplanmış “Usûl” olarak adlandırılmıştır.”4
Şehid-i Evvel, Zikrâ isimli kitabında şöyle der:
“Ebâ Abdullah İmam Sadık (a.s)’ın çeşitli sorulara verdiği cevaplar, Irak, Hicaz, Horasan ve Şamlılar’dan oluşan dört bin kişi tarafından yazıldı.”1
Böylece arayış içinde olan ilim ve bilim âşıkları İmam’ın huzurundan istifade etmeye çalıştı. O günün aklî ve naklî ilimlerinin çeşitli dallarında yetişen Hişam b. Hakem, Muhammed b. Müslim, Eban İbn-i Tağlib, Hişam b. Salim, Mümin Tâk, Mufazzal b. Ömer ve Cabir b. Hayyan2 gibi ünlü bilim adamları, İmam’ın bereketli varlığının ürünüdürler.
İmam’ın öğrencilerinin “Dört Yüz Usül” olarak adlandırılan eserleri, Şia’nın dört hadis kitabı olan Kâfî, Men Lâ Yahzuruhu’l-Fakîh, Tehzîb ve İstibsâr’ın temelini oluşturur. İmam Sadık (a.s)’ın öğrencileri sadece Şiilerle sınırlı kalmamış, birçok Ehl-i Sünnet âlim ve düşünürü de o Hazret’ten ders almıştır.
Ehl-i Sünnet yazarlarından İbn-i Hacer el-Heysemî konuyla ilgili olarak şöyle yazar:
“Yahya b. Sa’d, İbn-i Cüreyhh, Malik, Süfyan-ı Sevrî, Süfyan b. Uyeyne, Ebu Hanîfe, Şa’bî, Eyüp es-Sicistanî gibi (fıkıh ve hadis ilimlerinin) en büyük liderleri, ondan hadis nakletmişlerdir.”3
Hanefi mezhebinin önderi Ebu Hanîfe şöyle derdi:
“Bir müddet Cafer b. Muhammed’in yanına gidip geliyordum. Onu her zaman ya namaz kılarken, ya oruç, ya da Kur’an okurken görüyordum. Asla abdestsiz hadis naklettiğini görmedim.1 Bilgi, ibadet ve takvada Cafer b. Muhammed’den daha üstününü ne bir göz görmüş, ne bir kulak duymuş, ne de beşerî bir kalp içinden geçirmiştir.”2
İmam’ın ders oturumlarında sadece, daha sonraları fıkhî mezhepler kuranlar değil, filozoflar ve uzak bölgelerden gelen felsefe örencileri de hazır bulunuyorlardı. Bunlar, İmamlar’ından çeşitli ilimleri aldıktan sonra vatanlarına dönüyor, kendi ders oturumlarını oluşturuyor ve Müslümanlar, etraflarında toplanıyorlardı. Onlar, Ehl-i Beyt öğretilerini Müslümanlara aktarıyor ve Şiiliğin yayılmasına çalışıyorlardı. Eban b. Tağlib, Mescidu’n-Nebi’ye geldiği zaman Hz. Peygamber (s.a.a)’in dayandığı sütunun etrafını onun için boşaltıyorlar ve o halka hadis naklediyordu.
İmam Sadık (a.s) ona, “Medine mescidinde otur ve halka fetva ver. Ben Şiilerim arasında senin gibi şahsiyetlerin görünmesinden hoşlanıyorum “diye buyurmuştur. Eban, Kur’an ilimlerinde eser veren ilk kişidir. O Mescidü’n-Nebi’de oturur, halk da sorular sorardı. Onun bu sorulara etraflıca ve etkin bir şekilde cevap vererek, Ehl-i Beyt (a.s)’in o konularla ilgili hadislerini de aralara serpiştirmesi hadis ilmine ne denli vakıf olduğunun göstergesidir.3 Zehebî, onun hakkında Mîzanü’l-İtidal’de şöyle demektedir: “Eban gibi Şiilikle itham edilen şahısların hadisleri ret edilirse, nebevî eserlerin büyük kısmı yok olur.”4
İbn-i Halit Kabuli şöyle diyor: “Ebu Cafer Mümin Tâk’ı Mescidü’n-Nebi’de otururken gördüm. Medine halkı etrafında izdiham oluşturmuş, sorular soruyor, o da cevap veriyordu.”5
Şiilik bu dönemde öylesine yayılmıştı ki, halk içinde sosyal açıdan bir yerlere ulaşmak ve onları cezp emek isteyen bir grup, İmamlar (a.s)’a yalan hadis isnat etmeye, ya da hadisleri tevil ederek kendilerine yormaya başladılar. Bu paralelde İmam Sadık (a.s), hadislerdeki çelişkilerin sebebini soran ashabından Feyz İbn-i Muhtar’a cevaben şöyle buyuruyor: “Onlar, hadislerimiz ve bize muhabbet izharıyla Allah rızasını değil, dünyayı talep etmektedirler. Her biri kendi liderlik sevdasındadır.”1
Dostları ilə paylaş: |