Şia’nın Doğuşu
Şia’nın doğuşu hakkında çeşitli görüşler belirtilmiştir. Bu görüşler genel olarak iki grup altında incelenebilir.
Birinci grup, Şia’nın Peygamber Efendimiz (s.a.a)’den sonra ortaya çıktığına inanan yazar ve araştırmacılardır. Bunlar da kendi aralarında birkaç kısma ayrılmaktadırlar:
-
Şia’nın Sakife günü ortaya çıktığına inananlardır. O gün ashabın önde gelenlerinden bir grup, Hz. Ali (a.s)’nin imamet ve hilafete daha layık olduğunu açık bir şekilde söylemişlerdir.
-
Şia’nın doğuşunun Osman’ın hilafetinin son zamanlarında olduğunu söyleyip, bu zamanda yayılan Abdullah bin Seba’nın düşünceleriyle ilişkilendirenler.
-
Şia’nın üçüncü Halife’nin katledildiği gün doğduğuna inananlardır. Bu olaydan sonra Şiiler yani Hz. Ali (a.s)’nin takipçileri kendilerini Osman’ın intikamını almak isteyenlerin diğer bir tabirle Osman’ın takipçilerinin (Osmanîler) karşısında buldular. İbn-i Nedim şöyle yazıyor: “Talha ve Zübeyir Hz. Ali (a.s)’ye muhalefet ettikleri ve Osman’ın kanının intikamını almaktan kesinlikle el çekmedikleri zaman, Hz. Ali (a.s)’de hakkın fermanına uymaları için onlarla savaşmaya karar verdi. O gün ona (a.s) uyanlar Şia olarak addedilmeye başladı ve oda onlara “benim Şiilerim” diye hitap etti.1
İbn-i Abdirabbih’de şöyle diyor: “Şiiler, Ali’yi Osman’dan üstün bilenlerdir.”2
-
Şiiliğin, hakemlik olayından Hz. Ali (a.s)’nin şahadetine kadarki süreç içinde doğduğuna inananlar.
-
Şiiliğin doğuşunu Kerbela olayı ve İmam Hüseyin (a.s)’in şahadetine bağlayanlar.1
İkinci grup, Şia’nın köklerinin Allah Resulü (s.a.a)’nün zamanına dayandığına inanan araştırmacılardır. Şii âlimlerin tamamının yanında,2 bazı Ehl-i Sünnet âlimleri de bu inancı taşımaktadırlar. Ehl-i Sünnet büyüklerinden Muhammed Kürd Ali şöyle diyor: “Peygamber-i Ekrem (s.a.a) zamanında ashaptan bir grup Hz. Ali (a.s)’nin Şia’sı olarak meşhurdu.”3
Sunulan görüşlere dikkat ettiğimizde Sakife hadisesinin gerçekleştiği gün, Osman’ın hilafetinin sonları, Cemel Savaşı, Hakem olayı ve Kerbela vakıasının gerçekleştiği tarihsel kesitlerde meydana gelen olayların Şiilik Tarihi’ni etkilediği söylenebilir. Ancak Abdullah b. Seba adındaki adamın varlığı şüpheli bir konu olup, Şiiliğin bu zamanda şekillenmesi de doğru bir görüş değildir. Zira eğer Peygamber Efendimiz (s.a.a)’den nakledilen hadisler incelenirse, Şia isminin bütün bu zikredilen olaylardan önce Allah’ın Resulü, Muhammed Mustafa (s.a.a) tarafından Hz. Ali (a.s)’yi sevenlere has kılındığı görülecektir. Bu hadislerin bir bölümüne değineceğiz. Bütün bu hadisleri Ehl-i Sünnet de kabul etmektedir ve onların hadis kaynaklarında da gelmektedir. Örneğin Ehl-i Sünnet müfessirlerinden olan Süyuti’nin, “Onlar yaratılmışların en hayırlılarıdır”4 ayetinin tefsirinde Peygamber Efendimiz (s.a.a)’den” Onlar Ali ve onun Şiileridir. Onlar kıyamet günü kurtuluşa erecek olanlardır,”5 buyurduğunu nakletmiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.a), Hz. Ali (a.s)’ye şöyle buyurmuştur: “Allah, senin şialarının ve şialarını sevenlerin günahlarını affetmiştir.”1
Yine Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz. Ali (a.s)’ye buyurduğu bir başka hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Sen ve Şiaların Kevser Havuzu’nda susuzluğunuzu gidermiş ve yüzleriniz ak olarak bana gelirsiniz, düşmanlarınızsa, zincirlere ve prangalara vurulmuş bir halde gelirler.”2
Hz. Peygamber-i Ekrem Efendimiz (s.a.a) kızı Hz. Fatıma (a.s)’ya hitaben, uzun bir hadisin içinde Hz. Ali (a.s.)’nin faziletleri hakkında şöyle buyurmuştur: “Ey Fatıma! Yarın kurtuluşa erenler Ali ve onun Şiileri olacaktır.”3
Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Ey Ali! Allah Senin, hanedanının, Şialarının ve Şialarını sevenlerin günahlarını affetmiştir…”4
Diğer bir hadis-i şeriflerinde: “Ya Ali! Kıyamet günü ben Allah’a temessük ederim, sen bana, çocukların sana ve çocuklarının Şiileri de da Onlara sarılırlar.”5
Peygamber Efendimiz (s.a.a) başka bir hadisinde Hz. Ali (a.s)’ye şöyle buyurmakta: “Sen ahirette insanların bana en yakın olanısın…
Şiilerinse nurdan minberler üzerinde oturacaklardır.”6
İbn-i Abbas’tan şöyle nakledilmektedir: “Cebrail, Ali (a.s) ve Şiilerinin Hz. Muhammed (s.a.a)’le beraber cennete götürüleceklerini haber vermiştir.”7
Selmani Farisi’den Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a)’in Hz. Ali (a.s)’ye şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Ya Ali! Yakınlaştırılanlardan olman için sağ eline yüzük tak.” Ali (a.s) “yakınlaştırılanlar kimlerdir,” diye sorduğunda “Cebrail ve Mikail” diye buyurdu. Ali (a.s), “ne tür bir yüzük takayım” diye sorduğunda “taşı kırmızı akik olan bir yüzük” diye buyurdu. Zira Akik Dağı Allah’ın kulluğunu, benim peygamberliğimi, senin vasiliğini, çocuklarının imametini tasdik ve itiraf etmiştir. Seni sevenler cennet ehli olacaktır, Şiilerinin yeri yüce Firdevs cennetidir.”2
Yine Resul-i Ekrem (s.a.a)’den nakledilen bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Ümmetimden yetmiş bin kişi hesap vermeden cennete gideceklerdir.” Hz. Ali (a.s) onlar kimlerdir? diye sorduğunda onlar; “senin Şiilerin ve sen onların imamısın” diye buyurdu.3
Enes b. Malik Peygamber Efendimiz (s.a.a)’den şöyle naklediyor: “Yüce Allah Ali’yi hiçbir meleği sevmediği kadar çok sever. Çekilen tespihlerin sayısınca kıyamete kadar Ali’nin Şiileri ve âşıkları için istiğfar etsinler diye melekler yaratır.”4
Cabir b. Abdullah Ensari Peygamberimiz (s.a.a)’den şöyle naklediyor: “Beni hak üzere peygamberliğe seçen Allah’a yemin ederim ki melekler Ali için her zaman bağışlanma dilerler ve tıpkı bir baba gibi, onun ve Şiileri için yürekleri yanar.”5
Hz. Ali (a.s)’nin bizzat Peygamberimiz (s.a.a)’den naklettiği bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Ey Ali! Şiilere, kıyamet günü, şefaatimin dışında ne malın ne çocukların faydasının olmadığı günde, şefaat edeceğim müjdesini ver.”6
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Ali (a.s)’ye şöyle buyurmuştur: “Ben, sen, Hasan ve Hüseyin Cennete girecek olan ilk dört kişiyiz. Soyumuz arkamızdan, onların arkasından eşlerimiz, Şiilerimizse sağımızdan ve solumuzdan cennete gireceklerdir.1
İbn-i Cevzi, Belazuri, Şeyh Süleyman Kunduzi Hanefi, Hevarezmi ve Suyuti gibi birçok Ehl-i Sünnet hadisçisi ve tarihçisi, Allah Resulü (s.a.a)’nün Ali (a.s)’ye şu hitabını nakletmişlerdir: “Bu ve Şiileri kıyamet günü kurtuluşa erenlerdir.”2
Hatta Peygamber Efendimiz (s.a.a)’den, bazı Şiiler hakkında rivayetler bulunmaktadır. İşin ilginç olan kısmıysa bu rivayetlerin, Şiilere muhalif olanlardan nakledilmiş olmasıdır. Ayşe’nin, Hucr b. Adiyy hakkında zikretmiş olduğu hadis gibi. Muaviye, Hucr ve dostlarını katlettikten ve hacca gittikten sonra Medine’ye geldi. Ayşe ona şöyle dedi: “Muaviye! Neden sabretmedin ve Hucr ile dostlarını öldürdün. Haberdar ol ki ben, Allah Resulü (s.a.a)’nün şöyle buyurduğunu işittim: “Bir grup, Merc-i Azra isimli bir yerde öldürülecekler ve göklerin sakinleri onların katlinden dolayı öfkeleneceklerdir.”3
Bu hadisler inkâr edilemeyeceklerinden ve Ehl-i Sünnet’in büyük hadisçilerinin de nakletmesinden dolayı bazı Sünni yazarlar, hiç uygun olmayan tevillere kalkışmışlardır. İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle diyor: “Birçok rivayette cennetle müjdelenen Şiiler, Hz. Ali (a.s)’nin, bütün insanlardan daha faziletli ve üstün olduğuna inananlardır. Bu bakımdan, bizim Mutezili âlimlerimiz, kitap ve derlemelerinde şöyle demişlerdir: Gerçekte biz Şii’yiz ve bu en sağlıklı, en doğru sözdür.”1
İbn-i Hacer Heysemi’de, Es-Savaiku’l-Muhrika adlı, Şia inançlarını ve temellerini reddetmek üzere kaleme aldığı kitabında, bu hadisi naklederken şöyle demiştir: “Bu hadislerde geçen Şiiler hâlihazırdaki Şiiler değil, Ali hanedanı ve sevenleridir. Hadislerde zikredilmelerinin sebebi Peygamber ashabı tarafından bidat, küfür ve sövgülere maruz kalmamaları içindir.”2
Merhum Allame Muzaffer ona şöyle cevap veriyor: “Çok ilginçtir ki; İbn-i Hacer, burada geçen Şia’nın Ehl-i Sünnet olduğunu sanmıştır! Acaba hangi delille bunları söylemiştir? Şii ve Sünni kelimelerinin eş anlamlı olduğunu mu sanmaktadır? Ya da bu iki fırkanın aslında tek şey olduğunu mu düşünüyor? Belki de Ehl-i Sünnet, Hz. Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’ine Şialardan daha çok uymakta ve onları daha çok sevmektedir!”3
Merhum Kâşif-ul Gıta da şöyle diyor: “Şia lafzının Ali (a.s)’nin Şialarına atfedilmesiyle maksat anlaşılabilir. Zira bu grubun dışındakiler başkalarının Şialarıdır.”4
Şia’nın manası Peygamber Efendimiz (s.a.a)’in hadisleri ve sözlerinde çok açık bir şekilde ifade edilmiştir. Ama bunlar, tevillerle bu hakikatin üzerini örtmeye çalışmışlar ve de ancak kendilerini kandırmışlardır. Özellikle Şia kelimesinin canlı şahitlerinin Peygamber Efendimiz (s.a.a) zamanında tanındığı ve ashaptan bir grubun Ali (a.s)’nin Şia’sı olarak meşhur olduğu dikkate alınırsa bu gerçek daha iyi anlaşılmaktadır.5
Peygamber (s.a.a)’in ashabı da Hz. Ali (a.s)’ye uyanlara Şia diyorlardı. Haşim Mirkal, Muhill b. Halife-i Tai adında biri hakkında Hz. Ali (a.s)’ye şöyle yazıyor: “Ey Müminlerin önderi! O, senin Şialarındandır.”1
Şialar da birbirlerine Şia demekteydiler. Şeyh Müfit’in naklettiği üzere bir grup, Hz. Ali (a.s)’nin huzuruna gelir ve şöyle arz ederler, “Ey Müminlerin önderi! Biz senin Şialarındanız, Hz. Ali (a.s) de onlara şöyle buyurur: “Bizim Şialarımızın yüzleri gece uyanık kalmaktan dolayı sararmış, gözleri ağlamaktan zayıflamıştır…”2
Birçok yerde Hz. Ali (a.s) de tıpkı yukarıdaki gibi takipçilerine Şia diyordu. Örneğin Basra Şiilerinden bir grubun Talha ve Zübeyir tarafından şehit edildiği haberi kendisine geldiğinde onlara beddua etmiş ve şöyle demiştir: “Allah’ım onlar benim Şialarımı öldürdüler sende onları öldür.”3
Hatta düşmanları bile Hz. Ali (a.s)’nin takipçilerine Şia demekteydiler. Ayşe, Talha ve Zübeyir Mekke-Irak güzergâhında sohbet ederken şöyle demişlerdir: “Basra’ya gideriz Ali (a.s)’nin temsilcisini oradan süreriz ve Şiilerini de öldürürüz.”4
Her halükarda manası, Ali’yi (a.s) sevmek ona uymak ve onu önder bilmek olan Şiilik, gerçekte Peygamber Efendimiz (s.a.a)’in zamanına dayanmaktadır. Peygamber Efendimiz birçok konuşmasında halka, Ali (a.s)’ye ve ailesine uymalarını emretmiştir. Gadir-i Hum hadisesi bunlardan biridir. İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle diyor: “Bu hadisleri öyle hadisçiler nakletmişlerdir ki, hiç kimse onları Şiilikle ve Rafizilikle itham etmemiştir. Hatta onlar Ali’nin diğerlerinden üstün ve öncelikli olduğuna da inanmamaktaydılar.”1
Şimdi bu hadislerden bir kısmına değineceğiz. Büreyde Eslemi naklediyor: “Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: Allah-u Teâlâ bana kendisinin de sevdiği dört kişiyi sevmemi emretti. Ey Allah’ın Resulü! Onların adları nedir, diye arz ettiklerindeyse Peygamber Efendimiz (s.a.a) üç defa şöyle buyurdu: Ali sonra Ebuzer, Mikdat ve Selman.”2
Taberi Allah Resulü (s.a.a)’nün Uhud Savaşı’nın cereyan ettiği sırada şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ali bendendir ve ben Ali’denim.”3
Ümm-ü Seleme’den şöyle rivayet olmuştur: “Allah Resulü (s.a.a) öfkelendiği zaman Ali’den başka kimse onunla konuşmaya cesaret edemezdi.”4
Sa’d b. Ebi Vakkas, Allah Resulü (s.a.a)’nün şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kim Ali’yi severse beni sevmiş, kim beni severse Allah’ı sevmiştir. Kim Ali’ye düşmanlık ederse bana düşmanlık etmiş, kim bana düşmanlık ederse Allaha düşman olmuştur.”5
İbn-i Cevzi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ey Ali! Sen cennet ve cehennemi bölüştürensin. Cennetin kapısını açarsın ve hesap vermeden girersin.”1
Menakib-i Harezmî de İbn-i Abbas’tan Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Miraca götürüldüğüm zaman cennetin kapısında şu yazıyı gördüm: Allahtan başka ilah yoktur, Muhammed Allahın Resulüdür, Ali Allah’ın Habibidir, Hasan ve Hüseyin Allahın halis ve seçilmişleridir ve Fatıma Allah’ın hizmetçisidir. Onlara düşmanlık edenlere Allah lanet etmiştir.”2
Müminlerin önderi Ali (a.s)’ye karşı çıkan Zübeyir’in torunlarından olan Zübeyir bin Bekkar Resul-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Allah’a iman eden, benim peygamberliğimi kabul eden herkese Ali’yi (a.s) sevmelerini ve velayetini (hükümet ve tasarruf yetkisini) kabul etmelerini vasiyet ediyorum. Kim onu severse beni sevmiş, kim beni severse Allah’ı sevmiştir.”3
İbn-i Ebi’l-Hadid Zeyd b. Erkam’dan Allah Resulü (s.a.a)’nün şöyle dediğini naklediyor: “Size öyle bir yol göstereceğim ki eğer kıymetini bilirseniz helak olmazsınız. Sizin İmamınız ve önderiniz Ali bin Ebi Talip’tir. Onu tasdik edin. Çünkü Cebrail bana böyle haber verdi.” İbn-i Ebi’l-Hadid bu hadisi naklettikten sonra şunları söylüyor: “Bu hadis sarih olarak imamet hakkındaysa o zaman Mutezile bu sorunu nasıl halledecek, sorusuna şöyle cevap veriyoruz. Peygamber (s.a.a)’in maksadı, Ali (a.s)’nin fetva ve hükümler noktasında onların imamı olması olabilir. Bu konuda Bağdat Mutezililerinin büyüklerinin ve şeyhlerinin sözlerine yapmış olduğumuz açıklama, cevap niteliğinde olabilir. Bu açıklama özetle şöyledir. Eğer Ali halifeliğe rağbet etseydi ve bu konuda başkalarıyla çekişseydi imamet ve hilafet onun hakkıydı ama o hilafeti başkasına bıraktığı ve sustuğu için biz bu şahsın (Ebu Bekir) halifeliğini kabul ediyor ve doğruluyoruz. Ali de bu üç halifeye muhalefet etmemiş, onlara kılıç çekmemiş, halkı onların aleyhine kışkırtmamıştır ve bu onların hilafetini onayladığının göstergesidir. Bunları göz önünde bulundurarak onları kabul ediyoruz, temizliklerine, hayırlı oluşlarına, layık olduklarına inanıyoruz. Eğer Hz. Ali (a.s) onlarla savaşsaydı, onlara kılıç çekseydi ve halkı onlarla savaşmaya çağırsaydı biz de onların günahkâr, sapık ve yoldan çıkmış olduklarına inanırdık.”1
Dostları ilə paylaş: |