FASIL
Şu sözünüze gelince: "Başkasının işlediği amel ölüye faydalı olsaydı, onun adına yaptığı tevbe ve müslümanlıkda fayda verirdi."
Bu şüphenin iki kaynağı vardır:
Birinci suret; İki şey arasındaki zorunluluğu ifade eder, sonra lazımın kaldırılmasıyla lazımın neticesinin de kalktığını açıklar. Bunun şekli şudur: Başkasının yaptığı amel ölüye fayda sağlıyorsa, adına yapılan tevbenin de müslümanlığın da faydalı olması gerekir. Ancak Ölü adına yapılan tevbe ve müslümanlık faydalı olmadığına göre, yapılan amel de faydalı değildir.
İkinci suret; ölü, adına yapılan tevbe ve müslümanlık ona fayda vermeyeceğinden dolayı adına kılınan namaz, tutulan oruç ve okunan Kur'ân da ona fayda vermez.
Bu iki şey arasındaki zorunluk ve yakınlığın kesinlikle batıl olduğu bilinmektedir. Şöyle ki: 1- Bu, naslardan ve ümmetin kınasından elde ettiğimiz bir kıyastır. 2- Bu, Allah'ın dağıttığı şeyleri toplamaktır. Çünkü Allahû Teâlâ, başkası adına yapılan müslümanlıkla, onun adına verilen sadaka, yapılan hac ve köle azadını birbirinden ayırmıştır. Bu durumda bu iki şey arasında yapılan eşitleme kıyası; faizin alış-verişe; pâk olarak Ölenin, murdar olarak ölene kıyaslamalarına benzer bir kıyastır. 3- Yüce Allah, gerek hayatta, gerekse ölümden sonra, İslâmı müslümanların birbirleriyle yardımlaşmasına sebep kılmıştır. Müslümamn, amelden faydalanmasına sebep olan şey ortada yoksa fayda ortaya çıkmaz. Nitekim Rasûlullah, Amr b. Âs'a bu manada şöyle demiştir: "Baban, tevhidi ikrar etmiş olsaydı, adına tuttuğun orucun, verdiğin sadakanın ona faydası olurdu." Kulun, yaptığı güzel amellerden faydalanmasını da Yüce Allah müslümanlığına bağlamıştır. Bu sebebin kalkması durumunda yaptığı hiçbir hayırlı amel kişiye fayda vermez, ameli kabul görmez. Bundan başka Allah Teâlâ, amelde ihlas ve devamlılığı da amelerin kabul edilmesine sebep kılmıştır. Aksi takdirde ameller kabul görmez. Bir diğer misal de abdest ve diğer namaz şartlarını, namazın sıhhatine bir sebep kılmasıdır. Bu şart yerine gelmezse, namazın sıhhati de ortadan kalkar. Serî, aklî ve hissî sebeplerin, müsebbebleriyle olan ilişkisi böyledir. Müsebbib ile müsebbeb arasındaki sebebin varlığı ile yokluğunu eşit gören kimsenin yaptığı kıyas batıldır.
Bu nevî deliliğin bir başkası da şöyle demektir: "Asilere yapılan sefâat kabul edilirse, müşrikler için de şefaatin kabul edilmesi gerekir. Muvahhid-lerden büyük günah işleyenler cehennemden çıkacaklarsa, cehennemde bulunan kâfirlerin de çıkması gerekir." Bu ve buna benzer kıyaslar yapanların, kalblerinin pisliği, anlayışlarının kötülüğü ortadadır.
Bilcümle, ilim ehline yakışan, bu gibi hezeyanlar atmaktan sakınmak, böylece de hem kendi amel defterini hem de başkalarınınkini karartmaktan uzak kalmaktır. 578
FASIL
Şu sözünüze gelince: "İbadetler iki kısımdır. Birincisi, niyabete elverişli olanlar. Bunlardan bağışlananlar ölüye ulaşır. İkincisi ise, niyabete elverişli olmayanlar, bu nedenle de ölüye ulaşamayan ibadetlerdir."
İşte asıl dava, asıl mesele budur. Bunu nereden çıkartıyorsunuz? Bu farkı nereden buldunuz? Hangi Kitap, hangi sünnet ya da kıyas sizi sözkonusu görüşe şevketti?
Her nekadar oruç, niyabete elverişli olmasa da, Rasûlullah ölü adına oruç tutulmasını meşru saymıştır. Farzı kifâyelerin edasında, ümmetin birbirine niyabet edebileceğini; bir kimsenin yapması halinde diğerlerinden hem ibadetin hem de günahın düşeceği bildirilmiştir. Niyabet yaşma gelmemiş bir çocuğu, kendi adına ihram ve hac farizalarım yapmak için hacca göndermeyi meşru görmüş; naib çocuğun yaptığı amelin sevabını bu kişiye vermiştir.
Ebû Hanîfe demiş ki: "Hac yaparken bayılan kimse adına refiki ihrama girer." Hanefîler, refikin ihrama girmesini, bayılan kişinin ihramı menzilesinde görmüşlerdir. Aynı şekilde Yüce Allah, ebeveynin müslümanlığını, çocuklarının müslümanlığı menzilesinde kılmıştır. Düşmanı esir alanla, ona malik olanın müslümanlığı da, nasstan anlaşıldığı üzere esirin müslümanlığı menzil esindedir. Bir zamanlar kâmil şeriatın, güzel fiileri, işleyen kimseden başkasına nasıl dönderdiğine şaşırmıştım. Kulun ebeveynine faydasının dokunmasını ve çoğu vakitler müslüman kardeşleri için Allah'tan rahmet dilemesini; onların muhtaç oldukları iyi ve güzel amelleri işleyip, sevaplarını onlara göndermesini engellemek şeriata yakışır mı? Kul, kendine tanınan geniş hakkı nasıl daraltabilir ya da işlediği amelin sevabını, kendinin istediği Allah'ın da bir mahsur görmediği bir müslümana hediye etmeyi nasıl imkânsız görür? Şu bilinmeli ki haccın, sadakanın köle azat etmenin sevabını ulaştıran şey, orucun, namazın, kıraat ve itikatm sevabını ulaştıran şeyin aynısıdır. Yani, bağışta bulunulan kişinin müslümanlığı bağışta bulunanın ise teberru ve ihsanı, Allah'ın da bu ihsanı engelememesi. Allah'ın böyle bir ihsanı engellemesi şöyle dursun onu her yönüyle teşvik bile etmiştir. Ölülerin, kendilerine hediye edilen Kur'ân, namaz, sadaka, hac gibi ibadetlerin kendilerine ulaşması ile ilgili bilgiler mü'minlerin rüyalarında o kadar çok görülmüş ki tevatür derecesine çıkmıştır. Konuyla ilgili geçmişte olanları, bize ulaştığı kadarıyla çağımız insanlarından nakletsek söz oldukça uzar. Rasûlullah da şöyle demiştir: "Ramazan ayının son on gününde birbirine uygun olarak gördüğümüz rüyalar en iyi rüyalarınız dır" 579Demek ki müşahede ettikleri bir olayı birbirine uygun olarak rivayet etmeleri ne kadar mûte-berse, Rasûlullah da bunların birbirine uygun olan rüyalarım muteber saymıştır. Çünkü onlar, uygunluk sağlandıktan sonra ne rivayetlerinde ne de rüyalarında yalan söylerler. 580
FASIL
Rasûlullah'tan gelen: "Kim üzerinde oruç olarak ölürse, velîsi onun yerine tutar" hadisim reddetmenize gelince; naklettiğiniz hadisin Rasûlullah'ın hadisi olduğunu ortaya koyup, her yönüyle sahih hadislere uygunluğunu açıklayacağız. Batıllığma gelince; bunun, doğruluğundan şüphe edilmeyen, karşı gelmeye bir neden olmayan, işitmek itaat etmek, boyun eğip kabul etmekten başka yolu olmayan açık sahih bir hadise karşı olması batılığına yeter delildir. Önümüzde sahih bir hadis varsa bizim için muhayyerlik yoktur. Muhayyerlik, doğuda batıda bulunan bütün insanlar karşı da olsa hadise teslim olup ona inanmaktır.
"Sözkonusu hadisi İmam Malik'in el-Muvatta'mda geçen: 'Bir kimse başkası adına oruç tutamaz' hadisiyle reddediyoruz" demenize gelince. Muarızlarınız da diyorlar ki: "Biz de İmam Malik'in Rasûlulah'tan rivayet ettiği hadisi reddediyoruz. Haydin bakalım, bunlardan hangisi daha doğru, hangisi reddedilmeye daha müsait?
İmam Malik'in: "Bu bize göre üzerinde icmâ edilmiş ihtilafsız bir husustur" sözüne gelince. Malik böyle bir icmâyı ne doğuda yaşayanlardan ne de batıda yaşayanlardan nakletmiştir. Naklettiği görüş Medinelilerin görüşüdür ki ona aralarındaki hilaf ulaşmamıştır. İmamın ihtilaflara muttali olamaması, Rasûlullah'ın hadisin düşürmez. Hatta, Medinelilerin. tamamı bu konuda icma etmiş oldukları varsayılsa, masum ümmetin uyduğu hadise uymak, ümmetle bir olmadıkça masumluktan uzak Medinelilerin sözüne uymaktan daha evladır. Çünkü ne Allahû Teâlâ ne de O'nun Rasûlü, ihtilaf halinde Medinelilerin görüşlerini hüccet sayıp diğerlerini reddetmenin gerekliliğini belirtmiştir. Bakın âyette nasıl geçiyor: "Allah'a ve ahiret gününü inanıyorsanız aranızda bir anlaşmazlık çıktığında onu Allah ve O'nun Rasûlü'ne götürün. Bu sizin için daha hayırlı, sonuç itibariyle daha güzeldir." 581
Eğer İmam Malik ve Medineliler: "Bir kimse başkası adına oruç tutamaz" demişlerse, Hakem b. Uteybe de, Seleme b. KnheyTden, o da Saîd b. Cü-beyr yoluyla (Medineli) İbni Abbas'm: "Ramazan orucunun kazası için ölü adına yemek yedirilmesine, eğer nezir orucu ise onun adına oruç tutulmasına fetva vermiştir" şeklindeki sözünü nakletmiştir.
Ahmed b. Hanbel, birçok muhaddis ve Ebû Ubeyd bu görüştedir. Ebû Sevr de: "Nezir orucu olsun başka oruç olsun orucu tutulur" derken Hasan b. Salih nezir orucu ise "velîsi onun adına tutar" demiştir. 582
Dostları ilə paylaş: |