Biyatı Antolojisi, İstanbul 1935; a



Yüklə 1,15 Mb.
səhifə25/27
tarix26.08.2018
ölçüsü1,15 Mb.
#75068
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   27

şacağı bir kemal veya amaç söz konusu olmadığından Allah'ın lütufkârlığı yegâ­ne hâlis olandır, c) "Sizde nimet adına ne varsa hepsi Allah'tandır" (en-Nahl 16/ 53) mealindeki âyette belirtildiği üzere yaratıkların elinde bulunan imkân ve ni­metlerin gerçek sahibi yine Allah'tır {Me-fâtîhu'l-ğayb, I. 221).

Muhyiddin İbnü'l-Arabî, zât-ı ilâhiyyeyi acz ve yaratılmışlık belirtilerinden tenzih etmenin (teşbih), kelime-i tevhidi tekrar etmenin, tekbir getirmenin vb. bütün tazim ifadelerini kullanmanın birer hamd olduğunu belirttikten sonra şöyle der: "Hamd en umumi zikirdir insan gibi, di­ğer zikirler cüzdür organ gibi". Ona göre övme mânasındaki hamd üç türlü olabi­lir: Birincisi insanın kendi kendini övme-sidir. Bu kesin olmayıp ihtimal çerçeve­sindedir, çünkü kişinin kendinde bulun­mayan şeyle de övünmesi mümkündür. İkincisi başkasının övmesidir, bunda da yanılma olabilir. Üçüncüsü en yüksek de­recedeki hamd olup burada öven-övü-len, sıfat-mevsuf birliği vardır, bu da Al­lah'tır {el-Fütûhât, IV, 287). İbn Teymiyye de bu hususta şu açıklamada bulunur: Hamd, ona muhatap olacak kişinin gü­zelliklerini bunlara karşı sevgi besleyerek dile getirmektir. Birinin iyiliklerini sevme­den nakletmek hamd olmadığı gibi sev­diği halde haber vermemek de hamd de­ğildir. Allah zâtını övmüş, güzel isimleri­ni, yüce sıfatlarını, isabetli fiillerini zik­retmiş ve mukaddes zâtını sevmiştir. Böylece O hem hamd eden hem hamd edilen, hem sena eden hem sena edilen, hem yücelten hem yüceltilen, hem seven hem sevilen olmuştur. Böyle bir mertebe kemalin doruk noktasıdır ve buna O'ndan başka kimse lâyık değildir (Mecmû'u fe-tâuâ, Vlll, 378-379).

Zikir, şükür ve dolayısıyla dua unsurla­rını ihtiva eden hamd tıpkı besmele gibi müslümanların hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Her gün kılınan beş vakit namazda kırk defa tekrarlanan Fatiha sûresi hamd ile başladığı gibi ilk iki âyeti besmeleyi de içermektedir. Namazın gi­rişinde okunan Sübhâneke'de, rükû dönü­şünde okunan tahmidde, Tahiyyât'ın ilk cümlelerinde. Sallı ve Bârik dualarında, Kunut'ta, namazdan sonra çekilen teş­bihlerde ve ardından okunan tevhid cüm­lesinde, bayramlarda ve diğer bazı dinî merasimlerde getirilen tekbirlerde sena ve şükür mânalanyla birlikte hamd kav­ramı da tekrarlanmaktadır. Hac ibadeti­nin ifası sırasında her fırsatta tekrar edil­mesi istenen telbiyede de hamd yer al-

maktadır. Hz. Peygamber'den rivayet edi­len ve hamd iie (bazı rivayetlere göre ay­nı zamanda besmele İle) başlamayan her önemli işin hayırsız ve bereketsiz olaca­ğını belirten hadisin ve fiilî sünnetin et­kisiyle olacaktır ki (Ebû Dâvûd, "Edeb", 18; İbn Mâce, "Nikâh", 19; EbÛ Hâcer Muhammed Saîd Besyûnî, VI, 422-423) İslâmî gelenekte bütün ciddi işlerin ba­şında besmele çekilip hamdedilir; bitimin­de de bütün başarı ve nimetleri lütfe­den Allah'a yine hamd edilip şükürde bu­lunulur. Resûl-i Ekrem'in tavsiyeleri ve uy­gulamalarından olmak üzere konuşma­lara, zikir ve dualara hamd cümlesiyle başlamak, yemeğe besmele ile başlayıp hamd ile bitirmek, aksırdıktan sonra ham-detmek gerekir. Cuma hutbesinin her iki bölümü de hamd cümleleriyle başlar. İs­lâmî eserlerin ilk cümlelerini genellikle besmele ve hamdele oluşturur.

Zâhid Şakik-ı Belhî, kemal derecesinde bir hamdin üç kademesini şöyle İfade eder: Erişilen nimetin Allah'tan geldiğini bilmek, O'nun verdiğine rızâ göstermek ve nimetinin gücü bedeninde bulunduğu sürece O'na âsi olmamak (Kurtubî, 1,94).

Kur'ân-ı Kerîm hamd ile başlayıp Al­lah'a övgü. tazim ve sığınma ifade eden cümlelerle bittiği gibi cennet ehlinin du­alarının da "el-hamdü lillâhi rabbi'1-âle-mîn" cümlesiyle son bulacağı haber ve­rilmektedir (Yûnus 10/10).

Hamd kavramı ile anlam ilişkisi içinde bulunan ve övmek mânasına gelen me-dih bazı hadislerde Allah'a nisbet edilmiş­tir (bk. Wensinck, el-Muccem, "medh" md.). Hadislerde övülmeyi en çok seve­nin Allah olduğu ve bu sebeple kendisini medhettiği ifade edilmiştir (Buhârî. "Tev-hîd", 15. 20; Müslim, Tevbe", 32-35). "Bir kimseyi iyi veya kötü vasıflarıyla ya­hut sadece iyi yönleriyle tanıtmak" mâ-nasındaki sena da Kur'an'da geçmemek­le birlikte hamd ve övgü anlamında özel­likte Hz. Peygamber'e ait birçok dua ve ni­yazda yer almıştır (bk. Wensinck, el-Muc-cem, "sena" md.}. Resûl-i Ekrem'in her namazdan sonra, "Lâ ilahe illallâhu vah-dehû lâ şerike leh" diye başlayan tehlîli-nin devamında, "Nimet ve lütufkârlık da O'nun, güzel vasıflarla yâdedilmek de (se-nâ-i hasen) O'nundur" cümlelerinin bulun­duğu kaydedilmektedir (Müsned, IV, 4, 5; Müslim, "Mesâcid", 139). Namazda oku­nan Sûbhâneke'de, ayrıca Kunut duala­rında da sena kavramı yer almaktadır. Hz. Âişe'den rivayet edildiğine göre Re­sûl-i Ekrem teheccüd namazının secde­sinde şu niyazda bulunurdu: "Allahım!

Gazabından rızâna, ukubetinden affına sığınırım, senden yine sana sığınırım. Seni gerektiği şekilde sena edemem. Sen şüphe yok ki kendini sena ettiğin gi­bisin" (Müslim, "Şalât", 222; Ebû Dâvûd, "Şalât", 148).

BİBLİYOGRAFYA :

Râgıb el-İsfahânî, et-Müfredât, "hmd" md.; İb-nü'l-Esîr. en-Nihâye, "hmd" md.; Lisânû'l-'Arab, "hmd", "şny" md.leri; et-Tacrifât, "hamd" md.; Ebü'l-Bekâ. et-Kûtliyyât, s. 359, 365-370; Te-hânevî. Keşşaf, I, 288-290; Kamus Tercümesi, I, 1124-1125; VVensinck, et-Mu'cem, "hamd", "şükr", "genâ", "medh", "hammede" md.leri; a.mlf.. Miftâhu künûzi's-sûnne, s. 460; M. F. Abdülbâki, el-Mu'cem, "hmd", "ni'me", "hayr" md.leri; Müsned, I, 281, 295; III, 127, 144,239; IV, 4, 5; Buhârî. "Tevhîd", 15, 19, 20, 36, "Tef­sir", 17/5; Müslim. "îmân", 326, 327, "Zekât", 53, "Müsâfirîn", 84, "Tfevbe", 32-35, "Mesâ­cid", 139, "Şalât", 222; Ebû Dâvûd. "Edeb", 18, "Şalât", 148; Tirmizî. "Kıyâme", 10, "Menâ-kıb", 1, "Şalât", 185, "Da'avât", 24; İbn Mâce. "Zühd", 37, "Nikâh", 19; Taberi. Câmi'u'l-be-yân (Bulak), I, 46-47; Mâtürîdî. Te'uîiât, I, 12-14; İbn Fûrek. et-Hudûd ft'l-uşül (nşr. M. A. Ş. Abdel Haleem, BSOAS, LIV/I (1991) içinde), s. 11; Kuşeyri, et-Tahbtr fi't-tezkîr (nşr. İbrahim Besyûnî), Kahire 1968, s. 72-73; Gazzâlî. İhya', Kahire, ts. (el-Mektebetü't-Ticâriyyetü'I-kübrâ). IV, 80-141; Zemahşerî, e/-Keşşâf(Beyrut). I, 7-8; İbnü'l-Cevzî, Nüzhetü'l-a'yün, s. 251-253; Fahreddin er-Râzî, Mefâtlhu'l-ğayb, I, 221, 227-228; İbnü'l-Arabî. el-Fütûhât, Kahire, ts. (Mek-tebetü's-Sekâfeti'd-dîniyye), IV, 286-287; Kur­tubî, e/-Camic, Beyrut 1408/1988,1, 94; İbn Tfey-miyye, Mecmû'u fetâuâ, VIII, 378-379; Zebîdî. İthâfü's-sâde, I, 54; Alûsî. Rühu'l-me'ânil, 70, 71, 75-76; VII, 79-80; Elmalılı, Hak Dini, I, 56-62; Suad Yıldırım. Kur'an'da ülûhiyyet, İstan­bul 1987, s. 152-153; M. Şaîd Besyûnî. Meusû'a-tü etrâfi't'hadîş, Beyrut 1410/1989, IV, 572-583; VI, 422-423. ı—ı

İMİ Bekir Topaloğlu

HAMDAN b. HAMDÛN

Hamdan b. Hamdûn

b. Haris et-Taglibî

(Ö. 283/896'dan sonra)

Yaptığı savaşlarla

Önemli bir askerî güç

haline getirdiği Hamdânîler'e

adını veren kumandan

(bk. HAMDÂNÎLER).

L J

HAMDAN KARMAT



{ö. 293/906)

Küfe çevresinde yaşayan

ve kendi adına nisbetle anılan

Karmatîler'in lideri

(bk. KARMATÎLER).

L J


HAMDAN es-SÜLEMÎ HAMDAN es-SÜLEMÎ ~"

Ebü'l-Hasen Ahmed b. Yûsuf

b. Hâlid es-Sülemî

(ö. 264/878)

Hadîs hafızı.

L J


182'de (798) doğdu. Nîşâburlu olup ba­ba tarafından Ezd, anne tarafından Sü-leym kabilesine mensuptur. İsminin fark­lı şekilde telaffuz edilmesiyle ortaya çı­kan Hamdan lakabı ve Sülemî nisbesiyle tanınır. Âlî isnadlı hadis cüzüyle bilinen meşhur mutasavvıf İbn Nüceyd (ö. 366/ 977) onun torunudur.

Hamdan öğrenimine Nîşâbur'da baş­ladı. Daha sonra tahsil için Bağdat, Küfe, Basra. Hicaz, Yemen, Şam, Horasan, el-Cezîre gibi İlim merkezlerini dolaştı. Ab-dürrezzâk es-San'ânî, Muhammed b. Yû­suf el-Firyâbî, Ubeydullah b. Mûsâ el-Ab-sî, Ebû Müshir. Yahya b. Yahya en-Nîsâ-bûrî gibi âlimlerden hadis öğrendi ve Ho­rasan'ın tanınmış muhaddislerinden biri oldu. Kendisinden de Buhârî {el-CâmCiı'ş-şahîh'iu dışındaki eserlerinde), Müslim, Ebü Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce gibi mu-haddisler hadis rivayet ettiler.

Müslim ve Dârekutnî tarafından sika kabul edilen ve hocası Abdürrezzâk es-San'ânî'den Şahîfetü Hemmâm b. Mü-nebbih'ı rivayet etmek suretiyle eserin günümüze ulaşmasını sağlayan Hamdan es-Sülemî"nin rivayetleri Ebû Dâvûd, Ne­sâî ve İbn Mâce'nin es-Sıinen'lerinde yer almaktadır.

Bazı kaynaklarda Hamdan es-Sülemf-nin bir kısım hadisleri ihtiva eden bir cü­zünün bulunduğu belirtilmekteyse de (Kehhâle, II, 210) bu cüzün günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir.

BİBLİYOGRAFYA :

İbn Ebû Hatim. el-Cerh ue't-ta'dü, II, 81; İbn Hibbân, eş-Şikât, VMI, 47; Halîl b. Abdullah b. Ahmed el-Halîtî, et-lrşâd /î ma'rifeti 'ulemâ'i'l-hıadîş (nşr. M. Saîd b. Ömer İdrîs), Riyad 1409/ 1989, II, 812; SenVânî. et-Ensâb, VII, 112; İbn Asâkir. rânrttiDimaş/c(Amravî|, VI, 106-110; İb-nü's-Salâh. 'Ulûmu'l-hadlş, s. 343-344; İbnü'l-Adîm, Buğyetü'Haleb, ili, 1262-1268; Mizzî. Tehzîbü't-Kemâl, 1, 522-525; İbn Kudâme el-Makdisî. 'Ulemâ3ü't-hadîş, II, 255; Zehebî. Tez-kiretü'l-huffâ?, II, 565; a.mlf., A'lâmü'n-nûbe-lâ\ XII, 384-388; İbn Hacer. Tehzlbû't-Tehzîb, I, 91-92; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'eUİfin, II, 210; Muhammed Hamîdullah. Muhtasar Hadis Tari­hi ue Sahife-i Hemmam İbn Münebbih (trc. Kemal Kuşen). İstanbul 1967, s. 57-58, 67, 84; Abdülgaffâr Süleyman el-Bündârî v.dğr_ Meu-sû'atü ricâli'i-kütübi't-tis'a, Beyrut 1413/1993,

1,44,389. Ü] „ „

URI Kemal Sandıkçı

445

HAMDÂNÎLER



F HAMDÂNÎLER

905-1004 yılları arasında

Musul ve çevresiyle

Kuzey Suriye'de hüküm süren

bîr Arap hanedanı.

J

Bölgenin tarihinde önemli rol oynayan Hamdânîier, Araplar'ın en büyük kabi­lelerinden Rebîa'nın Tağlib koluna men­suptur. İslâmiyet'ten önce hıristiyan olan Tağlibîler Tlhâme'den kuzeye göç etmiş, sonraları kendi adlarını alan Diyârırebîa ve Musul bölgesine yerleşmişlerdi. Hz. Ömer zamanında cizyeye bağlanan kabi­le daha sonra müslüman olmuştur.



Hanedana adını veren Hamdan b. Ham-dûn Rakka yöresinden göç ederek Mu­sul'a yerleşti. Hamdânîier, Hâricîler'le yaptıkları savaşlarda kayda değer bir as­kerî güç haline geldiklerini ispat ettiler (254/868). Hamdan, daha sonra Mardin Kalesi'ni ele geçirdi (272/885). Halife Mu'-tazıd-BiIlâh şehri onun elinden almak üzere bizzat sefere çıkıp kuşatma başlat-tıysa da muvaffak olamadı (279/892). Halife, ikinci defa Türk kumandanlarıyla birlikte hareket ederek Mardin ve Erdü-müşt üzerine yürüyünce Hamdan yeri­ne oğlu Hüseyin'i Erdümüşt Kalesİ'nde bırakıp kaçtı; Hüseyin ise kaleyi halife­ye teslim etti. Bir süre sonra Hamdan da yakalanarak hapsedildi ve oğlu Hüseyin Haricî ordusunu bozguna uğratıp reisleri Harun'u esir alıncaya kadar (283/896) ha­piste kaldı. Hüseyin 283te (896) Cibâl'-de Bekir b. Abdülazîz b. Ebû Dülef'le sa­vaştı ve aynı yıl Karmatîler'e karşı sefe­re çıktı. 291'de (904) Suriye'de Sâhibü'l-hâl'e karşı zafer kazandı. Ardından Ab-bâsîler'in başkumandanı Muhammed b. Süleyman'ın Mısır seferine katılarak To-lunoğullan'nın yıkılıp bölgenin tekrar ele geçirilmesinde büyük rol oynadı; bu arada halifenin Mısır valisi olması için yaptığı teklifi kabul etmedi. 29S (908) yı­lında tekrar Suriye'de Karmatîler'in üze­rine giden Hüseyin, 296'da (909) İbnü'l-Mu'tezz'i tahta çıkarmak üzere düzen­lenen başarısız tertibe katıldığı için kaç­mak zorunda kaldı. 293 (905-906) yı­lında Müktefî-Bülâh tarafından Musul valiliğine getirilmiş olan kardeşi Ebü'I-Heycâ Abdullah onu takiple görevlendi­rildi. Fakat Hüseyin diğer kardeşi İbra­him'in aracılığıyla affedilerek Kum ve Kâ-şân, daha sonra da Diyârırebîa valiliğine tayin edildi (298/910). Ancak Hüseyin ba­ğımsızlığını ilân edip topladığı vergileri göndermedi. Bunun üzerine Halife Muk-

446


tedir-Billâh, Emîrü'l-ümerâ İbn Râik ku­mandasındaki büyük bir orduyu sefere çıkardıysa da başarı sağlanamadı. Daha sonra Emîr Munis el-Muzaffer'e yenilen Hüseyin esir düştü. Hamdânî emirlerine güveni kalmayan halife onunla akrabala­rını Bağdat'ta hapsettirdi. Fakat Hüse­yin halifeye karşı komplo düzenleme fikrinden ve bu yolda çalışmaktan vaz­geçmedi. Halife kendisine karşı yeni bir komplonun düzenlendiğini ve elebaşıla­rın Hüseyin ile kendi veziri İbnü'I-Furât (Ebü'I-Hasan Ali b. Muhammed) ve Azerbay­can'daki valisi olduğunu anlayınca Hüse­yin'i öldürttü (306/918}; diğerlerini de gö­revlerinden azletti.

Hüseyin'in kardeşleri Ebü'l-Heycâ Ab­dullah. İbrahim ve Saîd halifeye sadık kal­mış, Ebü'l-Heycâ 293"te (905-906) Mu­sul. İbrahim 307'de (919) Diyârırebîa ve Saîd 312'de (924) Nihâvend valiliğine ge­tirilmiştir. Bunlardan Ebü'l-Heycâ, bir yandan isyancı bazı grupları itaat altına alırken öte yandan kardeşi Hüseyin'e kar­şı yürütülen operasyonları yönetti. Ebü'l-Heycâ daha sonra Bağdat'ta kalmayı ter­cih ederek oğlu Hasan'ı yerine vekil bı­raktı. 301'de (913) bilinmeyen bir sebep­le Musul valiliğinden azledilen Ebü'l-Hey­câ, Emîrü'l-ümerâ Mûnis'e itaat arzedin-ce ertesi yıl aynı göreve tekrar getirildi; 307'de de (919) âsi Azerbaycan valisi Yû­suf b. Ebü's-Sâc'ı itaat altına almak üze­re Mûnis'in kumandasında gönderilen or­duda görev aldı. Daha sonra Tarîk-i Ho­rasan ve Dînever valiliğine tayin edildi, 313'te (925) Musul ile Cizre yöresindeki Bâzabdâ ve Karda da (Bakırda) onun ida­resine verildi. Kardeşi İbrahim'in ölümün­den sonra valisi olduğu Diyârırebîa'nın yö­netimi yine kardeşlerinden Davud'a bı­rakıldı. Ebü'l-Heycâ da kardeşi Hüseyin gibi Karmatîler'le mücadele etti ve 315'-te (927) onlara karşı Bağdat'ı korudu. Fa­kat bu sırada Dînever valiliğinden uzak­laştırılınca Bağdat'a giderek Munis ve Sâhibü'ş-şurta Nâzûk Hâdim'in yardımıy­la Halife Muktedir- Billâh'ı indirip yerine Kahir-Billâh'ı tahta çıkardı; yeni halife de Hulvân, Dînever, Hemedân ve Kirman-şah'ın yönetimini ona verdi (317/929). An­cak kısa bir süre sonra Kahir- Billâh hali­felikten uzaklaştırılıp Muktedir-Billâh tek­rar halife ilân edildi. Hamdânîler'in ger­çek kurucusu olan Ebü'l-Heycâ da bu ka­rışıklıklar sırasında öldü (17 Muharrem 3! 7/2 Mart 929). Onun ölümünden sonra Hamdânîler iki ayrı kol halinde varlıkları­nı sürdürdüler.

1. Musul Kolu. Hanedanın Musul kolu­nun kurucusu Ebü'l-Heycâ'nın oğlu Nâsı-

rüddevle Hasan'dır. Babasının ölümünün ardından Halife Muktedir-Billâh Musul'un yönetimini ondan alarak amcaları Nasr ve Ebü'l-Alâ Saîd'e verdi; kendisine de Diyârırebîa'nm batısı ile Nusaybin. Sİn-car, Hâbûr, Meyyâfârikin ve Erzen'i bı­raktı. Ancak daha sonra Hasan Musul'u geri alıp amcası Saîd'i öldürttü (323/935). Bu olaya kızan yeni halife Râzî-Billâh ve­ziri İbn Mukle'yi Musul'a sevkedip şehri ele geçirdi. Fakat aynı yıl içinde halifenin kuvvetlerini bozguna uğratan Hasan tek­rar Musul'u ve onunla birlikte Diyârıre­bîa, Diyânmudar ve Diyarbekir'i zaptetti. Hasan 330'da (942). halifenin yetkilerini elinden almak ve bu arada kendisini de Musul'dan uzaklaştırmak isteyen Emî­rü'l-ümerâ İbn Râik'İ ortadan kaldırdı. Bunun üzerine halife onu " nasırüddevle" unvanıyla emîrü'l-ümerâ tayin etti; bu işe yardımcı olduğundan kardeşi Ali'ye de "seyfüddevle" unvanını verdi. Nâsı-rüddevle Hasan bir yıl kadar Bağdat'ta kaldıktan sonra yerini Türk kumandanı Tüzün'e bırakıp Musul'a döndü. Tüzün ile anlaşamayan halife Musul'a gidip Ham-dânîler'e sığındı (332/943). Tüzün daha sonra Hamdânîler'in üzerine yürüyerek onları Musul'u terketmek mecburiyetin­de bıraktı. Nâsırüddevle, halifeyi daha emin bir yerde bulunması için Musul'dan Rakka'ya gönderdi. Bu sırada Nâsırüd-devle ile Tüzün anlaşınca halife İhşîdîler'-den Muhammed b. Tuğç'tan yardım is­tedi. Ancak bu yardım gerçekleşmedi. Birkaç ay sonra Halife Muttaki-Lillâh.Tü-zün'ün kendisine sadık kalacağına dair sözüne aldanarak Rakka'dan Bağdat'a doğru yola çıktı, fakat yolda gözleri oyu­larak halifeliğine son verildi. Nâsırüddev­le halifeye vaad ettiği vergiyi ödemeyin­ce Tüzün ile yeni halife Müstekfî-Billâh bir ordu ile Nâsırüddevle üzerine yürüye­rek onu vergisini ödemeye mecbur et­tiler. Büveyhîler'den Muizzüddevle Bağ­dat'a hâkim olur olmaz Hamdânîler'e karşı bir sefere girişti. Fakat İran'da çı­kan karışıklıklar yüzünden gayesine ula­şamadı ve Hamdânîler'le bir anlaşma ya­parak geri döndü. Nâsırüddevle, Büvey-hîler'e vergi ödemeye ve hutbede halife­den sonra Büveyhî hükümdarlarının adı­nı zikrettirmeye razı oldu. Muizzüddev­le ile Nâsırüddevle arasındaki mücadele 345'te (956-57) yeniden baş gösterdi. Hamdânîler, Muizzüddevle'nin Bağdat'­tan uzakta bulunmasından faydalanarak şehri zaptetmeye kalkıştılar. Muizzüd­devle onlardan verdikleri zarar ve ziyanı ödemelerini istemekle yetindi. Ancak yıl­lık vergi konusunda Hamdânîler'le anla-

şamayınca Musul ve Nusaybin'i ele geçi­rip Rahbe üzerine yürüdü. Nâsırüddevle Halep emîri olan kardeşi Seyfüddevle'ye sığındı (347/958); kardeşinin bu parayı ödemeyi taahhüt etmesi üzerine de Mu­sul'a geri döndü. Ancak taahhüdün yeri­ne getirilmemesi sebebiyle Musul Muiz-züddevle tarafından tekrar işgal edildi ve şehrin yönetimi Nâsırüddevle'nin oğlu Ebû Tağlib Gazanfer'e verildi (353/964). Bu olaylardan sonra Erdümüşt'e sürülen Nâsırüddevle Rebîülevvel 358'de (Şubat 969) orada öldü.

Gazanfer Diyarbekir'i ele geçirmek is­teyen Bizanslılarla mücadele etti ve onları bozguna uğratarak Domestikos Melias'ı esir aldı. Bunun üzerine Büvey-hî Emîri Bahtiyâr'ın teklifiyle Halife Mu-tî'-Lillâh tarafından kendisine "udde-tüddevle" lakabı verildi. Gazanfer ile Bah­tiyar Bağdat'ı ele geçirmek isteyen Bü-veyhî Hükümdarı Adudüddevle'ye karşı savaşa girdiler. Ancak mağlûp oldular ve Gazanfer Bizans'a sığınmak zorunda kal­dı. Daha sonra geri döndüyse de Remle Emîri Müferric b. Dağfel'e yenilerek Öl­dürüldü (369/979); onun Ölümüyle de Hamdânîler'in el-Cezîre ve Musul'daki hâ­kimiyetleri fiilen sona erdi. Gazanfer'in kardeşleri Ebû Abdullah Hüseyin ve Ebû Tâhir İbrahim müttefikleri olan Ukaylîler tarafından bertaraf edildiler ve Musul'a Ukaylî Ebü'z-Zevvâd Muhammed b. Mü-seyyib hâkim oldu (380/990). Gazanfer'in diğer bir kardeşi Zülkarneyn ise Fâtımî-ler'in hizmetine girdi ve Dımaşk valiliğine tayin edildi (401/1010).

2. Halep Kolu. Nâsırüddevle Hasan kardeşi Seyfüddevle Ali'yi Nusaybin'e vali tayin etmişti. Fakat Seyfüddevle daha bü­yük bir vilâyette bağımsız olarak hüküm sürmek istiyordu. Nâsırüddevle başlan­gıçta tereddüt gösterdiyse de daha son­ra onun Halep'i ele geçirip orada bağım­sız bir devlet kurmasına razı oldu. Halep o sırada Muhammed b. Uığç el-îhşîdfnin naibi Osman b. Saîd el-Kilâbî'nin idare­sinde bulunuyordu. Seyfüddevle, 8 Rebî­ülevvel 333'te (29 Ekim 944) şehre gire­rek Halife Müstekfî-Billâh ve kendi kar­deşi Nâsırüddevle adına hutbe okuttu; ardından Dımaşk'ı aldı (Ramazan 333/ Mayıs 945). İhşîdîler'Ie Hamdânîler ara­sındaki mücadele Muhammed b. TUğç'un ölümünden [Zilhicce 334/Temmuz 946) sonra Kâfur döneminde de bir süre de­vam etti ve sonunda İhşîdîler yapılan an­laşma ile bütün Kuzey Suriye'yi Hamdâ­nîler'in tasarrufuna bıraktılar (Rebîülâ-hir 336/Kasım 947). Seyfüddevle bu ta­rihten sonra Bizans ile devamlı bir mü-

cadeleye girdi. Başlangıçta başarılı ola-madıysa da 953'ten itibaren Önemli za­ferler kazandı ve kumandan Bardas Pho-kas'ın oğlu Konstantinos'u esir aldı. Sey­füddevle Halep'te güçlü bir devlet kur­makla birlikte Nâsırüddevle'ye bağlılığı­nı sürdürdü. Musul Hamdânîleri Bağdat üzerinde hâkimiyet kurmaya, Halep Ham­dânîleri ise önce İhşîdîler'e, sonra da Fâ-tımîler'e ve Bizans'a karşı topraklarını korumaya çalışmışlardır. Bizans saldırı­larının önlenmesinde ve onlara karşı ya­pılan akınlarda Seyfüddevle'nin büyük emeği vardır. Hastalığı yüzünden son Bi­zans seferinden geri dönmek zorunda kalan Seyfüddevle Şeyzer'e çekildi ve 10 Safer veya 24 Safer 356 (25 Ocak veya 8 Şubat 967) tarihinde Halep'te öldü; cena­zesi Meyyâfârİkîn'de annesinin mezarı­nın yanına defnedildi.

Seyfüddevle'nin yerine geçen oğlu Ebü'l-Meâlî Sa'düddevle iç isyanlar ve Bizans saldırılarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Onun 381 Şevvalinde (Aralık 991) ölümü üzerine yerine Ebü'l-Fezâil Saîdüddevle geçti. Bu sırada Fâtımîler Halep'i kuşat-tılarsa da Bizans İmparatoru II. Basilei-os'un yardıma gelmesi üzerine geri çe­kildiler. 392 (1002) yılında, bir süreden beri Hamdânî tahtını ele geçirmeyi plan­layan Hâcib Lü'lü' damadı Saîdüddevle'yi zehirleyerek ortadan kaldırdı ve iki yıl ka­dar onun oğulları adına devleti yönetti. Daha sonra onlardan Ebü'l-Hasan Ali ile Ebü'l-Meâlî Şerifi Mısır'a sürdü; diğer kardeşleri Ebü'l-Heycâ İse ülkeyi terke-derek Bizans imparatoruna sığındı (394/ 1004). Böylece Hamdânîler'in Halep ko­luna son veren Lü'lü' idareyi tek başına ele geçirmiş oldu. Onun 399 (1008) yılın­da ölümünden sonra oğlu Mansûr yerini aldı ve Fatımî halifesinin adına hutbe okuttu; halife de ona "murtazaddevle" lakabını verdi.

XII. yüzyılda bir Hamdânî grubunun Suriye'de Dürziler arasında nüfuz ve iti­bar sahibi olduğu görülür; Osmanlılar za­manında ise Cebelidürûz'de emirlik yap­tılar. IV. (X.) yüzyılın en zengin İslâm ha­nedanları arasında yer alan Hamdânîler Arap edebiyatının hamileri olarak şöhret kazandılar. Özellikle Seyfüddevle ve Nâsı-rüddevle âlim, edip ve şairleri korur, on­lara saygı gösterirlerdi. Yoğun savaşlarla dolu bir ömür geçirdiği halde Seyfüddev­le'nin sarayı büyük şairlerle dolup taşar­dı. Seyfüddevle'nin ilgi ve himayesiyle şiir ve edebiyatta ciddi gelişmeler oldu. Fâ-râbî, Kitâbü'I-Eğânîadlı eserini Seyfüd­devle'ye takdim eden Ebü'l-Ferec el-İs-fahânî, saray hatibi İbn Nübâte, şair

HAMDÂNÎLER

Ebü't-Tayyib el-Mütenebbî, şair Ebû Fi-râs el-Hamdânî, şair Ebü'1-AJâ el-Maarrî ve Nâsırüddevle adına imamet hakkında bir risale yazan Kitâbü'l-İrşâd müellifi Şeyh Müfîd, Seyfüddevle'nin amcası Hü­seyin'in yakın dostlarından Hallâc-ı Man­sûr, Hamdânîler nezdinde ilgi ve İtibar görmüş edip ve şairler arasında yer alır. Hamdânîler İmâmiyye Şîası'na mensup olmakla beraber Sünnîler'e karşı hoşgö­rülü davranmışlardır.

BİBLİYOGRAFYA :

Ebû Firâs el-Hamdânî. Divân (nşr. Sâmî ed-Dehhân), Beyrut 1944; İbn Miskeveyh. Tecâri-bü'l-ümem, 1, 189, 192; Seâlibî. Yettmetü'd-dehr. Kahire 1352, I, 15, 17-23, 27, 29, 57-58, 65-66; İbnü'1-Esîr, et-Kâmİl, bk. İndeks; İbn Hal-likân. Vefeyât, II, 59; Ebü'l-Ferec, Târlhu muh-taşari'd-düuel (Baskı yeri ve tarihi yok|, s. 169-173; Nüveyrî, Nihâyetü'l-ereb, XXVI, 123-162; Müstevfî. Târîh-İ Güzîde (Nevâî), s. 347, 712; İbn Tağrîberdî. en-Nücûmü'z-zâhire, III, 223, 278, 331; IV, 19, 131, 136; Müneccim başı, Sa-hâifü'l-ahbâr, II, 335-370;Sâmîel-Keyyâlî, Sey-fü'd-deule ve'aşrü'l-Hamdâniyyîn, Halep 1939; M. Canard, Hİstoire de la dynastie des Hamdâ-nides de Jazlra et de Syrie, Paris 1951; a.mlf., " Hamdânids", £F(İng.)r II], 126-131; Ramzİ Jib-ran Bikhazi "Hamdânid Coins of Madinat al-Sa-lâm", NearEastern Numbmatics, tconography, Epigraphy and Hİstory: Studies in Honor of George C Miles (ed. D. K. Kouymjian). Beyrut 1974, s. 255-264; a.mlf., "Hamdânids", Diction-ary ofthe Middie Ages, New York 1989, VI, 83-86; Faysal es-Sâmir. ed-Deuletü'I-Hamdâniyye ft'l-Meuşd ue Haleb, Bağdad 1975; Bosvrarth, İslâm Devletleri Tarihi, s. 63-64; Suûd Mah-mûd Abdülcebbâr. eş-Şi'r /î rehâbi Seyfı'd-dev-te et-Hamdânî, Beyrut 1401/1981; Mustafa eş-Şek'a. Fünûnü'ş-şi'r fi müctema'i'l-Hamdâniy-yln, Beyrut 1981; Abdülcelîl Hasan Abdülmeh-dî, Ebü Firâs et-Hamdânî, Amman 1401/1981; Saîd ed-Dîvecî, Târihu'l-Meuşıl, Musul 1402/ 1982, s. 86-148; Reşîd Abdullah el-Cümeylî, Di-rasât /î târihi''l-hilâfeti't-'Abbâsiyye, Bağdad 1404/1984, s. 273-293; G. Ostrogorsky. Bizans Devleti TarihHUc. Fikret Işıltan), Ankara 1991, s. 117, 258, 263, 265, 269-270; Hasan Ahmed Mahmûd - Ahmed İbrahim eş-Şerîf, et-'Âlemü't-Islâmî fi't^aşn'l-'Abbâsî, Kahire, ts. (Dârü'!-FIk-ril-Arabî), s. 442-447; Hamdan Abdülmecîd el-Kübeysî, "et-Tfehaddî ve't-tehaddi'1-müdâd bey­ne'1-Hamdâniyyûı ve'1-Bizantıyyîn", el-MİTer-rihu'I-'Arab'ı, sy. 32, Bağdad 1987, s. 222-231; M. Sobernheim.-Hamdâniler", İA, V/l,s. 179-182; H. Bowen. "Nasır-üd-Devle\ a.e., IX, 97-99; Fikret Işıltan, "Seyf-üd-Devle", a.e., X, 536-539; Sâdık-i Seccâdî, "Âli Hamdan", DMBİ, I, 688-692; H. A. R, Gibb, "Abü Firas al-Ham-dani", £/2(İng.), I, 119-120; R. Walzer. "al-Fa-râbi", a.e., II, 778-779; J. Sauvaget. "Halab", a.e., III, 86; C. Hillenbrand. "Mayyâfarikin", a.e., VI, 930; R. Blachere - Ch. Pellat. "al-Mu-tanabbr, a.e., VII, 770; T. H. Bianquis, "Sayfal-Dawla", a.e., IX, 103-110; Hakkı Dursun Yıldız. "Abdullah b. Hamdan", DlA, I, 103; Mustafa Kılıçlı. "Ebû Firâs el-Hamdânî", a.e., X, 125-126; Mahmud Kaya, "Fârâbf, a.e, XII, 146; Ab-dülkerim Uzaydın, "Gazanfer", a.e., XIII, 431, 432. m


Yüklə 1,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin