İnsana Dair Kara Nutuk!
“Felaket şart, felaket arzu edilir, felaket meşru, felaket Tanrının lütfu, dünya daha ucuza yenilenmez ve eğer dünya yenilenmezse, kendisine mikrop bulaştıran insanlarla birlikte yok olmak zorunda kalacaktır”
İnsan’ın itirafı !
Bölüm 2
Hey Ölümlü!
Yüzyıl ölümün yüzyılı, ölüm bizzat sana dönük, ve elinde her bir insanın kırk kez öldürülmesine yetecek kadar imkanın var.
Fakat, sen daha silahlarınla ne yapacağını bile bilmiyorken, nasıl bu kadar yok edici olabildiğini inan anlayamıyorum. Gücün bir çocuğun elindeki yumuşak şekerleme gibi, doymak bilmez bir şekilde çiğnemeye devam ediyorsun. Sonunda elinde sadece bağırsakları bozulmuş bir dünya mı kalmasını istiyorsun. Ne yapıyorsun ?
Binalar artık sana yetmiyor, dağları oymaya başladın bile, öldüren araçların tüm açgözlülüğüyle toprağın derinliklerine yığılıyor. Sanki öldürülmek ve öldürmek için doğmuşsun, on milyonlarcan savaş için çalışıyor.
Sen ise ahlak ile çıkarın bu kokuşmuş ittifakını bozmak için bir çözüm yolunu artık hayal bile etmiyorsun.
Emin ol, öyle kolay atlatamayacaksınız ne sen ne neslin, gelecek olan gençliğin bu paradoksun bedelini elbet ödeyecek ki daha bugünden isyan etmesinden belli. Ama sen ona mucize bile vaat etmekten acizsin. Yavan da olsa nutuk atmaya bile cesaretin yok, çoktan mahkum edildiğini anlatamıyorsun, anlatamayacaksın da hiçbir zaman.
Ve her zaman yazmaktan keyif aldığın yalancı, kaypak tarihinde durmuyor tabi ki, şehir duvarlarıyla beraber seni de peşinden sürüklemeye devam ediyor. Artık herhangi bir yavaşlama bekleme kurduğun düzenden, tüm türünün bastığı toprak çapında bir felakete doğru gidiyorsun ve evren, düzenden kaçmak için bu felaketi arzulayan, giderek de daha çok arzulayacak insanlarla dolu; Giderek saçmalaşan bir düzen kurduk, tüm tutarlılığı insanlığın varlığına verdiği zararla sınırlı bir düzen diyen bir sürü insanla…
Ölüm için yaşıyor, ölüm için seviyor, ölüm için doğurup çalışıyorsun. İşlerin ve günlerin artık ölümün gölgesinde birbirini izliyor, uyduğun disiplin, koruduğun değerler ve yaptığın projeler, hepsi tek bir sona karşılık veriyor: Ölüm!
Yapmacık figürler kisvesi altında ki ölüme tapıyorsun, hepsinin albenisi var kendince ve sana göre tabi,
ama sen coşkuyla ölüp öldürdüğünün, ölüm için olduğunu bilmiyorsun.. Savaşların, övdüğün her şeye kurban verme savaşları sadece, ölümün şerefine kendini feda etmekten hiç çekinmiyorsun.
Tüm Ahlağın bir ölüm okulu erdeminde, değer verdiğin tüm erdemler ise ölümün erdemleri yalnızca. Bunun dışında yeni bir şeyler düşünemiyorsun, dünyanın düzenini değiştirmek için. Seni parçalayıp dağıtan şeye karşı durmak için hiçbir şey yapmıyorsun. O zaman da, bu yok oluşa dayanmaya seni ezen bu şeyi, sırtında taşımaya mahkum olacaksın. Sonuncu ölü sen olmadan, ya öldürülmek ya da yok etmek zorunda kalacaksın… Duyuyor musun? ...Biliyor musun?
Hey Ölümlü!
İçinde yaşadığın cehennemin, yaşadığın şehirler olduğunu görmüyor musun?
Şehirlerin, zihniyetinin bir ölçüsü adeta. Ölüm istencin yaşama coşkunla çelişiyor ve hangisinin sana esin kaynağı olduğunu ayırt edemiyorsun bile. Tekrarlanıp duran işlere koşturuyor ve doruklara yükselmekle övünüyorsun. Ölçüsüzlüğünün elinde esirsin ve düşünüp taşınmadan sürekli binalar inşa ediyorsun. Yaşadığın bu dünya bir süre sonra yalnızca bir şantiye olacak. Ustabaşı eksik, müteahhiti haddinden fazla..
Siz ise burada, milyarlarca kör beyaz karıncalar gibisiniz, bilinçsiz esir kör bir vaziyette…
Uğultunun ve leş kokusunun içinde birer otomat gibi didinip duruyorsunuz, soluksuz kalana dek. Günün birinde deli gibi uyanıp, bıkıp usanmadan birbirinizi boğazlamaya koyulacağınızı görmüyor musunuz?
İçine gömüldüğün bu evrende delilik, birbirine yabancılaşmış insanın, kendi öz benliğinden oluşmuş imkanlarının gerisinde kalması ve eserlerinin kölesi olması sonucunda, insanın kendiliğindenliğinin alacağı biçim olacaktır. Ve bu delilik şimdi insanların, elli katlı konutlarının altında kuluçkaya yatıyor. Onun kökünü kazıma yönündeki aciliyete rağmen, pek başarılı bir önderlikle o’nun tanrılığını ilan etmesi yakındır. Tanrı o’dur. Ona bir tür ibadette bulunsan bile yatıştırman, reddettiğin şefkatli güzel tanrına nazaran çok zor olacaktır. Ölümündür ki o, hiç durmadan her şeyi talep etmeye devam edecektir.
İnsan olarak, asıl adalet dağıtıcının kim olduğunu öğrenmek istiyorsan, ilkelerine değil, eserlerine göre kendini değerlendirmen ve bu yolla ona/onlara ulaşman gerekir. O zaman cevabı bulmanın ne kadar kolay olduğunu görürsün.
Delilik ve Ölüm! Çünkü delilik ve ölüm vahyedilmiş dinlerin nihai tamamlanışıdır. Sizler de deliliği ve ölümü sunaklarınıza yerleştirerek çılgınlık ve yüce tanrıyı aynı cümle içinde can çekişmeye bıraktınız. Tabi ki girdiğiniz bu paradoksun bedelini ödemeniz için çok beklemenize gerek kalmayacaktır…
Çünkü vaktiyle üzerinde oynadığınız fikirlerinizin artık siz insanoğlu ile oynama vakti geldi.
Ve bu yeni tanrılarınız, siz eşsiz insana, sadece ölçüsüzce kendini tüketme şansı verecekler.
Fikirleriniz, sen ve insanlarından daha canlı olduğundan, fikirlere can vermeyi seçtiniz. Oysa tüm fikirleriniz, doğanızın ölüme duyduğu açlık dolayısıyla birer katildi. Bunu fark edemediniz. Fikirlerinizin bu kötücüllüğünü yaratanda yine sizlerdiniz, ancak ne tuhaftır ki felaketi reforma tercih etmeye, her defasında devam ettiniz. Bu durumda sizler de sizi öldürecek olanların suç ortakları haline geldiniz. Ve dünyayı yeniden düşünmektense, kendinizi ona feda etmeye devam ettiniz.
Emin ol ki sonunda içinizden kalacak olanlar, bu dünyayı harabelerin ortasında yeniden düşünmek zorunda kalacaklar…
İnsana Dair Ak Nutuk !
“İşe saf varlıkla başlanmalıdır, çünkü saf varlık, saf düşünce, olabildiğince yalın, belirlenmemiştir. Böylece, saf düşünceyle yapılan başlangıç belirlenmemiş doğal yollarla kendine has bir şekilde başarılan sonuca ulaştırır.”
Bölüm 3
Ey İnsan!
Zamanının bir doğuş ve yeni bir döneme geçiş zamanı olduğunu görüyorsun değil mi? Senin, ( İnsanlar) nesillerdir yaşattığın tüm tatmin halleri artık nesline yetersiz kalmaya başladı.
Ruh(un) dönüşümün vaktinin geldiğini fark etti. Ve dönüşümün telaşına şimdiden düşmeye başladı. Şimdiye kadar geçerli olan her ne varsa fikir ile bağlarını kopararak, geçmişin derinliklerine doğru yol almaya başladı bile. Sen ise doğuşuna geri dönmelisin. O uzun ve sessiz besin özümlemesinin ardından, yeniden ilk soluğunu almalı, büyümeni tamamlamalı, erişkin zihninin yaşamında ( iş, karakteristik yapı …vb.) başardığı sıçramayı ruhunun yapabilmesine izin vermelisin. Biliyorsun ki ancak düşsel tohumlar kadar bakabilen gök-üstünün yetenekleriyle yaşayabilecektir. Bunun için ruhunun düşünebilmesine izin vermelisin.
Ey İnsan!
Eğer merak ettiğin tanrı ve arzuladığın üstü olma yolunda ilerliyorsan, önce tanrıyı tanımlamalısın ve ruhuna varlığını tanımlaması için de düşünme şansı tanımalısın. Çünkü sen asla belirlenmemiş değilsin. Sen ancak belirlenmemişliğe erişebilecek olansın. Ruhun, kendi kendisiyle özdeş, belirlenmemiş, saf olan varlıkla, hiçbir şeyin yarattığı boşluğun bir’leşmesi sayesinde oluşmuştur. Ruhun var oluşunun gerçeğinin ne varlık, ne hiçlik olmadığını ve yine duyulur algıdan gelen bilgiye göre gerçek olanın, varlığın hiçliğe, hiçliğin varlığa geçmesi de olmadığını bildiği vakit; Gerçeğin, ikisinin birbirinde kaybolması olduğu, buyruğunu tanımlayabilecektir. Mutlak bilgiden, ona yansıyan düşünceleri algılayarak…
Ey İnsan!
Sen, doğanın yetersiz olduğu sana ezberletildiğinden beri, kusursuz yapını bozarak hiçbir şeyi duru ve yalın halde tutamamaktasın. İntikam alırcasına kullandığın her şeyin özünü bozan, bu hoyrat tavrın acını azaltacak mı sanıyorsun? Evet ölümlüsün sana göre.
Peki öyleyse seni ölümlü kılan nedir? Ve sen tanrı-üstü olmaya çalışan; Hiç düşündün mü, tanrı nedir?
Ey İnsan!
Var oluşunu kabul ederken verdiğin sözü hatırla. Sen asırlar boyunca, karşılaşacağın olayların üstesinden gelemeyeceğini bilerek yeryüzünde, ya da gökyüzünde bir yıldızda oturup, dünyayı ve üzerindeki sizleri yöneten, senin işlerine karışıp, bazen de seni kendi haline bırakıp sınava çeken, yukarıdan senin davranışlarına bakıp seni tanımaya çalışan ve sonunda hoşuna giden işler yaptığında, cennetine, emirlerine uymadığında da cehennemine yollayacak olan bir tanrıya mı söz vermiştin.
Onu överek, yücelterek, büyüterek sana istek ve arzularına göre bağışta bulunacak bir varlık olmayı başardıktan sonra mı, onun üzerine ve(hedeflediğin üzere de )yalnızlığındaki bilgeliğe ulaşmaya çalışacaksın.
Üzgünüm ki yanılıyorsun.
Bil ki, tüm kendi buyruğunu bulma çabaların doğrultusunda emirler veren, ve emirlerine uyarak senin gönlünü edecek olan kalabalıklara hükmetme sevdasıyla yola çıktıysan tekrar baştan başlama vaktin geldi demektir. Özgür aklını ve iradeni tutsak etmek için yaratmış olan bu tanrı inancın, üzgünüm ki çürütülmesi zor olan bir inanç değildir. Eğer sen bir yolunu bulup tanrı-üstü olarak bu tanrının üzerine çıktıysan da, geldiğin nokta maalesef bir bilgelik değil, ezbercilik alimliğinden ibarettir.
Ama sen de haklısın sonuçta, dünya üzerinde normal şartlarda yaşayan her insan, algıladığı sonucu beş duyu ile değerlendirir. Bu yüzden de bütün insanlar arasında ölçü taşı beş duyudur! Bunun sonucu olarak sizler en-boy-derinlik ölçüleri ile kabul ettiğiniz bir evrende yaşadığınızı düşünerek yaratıcıyı bu şekilde tanımlamaya çalışırsınız. O zaman bir yorumlayıcı olarak, algılayabilmek adına ilk basamağınız, onun sınırsız ve sonsuz olduğunu kabul etmek olacaktır. Asla en-boy olarak değil, boyutsuzluk bilinciyle.
Ey İnsan!
Boyutsuzluktan önce sınırsızlığı( yani o üzerine çıkmak istediğin varlığın bakış açısını) düşünmek ister misin?
Düşün… Oturduğun evin veya bulunduğun odanın tavanı açılsa ve diyelim 160 milyar defa büyütme kapasiteli bir mikroskop ile içeri bakılsa. Sonra da sen bulunduğun yerden kalkıp mikroskobun başına geçerek az önce bulunduğun yeri incelesen. (1 milyar defa büyütmeyle cisim değil artık atomların görüleceğini düşünerek) 160 milyar defa büyütmeyle bulunduğun odada ne görürsün. Atomlar ve etrafında dönen elektronlar.
Peki odanı sana bu şekilde algılatan beynin, az önce aynı odada eşyaları algılamamış mıydı? Beynin aynı beyin olsa da, algın 160 milyar defa daha büyüdüğünde gördüğün bu manzarayla hala aynı cisimlerin ( büyük, küçük, dar, geniş) veya (kendinin) insanın( sarışın, esmer, güzel, çirkin) varlığından söz edebilir misin? Yoksa sen de dahil olmak üzere tüm gördüklerin (mikro, makro evren, ler…) kendisi dışında hiçbir şey olmayan bir tek’ten mi ibaret olduğunu söyleyeceksin. Mevcut algılama araçlarının dışında bu tek yapıyı, çok parçalardan oluşmuş bir bütün olarak değerlendirmekten vazgeçebildiğin an, sende oluşan tanrı fikrinin, bu tek yapının dışında, ikinci bir varlık olarak var olamayacağını görebileceksindir.
O halde edindiğin bu bakış açısıyla düşünerek algıladığın, bu örneklere benzer daha nelerin mevcut olabileceğini tespit ederek, tüm bu mevcutların yapısal derinliklerine yaptığın seyahatte, o tek’in özüne ulaşarak kendi benliğinin de o özün içinde yok olduğunu fark edebilmekte senin elinde, aslında senin de içinde bulunduğun bu tek özün dışında yapay, sanal bir takım güçlüler ve lider odaklar idolleştirerek, zaten olmuş olduğunu algılayamadan ve tanımlayamadan (onlardan, onlar gibi) olmak için çabalar sarf etmekte.
Ey İnsan!
Artık tanrı diyemeyeceğin bir tek’in özünü anlamaya başladığın şu anlarda yalnızlığının nasıl bir şey olduğunu düşünebiliyor musun?
Bu yalnızlığı tanımlayabilmek için, kendisi dışında hiçbir şeyin mevcut olmadığı bir yalnızlıktan söz edilebilir ancak. Bu durum bakış açısına göre müthiş kederli bir yalnızlık yada mükemmel uyumlu bir bütünlük yani tek’lik halidir. Gerçekte zaten bu yalnızlığın bir parçası olan senin, ulaşman gereken bir başka yalnızlık olmadığını düşünmen ve bunu anlayabilmiş olman gereklidir. Bir bütünü oluşturan mükemmel uyumun bir parçası ve aynı zamanda bu mükemmelliğe kendi isteği ile uyum sağlamakta özgür bırakılmış bir bilinç olduğun gerçeği anlaşıldıktan sonra, tüm evrenlerin bir örneği olduğun, teorisi çözülebilecektir. Çünkü evren fikri de yalnızca senin duyulur algılarından aldığın bir fikirdir. Öyleyse her şeyin tek olduğu bir tek içinde var olmuşsan, dışarıda ayrı bir şeyi( tanrı, evren, insan,…bok püsür) tanımlayarak vakit kaybetmek yerine kusursuz bir örnek olan kendini hatırlamaya (düşünmeye anlamaya) başlamalısın.
Sen, sınırsız, sonsuz, bölünmez ve parçalanmaz tek bir, can’ın, bilgi’nin, irade’nin, gücün ÖZGÜR bırakılmış bir parçasısın. Şimdiye kadar tanrı olarak tanımladığın ve üzerine çıkmak istediğin varlık ise bu tek’in özüdür. Ve var oluşunu kabul ederken, asırlar boyunca, karşılaşacağın olayların üstesinden gelemeyeceğini bilip yardımını talep ederek söz vermiş olduğun varlık ise; tapınmaya gayret ettiğin o tanrı değil tüm özgürlüğünle eserine saygı duyduğun, bilincinde geliştirdiğin bilme kavramı geliştikçe korkudan, sevgiye, talepten, üretime dönüşecek olan mutlak bilgi, sevgi, güç yani yaratıcı (ALLAH)’dır.
O senin de dahil olduğun tüm o tek’i bir an eseri olarak yaratmış olandır. Sen yalnızca bağlı bulunduğun tek(öz)’in yalnızlığını yaşamayı hedefleyebilirsin.
O halde sen insan yerine tanrı diye bir şey koymaya çalıştığın yaratıcıyı tanımlayabildikten sonra hedefini de görebiliyorsun değil mi? Sen, senin tüm imal malzemelerinin dışında bir yerde olan yaratıcı ( Allah) ve onun üzerine ulaşmak için değil, senin de bağlı bulunduğun o tek (öz) ve onun üstü olmak için uğraşmalısın.
Ey İnsan!
Yaratıcı ve olman gereken ..”üst”ünü açıkladıktan sonra.. Senin mekanizman hakkında kısa bilgiler verilmesi gerektiğini bende biliyorum. Sana var oluş anında bütün olanaklara gebe tohumlar, yaşamın tüm biçimlerinin tohumları bağışlanmıştır. Bu tohumlar onlara bakan insanlar ile beraber yeşerip meyve vereceklerdir. Bitkisel tohumlar kadarsa bitki, Duyusal tohumlar kadarsa hayvanımsı, Akılsal tohumlar kadarsa göksel bir hayvan olarak..
Yalnızca düşsel tohumlar kadar bakabilen insan gök üstünde yaşayabilecektir. Ve bu insanlar eğer doğarken bahşedilmiş olandan( tüm yaratıkların payına düşenlerden) hoşnut olmazlarsa kendini kendi benliğinin merkezinde toplayacak ve orada öz’ün yalnız karanlığına karışarak her şeyin ötesine bütün varlıkların ötesine ulaşabilecektir.
Beyin, diğer organların gibi bedenini var eden atomlardan oluşmuş kimyasal bir bileşimdir.
Bu kimyasal bileşim, bir biyoelektrik faaliyet ile dışarıdan gelen ışınları gerek göz, kulak, burun, koku, dil ile ve gerekse de henüz tespit edemediğin diğer alıcıların ile yakalar. Diğer bir yönüyle de, çeşitli frekanstaki dalgaları, yani evrende ki kozmik ışınımı bir şifre çözücü gibi yüklenerek, senin düşüncelerinle oluşturduğun programı istikametinde yorumlayan değerlendiren bir mekanizma görevi görür. Ve beynin, gelişimi ve yaşamı süresince, kendisindeki bütün bilgileri "RUH" olarak isimlendirmiş olduğun, bir tür "dalgadan" oluşan "hologramik beden"e yükler! Bu bedeninin ise görülebilen bir kimyası yoktur. Ve ruh kendisinden başka hiçbir şey olmayan (her zerresi "RUH"tan )o tek’in özüne bağlıdır. Sana ezberletilenlerin aksine "Ruha" ait olarak bilinen hususların tamamıysa gerçekte beyne aittir! Çünkü her beyin, kendi özel şifresiyle ona ait olan ruhunu üretir. "ruh" tıpkı görüntü ve ses dalgalarını yüklenerek aktaran televizyon gibi tüm zihinsel fonksiyonların oluşturduğu verileri yüklenendir. Yalnızca insan ruhu duyulur algı(beyin)’nın yanında mutlak bilgiden gelen dalgaları da bünyesine taşır ve bunları zihinsel verilerle birleştirerek beynin değerlendirmesinin yardımıyla yorumlar. Bilinç, davranış ve kişilik burada ortaya çıkar. Yapısı itibariyle gök üstüyle irtibata geçebilen tarafın ruhundur. Böylece sonlu - sonsuz arasındaki o kapıdan geçebilme deneyimini onunla tadarsın. Bu şekilde kendi yorumunu yapabilecek kadar düşünebilen (değer yargısı) ruhun sayesinde, beyninin kayıtsız kabul ettiği duyulur.
Bilgilerin dışında, sana ait ve sana uygun olarak sen için ürettiğin bir kaynaktan bulduğun kendi buyruğunu yaşayabilirsin.
O halde zaman dışı değişmezliğin sırrıyla zamanın akışının orta yolunda oturarak, bitkisel, hayvansal veya düşsel tohum olarak bakabilmen, tamamen algıladığın ve yaşadığın yaşamınla ilgilidir. Duyularının keskinliğini, aklının sorgulaması, ve algının göz kamaştırıcılığı ile bütünleştirerek tek’in özünün yorumlayıcısı ve tek olmakta senin elinde, bilgiyi bilinçsizce reddederek birilerinin buyruğu altında kah bir tanrı arayarak, kah tek’i yaratmış olanın olduğu yeri hedefleyerek kendini yormakta.
İnsana Dair Kara Nutuk!
“O zaman ve yalnızca o zaman, gökyüzüyle, yeryüzünün evliliğini kutlayabiliriz, o zaman ve yalnızca o zaman kurban etme fikrinden vazgeçebiliriz, o zaman ve yalnızca o zaman barış kalıcı olur ve dişil ilke dünyanın mutlak hakimi olur. O zaman ve yalnızca o zaman hareketsizliğin hüküm sürmesi için hareket durur.”
İnsan’ın itirafı!
Bölüm 3
Hey Ölümlü!
Sen dünyanın doğasını mutlak ilgisizlik üzerine yorumladın. Ve tüm düşüncelerini, planlarını ve oluşlarını bu doğaya benzeterek yetiştirdin. Halbuki bu gördüğün ilgisizlik değil yaşamsal olanın devamlılığı için bir fedakarlıktı sadece.
Sen yaşam için öldürmeyi, acımasız bir duyarsızlıkla algıladın. Yaşamı ise devamının sağlanması için yok etmekten çok, dengesiz gelişim ve büyüme için talan etme vebali altına soktun. Yaşamın değerini düşürdün. Kendi yaşamsallığın için bile disipline edemediğin ölçüsüzlüğün yalnızca, felaket için talan edip tüketme konusunda frenlenebildi. Makinesel duygusuzlukla dengeli ve sistematik bir şekilde işlemeye başladı.
Şimdi alarm çanları eşliğinde bu tükeniş ile beraber seni bekleyeni hayal meyal seçebiliyorsun. Peki bu düzenin yasası yitip gitmekte olan senin kurtarılmayacağına da hükmetti bunu görebiliyor musun?
Artık o her sığındığında kendi yaşamsallığı için seni gözeten, doyuran saklayan doğa yasaları da kendi devamlılığı için senin yok oluşunu planlamaya başladı. Bunu senin o hiç anlayamayarak, ta en başından yanlış yorumladığın prensibiyle; yani yaşamsal olanın devamlılığı için zayıf olanın yok edilmesine izin verme fedakarlığıyla da en kısa sürede göstermeye başlayacak. Ve üzgünüm ki sen doğa yasalarının karşısında gerçekten çok zayıfsın!
Duaların ve büyülerin de vakti geçti. Başına ne gelirse gelsin hiçbir ibadet seni kurtaramayacak. Toplumsal düzenleyici olan dinlerin de seni dizginleyemedi. Bu yüzden onlar da sende gerçekliğinizi yitirdiniz. Bak yasaların anlatıcısı olan kutsal metinleri bile yorumlamayı beceremedin. Ve içinizde ki en yitik kitle en çok dine bağlı olanlarınızdan oluşuyor neredeyse..
Ya onlar neye bağlı olduklarını bilmiyorlar ya da bağlanacak ruhsal düğümlerini atabilmeye oldukça yeteneksizler.
İmanının da seni şanlı bir ölüme sürüklediği bu dönemde o bildik günahların seni düşürdüğü durumu açıklamama gerek bile yok sanırım. Çünkü ne zina, ne kibir, ne oburluk ne de tüm isyanın sana düşünmeyi öğretemez.
Şimdiye kadar yaptığın gibi, kolay yoldan tüm kendini adayışlarının tembelliğiyle yarattığın bu kaos’un seni almasına ramak kaldı.
Ve maalesef ki çizilmeye başlanan bu tablo öyle sıradan korkutma ve ayağını denk alma uyarısından çok, senin de içgüdüsel olarak çok iyi bildiğin ölçüsüzce bir vahşet bildirisi olmak ta..
Hey Ölümlü!
Yarattığın ve yaşattığın bunca erdeme rağmen kaos içinde boğulduğunu göremedin. Bu tüm erdemlerin seni ve ırkını evrensel ölümün elinden kurtaramadı kurtaramayacak ta. Bu ölümü bir ceza olarak görme, bu senin tüm beceriksizliğine rağmen sana verilmiş bir hediye olacak. Onca saçmalıkla yok ettiğin yaşamının gelecekte geldiği noktada yaşamayı göze bile alamazsın. Toplum adını verdiğin kalabalıklarına dikte ettiğin bu kişisel korkaklığının erdemleri seni düzenli bir yok oluş için uslu uslu sıraya dizdi. Ve hepinizin artık kendi yarattığınız bu düzenbaz sisteminizin birer kurbanı olduğunuzu kabul etmeniz gerekecektir. Sizler kendi çıkarlarınız doğrultusunda kendi kendisini aldatan zeki (?)bir sistem oluşturmuş ahmaklar oldunuz sadece. Hepiniz iyi bir şey yaptığınızı sandınız, ve birbirinizle yarışırcasına kendi siteminize kanarak, kendi çıkarınız doğrultusunda kendinizi feda ederek kurban oldunuz.
Hey Ölümlü!
Artık bu yok oluşun öncesinde dünyayla aranda anlaşmanın bir yolu daha var mı diye düşünme zamanıdır. Gerçekliğinizi tartışmalısın kendinle, ırkınla.. Ölçüp biçmen ve becerebildiğin kadar yeni temeller atman lazım. Bu görev diğer tüm görevlerinin üzerinde var oluşunu devam ettirmenle ilgili bir görev olmalı. Şimdiye kadar ne sen ne ırkının böyle düşünmediğinizi ve bu tür bir anlaşma yolu için bir şeyler yapmadığınızı biliyorum. Ancak şu andan sonra bile bu görevleri oluşturamaz ve yerine geçirmek için hiçbir şey yapmamaya devam ederseniz suçlu olacaksınız. Ve bu sefer hem suçlu hem de cezalı!
Başınıza gelecekleri anlayamayacaksınız bile. Kaos’tan yaratılmış yitik bir kitle olacaksınız. Kaostan yaratılıp kaosa geri dönen. Şimdi bu kitlenin ölümüne ağlayacak değiliz tabi. Onlar gölgeler ordusu olmayı kendileri seçtiler çünkü. Ve şimdi ölüleri gölgeler içinde, yaşayanları kavruk gelişememiş ve bir gölgesi bile olmayan sahte birer yaşam olarak atalarının suçunun cezasını çekecekler.
Birer artık gibi…
Yarattığın kaosun vereceği cezanın ayrıntılarını konuşmaya devam edeceğiz tabi, ama anlaşma yolunu düşünmeye başladın mı? Bu kadar sözün ardından..
Diyelim ki başladın, şu anda gözüken o ki” hiçbir şey” diyen, ölümün ne olduğu hakkında hiçbir fikir sahibi değilken bile ölüme tapacak kadar ölçüsüz olan senin, ölçüsüzlük egemen olmadan ve beklediğin büyük skandal patlamadan ilke değiştiremeyeceğini görebiliyorum.
Yazık.. Hem de çok yazık!
Çünkü, yalnızca iyi niyetin, geleceğin reddettiği ve senin gerçekliğini tüketerek varlığını sürdüren bir düzeni korumaya yetmeyeceğini bilmen lazım. Korumaya çalıştığın o ölüm düzeni değil mi ki seni içinde tuttuğu, oyaladığı, bağımlı kıldığı bu kaosa, yine senin artıklarını miras bırakacak olan. Bu yok oluşu kendine itiraf edebilecek kadar bile düşünemiyor musun?
Emin ol, bu şekilde felaketten kaçamazsın. Çünkü senin o mükemmel ayrıcalığınla aklın ve algınla yarattığın kusursuz bir mantığı var senin küçük felaketinin. Kimilerini öngördüğün, kimilerini öngöremediğin tüm kehanetler senin belirlediğin süre boyunca evre evre gerçekleşecek ve sen bu duruma katlanmaya mahkum olacaksın. Seni içine alıp sürükleyen bu hareketi durduramayacaksın!
Tabi ki erkeklerin döllemeye devam edecek, kadınların da doğurmaya; Sizler ataları olarak yitik kitlenizi beslemek için var olmaya devam edeceksiniz felaketinize kadar. Unuttun mu yorumlayamadığınız doğa yasası, yaşamsal devamlılık için feda etmekten bahsediyordu sana.. Sen yaşamsal devamlılık için neslini feda etmeyi büyük bir coşku, arzu ve şehvetle tabi ki yapmaya devam edeceksin.
Ve o yitik kitlenin içinden çok küçük bir kısmın senin beceremediğini becerecek, yeryüzüne sadık kalarak, kin kusan gökyüzünü anlaşmaya uymaya mecbur bırakacaklar... Onların düşeceği bu acınası durum için biraz insansan şimdiden üzülmeyi öğrenmelisin…
İnsana Dair Ak Nutuk !
“Sen Yeni İnsan;
Bütün güçlerini bir hedefe yönelt ve sonra o hedefe ulaşmak için gerekli olan her şeyi yap. Merak etme bu gerekli olanları da sen düşüneceksin. Ve sen buyruğunu hayvani veya bitkisel tohumların tatmininden çıkmadan oluşturamazsın”
Bölüm 4
Ey İnsan!
Ruhun bir bütün olarak bedene ve zihne hükmedebilmesi için, sonlu ve sonsuzluğu algılayabilmiş, yani kendi için var olabilme bilgisine erişerek, sonsuzluğun kapısı olan var olma yükümlülüğünü algılayıp hazmetmiş olması gerekir.
Ey İnsan!
Gök üstüne geçiş kapısı olan sonsuzluk, var olma yükümlülüğünün bir sınır çizgisidir.
Bu sınır çizgisi kendi kendisinin ötesiyle ve var olma durumuyla doğrudan ilişki içerisindedir. Ruhuna yansıyan mutlak bilgi belirlenmemişten, varlıkla belirlenmiş olan sana bu kapıdan ulaşır. İşte sen gök-üstü gibi davranabilmek için tam da bu sınırdan varlığının üzerine çıkarak geçmek zorundasın.
Soyut öteye geçebilmek için, bütününü, düşünce kadar kıvrak ve hızlı bir bilince odaklayabilmelisin. Bu şüphesiz bir aşma durumudur. Her sonlu, kendi sonsuzluğunu yaşayabilmek için, kendi kendini aşmalıdır. Çünkü sonlu, kendi ötesinde var olabilme gücüne ulaşamazsa, sonsuz onu aşmayacaktır. Ancak bu aşma durumu asla bir değişip bozulma değildir. Çünkü bu sonlu algılayışındaki herhangi bir şeyi aşmaktan çok belirlenmişliğini, kendi bilmiş olduğu iradesiyle hiçliğe tercih etme durumudur. Tabi ki hiçlik, sonlu algılayışın ezberlettiği bir kayboluş durumu değildir. Gerçekte hiçlik, Mutlak bilginin kaynağında düşünce olabilme durumudur. Ve var olan olarak sen, hala var olmaya devam ediyorken, bu kaynaktaki düşünceyi gözlemlemek için sonsuzluğa geçtiğini bilerek hareket etmelisin. İnsan-üstü olarak, gök-üstünü deneyimleme ancak bu şekilde gerçekleşir.
Bir anahtara ihtiyacın olduğunu düşünüyorsan, sonsuzluğun ulaşman gereken bir ileri değil zaten sahip olduğun bir algı olduğunu düşünmelisin. Aksi takdirde sonlu düşünce yapısıyla karşına kocaman ürkütücü bir sonsuz çıkacaktır. Bu durumda da aklın yakaladığın bütünü bozarak, sonsuza ulaşabileceğin düşüncenin önünü sonlu algısıyla keserek ona bir gidilen öte anlamı yükleyecektir.
Ve sen var olduğun bu elle tutulabilir bedeni halden kurtulamayarak, hedeflediğin gök-üstünün ruhsal disiplinine ulaşamamış olacaksın.
Ey İnsan!
“Bil ki bende seninle beraber seni keşfediyorum!”
Bunu kendine söyleyebildiğin her an, evrenine hükmedebilecek adaleti ve şefkati disiplinle içinde dengeleyebilmişsin demektir. Çünkü senin tasarımının içeriği duyulur bir maddeden ibarettir. Sen “ben” i kendinin imal ettiğini sandığın sürece kendi buyruğunu bulmanın çok uzağında debelenir durursun. Tasarımının bir başka içeriği de duyulur algının dışındaki bir kaynaktan, yani ruhuna yansıyan düşünceden aldığın bir maddedir. Bunu tanımlayabilmek için, önce ben’i tekilleştirmekten vazgeçmelisin. Anlamlandırdığın yalnızca sende ki “ben” atomlarının birleşiminin bireyselliğidir. Ve atomların tüm evrenle ilişki içindedir. Böylece tekillikten söz edilemez. Bunu anlayabilmek için “ben” olarak kabul ettiğin yerine, mutlak var oluşunu çözerek, varlığının içindeki tüm tasarımlarının, bütün duyumlarının, belirlenmelerinin kapsadığı tüm olabilmeye bir cevap bulmalısın. Bu tüm olma halini duyulur algılarından(beş duyu) aldıkların ve ruhuna yansıyan düşüncelerle yorumladıktan sonra ortaya çıkan düşüncenle anlamlandırdığında ise kendine has oluş buyruğuna ulaşırsın. Bu yüzden önce kendi içinde barışı sağlamalısın. Barış için yapay ezberletilmiş “ben” fikrinin sen de yaratmış olduğu kibirli olma halinden kurtul. Evet sen varlığın sebebisin. Yüce bir varlıksın. Ancak bu bilinçle yalnızca bir denge bozucusun çünkü hiçbir şey bilmiyorsun.
Öğrenmek için ise kendini başköşeye yani o kendinden başka hiçbir şey olmayan tek’liğin (senin değil!) cümlesinin öznesi olarak atamadan önce duyulur algılarından gelen bilgileri basitleştirmelisin. Yani sen, su, sudur, toprak, topraktır, kuş, kuştur, Allah, Allah’tır diyebilecek saflıkta algılama yeteneğine ulaşırsan; Allah dünyanın yaratıcısıdır, her şeyi bilir, her şeye güçlüdür gibi çok daha geniş bir algılayışa kolayca ulaştığını görürsün. Bu zincir böyle devam eder ve sen “ben”i neyin imal ettiğini ( belki sen, belki başka bir yaratıcı) bu yolla bulursun. Unutma, gücünü duyulur algıyı almamak için direnerek değil, bir doğa yorumlayıcısı olarak gölgeler ülkesinde misafir ettiğin dış düşünceyi ruhunun eleğinde sana has buyruğuna ulaşmak için düşünce üretmek adına harcamalısın. Sen insan-üstü, gök-üstü, öz-üstüsün.
Milyonlarca yıllık tarihin boyunca tanrının yalnızlığının ötesini sadece sen mi arzuladın sanıyorsun.
Ey İnsan!
Ey kendi buyruğunu bulmak isteyen; zihnin ve ruhunun ortak duyusu için doğru ve yanlışın her zaman birbirine karşı olduğunu bilirsin.
Sen barışı oluşturmaya çalışan hükümdar, önce sana ezberletilmiş olan bilginin sana doğru olanını bulacak saf sorgulamaya ulaşmalısın. Bunu da ancak yalancı kendini buluşlarından, var oluşlarından kurtularak sağlayabilirsin.
Senin doğana uygun her yeni bilgi, tıpkı tomurcuğun çiçek açtıktan sonra çürümesi ve çiçeğin meyve verdikten sonra yok olup gitmesi gibi kendini yeni ulaşılan buyruğa feda etmelidir.
Bu mantığın sistemidir. Ruhunun, zihninin düşündüklerinin ötesinde bir zekadan faydalanarak, düşünülenleri yorumlaması ve sana has olan düşünceyi sonuçlandırmamasıdır seni huzursuz kılan. Tanımlanamaz olduğu için mantığın sistemini gölgeler ülkesi olarak adlandır. O ülke içinde ki sen, duyulur nitelikli tüm somut bilgileri depolayarak, onlar yer edip katılaşmadan, sade, sana has özselliğe çevir. Yani sen kendi buyruğuna ulaşmak için elle tutulur bilgiden faydalanarak, senin olan düşünceyi üret. Ancak o ülkenin kontrolünü eline geçirmeden önce unutmamalısın ki, orada oturma ve çalışma bilincin egemenliğinde bir mutlak disiplinle gerçekleşir. Senin emrinle fakat henüz senin kontrolün dışındaki bir denge sayesinde..
Soyutla, duyulur düşüncenin sırf sonuca ulaşma için ortak olarak devam ettiği bu ilerleyiş sana somut dünyanın tüm düşüncelerinden bağımsız bir özerklik sağlar. Senin bu ülkene hükmetmek için tek yapman gereken bir ideale sahip olmaktır.
O halde tanrı-üstü olmak isteyen sen, kendi evreninin hükümdarı, bu bilinçsiz güce kendi düşünü, ve bir ideal olarak kendini katarak bir yorumlayıcı olmakta senin elinde, kendini bir bilgi çöplüğüne çevirerek atalarının çoğu gibi yorumlama ve yaşama yetini kaybetmekte.
Ey İnsan!
Senin için en önemli mesele; değer yargının iyi işlemesi ve aklının sağlıklı ve
güçlü olmasıdır.
İnsanın insan olarak var olup yaşaması için aklının ve yorumlama yeteneğinin sağlıklı ve güçlü olması şarttır. Çünkü insan var oluşu itibariyle özeldir. İnsan hayatın en büyük gücüdür. İnsan şahsiyettir. İnsan tek değerdir. İnsan amaçtır. İşte bu gün senin için en önemli konu; kendine dönerek aklını kendine kullanarak bu büyük gücünü açığa çıkarman ve kendini tanımandır.
Gerçek manevi güç ve direnç ancak değer yargını işlettiğinde elde edilir. Değer yargın için tüm etkenleri değerlendirerek ( duyulur bilgiyi algılayan sağlıklı bir beyin ve düşünebilmeyi başarmış, var oluşunu tanımlayabilen öz üstü hedefini bilerek planlayabilen bir ruhu hatırlayabilmiş ve algılanması) tüm aldanmalardan kurtulmalısın.
Ancak düşsel tohum bilinciyle gerçekleri algılayabildiğin (güçlü) zaman diğerleri ve kendin tarafından sömürülmekten (maddi -manevi) ve kullanılmaktan kurtulabilirsin.
Eğer kendin için çalışıp buyruğunu bularak bunun için yaşamazsan güçsüzlerin arasında kalırsın ve güçsüzleri kim kimin elinden kurtarırsa o kullanır.
Ancak uyanıp kendine gelen ve aklını çalıştırmak gereğini duyan insan idare edilen, istismar edilen, kullanılan değil yöneten akıl sahibi olur ve aldanmadan yaşar. Güçlü insan, yüce insan,
..eksiksiz insan, özgür ve bağımsız insan olmak için aklını kullanarak değer yargını işleterek kendi buyruğunu bulmak ve yaşamak zorundasın.
Gerçek kurtuluşun ve özgürce yaşamanın tek yolu budur. Ve ancak bu yoldaki kararının kesinliği ve ciddiyetin güçlenmeni sağlayacaktır.
Ey İnsan!
Dostları ilə paylaş: |