Bölge halklarinin düŞmani iNCİRLİK ÜSSÜ kapatilsin


Çözüme Evet Koalisyonu Basın Açıklamasında konuşan katılımcılar



Yüklə 0,88 Mb.
səhifə3/11
tarix02.11.2017
ölçüsü0,88 Mb.
#27163
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

Çözüme Evet Koalisyonu Basın Açıklamasında konuşan katılımcılar

Toplantı moderasyonu ve Basın Metni sunumu: Balçiçek İlter

Yıldız Önen (Küresel Barış ve Adalet Kaolisyonu)

Gülden Sönmez (İHH Hukuk Komisyonu)

Ayhan Ogan (Sivil Dayanışma Platformu)

Nesteren Davutoğlu (İletişimci)

Hayko Bağdat (Hrant’ın Arkadaşları)

Doğan Tarkan (DSİP Genel Başkanı)

Ufuk Uras ( Yeşiller ve Sol Gelecek)

Oya Baydar ( Yazar)

Ali Bayramoğlu (Gazeteci)

Zeynep Tanbay ( Dansçı)

Garo Paylan (Halkların Demokratik Kongresi)

Ömer Faruk Gergerlioğlu (Araştırmacı, Yazar)

Mebuse Tekay (Avukat )

Kuban Kural (Kafkasya Forumu)

Ferda Keskin (Helsinki Yurttaşlar Derneği)

Roni Margulies (Yazar, Şair)

Adnan İnanç (Hilal TV Genel Yayın Yönetmeni)

Bülent Aydın (Kürsel Barış ve Adalet Koalisyonu)

Sinan Özbek (Öğretim Üyesi)

Enver Sezgin (Yeni Anayasa Platformu)

Tarık Tufan (Gazeteci, Yazar),

Ümit İzmen ( Öğretim Üyesi, Yazar)



12 Nisan 2013 - Çözüme Evet Koalisyonu Kuruluş Toplantısı - İzmir

Çözüme Evet Koalisyonu’na destek verenler geçtiğimiz hafta cuma günü İzmir’de Mazlum-Der ofisinde buluştular. Toplantıya DSİP, Yüzleşme Atölyesi, Mazlum-Der, Küresel Eylem Grubu, Baran-Sav, İzmir Süryani Platformu, Baran-Sav, Hizmet-İş, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Kafkas Forumu, Gri Düşünce Topluluğu ve Antikapitalist Öğrenciler gibi siyasi parti ve demokratik kitle örgütlerinden onlarca kişi katıldı. İzmir’de koalisyonun genişletilmesi için din adamları derneğinden kadın yazarlar derneğine çeşitli kurumların yanı sıra sendikalarla, meslek ve esnaf odaları ile görüşmeler yapılması kararlaştırıldı. Çözüme Evet diyenler İzmir’de 11 Mayıs’ta şenlikli bir barış yürüyüşü ve konser organize etmenin yanı sıra çeşitli yerlerde toplantılar yapmayı ve 26 Mayıs’ta İstanbul’da yapılacak yürüyüşe kitlesel olarak katılmayı hedef olarak koydular.

Çözüme Evet İzmir İnisiyatifi, 17 Nisan’da yapacağı bir basın toplantısıyla planladığı etkinlikleri kapsamlı bir şekilde duyuracak.

14 Nisan 2013 – Çözüme Evet Paneli – Ankara

Çözüme Evet Koalisyonu geçtiğimiz pazar günü ise Ankara’da Mülkiyeliler Birliği’nde bir toplantı düzenledi.

Moderasyonunu Özlem Serap Özkan’ın yaptığı toplantının geniş konuşmacı listesinde BDP Ankara İl Eş Başkanı Ahmet Aday, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) Ankara İl Örgütü’nden Canan Şahin, Demokratik Anayasa Hareketi temsilcisi Ayhan Bilgen, Ankara Üniversitesi’nden araştırma görevlisi Can Irmak Özinanır, Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu’ndan Emrah Mokan, Küresel BAK’tan Ersin Tek, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nden Akın Atauz, İHD Genel Sekreteri İsmail Boyraz, Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Nur Betül Çelik, Mülkiyeliler Birliği Başkanı Sevilay Çelik, HDP Eş Genel Başkanı Yavuz Önen ve Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De aktivisti Zeynep Karagözoğlu vardı.

İHD: “Sürecin sabote edilmesine izin vermemeliyiz”

Koalisyonun destekçilerinden İnsan Hakları Derneği temsilcisi İsmail Boyraz, konuşmasında provokasyonlara karşı dikkatli olunması gerektiğinin altını çizdi. Boyraz sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu süreçte kitlesel ırkçı saldırılar artacaktır. Hem üniversitelerde hem diğer yerlerde daha dikkatli olmalıyız. Sürecin sabote edilmesine izin vermemeliyiz. Öte yandan, biz İHD olarak bundan sonra sürece Kürtlerin haklarının iadesi süreci demeyi uygun buluyoruz. Çünkü konuştuklarımızın hepsi daha önce Kürtlerin gasp edilmiş haklarıdır.”

Barış mücadelesi milyonları mobilize edebilir”

İsmail Boyraz’ın ardından sözü 70 Milyon Adım koalisyonundan Emrah Mokan aldı. Konuşmasında barış isteğinin sürdürülmesinin önemini vurgulayan Mokan, “Çok büyük beklentilere ve kaygılara sahibiz. Artık savaşın mağdurları olduğumuzu unutmadan, bir araya gelerek barış isteğimizi sürdürmeliyiz. Barış mücadelesi milyonları mobilize edebilir. Daha demokratik ve politik bir toplum oluşturma olanağımız var” şeklinde konuştu.

Müzakere dilini kullanmak çok önemli”

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin Ankara İl Eş Sözcüsü Akın Atauz ise herkesin birbirini dinlemesi, herkesin birbirinden öğrenmesi gerektiğine vurgu yaptı.

Atauz, “Farklı yaklaşımlar ve farklı kaygılarla olsa da hepimiz barışa evet diyoruz. Bu süreçte birbirimizi daha çok dinlemeli, birbirimizden daha çok öğrenmeliyiz. Bunu başarabilirsek, yeni fikirlere açık olmaya daha hazır hâle gelebiliriz. Onun dışında, müzakere dilini kullanmak çok önemli. Silah bırakmak diz çökmek değildir. Türkiye’de yaygın olan ya hep, ya hiç anlayışını reddetmeliyiz.”

21 Mart’ta barışın baharı başladı”

Konuşmacılar arasında yer alan Ankara Üniversitesi’nden araştırma görevlisi Can Irmak Özinanır, 21 Mart’ta Newroz’da milyonlarca insanın barış talebini haykırdığına vurgu yaparken, sözlerini şöyle sürdürdü: “Çözüme Evet diyenler bugüne kadar eksik kalan bir hareketi inşa ediyorlar. Kürt halkını ezenler bu süreçte işçi sınıfını dağıttılar, Alevileri bombaladılar. Müslüman kadınları başörtüsü taktığı için ikna odalarına aldılar, kadim halkları yok ettiler. 1 Mart’ta ve Hrant’ın cenazesinde başarmıştık. Bu süreçler milliyetçiliği geriletiyor. 21 Mart’ta barışın baharı başladı. Barışı sürdürmek içinse örgütlenmemiz gerekiyor.”

Savaş mağduru olmayanlar da koalisyonu desteklemeli”

Toplantıda Can Irmak Özinanır’dan sonra sözü alan isim ise Küresel BAK’tan Ersin Tek oldu. Tek, konuşmasında bugüne kadar hiç barışı görmediğini ifade etti ve sözlerini şöyle sürdürdü:

“Katkı payları için harekete geçen insanların otuz yıllık savaş sonrası sessiz kalması üzücü. Bu koalisyon Irmak hocanın dediği gibi konuşmayı ve anlatmayı seven bir koalisyon olmalı. İkincisi, batıda savaş mağduru olmayanların da bu koalisyon destek vermesi gerekiyor. Bunun sağlanması da bizim elimizde.”

BDP olarak süreci destekliyoruz”

Barış ve Demokrasi Partisi adına konuşan Ahmet Aday, Kürt halkının bugüne kadar çok bedel ödediğini, Ortadoğu’da yüz yıllardır 4 parçaya bölünmüş hâlde mücadele verdiklerini söyledikten sonra şu ifadeleri kullandı:

“Bask mücadelesine baktığımızda 800 kayıptan söz ediliyor. Kürt hareketinde onbinlerce kayıp var. Kürtler özgürlük mücadelesi verirken, Türkiye de demokratikleşme mücadelesi veriyor. Biz BDP olarak süreci destekliyoruz. Umuyoruz bütün ötekilerin eşitliği sağlanacak.”

Özgürlükçü anayasa tartışmaları geriye bırakılmamalı”

Toplantının konuşmacılarından Ayhan Bilgen ise süreç boyunca eleştirilere tahammüllü olmanın öneminin altını çizerken “Eleştirdiğimiz kadar, kaygısı olanları da dinlemeliyiz” dedi.



Bilgen şöyle konuştu:

“Çözüm için benim gördüğüm iki önemli nokta var. Çözüm, geçmişle yüzleşmenin üzerini örtmemeli. Sürece zarar vermemek için Roboski’nin üzerini örtemeyiz. Bir başka nokta, geçmiş kadar gelecek de konuşulmalı, gelecek anayasadır. Özgürlükçü anayasa tartışmaları geriye bırakılmamalı.”

Toplantı, 26 Mayıs’ta İstanbulda yapılacak barış yürüyüşü’nün duyurusunun yapılmasıyla sona erdi.

15 Nisan 2013 – Edebiyat Atölyesi IV. Dönem Onikinci Kitap – İstanbul

‘Sinemaya uyarlanmış edebiyat eserlerinde savaş ve barış’ Atölye’sinin on ikinci kitap/filmi olan Koleksiyoncu’yu Yıldız Önen (John Fowles basım yılı 1963)ve Alev Yapışkan- Tahmaz(yönetmen William Wyler çekim yılı 1965)tanıttı ve tartışmaya açtı. Koleksiyoncu aristokrat sınıflı toplum bilincinin egemen olduğu İngiltere’de geçiyor. ‘Ondan o kadar üstünüm ki! Soyluluğumun gereği. O çirkinliğin ta kendisi.’ ‘Sanki onu ve sefil, çürük, dikiş tutturamamış yaşamını umursuyormuşum gibi oluyor.’ ’Benim sınıfımdan değil.’ Roman bu sınıfsal baskı altında kalmış, silik, yaşama ve çevresinde gelişen olaylara duyarsız, suçunun bilincinde olmayan, psikopat bir belediye çalışanının, büyük bir ikramiye kazanarak zenginleşmesi sonucunda, paranın verdiği güçle iktidarını, bir mahzende tutsak ettiği canlı, yaşamı kullanan, çağının bilincinde genç bir kız, bir sanat öğrencisi üzerinde nasıl kullandığını anlatıyor. Korkunç koleksiyoncuyu hayata bağlayan tek şey kelebek koleksiyonu ve yalnızca bunu yaptığında gücün ve kontrolün kendi eline geçtiğini hissediyor. Tutsak ettiği sanat öğrencisini de bir koleksiyon malzemesi gibi korumak, elinin altında tutmak ve istediği zaman seyredebilmek istiyor. Ancak insani değerleri ve yaşamla bağları güçlü kız, koleksiyoncunun amacına, kendi değerleri çerçevesinde ve yöntemleriyle direniyor.

Koleksiyoncu onun dünyayla bağını keserek en büyük işkenceyi yapıyor. ‘ Eski dünyayla bağlantıyı kapatmak. Gazete, radyo, televizyon vermemek… Dünyanın artık var olmadığı duygusuna kapılıyorum.’

Romanda cahil ile aydının hayata bakışı sergileniyor, azınlığı baskısı altına alan çoğunluğun acımasızlığı anlatılıyor. Kitap, hem iktidarın ve hem de parasal servetin, bu güçleri adil olarak kullanma yetisine sahip olmayanların eline geçmesinin tehlikelerini vurguluyor. Ve ona karşı direnenleri, ‘Umudunu yitirmeyen küçük bir gurupla başladı her şey.’

Kitap Atölye okuyucularını, ahlaki kaygılarla baskı altına aldığımız yabanıl doğallığımız içinde, aslında neyi nereye kadar haklı ve geçerli bulabileceğimiz gerçekliğiyle yüzleştirdi. Yalnızca kendimize göre haklı olan bir tutku adına yapabileceklerimizin ne kadar ikna edici ve masum olabildiğini düşündürdü.

İçimizdeki ‘iktidar’ ve ‘teslim olma’ isteğinin hangi şartlarda ortaya çıkabileceğini tartıştık. İki ayrı sosyal sınıfın birbirine yakınlaşma çabalarının, aslında alt sınıfın üst sınıfa yaranma, üst sınıfın ise öğretmenlik kisvesine bürünerek ‘yığınları’ mümkün olduğunda kendisinden uzak tutma kaygısından başka bir şey olmadığını, seçkinci bakış açısını irdeledik.

Silik, umursamaz, ilgisiz çoğunluğu simgeleyen erkek karaktere karşın, güçlü bir iradeye sahip genç kadın karakterin insancıllığını, barışçıllığını, dönüşüm sancılarının anlatılarını beğeniyle okuduk. ‘Birini tanımak, ister istemez o kişiye yakınlaştırıyor insanı.’ ’Şiddetin anlamı yok.’ ‘Canlı olan, dürüst ve özgün olmaya çalışan her şeyin sırtına çıkıyor ve eziyorsun.’ ‘Yeni Kitle, eskilerin parası yoktu bunlarınsa ruhları.’

Yazarın düşüncelerini, topluma uyum göstermeye direnen ve böylece şansın hayatı üzerindeki etkisini sınırlayan ‘gerçek insan’ anlayışını, tutsaklık hikâyesindeki barışçıl bir dille anlatmasını beğendik. ‘Yaşamdaki tek amacı düzgün olabilmek. Biz doğmadan önce doğru ve iyi olarak belirlenmiş her şeyi yerine getirmeye çalışıyor.’

‘En güzel şeyler parayla ilişkisiz. Para dünyasında yaşamıyorlar.’ ‘Kendi yaşadığı ve gördüğü dünyadan başkasına inanmıyor. Hapiste olan asıl kendisi; iğrenç daracık dünyasında…’ ‘Bazen gerçek olmadığım duygusuna kapılıyorum… Zeki bir yüze bakmam gerek.’ ‘Başka insanların ihtiyacıyla yanıp tutuşuyorum. ‘Ölmek istemiyorum çünkü geleceği aklımdan çıkaramıyorum… Tarih boyunca en az ölme arzusu duyulacak bir çağda yaşıyorum…Çağımı çılgınca seviyorum.’ Zekâya tecavüz. Paralı yığınların, Yeni Kitle’nin tecavüzü…’

Okurken uzun süre cezaevlerinde tutsak edilen, hücre cezasına uğratılmışların duygularını çok iyi anlayabileceğimiz bu kitabı edebiyatta barışa iyi bir örnek olarak değerlendirdik.



19 Nisan 2013 – “Geleceğimizi harcayan askeri harcamaları durdurmalıyız! Yazılı Basın Açıklaması - İstanbul

Küresel BAK yürütme kurulu üyesi Nilüfer Uğur Dalay, 19 Nisan’da Askeri harcamalar üzerine yazılı bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada silaha ve savaşa harcanan servete dikkat çekildi.



29 Nisan 2013 – Edebiyat Atölyesi IV. Dönem Onüçüncü Kitap – İstanbul

‘Sinemaya uyarlanmış edebiyat eserlerinde savaş ve barış’ Atölye’sinin on üçüncü kitap/filmi olan Dünyanın Bütün Sabahları’nı Görkem Yeltan (Pascal Quignard basım yılı 1991) ve Yalçın Akyıldız (yönetmen Alain Corneau çekim yılı 1991) tanıttı ve tartışmaya açtı. Atölye’de ilk kez, önce müzik olarak düşünülmüş, sonra film olarak tasarlanmış en sonunda da adeta kısaltılmış bir senaryo biçimine dönüştürülmüş bir edebiyat eserini, romanı tartıştık. ‘Müzik, benim değişik bir tür sinema yapmamı sağladı. Şimdiye kadar hiçbir senaryoyu, müziğinin ne olacağını bilmeden bitirmedim’ diyen bir yönetmenin, yazar ile işbirliğinden doğan çalışmasını tartıştık. Kitap ve film, Fransa’da sanat ve bilimin altın çağı olarak değerlendirilen 17.yüzyılda, usta çırak ilişkisi içindeki iki viola da gamba sanatçısı üzerinden ‘sanatçının kimliği, sanatın kimin için yapıldığı’ sorunsallarına değinmekte.

1598 Yılında IV. Henri, Fransa’daki din savaşlarını sona erdiren Nantes Buyruğu’nu yayınlamış ve bu Buyruk ile Katolik Fransa’da Protestanlara önemli hak ve özgürlükler sunulmuş, ülkedeki mezhepler arası çatışmalara son vermiştir. Göreceli bir barış ortamını olarak değerlendirilebilecek bu dönem fikir ve bilim dünyasının, dünyanın gelişimini etkileyen değişimlerinin yaşandığı bir süreci işaret etmektedir.

XIV. Louis’nin kral olarak uzun süren egemenliği boyunca Fransa’nın yaşanan siyasi, entelektüel ve sanatsal değişimlere bağlı olarak biçimlenen bir bilim ve sanat filizlenmesi, üretimi dönemi olarak da bilinir. Giderek gücünü artıran sarayın ve kralın sanatsal üretime verdiği destek, zenginleşen kentsoylu sınıfının sanat ve yazın alanında üretilen yapıtların yayılmasında büyük ölçüde etkili olmaya başlaması dönemi sanat ve bilim açısından verimli kılmıştır. Ancak bir süre sonra yine aynı XIV. Louis, 1685′te Fontainebleau Buyruğu ile Nantes Buyruğu ilkelerini yürürlükten kaldırmış ve Protestanlığı bir kez daha yasadışı ilan etmiş ve yeniden gerginlik, savaş, şiddet geri dönmüştür. Cizvitlerin siyaset üzerindeki etkileri 17. yüzyıl düşüncesinin ve klasik tarzın oluşmasına yardımcı olmuştur.

17. yüzyıl, Fransız dili ve yazını için en önemli dönemlerden biri olarak öne çıkar. Fransız Akademisi’nin (Académie Française) kurulmasıyla Fransız dili ve Fransız şiiri belirli normlara bağlandı. Port-Royal des Champs Manastırı sakinlerince hazırlanan Grammaire de Port-Royal adlı eser, Fransız dilinin ilk dilbilgisi kitabı olma özelliğini taşımıştır. Fransız dilinin ilk sözlükleri yine bu barışçıl üretkenlik döneminde ortaya çıktı. Fransız Akademisi’nin yanı sıra 1665′te kurulan Fransa Bilim Akademisi ve 1666′da kurulan Kraliyet Resim ve Heykel Akademisi ile klasik düşünce Fransa’da daha da köklenmiştir. Klasik tiyatro alanında Molière’in komedyaları, Corneille ve Racine’in tragedyaları, La Fontaine’in fablları bu dönemin ürünleridir.

17. yüzyılda düşünce dünyasında da önemli değişimler göze çarpar. Felsefede, mantığı düşüncenin merkezine koyan Dekartçı fikirlerin (Cogito ergo sum: düşünüyorum öyleyse varım) etkileri açıkça görülür. Günümüz felsefesinde önemli bir yer tutan René Descartes’ın (1596-1650) şüphecilik anlayışı daha sonra, Aydınlanma Çağı sanatçılarının, düşünürlerinin ve bilim insanlarının vereceği çalışmalara temel teşkil etmiştir. Dönemin Dekartçı düşünceden en çok etkilenen düşünürleri olan Kepler, Harvey, Blaise, Pascal ve Newton gibi bilim adamları yine bu özgürlükçü dönemin temsilcileridir.

17.Yüzyıl Fransa’sına bu kadar kısa bir bakış açısı bile barış ve özgürlük ortamlarının sanat ve bilim açısından ne denli üretken ve verimli olabileceğini, dünyanın gelişmesine böylesi ortamların yadsınamaz yararlarını görmemize yeterli olmuştur.

Dünyanın bütün sabahları kitap/filmi 17.yüzyıl Fransa’sında iki müzik adamının, çatışmalı iç ve dış dünyalarını yansıtıyor.

Karısını kaybettikten sonra iki kızıyla birlikte içe kapanık bir hayat yaşayan Sainte-Colombe, çektiği acıyı, yaşadığı yalnızlığı, ‘kadınsız iki kızı terbiye etmenin güçlüğünü’, ‘ölümün sesini’ müziğine yansıtıyor, notalarla dışa vuruyor. Soğuk, sert, acımasız, aksi bir kişi. Kızlarını kilere kapatıp unutabiliyor, kırbacı eksik etmiyor, viyolayı duvara vurup parçalıyor. Bu ortamda yetişen kızlar da sert ve hırçın oluyor, hayvanları tekmeliyor, ezmesi için böcek toplayıp babalarına verebiliyorlar. Aksi mizaçlı Sainte-Colombe çok sevdiği karısının hayaletiyle mücadele ederken şiddeti daha da artıyor.

Genç Marin Marais hayatına girip de öğrencisi olduğunda, Sainte-Colombe’un dünyası bir kez daha altüst oluyor. ‘Neden müzik?’ sorusuna doğru dürüst bir cevabı olmayan bu genç adam, üstadın hem iç dünyasını hem de kızlarının yaşamını darmadağın ediyor. Büyük kızıyla olan ilişkisi kızın intiharıyla sonuçlanıyor.

Üstadın, Marin Marais’le yaşadığı “sevgi-nefret” ilişkisinin köklerinde ise sanatçının kimliği, sanatın kim için olduğu sorunsalı yatıyor. Öğrencisinin ‘çalgıcı’ değil ‘müzisyen’ olmasını istiyor ve öfkesi artıyor. Marais ise, kolay yolu seçip saray müzisyeni oluyor. Bir anlamda, ustasına göre ruhunu satıyor. Ruhu müziği kavramaktansa ona sahip olmaya çalışıyor.

‘Dünyanın tüm sabahları geri dönülmezdir’ 17.yüzyıl jansenist/ahlakçı Pascal La Rochefoucould’un varoluşun boşluğu karşısında dile getirdiği bir cümle. Sabah normal yaşama uyanış anlamına gelse de romanda yaşlılık ve ölüme doğru giden, dönüşü olmayan yaşam yolunu anlatmaktadır. Geçmişin tüm güzellikleri orada olduğu gibi durur, ama elimizi uzatıp tutmaya çalıştığımızda bunun mümkün olmadığını görerek kederle yüzleşiriz der yazar, ‘o halde günü yaşayalım’.



8 Mayıs 2013 – Barış İçin Önemli Bir Gündeyiz! Yazılı Basın Açıklaması – İstanbul

8 Mayıs’ta Küresel BAK yürütme kurulu üyesi Bülent Aydın çözüm sürecini destekleyen yazılı bir basın açıklaması yaptı.



11 Mayıs 2013 – Çözüme Evet Şenliği - İzmir

Çözüme Evet Koalisyonu aktivistleri 11 Mayıs’ta İzmir'de bir yürüyüş yaptı. Oldukça coşkulu geçen yürüyüşte Kürtçe ve Türkçe barış sloganları atıldı, "Her Türk bebek doğar", "Öldürmeyeceğiz, ölmeyeceğiz, kimsenin askeri olmayacağız", "Şimdi barış zamanı", "Dur de, dur de, ölümlere dur de", "Kürt halkına özgürlük", "Barış, çözüm, özgürlük" sloganları atıldı.

Yürüyüşün sonunda Koalisyon'un çağrı metnini Türkçe olarak Özlem Özel ve Kürtçe olarak Cüneyt Laloğlu okundu. İzmir Müzisyenler Derneği'nin ve Koma Berxwedan'ın dinletisiyle biten eyleme katılan aktivistler türküler eşliğinde halay çektiler.

13 Mayıs 2013 – Reyhanlı Acısını Barışla Dindirelim! Basın Açıklaması Metni – İstanbul

13 Mayıs’ta Küresel BAK yürütme kurulu üyesi Bülent Aydın, Reyhanlı’daki patlama sonraso barışın sesini yükseltmenin önemini vurgulayan yazılı bir basın açıklaması yaptı



13 Mayıs 2013 – Edebiyat Atölyesi IV. Dönem Ondördüncü Kitap – İstanbul

Sinemaya uyarlanmış edebiyat eserlerinde savaş ve barış’ Atölye’sinin on dördüncü kitabı olan Bir Yerde’yi Alev Yapışkan-Tahmaz (Jerzy Kosinski, basım yılı 1979), film Merhaba Dünya’yı Nilüfer Uğur-Dalay (yönetmen Hal Ashby çekim yılı 1979) tanıttı ve tartışmaya açtı. Kitap/film adını “Doğru zamanda doğru yerde bulunmak” anlamına gelen bir deyimden, ‘Beign there’den alan politik bir komedi metni/filmi. Amerikan toplumundaki yalnızlık, yaşayanların aslında ‘ne yaşar ne yaşamaz’ olacak kadar hiçleşmesi, gündelik politik sistemin yavanlığı ve entrikaları, koyu renk giysili az sayıda adamın toplumun geleceğindeki büyük etkisi, eğitim sisteminin insanlara ulaşmaktaki yetersizliği, bize ‘hepimizi Chance gibi bahçıvanlar olarak mı yetiştirmek istiyorlar? Sorusunu sorduran iletişimin tek ve yanlı medya kurumlarınca özellikle de televizyon üzerinden sağlanmasının tehlikeleri, kişilerin toplumsal gelişiminde medyanın etkisi ve manipülasyonları, televizyon merkezlerince biçimlenene yaşamlar, televizyon gerçekliği ile gündelik yaşamın gerçekliğinin örtüşmeleri/örtüşmemeleri gibi temalara başarıyla değiniliyor.

Başkahraman Chance, köklerini Heidegger düşüncesinde bulduğumuz, bu dünyaya öylece bırakılmış bir insandır. Varoluşa bırakılmışlığıyla insan, kendi varlığını oluşturma özgürlüğüne zorunlu olarak bırakılmıştır. Başlangıçta, bırakılışın kendisi bir özgürlük yokluğu, sondaki bırakılış ölümün kaçınılmazlığına terk edilmedir.

Chance ya da insan varoluşun ortasına öylece, orada, bir varlık olarak(Dasein) oraya, eski bir malikaneye, doğaya, dünyaya atılmıştır. Bu varlığını dünyanın algılayamadığı bir var oluş durumu. Dünya ondan habersiz. Sonrasında Chance ya da insan, bu bırakılmışlık içinde, ölümler, rastlantılar, sınırlı tercih ve seçimleriyle yaşamını yeniden kurmaya başlıyor. Heidegger’in felsefesinde olduğu gibi bizim kahramanımız da, ölüme yazgılı bu bırakılmışlığında varoluşunu buna göre gerçekleştiriyor.

Doğaya, bahçeye, bitkilere odaklı ve sınırlı yaşam deneyimine dayanan konuşmaları, iyi görünümü, onun derinlikli biri olarak algılanmasına yol açıyor. Amerikan kamuoyunda ‘bilgeliğin gösterişsiz ve saf yeni temsilcisi’ olarak kabul görüyor. O kadar ki, iş, finans zengini yeni koruyucusu Rand’in cenazeden sonra ABD başkanının da aralarında bulunduğu etkili politik grup bir dahaki seçimlerde Chance’i başkan adayı göstermeyi uygun görmelerine kadar uzanıyor.

O zaman kendi kendimize soruyoruz: ‘Büyük lider ve öncülerin erdemi söylediklerinin özünde saklı olanlarda mı?’, ‘Politika ve dinde görmek istediğimizi mi görüyoruz?’

Chance’in katmansız, yalın konuşmaları geliştirilmiş yapay bellek programının bilgisayar dilindeki, bilgisayarların insanı algılaması kadar düz ve okunaklı. Yine sorauyoruz: ‘Bizler acaba Bahçıvan Chance’ın akıllı versiyonları mıyız?’, ‘Bugün hala ilk çağlardan itibaren verili olan bir takım sözcük ve kavramlara, sorulmuş sorulara mı bir yanıt bulmaya çalışıyoruz?’, ‘Biz kendimiz için aslında çok düşünmüyor, derinleşmiyor da aynı koşullarda bulunan kişiler için genel kabul görmüş, geçerli kabul edilmiş değerleri mi tekrarlıyoruz?’, ‘ Ortalama insan olmaya mı yazgılıyız?’, ‘Ortalama insan olmak yaşamın tehlike ve tehditlerinden uzakta yaşayıp rahat bir hayat sürmek mi?’ ve ‘Sorun bilgisayarların insan gibi düşünmesi değil, zaman içinde bizlerin bilgisayar gibi düşünenler haline gelip gelmediğimiz mi?’.

Film, finans dünyasının en zengin adamlarından Rand’in cenazesinde, masonik giysili ‘önemli kişilerin’ tabutu taşırken Chance’in başkanlığını tartışmaları, o sırada Başkan’ın konuşmasında ‘yaşam bir düşünce biçimidir’ demesi ve Chance’in mezarlıktaki yapay gölün yüzeyinde İsa benzeri bir şekilde suya batmadan yürüyerek uzaklaşarak gitmesi görüntüleri üst üste gelmesiyle bitiyor. Filmi ve kitabı bu çağrışımlar üzerinden tartıştık.

Şık ve özenli giyinmiş beyaz insanın Amerikan toplumunda, düşünce derinliği ne olursa olsun, izlenim ve algılanma olarak baş tacı edildiğinin, birkaç adamın o toplumun kaderini belirleme gücünü elinde tuttuğunu bir kez daha hatırladık.

Gerek kitabı gerekse filmi, yazarı ‘şiddetin şiirinin şairi’ olarak tanınsa da, ırkçı sayılabilecek bir iki tanıma karşın, barışçıl bulduk.

Dünyayı kendine göre anlamlandırıp yorumladığımız, yaşamlarımızı düşünce biçimlerimizin yansıması olarak kurduğumuz gerçeği karşısında, Atölye katılımcıları olarak, barışa dair düşüncelerimizi, dalga dalga önce kendi yaşamlarımıza sonra da dünyaya genişleteceğimizi düşünerek, umutlarımızı tazeledik. Çevremizin kana bulandığı şu günlerde bile barışı önce kendi düşüncelerimizde sonra da çevremize yaymaya devam etme tercihimiz, var oluşumuzun tek kurtuluş yolu gibi görünüyor.

16 Mayıs 2013 – “Çözüm için, Barış için Balonlarımızı Gökyüzüne Bırakıyoruz!” Gösterisine çağrı

Çözüme Evet Koalisyonu 18 Mayıs’ta yapacağı balonlu barış gösterisi için yazılı bir çağrı yayınladı.



18 Mayıs 2013 - Barış ve Çözüm için Balonlar Gökyüzüne Gösterisi - İstanbul

Uzun zamandır faaliyetlerine sokak standları, toplantı ve paneller ile devam eden Çözüme Evet Koalisyonu aktivistleri 18 Mayıs Cumartesi günü Beşiktaş İskelesi’nde yüzlerce balonu Barış şarkıları ve sloganları ile gökyüzüne bıraktılar.

Kaolisyon adına basın açıklamasını koalisyonun ilk imzacılarından Nesteren Davutoğlu okudu.

Basın açıklamasının sonunda 26 Mayıs Pazar günü, saat: 14.00’de Saraçhane Parkı’ndan Beyazıt Meydanı’na yapılacak olan yürüyüş hatırlatıldı ve tüm barış ve çözüm diyenler yürüyüşe davet edildi. Çok sayıda aktivistin balonlar, düdükler ve davullarla katıldığı basın açıklaması, kısa süreli bir bildiri dağıtımından sonra sona erdi.



18 Mayıs 2013 - Çözüme Evet Yürüyüşü - Ankara

Çözüme Evet Koalisyonu, 18 Mayıs Cumartesi günü Ankara'da bulunan Kolej Meydanı'nda bir araya gelerek, barış sloganlarıyla Sakarya Caddesi'ne yürüdü.

"Çözüme Evet" pankartının açıldığı yürüyüşte "Silahlar sussun insanlar konuşsun" dövizleri taşındı.

Gösteri boyunca sık sık "Yükselt, yükselt, barışın sesini yükselt; sustur, sustur, savaşın sesini sustur", "Bê ziman jiyan nabe", "Barış çözüm özgürlük" sloganları atıldı.



19 Mayıs 2013 - Çözüme Evet Paneli - Ankara

Çözüme Evet Koalisyonu Ankara yereli 19 Mayıs, Pazar günü destekçileri ve imzacılarının katılımı ile bir panel düzenledi. Şenol Karakaş, Fatma Bostan Ünsal ve Üstün Bol'un konuşmacı olduğu panelde, Barış süreci ile ilgili son durumu, koalisyon olarak barış ve çözüm sürecine sunabileceğimiz katkıları konuşuldu. Soru ve katkıların da alındığı panelde aynı zamanda 26 Mayıs Pazar günü İstanbul'da yapılacak yürüyüşüne çağrı yapıldı.



20 Mayıs 2013 - Kahvaltı & Basın Toplantısına Çağrı - İstanbul

Çözüme Evet Koalisyonu olarak 26 Mayıs’ta yapılacak miting öncesi yapılacak basın toplantısına yazılı çağrı yapıldı.



22 Mayıs 2013 - Çözüme Evet basın toplantısı - İstanbul

6 Nisan Cumartesi günü kurulan Çözüme Evet Koalisyonu, 26 Mayıs Pazar günü, saat 14.00’de Saraçhane Parkı’ndan Beyazıt Meydanı’na yapılacak olan yürüyüş öncesi ilk imzacıları ve destekçi kurumların temsilcileri ile bir basın toplantısı gerçekleştirdi.

İmzacı ve temsilcilerin hem koalisyonun faaliyetlerini hem de çözüm ve barış sürecine dair düşünce ve dileklerini aktardığı basın toplantısında ortak temenni Barış ve Çözüm sürecinin eşitlik, adalet ve özgürlük temelinde yürümesi ve tüm halkların barışını sağlayan bir çözüm sürecinin olması oldu.

Onyıllardır binlerce insanın ölümüne ve milyonarca insanın hayatında derin yaralara neden olan savaş döneminin artık sonuna gelindiğinden bahsedilen toplantıda tüm barış ve çözüm diyenler koalisyonun 26 Mayıs Pazar günü, saat: 14.00’de yapılacak olan yürüyüşüne davet edildi.



Yüklə 0,88 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin