Bölge halklarinin düŞmani iNCİRLİK ÜSSÜ kapatilsin


REYHANLI ACISINI BARIŞLA DİNDİRELİM



Yüklə 0,88 Mb.
səhifə6/11
tarix02.11.2017
ölçüsü0,88 Mb.
#27163
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

REYHANLI ACISINI BARIŞLA DİNDİRELİM

Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs 2013 günü patlatılan bombalar yüreğimizi büyük bir acıyla yaktı. 50 kişinin can verdiği bu insanlık dışı katliamın sorumlularını lanetliyoruz. Olayın faillerinin bir an önce ortaya çıkartılmasını ve tüm ayrıntıların açıklanmasını istiyoruz. Hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Yaralılara geçmiş olsun diyoruz. Halen ağır yaralı olanların sağlığına kavuşmaları ise en büyük dileğimizdir.

Arkasındaki güçler ve tetikçileri kim olursa olsun, bombaların amacı, bölge halklarının arasını açmak ve Türkiye'yi de savaş girdabına çekmektir.

Savaşın gerçek yüzü işte budur. Savaş hiçbir suçu günahı olmayan insanlar için ölüm demektir. Savaş yıkım ve acı demektir. Savaş öfke ve düşmanlık demektir. Reyhanlı meydanındaki bomba çukurunun başında ellerini açmış, bu büyük haksızlığa çaresizce yakaran ananın acısı bugün hepimizin acısıdır. Bu acının tekrarlanmaması için barış mücadelesini güçlendirmemiz gerekiyor.

Suriye'de, Irak'ta, Afganistan'da, Filistin'de ve dünyanın başka bölgelerinde bu acıyı yıllardır her gün yaşayan halklar var. Savaş halkların düşmanıdır. Emperyal emellerle ve kaynaklarına el koymak için ülkeleri işgal eden, halkları birbirine düşüren küresel savaş makinaları insanlığın düşmanıdır. Kendi halkına karşı savaş açmış diktatörler de halk düşmanıdır. Meydanı onlara bırakmamak için barış mücadelesini güçlendirip savaşa hayır demek lazım. Halkların kardeşliğini savunmamız lazım.

Türkiye, bölgesinde barışın sağlanması için rol üstlenebilir ama bunun koşulu ülkedeki barış ve çözüm sürecinin ilerlemesidir. Eğer barışa hep birlikte sahip çıkarsak yeni Reyhanlı'ların yaşanmasını da engellemiş oluruz. Barış için atılan adımlar Reyhanlı'da yaşanan acıları dindirebilir.

Suriye'deki katliamlardan canını kurtarmak için sınırı geçen sığınmacılar düşmanımız değildir. Onlar ve Suriye halkı ülkelerindeki insanlık dramının mağdurudur. Bu ülkede kimse Suriye ile savaş istemiyor. Hükümet gerilimleri artırıcı değil, barıştan yana tutum almalıdır.

Reyhanlı'da yaşanan katliam başka acıların vesilesi olacak şekilde savaş diline ve politikalarına malzeme edilmemelidir. Türkiye hükümeti, savaşçı maceralara ve militarist eğilimlere son vermelidir.

Türkiye hükümeti bölgesel çıkarları için Suriye'ye güç gösterisi yapmaktan vaz geçmelidir. Suriye halkının kaderini halkın kendi mücadelesi belirleyecek. Böyle bir diktatörlüğün ömrünü uzatacak olan şey, bu ülkeye Türkiye veya başka bir ülkenin askeri müdahalesidir. Bu bütün bölge için bir felaket olur.

Tüm savaş karşıtlarını Suriye halkıyla, Kürt halkıyla dayanışmaya çağırıyoruz.

Tüm savaş karşıtlarını ülkemizde ve bölgede barış mücadelesinin sesi, sözü olmaya çağırıyoruz.

Savaşa hayır!

Türk, Kürt, Arap halkları kardeştir!

Bülent Aydın

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Yürütme Kurulu üyesi

16 Mayıs 2013 – “Çözüm için, Barış için Balonlarımızı Gökyüzüne Bırakıyoruz!” Gösterisine çağrı

Yüzlerce aktivist, gazeteci, sanatçı, aydın, kurum temsilerinden oluşan Çözüme Evet Koalisyonu olarak çözüm için atılan adımları desteklemek ve çözüme engel olmak isteyenlere, “Hayır, bizler bu topraklarda yaşayan milyonlarca insan, çözümden yanayız” diyebilmek için yola koyulduk. Çözümü savunan milyonların sesi olmak için hep beraber harekete geçiyoruz. 18 Mayıs Cumartesi günü imzacı ve destekçilerimizin de katılımı ile rengarenk balonlarımızı şarkılar ve türküler ile gökyüzüne bırakacağız.

Etkinliğimize siz değerli basın mensuplarını da davet ediyoruz.

Çözüm için Barış için Balonlarımızı Gökyüzüne Bırakıyoruz!

18 Mayıs Cumartesi günü, Saat: 11.00 Yer: Beşiktaş Motor İskelesi Önü

Çözüme Evet Koalisyonu

20 Mayıs 2013 - Kahvaltı & Basın Toplantısına Çağrı - İstanbul

Çözüme Evet Koalisyonu olarak 22.05.2013 Çarşamba günü, saat: 11.00’de bir basın toplantısı düzenleyeceğiz.

Akil İnsanlar heyetinden, ilk imzacılarımızdan ve destekçi sanatçılarımızın da katılı ile gerçekleşecek olan kahvaltılı basın toplantımızda siz basın mensubu dostlarımızı da davet ediyoruz.

Tarih: 22 Mayıs Çarşamba, saat: 11.00

Yer: Büyük Karaman Cad. Taylasan Sok. No: 3 Pk, 34230 Fatih

25 Mayıs 2013 - Küresel BAK: Çözüme evet yürüyüş çağrısı

"Kurucuları arasında yer aldığımız ÇÖZÜME EVET KOALİSYONU, 26 Mayıs Pazar saat 14'te Saraçhane'den Beyazıt Meydanı'na kitlesel bir barış yürüyüşü gerçekleştiriyor.

"Çözüme Evet - Barışa Evet" diyerek yapılacak renkli ve şenlikli yürüyüşte, 'ama'sız, 'fakat'sız barış isteyenler buluşacak. Küresel BAK olarak biz de barış bayraklarımızla aralarında olacağız. Barış için atılan her adımın biz de yanındayız!

Yüreği insan sevgisi, demokrasi ve özgürlük için atan herkesin barış umuduna coşku ile sahip çıkması gerektiğine inanıyoruz.

TARİH: 26 MAYIS PAZAR

SAAT: 14.00

TOPLANMA YERİ: SARAÇHANE PARKI

Faruk Sevim

Küresel BAK Yürütme Kurulu Üyesi

25 Mayıs 2013 – “Barışa Evet, Çözüme Evet Yürüyüş” çağrısı - İstanbul

26 Mayıs Pazar, Saat: 14.00

Yer: Saraçhane Parkı’ndan Beyazıt Meydanı’na

Çözüme Evet Koalisyonu bileşenleri ve destekleyenleri olarak Barış ve Çözüm sürecine destek vermek. Sokaklarda Barışın sesini hakim kılmak ve toplumda çoğunluğun desteğini sokaklarda da göstermek için BARIŞ YÜRÜYÜŞÜ düzenliyoruz.

İmzacılarımızın, sanatçılarımızın ve akil insanlar heyetlerinin de katılımı ile yapılacak Barış Yürüyüşümüzde siz basın mensubu dostlarımızı da aramızda görmek isteriz.

Çözüme Evet Koalisyonu

26 Mayıs 2013 – Çözüme Evet Yürüyüşü Basın Metni

"Hepiniz hoş geldiniz arkadaşlar

Hepimiz hoş geldik,

Kampanyamızın başından beri destek olan siz basın mensupları da hoş geldiniz.

Yola çıkarken, "30 yıldır, her gün yürek çarpıntılarıyla uyanmamıza sebep olan...Nerede olursak olalım, hayatımıza damgasını vuran dev bir sorun çözülmek üzere" demiştik.

Bizi heyecanlandıran, bizi mutlu kılan işte bu çok basit siyasi olguydu.

Sdece yürek çarpıntılarıyla uyanmak da değildi meselenin özünü oluşturan.

Toplumun her yanını saran, karartan, demokratik tüm nefes alma kanallarını tıkayan büyük bir acıydı yaşadığımız.

İşte, şimdi, Kürt sorunu konusunda tarihi adımlar atılıyor.

İşte, şimdi, ilk kez çözüm kapısının net bir şekilde aralandığına tanık oluyoruz.

Kapı her geçen gün daha da daha da aralanıyor.

Aylardır çatışma yok!

Ne mutlu ki bize aylardır tek bir insan ölmedi, Kürt ve Türk gençler, çözüm süreci devreye girmemiş olsaydı aramızda olmayacak, bizden çekilip alınmış olacak gencecik insanlar ölmüş olacaktı.

Sadece bu neden bile, bizlere, çözüm sürecine gözümüz gibi bakmamız gerektiğini kanıtlıyor.

Savaşın nefret tohumları eken gürültüsü değil, diyalog, konuşma, tartışma, çatışmasızlığın barışçıl sesi, hepimizin silkelenmesine, biraz da olsa kendine gelmesine neden oldu.

Biliyoruz ki çözüm yönünde atılan her adım, ölümün bu topraklarda yarattığı kasvetli havanın bir kader olmadığını herkese, hepimize gösterecek.

Çözüm ve barış için ileriye dönük her hamle, yüzlerimizde daha çok gülümsemeye neden olacak.

Barışın sakinliği, barışın coşkusu, barışın yarattığı kardeşlik ama eşit koşullarda kardeşlik iklimi, demokrasinin, insanca yaşam hakkının herkesin hakkı olduğu duygumuzu güçlendirecek. Diyarbakır'da da güçlendirecek, İstanbul ve İzmir'de de güçlendirecek.

İşte tam da bu yüzden, çatışmaların sona ermesi ve diyalog sürecinin gelişmesi "politik açıdan kimin işine yarar" diye bir soru sormuyoruz.

Yaşam hakkının, en önemli, en kutsal hak olan bu hakkın sürekliliğini sağlamanın yanında, siyasi hesaplar ikinci planda kalmak zorunda.

Çatışmaların, nihai olarak sonlanması, öncelikle, gençlerin yaşamaya devam etmesi anlamına gelir.

Ölümlerin durması anlamına gelir!

Ölümlerin son bulması... Sorunun muhataplarının konuşmaya başlaması...

En önemlisi bu.

On binlerce insanın öldüğünü unutmayalım. İşkenceleri, unutmayalım.

İnsanların elinden en temel haklarının nasıl alındığını unutmayalım. Ama bir şeyi daha unutmayalım: Savaş isteyenler, savaşı kışkırtanlar, savaştan beslenenler hep küçük bir azınlık oldu. Tüm haksızlıkların ortasında hep beraber, her zaman, barışı savunmasını bildik, barış için uğraştık, çabaladık, tartıştık, eylemler yaptık, sesimizi çıkartmaktan hiçbir zaman vaz geçmedik.

Bu yüzden çözüm süreci bizim de sürecimzi, bu yüzden barış süreci bizim de sürecimiz. Küçük bir azınlık da olsalar, bazen sesleri gür çıkabiliyor savaş yanlılarının. Güçleriyle ters orantılı bir ses kalınlığına ve derin ilişkilerinden, geleneksel karanlık yapılardan aldıkları desteğe güvenerek çözüme, barışa, halkları arasında kardeşliğe karşı çıkanlar var. Bu yüzden yola çıktık. Çözüm için atılan adımları desteklemek ve çözüme engel olmak isteyenlere, "Hayır, bizler bu topraklarda yaşayan milyonlarca insan, çözümden yanayız" diyebilmek için de yola koyulduk.

Şimdi, çözümü savunan milyonların sesi olmak için hep beraber harekete geçiyoruz. Ülkemizde birbirini tanıma şansı bulamamış milyonlara..."Dinle, Anlat, Duy, Konuş..." diyoruz. Herkesin ve tüm kimliklerin ortak geleceğinin eşitlik içinde inşası açısından bu can alıcı meselenin çözümüne katkı sağlamanın insanlık borcu olduğuna inanıyoruz. İlk adımımızı attık. Bu bir başlangıç. Şimdi, yollarda, şehirlerde, sokaklarda, camilerde, kiliselerde, cemevlerinde, okullarda, işyerlerinde, barışı örgütlemeye, barışı konuşmaya, barışı örgütlemeye başlıyoruz.

Şimdi barış zamanı! Artık barış kazanacak! Çözüme evet! Barışa evet!"

Gülden Sönmez & Yıldız Önen

Çözüme Evet Koalisyonu adına

29 Ağustos 2013 – “Suriye’ye Askeri Müdahaleye Hayır” Basın Açıklaması Metni – İstanbul

ORTADOĞU’DA YENİ SİLAHLI GÜÇ GÖSTERİSİNE DEĞİL, ŞİDDETSİZ ÇÖZÜMLERE ve BARIŞA İHTİYAÇ VAR; SURİYE’YE ASKERİ MÜDAHALEYE HAYIR!

Suriye’de bir insanlık trajedisi yaşanıyor. 30 yıldır ülkeyi yönetenler, 2011 Mart ayında başlayan halk ayaklanmasına yıkım ve katliamla yanıt verdiler. 2.5 yılda 100 binden fazla kişi öldürüldü, ülke nüfusunun dörtte birini oluşturan 5 milyon Suriyeli evlerini terk etti. Bunların 2 milyonu mülteci oldu. 3 yıldır Suriye’nin birçok kentinde hayat durdu. Çocuklar okula gidemiyor, işyerleri çalışmıyor. Çatışmalar iç savaş boyutuna sıçradı ve bu kaosun ne zaman sona ereceği ile ilgili en ufak bir belirti yok. Son olarak, geçtiğimiz günlerde Şam’ın dış mahallelerinden Guta’da kimyasal silah kullanımı sonucu, 2 saat gibi kısa bir sürede en az 1500 kişi hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenlerin büyük kısmı yataklarında uyuyan çocuklardı. Bütün dünyada infial uyandıran bu saldırıyı gerçekleştirenleri ve arkasında duranları lanetliyoruz.

Kimyasal silahların geliştirilmesi, üretilmesi ve stoklanması, en az kullanılması kadar insanlık suçudur. Suriye’de kullanılan silahları kimin üretip Suriye’ye verdiği ve orada stoklanmasına göz yumduğu açıklanmalıdır. Tüm ülkelerdeki kimyasal silahların topyekûn imha edilmesi, kullananların, üretenlerin ve stoklayanların Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması gerekir.

BM heyeti tarafından araştırılan kimyasal saldırı sonrası, şimdiye kadar yaşananlara kılını bile kıpırdatmayan Batı, hemen bir askeri müdahale seçeneğini tartışmaya başladı. Oysa Suriye’de ve bölgede silahlı güç gösterilerine değil, şiddetsiz çözümlere ve barışa ihtiyaç var.

Suriye, Esat diktatörlüğünün yanı sıra uluslararası güçlerin poltik çıkarları uğruna giriştikleri müdahalelerle, içinden çıkılmaz bir çözümsüzlüğe ve iç savaşa sürüklendi. Askeri müdahale bu durumu daha da derinleştirecektir.

İşlerin bu noktaya gelmesinde bugün müdahaleye hazırlanan devletlerin olduğu kadar, başta Türkiye olmak üzere, Suriye’deki iç savaşa insani yardımı aşan müdahalelerde bulunan komşu ve bölge ülkelerinin de payı var.

Elbette kimyasal silah kullanımı insanlık suçudur, cezalandırılmalıdır. Ancak bunun yöntemi bir askeri harekat, savaş ve işgal değil, uluslararası yargılamalardır. Dünya halkları, katliamcıların suçlarının açığa çıkarıldığını görmeli ve ikna olmalıdır, bu zahmetli bir süreçtir, ama kalıcı olarak daha adil bir sonuç doğurur. Muhtemel bir Batı müdahalesi Suriyedeki durumu çok daha ağır hale sokabilir. Daha çok kan dökülür. Böyle bir müdahalenin bölgede gerilimi artıracağı açıktır. Çatışmalar çevre ülkelere ve bu arada Türkiye’ye de sıçrayabilir.

Askeri müdahale, Suriye’de halkın özgürlük ve demokrasi taleplerine yarar sağlamayacaktır, aksine rejime moral güç verecektir. Gerekçesi ne olursa olsun, son 10 yılda Afganistan ve Irak’ı kan gölüne çevirenlerin, şimdi Suriye’ye askeri müdahalesine kesinlikle karşı çıkılmalıdır.

Suriye’deki bu iç savaş bir an önce durdurulmalıdır. Türkiye ve diğer ülkeler, çatışmayı derinleştiren silah desteğinden, politik ve lojistik müdahalelerden derhal vazgeçmelidir.

Suriye’de, halkın kendi temsilcilerini özgürce ve demokratik yollarla seçeceği bir ortam oluşturulmalıdır. Suriye toplumundaki farklı kültürleri, inançları, halkları ve dilleri kapsayan demokratik bir düzen mutlaka ve zaman geçirilmeden inşa edilmelidir. Ama bunun yolu başka devletlerin müdahalesi ve savaş değil, şiddetsiz çözüm süreçlerini devreye sokmaktır.

Suriye’ye yapılacak askeri müdahale meşru değildir, karşı çıkılmalıdır. Özellikle Türkiye’nin Suriye veya başka bir ülkeye yönelik operasyona katılması veya lojistik destek vermesine kesinlikle karşı çıkılmalıdır.

Suriye’deki ve Ortadoğu’daki diktatörlükler yıkılmalı, yerlerine halkın demokratik yönetimleri kurulmalıdır, ama bu dönüşüm o ülkelerdeki halkların kendi inisiyatifiyle olacaktır. Dış müdahaleler bu süreci olsa olsa geciktirir.

Ortadoğu’daki ABD, Rusya, NATO vb. kaynaklı tüm askeri üs ve tesisler başta İncirlik olmak üzere kapatılmalıdır! Ortadoğu, silahsız, nükleersiz, kimyasalsız, barış içinde kardeşçe bir arada yaşadığımız bir bölge olmalıdır.

Savaş insanlık suçudur. Ahlaki olan savaş karşıtlığıdır. Bütün dünyanın savaş karşıtlarıyla birlikte haykırıyoruz:

Suriye’ye askeri müdahaleye ve SAVAŞA HAYIR!



Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Yürütme Kurulu

30 Ağustos 2013 – “1 Eylül'de Barışa Sahip Çıkalım” Basın Açıklaması Metni

1 EYLÜL’DE BARIŞA SAHİP ÇIKALIM!

peaceday 1 Eylül Barış gününe ne yazık ki yine savaş tamtamlarının gürültüsüyle giriyoruz. Filistin ve Afganistan’daki işgal devam ediyor. NATO küresel savaş aygıtını yaymak için yeni adımlar atıyor. Barış halkların özlemi ama Mısır’dan Irak ve İran’a, Ortadoğu’da bölgesel savaş tehlikesi var. Batılı ülkelerin Suriye’ye yönelik askeri müdahalesinin arefesinde 1 Eylül’e giriyoruz. ABD etrafında kurulan ve Türkiye’nin de aktif bir şekilde içinde yer almaya heveslendiği yeni bir savaş koalisyonu çoktan kuruldu. Suriye yönetiminin gerçekleştirdiği öne sürülen kimyasal silah katliamı bahane edilerek Ortadoğu’da yeni bir askeri müdahaleye hazırlanılıyor. Bu gelişmeler Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor ve yaklaşık dokuz aydır süren Kürt sorununda çözüm sürecini olumsuz etkileme potansiyeli taşıyor. Esad rejiminin katliamlarını bahane ederek Suriye’ye yönelik bir askeri müdahalenin Türkiye’deki barış sürecini de zora sokacağı açıktır. Komşusu bir ülkeyle savaş durumuna gelen Türkiye hükümeti, aynı anda içerde barış adımları atmak konusunda daha da kararsız hale gelecektir.

Çözüm süreci, Türkiye’nin en önemli sorununun demokratik bir temelde ilk kez tartışılmaya başlandığı, diyalog ve müzakere yöntemlerinin devreye girdiği tarihsel öneme sahip bir süreçtir. Bu süreç, ne seçim hesaplarına, ne milliyetçi oyların baskısına ne de siyasi ikbal güdülerine ne de bölgesel çıkarlara heba edilebilir.

Çözüm süreci, binlerce insanın hayatına malolan silahlı çatışmaların ve düşük yoğunluklu savaş koşullarının sona ermesi ve kalıcı bir barış sürecinin ilk adımı olması açısından, tüm savaş karşıtlarının gözümüzün bebeği gibi sakınması gereken bir süreçtir.

Hükümet, başta Suriye olmak üzere bölgedeki çatışma ve savaş girişimlerinin parçası olmaya heveslenmek yerine, çözüm sürecinin toplumda başlangıcında yarattığı umut dolu atmosferi pekiştirecek adımlar atmalıdır.

Yıllardır küresel, bölgesel ve Türkiye’deki savaşa karşı çıkan savaş karşıtları olarak bir kez daha haykırıyoruz:

- Savaşsız bir dünya mümkündür. 1 Eylül’de barışın sesini yükseltelim.

- Ortadoğu’da yeni savaşlara yol açacak askeri müdahalelere hayır!

- Türkiye, Suriye’ye yönelik savaş koalisyonunda kesinlikle yer almamalıdır.

- Çözüm süreci her koşulda mutlaka devam ettirilmelidir. Yaşasın halkların eşit koşullarda kardeşliği!

- Hükümet, çözüm sürecinde kendisinden beklenen demokratikleşme adımlarını atmalıdır.

- Kürt sorununun kalıcı bir şekilde çözülmesi için, Kürt halkının haklarını her düzeyde garanti altına alan yeni demokratik bir anayasa hazırlanmalıdır.

Barışa güçlü bir şekilde sahip çıkmak için tüm savaş karşıtlarını 1 Eylül Pazar, saat 13.00’de barış zincirlerinde, saat 15.00′de Kadıköy’de yapılacak BARIŞ MİTİNGİNDE buluşmaya davet ediyoruz.

SAVAŞA HAYIR!



Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Yürütme Kurulu

6 Eylül 2013 – “Suriye’de Savaşa Hayır” Basın Açıklaması çağrısı - İstanbul

SURİYE’DE SAVAŞA DEĞİL, BARIŞA VE SİLAHSIZ ÇÖZÜME HAZIRIZ!

ABD ve müttefikleri, kimyasal silah kullanımını bahane ederek Suriye’ye askeri müdahaleye hazırlanıyor. Türkiye, başından beri taraf olduğu Suriye iç savaşında yeni ve daha da kanlı bir sayfa açacak olan ABD müdahalesinden yana açıkça tavır almakla kalmayıp, askeri müdahaleye katılma hevesini de gizlemiyor. Suriye’de ise Esad diktatörlüğü yakıp yıkmaya ve can almaya devam ediyor, ülkede insanlık suçları işleniyor. ABD Başkanı Obama, ulusal çıkarları gereği Ortadoğu’ya müdahale etmek istediklerini ilan etti. Rusya Suriye’deki askeri üssünü kaybetmemek için Esad diktatörlüğünün her türlü caniliğine göz yumuyor. Ortadoğu bir kez daha emperyalist ülkelerin çıkar çatışmasının alanı haline geliyor.

Suriye’ye askeri müdahale ve Türkiye’nin bu müdahalede yer almasına karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Suriye’de tüm ezilen halkların ve inanç gruplarının kendi kaderini özgürce belirlemesi ve demokratik temellerde bir arada yaşaması mümkündür. Suriye’ye bir askeri müdahale Rojava’da özgürlüğü için adım atan Kürt halkının da durumunu zorlaştıracaktır. Gelin Suriye’ye silahla müdahale etmekte ilk sırayı alan değil, silahsız bir dünya kurmanın adımlarını atan ülke olalım.

- Suriye’de daha fazla kan dökülmesine ve bölgede şavaşın yayılmasına neden olabilecek gelişmelere karşı sesimizi yükseltmek için,

- Savaşın gönüllüsü olan bir ülkenin değil, barışın öncülüğünü üstlenen bir ülkenin yurttaşları olmak istediğimizi haykırmak için,

9 Eylül Pazartesi saat 12.00’de Galatasaray meydanında tüm savaş karşıtları ve barışseverler buluşuyoruz.

SURİYE’YE ASKERİ MÜDAHALEYE, TÜRKİYE’NİN SAVAŞIN PARÇASI OLMASINA VE

ESAD DİKTATÖRLÜĞÜNE HAYIR! SAVAŞA HAYIR!

9 Eylül 2013 – “Suriye’de Savaşa Hayır” Basın Açıklaması – Kerem Kabadayı’nın Konuşma Metni

ABD ve müttefikleri, kimyasal silah kullanımını bahane ederek Suriye’ye askeri müdahaleye hazırlanıyor.Türkiye, başından beri taraf olduğu Suriye iç savaşında yeni ve daha da kanlı bir sayfa açacak olan ABD müdahalesinden yana açıkça tavır almakla kalmayıp, askeri müdahaleye katılma hevesini de gizlemiyor.

Suriye’de ise Esad diktatörlüğü yakıp yıkmaya ve can almaya devam ediyor, ülkede insanlık suçları işleniyor.

ABD Başkanı Obama, ulusal çıkarları gereği Ortadoğu’ya müdahale etmek istediğini ilan etti.

Rusya Suriye’deki askeri üssünü kaybetmemek için Esad diktatörlüğünün her türlü caniliğine göz yumuyor.

Ortadoğu bir kez daha emperyalist ülkelerin çıkar çatışmasının alanı haline geliyor.

Suriye’ye askeri müdahale ve Türkiye’nin bu müdahalede yer almasına karşı sesimizi yükseltmeliyiz.

Suriye’de tüm ezilen halkların ve inanç gruplarının kendi kaderini özgürce belirlemesi ve demokratik temellerde bir arada yaşaması mümkündür.

Suriye’ye bir askeri müdahale Rojava’da özgürlüğü için adım atan Kürt halkının da durumunu zorlaştıracaktır.

Gelin Suriye’ye silahla müdahale etmekte ilk sırayı alan değil, silahsız bir dünya kurmanın adımlarını atan ülke olalım.

- Suriye’de daha fazla kan dökülmesine ve bölgede savaşın yayılmasına neden olabilecek gelişmelere karşı sesimizi yükseltmek için,

- Savaşın gönüllüsü olan bir ülkenin değil, barışın öncülüğünü üstlenen bir ülkenin yurttaşları olmak istediğimizi haykırmak için buradayız.

SURİYE’YE ASKERİ MÜDAHALEYE,

TÜRKİYE’NİN SAVAŞIN PARÇASI OLMASINA VE

ESAD DİKTATÖRLÜĞÜNE HAYIR!

SAVAŞA HAYIR!



Kerem Kabadayı

Küresel BAK Yürütme Kurulu üyesi

15 Eylül 2013 – Hrant Dink Davası’na Çağrı - İstanbul

Hrant Dink Cinayeti davası Yargıtay’ın bozma kararından sonra 17 Eylül Salı günü yeniden başlayacak.

Bu sefer müsamereye izin vermeyeceğimizi, katillerin, azmettirenlerin, yardım ve yataklık edenlerin, ihmali olanların, görmezden gelenlerin tamamı ortaya çıkarılmadan ve hak ettikleri cezaya çarptırılmadan bu davanın peşini bırakmayacağımızı en başından bütün gücümüzle gösterelim.

17 Eylül‘de saat 10‘da Çağlayan Adliyesi‘nde buluşuyoruz…



Hrant’ın Arkadaşları

17 Eylül 2013 – Hrant Dink Dava öncesi Ailenin yaptığı Basın Açıklamasının Metni – İstanbul

Dink ailesi olarak, bundan böyle, bizlerle alay eden devlet mekanizmalarının oyununa alet olmayacak ve cinayet davasının yeniden görülmeye başlanan duruşmalarına katılmayacağız. Daha fazla kirlenmemek adına, yalanın su gibi içildiği, zorbalığın ekmek gibi yendiği; yaşam hakkı, insan hakkı, doğruluk, dürüstlük, hak ve hukukun ayaklar altına alındığı o duruşma salonlarına, artık girmeyeceğiz.

19 Ocak 2007’de Hrant Dink’in katledildiği günden bu yana Türkiye’de sistem, yargısıyla, kolluğuyla, asker ve sivil bürokrasisiyle, siyasi kurumlarıyla, bizimle adeta alay etti. Adına devlet denen suç ittifakı, adaleti arar görünürken, gün gün, celse celse, cinayeti yeniden ve yeniden işledi. Bu ittifak, cinayeti planlayan ve sonra da üzerini örten suç örgütünün ta kendisidir.

Cinayetten sonra savcılığa verdiğimiz ilk dilekçede, bugün Ergenekon üyesi olarak mahkûm edilen pek çok kişinin adını verip soruşturulmalarını istedik. Hiçbiri soruşturulmadı. Bu davanın hiçbir aşamasında etkili bir soruşturma yürütülmedi. Devletin tüm kurumlarının dahil olduğu bir cinayette kim hangi soruşturmayı etkili yürütebilirdi ki?

Şimdiye kadar defalarca mahkemelere girdik çıktık. Üzerimize gülündü, hakaret edildi, “Ya sev ya terk et” denildi. Ama en büyük alayı mahkeme, “Cinayette örgüt yoktur” diyerek etti. Son olarak Yargıtay’ın yerel mahkemenin kararını bozan hükmü, sinsice hazırlanmış yeni bir oyunla, var olduğunu tespit ettiği örgütü birkaç milliyetçi gençle sınırlayarak bizlerle bir kez daha alay etti. Yetmezmiş gibi, Yargıtay’ın bu kararı sanki olumlu bir adımmış gibi yansıtılarak kamuoyu bir kez daha yanıltıldı. Bu Yargıtay, Hrant Dink’i sağlığında, türlü hukuksuzluklarla Türklüğe hakaretten mahkum eden Yargıtay’ın ta kendisiydi.

Bu davada, devletin cinayet mekanizmalarının ve suç ittifakının ortaya çıkarılması konusunda gereken tek şey siyasi iradeydi. Siyasi iktidar, kamuoyu önündeki türlü sözlerine ve vaatlerine karşın, bu iradeyi göstermekten ısrarla kaçındı. İrade göstermek bir yana, cinayette rol alan veya katilleri yücelten devlet görevlilerini terfi ettirdi, emniyet müdürü, müsteşar, vali, ombudsman olarak atadı; bazılarını da kendi bünyesine katarak, milletvekili, bakan yaptı.

Muhalefet partileri ise, kah 301. maddeye ilişkin tutumlarıyla, kah ülkedeki milliyetçi-ulusalcı dalgalanmaları körüklemeleriyle, kâh tetikçileri yetiştirdikleri ocaklarıyla, zaten cinayet ikliminin baş aktörleriydi.

İktidar, kendi döneminde işlenen bu cinayeti “namus” meselesi haline getirmek yerine koz olarak kullanmayı, silah sadece kendilerine doğrultulunca suçluları yargılamayı, Cumhuriyet tarihi boyunca yüksek sesle insan hakları mücadelesi vermiş tek Ermeni’nin öldürülmesini yok sayıp “Bizim zamanımızda faili meçhul cinayet olmamıştır” diye böbürlenmeyi seçti. Cinayetin hemen ardından “Bu kurşun Türkiye’ye sıkılmıştır!” demek, ama sonra bu icraatı göstermek, onursuzluktur. Doğrudur! Bu cinayet faili meçhul değildir: Fail, muhalefeti ve iktidarı, askeri, polisi, istihbaratı ve yargısıyla, devlettir.

Biz artık bu müsamerede yokuz. “Bu mahkemenin kararı şundan iyiymiş”lerden, “bu savcı şunda daha doğru demiş”lerden, “bu yapmak istiyormuş da yapamıyormuş”lardan, “şu yapabilirmiş de yapmıyormuş”lardan, “şu aslında iyiymiş de çevresi kötüymüş”lerden sıkıldık.

Ne bekliyorduk ki. Bir tek bizim mi başımıza gelmişti? Daha önce ne olmuştu ki şimdi ne olacaktı. Ama olsundu. Belki bu kez farklı olurdu. Belki önceki davalara, belki sonraki cinayetlere de bir faydası olurdu. Bir de biz deneyelim dedik. Denedik, olmadı. Acıda akraba olduklarımızın yanındaki yerimizi çoktan aldık. Türklüğe hakarete girmesin diye Türk adaleti demekten özenle kaçındığımız bu şey, adı her neyse, biz artık yokuz. Önünde ya da arkasında devlet olan herhangi bir şeyden, bir beklentimiz yok.

Hrant Dink, en yüksek yargı makamı olarak halkların vicdanını görürdü. Bütün bu yaşananlar içinde bizlere gelecek adına hâlâ umut veren tek şey, halkın çok geniş bir kesiminin bu cinayeti vicdanlarında mahkûm etmesi; ona yüreklerinde yer açması oldu.

Bu dava sadece ailemizin değil, Türkiye’de demokrasiye inanan, ayrımcılığı ortadan kaldırmak isteyen, devletin şeffaflaşmasını arzu eden, yüzleşmeden ve barıştan yana herkesin davasıdır. İşte bu insanlar adına avukatlarımız davayı şeklen takip etmeyi, sahipsiz bırakmamayı sürdürecekler.

Bizler olduğumuz ve olmamız gereken yerde olacağız. Öyle ya da böyle, devlet eliyle, sopasıyla, copuyla, bombasıyla öldürülenlerin yakınlarının yanında. Daha iyisinin değil, iyinin kavgasında. Salonlarda değil, sokaklarda, caddelerde, meydanlarda… İnsanına, vicdanına inandığımız bu toplumun içinde, onlarla birlikte, bu vicdanı temsil eden gerçek adaletin tecellisi için mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.

17 Eylül 2013 – Hrant’ın Arkadaşları Basın Açıklaması – Gülten Kaya’nın Konuşma Metni – İstanbul

Bugün burada bir dava yeniden başlıyor. Hrant Dink’in kamu görevlilerin yardımıyla, yönlendirmesiyle öldürüldüğü, ancak gerçek sorumluların hala yargı önüne çıkmadığı dava… Bundan önceki süreci biliyorsunuz. Bir tetikçi hapse kondu, eline silah tutuşturan, onu yüreklendiren birkaç kişi yargı önüne çıktı, bir kişi azmettirici olarak hapse girdi, ama mahkeme bu yapılanmada bile bir örgüt bulamadı. Yanyana gelen iki kişinin devlete, Hükümet’e muhalefet ettiği en basit vakada örgüt bulan yargı bu vakada, bir örgüt saptayamadı. Sonuçta sanıklar örgüt kurmaktan hüküm giymediler. Karar Yargıtay’a gitti. Ve Yargıtay bu hükmü tekrar görüşülmesi için mahkemeye geri gönderdi.

Bugün görüşülecek olan dava, işte bu zincirin son halkası diyebileceğimiz yapılanmanın davasıdır. Belki mahkeme bu zincirin son halkasından bir örgüt bulabilecektir. Ancak bu karar, Hrant Dink’i katillerin önüne atan, tetikçileri azmettiren, uygun ortamı yaratan, cinayet işleneceğini bildiği halde hiç bir şey yapmayan yapıyı yine perde arkasında tutmaya devam edecektir. Bundan önceki yargı süreci boyunca, biz Hrant’ın Arkadaşları diyorduk ki, bu dava böyle bitmez. Şimdi de diyoruz ki, bu dava böyle başlamaz.

Böyle başlamaz, çünkü, şimdi, halihazırda kimi İçişleri Bakanı, kimi Vali olan, yani bir anlamda terfi ettirilen kamu görevlileri ile ilgili somut bir gelişme olmamıştır. Cinayet işlendiği sırada kimi Trabzon İl Emniyet Müdürü, kimi Trabzon İl Jandarma komutanı, kimi İstanbul İl Emniyet müdürü, kimi İstanbul Valisi olan toplam 24 kamu görevlisinden bahsediyoruz. Bu isimler hakkında tüm başvurulara rağmen hala etkin bir soruşturma yürütülmemiştir.

Bu konuda yapılan başvurular bir labirentin içinde kaybolmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Hrant Dink’in yaşam hakkının korunmadığı ve etkin soruşturma yürütülmediği kararı 2010 yılında hükme bağlanmıştr. Mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde bu konuda yapılan başvuralarla ilgili doğrudan soruşturma açılması gerekmektedir. Oysa bu konuda Dink ailesi avukatlarınca yapılan son başvuruda da doğrudan soruşturma açılması yönüne gidilmemiş, yine ön inceleme ve soruşturma izni aranması yollarına sapılmıştır. Yani devlet, sözkonusu kamu görevlilerini korumaya devam etmektedir.

Tablo çok açıktır. Bu tekrar görülmeye başlanan dava ile tetiğin arkasındaki ellerin hüküm giymesi mümkün değildir. Bir ihtimal tetikçinin yol arkadaşlarına örgüt kurmaktan hüküm verilecek, ancak o “milli” ve tarihsel yapılanma yargı önüne çıkmayacak, perde arkasında kalmaya devam edecek, kimbilir belki de yeni terfiler alacaktır.

Biz Hrant’ın Arkadaşları, diyoruz ki bu müsamere artık sona ermelidir. Gerçek sorumlular hesap vermeli, yargı önüne çıkmalıdır. Bu yapılmadığı sürece biraz sonra başlayacak olan yeni mahkeme sürecinden adalet çıkmayacaktır.

Gülten Kaya

Hrant’ın Arkadaşları adına

21 Eylül 2013 – Türkiye Barış Meclisi Barış Ödülü Gecesi - Hakan Tahmaz Konuşma Metni – İstanbul

Değerli dostlar, sayın basın mensubu arkadaşlar, hepinize Türkiye Barış Meclisi adına hoş geldiniz diyorum. Türkiye Barış Meclisi’nin kuruluşunu bu salonda gerçekleştirmiştik. 6 yılın ardından bugün bir toplantısında daha barışı tartışıyoruz. Yıllardır olduğu gibi bugün de şiddeti toplumsal yaşamdan dışlayarak Kürt sorununun adil, demokratik çözümüne katkı sunmaya çalışıyoruz. Bu yılların çoğu tam anlamıyla yasakların, baskıların gölgesinde geçti… bütün çabalar ve çabalayanlar bundan nasibini aldı. Ölümlerin, çatışmaların yol açtığı faşizan kalkışmaların, egemen milliyetçiliğin tırmanışının ve nefret söylemlerinin boğucu toplumsal atmosferi tartışmaların ve çabaların doğal sonuçlarının ortaya çıkmasını büyük ölçüde engelledi.

Yılbaşından ve özellikle de Newroz sonrasından bu yana silahların susmasının yarattığı toplumsal atmosferde aylardır barışın/çözümün gerçekçi, gerçekleşebilir bir yol haritası beklentisi ve istemi hiç bu kadar büyük toplumsal destek görmemişti. Hiç bu defaki kadar büyük heyecan ve beklenti oluşmamıştı. PKK gerillalarının çekilmeye başlaması, Hükümetin Akil İnsanları Heyeti oluşturması; heyetin iki ay boyunca Türkiye’nin her yerinde tartışma toplantıları düzenlemesi, TBMM’de Çözüm Komisyonu kurulması gibi bir dizi gelişme bütün eksikliklerine, aksaklıklarına rağmen önemli, tarihi ve geleceğe daha fazla güven ile bakmamıza yol açan gelişmelerdir.

Ancak üzülerek ve önemle ifade etmek gerekir ki, çözüm sürecinin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Bizler gibi barış çabalayanlarda ve bu ülkenin sessiz çoğunluğunda çözüm umuduna kaygı gölgeleri düşüyor.Tarafların çeşitli yetkililerinin açıklamaları süreçte bir tıkanıklık yaşandığını bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Son günlerde geri çekilme konusunda yapılan açıklamaları bu kapsamda değerlendirmek gerek. Ancak çatışmanın yeniden başlaması bizce kabul edilebilir değildir. Mevcut tıkanıklık bizlerin elbirliğiyle, ortak mücadele ve çabasıyla aşılabileceğinden hiç kuşkumuz yok. Bugün burada yürüteceğim çalışma da bunun bir parçasıdır.

Kürt sorunun demokratik ve eşit çözüm mücadelesini doğru zeminde ve sonuç alıcı biçimde yürütülebilmesi için kısaca olup bitene bakalım:

Her şeyden önce İmralı, Kandil hükümet arasında yürütülen görüşmelerde önemli sorunlar var. Süreç olması gerektiği kadar şeffaf ve katılımcı tarzda yürütülmüyor. Medya aracılığıyla yanlış algılar oluşturuluyor. Bilgi kirliliğine oluşturuyor. Yıllarını güvensizliğin derinleşmesine yol açılıyor. Benzer sorunları çözmüş ülkelerin deneyiminden biliyoruz ki, çözüm sürecinin kesintisiz sürmesinin sigortası güven artırıcı önlemlerdir. Bu doğrultuda atılacak ilk adım mutlaka hükümetin süreci “tek tabanca götürme veya ben bilirim, gücüm var yaparım” olarak özetlenebilecek siyaset tarzından ve yaklaşımından uzaklaşmasıdır.

Diğer taraftan böylesine hassas ve kapsamlı bir sorun, önceden takvime bağlanmış bir tarzda sağlıklı yürütülmesi oldukça zordur. Bu nedenle kamuoyuna takvime bağlı açıklamalar yapmak doğru bir tarz değildir. Çünkü daha çözümüm çerçevesinde kesin bir ortaklık yoktur.

Bugünkü tıkanıklığı oluşturan en önemli sebep, hükümetin yol haritasının bilinmiyor olmasıdır. Akil insanlar Heyeti çalışmasının tamamlanmasının ardından açıklanacağı söylenen yol haritasından aylardır ses seda yok. Son günlerde açıklanacağı ifade edilen demokratikleşme paketinin neleri içerdiğini hükümetten başka kimse bilmiyor.

Akil İnsanlar Heyeti’nin çalışmasının sonuçları nedir? Açıklayacağı söylenen yol haritası neden açıklamıyor? Bilmek istiyoruz.

Biz bu taleplerimizi Haziran ayının sonunda Hükümete sözlü ilettik. Sayın Devlet Bakanı Beşir Atalay’dan raporların yayınlanmasını, kamunun kullanımına açılmasını talep ettik. 12 Ağustos’ta da bu istemimizi yazılı ilettik. Akil İnsanlar Heyeti’nde yer alan insanları da bilgilendirdik bu çalışma hakkında, desteklerini istedik. Hükümetinde benzer yaklaşımda olduğunu öğrenmemize rağmen bugüne kadar hiçbir ses seda çıkmadı. Bazı bölgelerin raporlarını tamamlanmadığına ilişkin duyumlarımız var. Bunun bir an önce aşılmasını ve raporlarla birlikte hükümetin yol haritasının açıklanmasını istiyoruz.

Son iki ayın en popüler tartışması “PKK gerillalarının yüzde kaçının çekildiği veya neden çekilmenin yavaş sürdüğü konusu oluşturdu. Bu tartışmayı elinde konuya ilişkin sağlıklı ve kesin bilgi olanlar yapabilir. Geri çekilme başlarken biz/TBM, geri çekilmeyi izleyen heyetlerin oluşmasını talep etmiştik. Bu heyetler oluşsaydı, bugün “çekildi, çekilmedi” vb. tartışmalar yapılmayabilirdi.

Gerçek ise silahlar sustu, ölümler durdu, PKK’lı gerillaların geri çekilmesi ağır ve aksakta olsa sürüyor. Ama hükümet ve devlet tarafından atılmış ciddi, Türkiye’yi daha fazla demokratikleştirecek veya Kürtleri eşit yurttaşlar kılacak bir adımda söz edemiyoruz. Ya da buna ilişkin güven verici ciddi bir emare yok. Aksine bazı gelişmeler süreci daha fazla sorunlu ve sıkıntılı hale dönüştürme potansiyeli içeriyor. Bunlardan biri TBMM sürdürülen yeni anayasa hazırlıklarında yaşanan “mevcut anayasanın değiştirilemez maddelerin devamı konusunda AK Parti, CHP ve MHP arasında oluşan sorunu çözmeyen bir mutabakat ve ana dil tartışmalarıdır.

Kürt sorunun çözümünün kilit konularını içeren bu “ mutabakat”, demokratik çözümden uzakta olmanın güçlü emaresidir. Bu yaklaşım yeni anayasa ortaya çıkarmaz yamalı anayasa çıkarır. Halbuki gerekli olan demokratik çözüm ve bunun temelini tesis edecek yeni ve demokratik bir anayasa etrafında geniş ve kapsayıcı bir mutabakattır. Bir hafta önce Nusaybin’de güvenlik güçlerinin PKK’li gerillalarının mezarlarına saldırıya ve cenaze hırsızlığı yapması büyük bir vicdansızlık ve provokasyondur. Buna izin veren, sessiz kalan herkes büyük bir vebal altına girmiş olacak. Barış/çözüm isteyenler bu vahşeti açığa çıkarmak zorundadır.

Diğeri bir konuyu ise Rojava ve Suriye konusunda hükümetin izlediği siyaset oluşturuyor. İçerde çözüm arayışları ve PYD ile diyalog sürdürme yoluna girilmişken Rojava’da, el Nusra’yı kollamak veya destekliyor olmak akıllıca bir siyaset değildir. Yakın tarihin hiçbir anında bölge Kürtlerinin ortak geleceği bir birine bu günkü kadar bağlı olmamıştır. Eskiden olduğu gibi artık bir kısım Kürt’ü, Kürt’e kır(dır)ma siyaseti izlerken Kürtlerin diğer kısmıyla iyi geçinmenin imkanı ortadan kalmıştır. Bugün Güney, Kuzey, Batı, Doğu birdir. Keza Suriye’de yaşanan iç savaş ve krizi militarist ve yayılmacı politikalarla aşma yaklaşımı Kürt sorunun çözümünü kolaylaştırıcı bir yaklaşım değildir. Tam aksine süreci ciddi zora sokacak yaklaşımdır.

Barış ve çözüm yolunda hızlı ve emin adımlarla ilerlemenin biricik yolu her alanda daha fazla demokratikleşme, her yer de her kez ile eşitleşme yaklaşımıyla mümkündür. Bu nedenle bugün barış ve demokrasi mücadelesi etle tırnak gibidir. Demokratikleşmekten tereddüt edilerek barış/çözüm gelemez. Savaşı muktedirlerin eseridir, barış ise kitlelerin. Bu nedenle hepimize, herkese çok görev ve sorumluk düşüyor. Yanlışlar, eksiklikler konusunda susmamak, uyarmak; barış için atılan en küçük adımı ise adresine bakmadan desteklemek durumundayız. Bu nedenle yaşadığımız şu günlerin kıymetini bilmeliyiz. Çözüm için gerçekçi ve gerçekleşebilir adımlar, oyalanmadan, küçük hesaplar yapılmadan atılmalıdır.

Hakan Tahmaz, Dönem Sözcüsü

27 Eylül 2013 – “Çözüme evet! Barışa evet! Şimdi barış zamanı” İmza metni ve İmzacılar

Biz aşağıda imzası bulunanlar, ‘çözüm süreci’ başladığında, yıllardır gençlerin can verdiği çatışma ortamının sonlanmasını çok önemli bir adım olarak değerlendirdik, çözüme ve barışa koşulsuz evet dedik. Türkiye’nin kadim bir sorununun çözümü için başlatılan çatışmasızlık ve diyalog süreci, tarihsel öneme sahiptir. Herkesin bu konuda son derece hassas olması gerekmektedir.

“Çözüme Evet! Barışa Evet!” demeye devam ediyoruz. Süreç başladığından beri çeşitli etkinliklerle bu sürecin başarı kazanması için çabalıyoruz.

Geçen aylar boyunca zaman zaman yaşanan tüm gerilimlere rağmen sürecin devam etmesi ve çatışmasızlık koşullarının sürmesi çok önemlidir. Görüşme kanallarının açık tutulması, can kaybı yaşanmamasının sağlanması ve sürecin tüm sıkıntılarına rağmen siyasal alanda tartışılmaya devam etmesi için tarafların gösterdikleri ısrarı olumlu buluyoruz.

Tarihsel ve güncel sayısız dinamiğin üst üste gelmesiyle biriken bir sorunun çözülmesine yönelik adımların hiç bir sıkıntı yaşanmadan ilerlemeyeceğini biliyoruz. Bugün yaşanan sıkışmışlığın aşılmasında ise esas görevin siyasi iradeye düştüğünü vurgulamak istiyoruz.

Çatışmasızlık, diyalog ve geri çekilme süreçleri ardından, aylardır beklenen demokrasi paketi, kritik bir öneme sahip. Paketin içeriği, demokrasi taleplerine sahip çıkan toplumsal kesimlerin istekleri doğrultusunda oluşturulmalıdır.

Taleplerin en başında, on yılların devlet politikası tarafından kimliği inkâr edilen halkların anadilinde eğitim, dışlanan, yok sayılan ve baskı altında tutulananların siyasal ve toplumsal yaşama katılma yollarının açılması ve yerel yönetimlerde demokratikleşme gibi düzenlemeler vardır. Yok sayılan, temel hakları gasp edilen halkların varlığı tanındığında ve hakları her düzeyde garanti altın alındığında kalıcı bir barış, gelişkin bir demokrasi ve savaşsız bir yaşam yönünde kalıcı adımlar da atılmış olacaktır.


Yüklə 0,88 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin