TÜRKİYE, NPT ANTLAŞMASINI İHLAL EDİYOR
Panelin moderatörlüğünü yapan Greenpeace Akdeniz ofisinden Cenk Levi, Ortadoğu’da Nato’ nun tek temsilcisinin Türkiye olduğunu ve bu kapsamda nükleer silahların İncirlik üssünde depo edildiği ve bu depolama ile aslında imzalamış olduğu, Nükleer Silahların yayılmasının önlenmesine ilişkin anlaşmayı(NPT) ihmal ettiğini söyledi.
SOĞUK SAVAŞ BİTTİ AMA HER YERDE NÜKLEER SİLAH VAR
“İncirlik Üssü” kitabı yazarı Selin Bölme, Türkiye’de Nato’nun tarihsel sürecini ve nükleer silahların Türkiye’de depo edilme amaçlarını şu sözlerle ifade etti:
“Türkiye’de nükleer silah hikayesi İncirlik üssü ile başlamıştır. Özellikle 1950′den başlayarak ABD nükleer silahlarını Avrupa’ya taşımış ve Türkiye’de 70′li yıllarda sevk edilen nükleer silah sayısı 7300 en büyük rakamına ulaşmıştır. Soğuk savaşı bitmesine rağmen, nükleer silahlar azaltılacağı yerden 1980 sonrası Türkiye, nükleer silah deposu haline gelmiştir. 1982’de Washington- Ankara arasında “10 hava sahası modernizasyonu” mutabakatı imzalanarak nükleerler silahlar hava üsselerine kaydırılmıştır.”
NATO, NÜKLEER SİLAHLARI ARTIRIYOR
Bölme, Türkiye’de şu an 6 nükleer silah deposu olduğunu ve bu depoların soğuk savaş bitmesine rağmen aktif olarak yenilenmesini şu sözlerle ifade etti:
“Soğuk savaş bitmesi ile NATO’nun politikaları, enerjinin merkezi Ortadoğu’ya kaydı. Nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasını imza atan bir ülke olmasına rağmen Türkiye de, nükleer silahlar daha da artırılmaktadır. NATO bu silah fazlalığına olmasına karşı, bu silahlarla nerede ve nasıl kullanacağına dair hiçbir açıklama yapmamıştır.”
İNCİRLİKTEN MİLLİ SAVUNMA BAKANININ BİLE HABERİ YOK
Avukat- Aktivist Arif Ali Cangı NATO ve İncirlik üssü hakkında şunları kaydetti:
“İncirlik, NATO’nun en büyük Ortadoğu’daki üssüdür. Fakat burada neler depolandığından ya da neler olduğunda kimsenin haberi yok. Ben itiraf ediyorum ki; Milli Savunma Bakanın’ın bile yok. “Nükleer silahlar neden Türkiye’nin bütçesinden ödenmiyor?” sorusu bile Türkiye’de çok sayıda nükleer silah olduğunu bize gösteriyor. Türkiye’ye getirilen nükleer silahlar ile ilgili kararlar malesef Türkiye’deki anayasası maddelerine bakılarak değil; imzalamış olduğumuz uluslararası anlaşmalara göre alınmaktadır. “
NATO, KAPİTALİZİM EN BÜYÜK SİLAHLI GÜCÜ
Şenol Karataş, NATO’nun kapitalizm en büyük silahlı gücü olduğunu ve artık kurulma nedenlerinin ortadan kaldığı bir dünyada bu örgütün var olmasını hiç bir mantıklı açıklamasının olmadığı belirtti. İncirlik üssü hakkındaki bilgileri bile ABD’deki bir sivil toplum örgüttünden öğrendiklerini ve Türkiye’de sadece İncirlik’te 60-90 arasında nükleer silah olduğu sözlerine ekledi.
NATO’NUN YARAMAZ ÇOCUĞU: İSRAİL
Panele katılan Gazeteci Mete Çubukçu, Ortadoğu’daki son gelişmeleri ve bölgedeki ülkelerin her türlü silah çoğaltımına gitmesinin nedenlerini şu sözlerle ifade etti:
“Öncelikle Patriot meselesi ile başlamak lazım. Adana ve Kahraman Maraş’a patriot yerleştirilmesinin nedeni; Suriye’ye tehdit vermek ve Türkiye’nin bölgede yalnız olmadığını hissetmemektir. NATO’nun nükleer silahları bölge entegre etme dışında, bu bölgede bu silahlar sahip iki ülke var. Bunlar; İran ve İsrail. İran’ı büyük bir tehdit olarak algılayan NATO ve ABD malesef İsrail’in bir tehdit unsuru olarak görmüyor. İsrail, NATO’nun yaramaz çocuğu gibi davranıyor.
ORTADOĞU ÜLKELERİ 20 MİLYAR DOLARLIK SİLAH ALDILAR
Ortadoğu’daki silahlanma hakkında verilere değinen Çubukçu şunları ekledi: “Nükleer silahların dışında Ortadoğu’daki birçok ülke 2020’ye 20 milyar dolarlık konvensiyol silahlar satın almışlardır. Ortadoğu, silah üreten şirketler için tam bir alıcı bölgedir. Bu üzerinde durulması gereken ciddi bir konudur.”
19 Mart 2013 -Turnusol.org - Küresel BAK: Barışa evet!
Küresel BAK, Newroz açıklamasında barış sürecini değerlendirdi: "Barış ve çözüm için önemli adımların atıldığı bu günlerde herkes barış sürecine omuz vermeli ve bir daha savaş diline, çatışma ortamına dönülmemesi mutlaka sağlanmalıdır."
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) adına Şengül Çifci tarafından yapılan açıklama şöyle:
"NEWROZ KUTLU OLSUN, BARIŞA EVET!
Barışın sesinin yükseldiği 2013 yılının Newroz’u, 17 Mart Pazar günü, başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında yapılan şenlikli kutlamalarla başladı. Milyonlarca insan meydanlara çıkarak barış, eşitlik, özgürlük ve demokratik çözüm taleplerini haykırdı.
Kürt halkından yükselen barış talebi her yerde bir kez daha duyuldu. Ama barışın sesinin yükselmesinden rahatsız olan, halkların eşitlik içinde bir arada yaşamasına karşı çıkanlar da var. Erzurum'da, İstanbul'da, Sakarya'da ve İzmit’te Newroz kutlamalarına katılanlar çeşitli saldırılara uğradı.
Türkiye farklı kültürlerin, dillerin, inançların, kimliklerin bulunduğu bir ülkedir. Bu farklılıkların bir arada yaşamasının tek yolu eşitlik ve özgürlüktür. Yıllarca kimliklerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalan, haklarından mahrum bırakılan Kürt halkının mücadelesi, Türkiye'de yaşanan demokrasi ve adalet mücadelesini de güçlendiriyor.
Biz inanıyoruz ki, bu topraklara artık barışın dili egemen olacak. Bu noktaya gelinmesinde çok emekler sarf edildi. Barış yanlıları, yıllardır bıkmadan usanmadan barışın egemen olması için mücadele ettik. Barış ve çözüm için önemli adımların atıldığı bu günlerde herkes barış sürecine omuz vermeli ve bir daha savaş diline, çatışma ortamına dönülmemesi mutlaka sağlanmalıdır.
2013 yılının barışın kazanacağı ve Kürt sorununun barışçı çözümü için kalıcı adımların atılacağı bir yıl olması için, "Şimdi barış zamanı" diyenler seslerini yükseltmeli, barıştan vazgeçmeyeceğimizi göstermeliyiz.
Barışa Evet!
Newroz kutlu olsun. Newroz Piroz be!"
27&30 Mart 2013 – DSF Haberleri – Tunus
Marksist.org - 27 Mart 2013 - Tunus'ta Dünya Sosyal Forumu başladı – Şenol Karakaş
Arap devrimlerinin başkentinde Dünya Sosyal Forumu için hemen her ülkeden binlerce insan bir araya geldi. Tunus'ta buluşan aktivistler, kısa sürede bir diktatörü deviren Tunsuluların deneyimlerini merak ediyor.
Forumu takip etmek için Tunus'ta bulunan Şenol Karakaş, Marksist.org'a izlenimlerini yazdı:
Sosyal forum değil ama devrimi yapan insanlarla bir arada olmanın çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Sosyal forumların çeşitli ülkelerden gelen sözcü ve aktivistleri artık tanınan yüzler. 10 yıldır bir araya geliyorlar, önemli tartışmalar yaşanıyor. Ama Tunus başka.
En başta demokrasi geliyor. Sadece konuştuğumuz Tunusluların vurguları değil; eylemlerde, sokata, iki yıl içinde bir diktatörün zulmünden örgütlenme ve eylem özgürlüğünün kapısını aralayan bir hareketin yarattığı demokratik hareket, Tunsu'un belirleyici öğesi.
Her şey güllük gülistanlık değil kuşkusuz.
Tunus devleti durduğu yerde duruyor.
Tunus polisi de Tunus ordusu da.
Tüm devlet binalarının önünde dikenli teller var.
Meydanda Tunus'un kurucu liderinin adını alan ana caddenin iki yolu da dikenli tellerle çevrili. Devrimden sonra kurulmaya çalışılan yeni rejim, devrimin hayaletini her saniye hissediyor belli ki.
Devrim tamamlanmamış durumda, birinci perdesi açıldı sadece.
Dün, yürüyüşten önce Tunuslu aktivistler, Saat Kulesi'nın baktığı ana meydanda yaklaşık 1 saat gösteri yaptı. Devrime sahip çıktıklarını, devrimin devamından yana olduklarını haykırdılar. Bin Ali tarihin çöplüğünde bir hatıra ama hâlâ öfke uyandıran bir hatıra.
Bu gösteriden bir saat sonra ise 10 bin kişinin katıldığı gösteri gerçekleşti. Karışık kortejler sloganlar atarak, ıslıklar, marakaslar, davullarla kilometrelerce yürüdü.
Suriye'den, Mısır'dan, ABD'den, İngiltere'den, Filistin, Fransa, Bahreyn, Almanya, İspanya'dan, Yemen'den sayısız kampanyanın aktivistleri bir araya geldi.
Borçların silinmesini, iklim değişiminin durdurulmasını, savaşların son bulmasını isteyenlerle, kadınların özgürlüğünü, ırkçılığın sona erdirilmesini isteyenler hep beraber yürüdü.
Fakat yürüyüş, Suriyeli, Tunuslu, Bahreynli ve mutlaka Filistinli katılımcıların kortejleriyle canlandı. Devrim yapanların coşkusu, sloganları bambaşkaydı. Yıllardır ''Başka bir dünya mümkün'' diyen sosyal forum gediklileri açısından, bu dünyanın kapılarını aralayan gerçek insanların kitlesel hareketi deneyim kazanmak isteyenlere çok şey katıyor.
Sosyal Forum'un en büyük önemi, devrimci dinamizm içinde olan ama çeşitli farklı fikirlere sahip olan Arap halklarının aktivistlerinin bir araya gelmesini, farklı fikir ve deneyimleri tartışmasını kolaylaştırmasında.
Marksist.org – 29 Mart 2013 - Tunus: Devrimin merkez üssü ve merkezi tartışma – Şenol Karakaş
Dünya Sosyal Forumu tüm hızıyla sürüyor. Forumun düzenlendiği Manare Kampüsü'nde binlerce insan sürekli tartışıyor. Tunus'ta DSF'yi izleyen Şenol Karakaş, izlenimlerini aktarmaya devam ediyor:
Kampüs tıklım tıklım. "Çeşitliliğimiz zenginliğimizdir" diyen forum hareketinin ününe yaraşır bir durum var.
Her standın önü kalabalık, kampüs içinde ve dışında kurulu çadırlarda müzik çalınıyor; dans eden gençler, kadınlar, erkekler var. Kıran kırana tartışıyor insanlar.
Devrim tartışılıyor.
"Şimdi ne olacak?" sorusuna yanıt aranıyor.
Her duvarda afiş, toplantı çağrısı, cumartesi günü yapılacak yürüyüşün çağrısı var. Tunusluların foruma ilgisinin artmasıyla, forum kitleselleşiyor. Kitleselleştikçe, tartışma enerjisi her yeri kaplıyor.
Üç partinin koalisyonu, kendisini, demokratik geçiş sürecinin yasal odağı olarak görüyor. Demokratik geçişten kasıt yeni bir anayasanın yazılması. Yaz aylarında yapılacak seçimler, bu sürecin halk oyuna sunulması olacak.
"Halk Cephesi", parlamento dışı solun karmaşık ittifakı olarak büyüme eğilimi içinde. Ama Tunus için de, tüm Arap devrimlerinin, hatta tüm Ortadoğu siyasal süreçlerinin üstüne çöken lanet şu: "Tunus'ta şeriat mı geliyor?", "Tunus'ta iki ayrı devrim mi oldu, birisi dindarların diğeri laiklerin yaptığı?"
Tunus'tan Türkiye'deki gazetelere bakınca, insan George W. Bush'un ne kadar başarılı olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor. Bir CHP milletvekili, Sırrı Süreyya Önder'le tartışıp, Abdullah Öcalan'ın islamcılarla ittifakının laik yapıyı tasfiye edeceğini söylemiş. Bush'un başarısı burada. 11 Eylül saldırılarından sonra İslam fobisini öylesine işledi ki, dindarların siyasi hareketi, savaştan, katliamdan, işkenceden, diktatörlerden, yoksulluktan daha korkutucu bulunuyor. Bush tüm dünyada laiklerin kalplerine bir nefret söylemini, apaçık bir ırkçılığı öylesine bir korkuyla yerleştirdi ki, zaten beyinleri sınıflar mücadelesinden kopuk bir yaşam tarzcılığını sosyalizm sanmak üzere formatlanmış olanlar, sırf içinde dindar kitleler var diye devrimlerden çekinir, barıştan çekinir, kitlelerin yaratıcı ve kahramanca eylemlerinden çekinir oldular.
Bu çekinceye kılıf çok. Biz Tunus'tayken İşçi Partililer Suriye Halkıyla Dayanışma Platformu'nun fotoğraf sergisine saldırmışlar. Bu saldırı muhtemelen anti emperyalizmin yüzü suyu hürmetine yapılmıştır.
Bu anti emperyalizm, şiddetli bir İslam fobisiyle el ele gidiyor, hatta anti emperyalizm dindar insan düşmanlığının maskesi hâline geliyor.
Hem Dünya Sosyal Forumu'ndaki bir dizi tartışma, hem Tunus'ta yaşanan tartışma hem de Türkiye'de yaşanan tartışma, hareket içinde İslamofobinin ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor: Bu fobi bir yandan solu, diktatörleri meşrulaştırmaya itiyor; öte yandan da İslami politik eğilimlerin güçlenmesine yardımcı olup, solu bir kez daha geriletiyor.
Marksist.org – 29 Mart 2013 - DSF'de Kadınlar ve Devrim Forumu – Yıldız Önen
Tunus'ta devam eden Dünya Sosyal Forumu'nun son gününde yapılan Kadınlar ve Sendika mücadelesi forumunu izleyen Yıldız Önen, Marksist.org için yazdı:
Toplantı salonu hınca hınç doluydu. Tunuslu kadın sendikacı, kadınların sendikalı işçiler içindeki oranının yüzde 7 olduğunu söyledi ve şu vurguları yaptı:
Devrim sürecinde aktif bir şekilde yer alsalar da, hem iş hem de ev yükü kadınları zorluyor. Sendika mücadelesinin içinde kadınların varlığını hissetmek zor. Toplam 26 bölge sendikasının sadece ikisinde sendika yönetiminde kadınlar yer alabilmiş durumda.
Yine de devrim çok radikal değişiklikler yarattı. Kadınların sendikalarda daha aktif hâle gelmesi, devrim sürecinin bir ürünü. Ne yazık ki, bu durum sendika yönetimleri açısından geçerli değil. Genel İşçi Sendikası'nın Aralık 2011'de yapılan kongresinde hiçbir kadın sendika üst yönetimine giremedi. Kadın işçilerin, mücadele eden kadınların sayısı artsa da yönetime girmekte zorlanıyoruz.
Aile sorumlulukları kadınlar için engel oluşuturuyor. Buna erkek egemen fikirler ekleniyor ve kadınlar da hâlâ çekingen davranıyorlar.
Kota sistemi veya benzeri adımları atmak için nasıl örgütleneceğimizi tartışıyoruz.
Kadın mücadelesi antikapitalist hareketin bir parçası olmalı. Kadınlar bir araya gelmeli ve dünyayı değiştirmeye çalışmalılar. Erkekler her zaman daha tecrübeliler ve liderliğe sahip çıkarlar. Kadınlar kendilerine güvenmeli ve öne çıkmalılar. Kadınların mücadelesi devam etmeli, bu uzun bir mücadele.
Cezayir'den toplantıya katılan bir kadın aktivist ise şunları söyledi: "Kamu sektöründeki sosyal haklar, özel sektörde yok. Bazı alanlarda kadınlar çalışıyor, erkekler gelir elde ediyor. İşyerlerinde taciz var ama kanıtlamak için tanık bulunmuyor. Şikâyet, işten çıkarılma sürecine dönüşüyor.
Kadınlar hâlâ ilk işsiz kalan kesimin ağırlığını oluşturuyor."
Toplantı kadınların mücadelesinin daha da güçlenmesi için atılması gereken adımların tartışılmasıyla devam etti.
Marksist.org - 01 Nisan 2013 - Dünya Sosyal Forumu ve Arap devrimleri - Yıldız Önen
Dünya Sosyal Forumu'na katılmak için Tunus'tayım. Dün, Filistin Konsolosluğu önüne yapılan yürüşle DSF sona erdi. Sayısız toplantı, meclis toplantıları, stantlar, konserler, forumlar ve yürüyüşlerle bir DSF daha sona erdi.
Bu DSF'nin önemi, Arap devrimlerinin başlangıç noktasında, devrimden iki sene sonra gerçekleşiyor olmasında. Tunus, tüm dünyayı etkileyen radikal bir değişim rüzgarının merkezi iki yıldır. Bin Ali diktatörlüğü, Tunus yoksullarının eylemiyle devrildi. Tunus halkı, diktatörlüklerin yıkılmasının mümkün olduğunu gösterdi ve Bahreyn'den Yemen'e, Mısır'dan Libya'ya kadar kitle eylemleri tüm diktatörlük rejimlerini salladı. Devrimin son halkası Suriye.
Ama Arap devrimleri sadece Arap halkarına esin kaynağı olmadı. ABD'den Türkiye'ye, Yunanistan'dan Londra ve Fransa'ya kadar, tüm ülkelerde işçi sınıfı ve yoksullar, Arap devrimerinin kitlesel etkisinin çekim alanına girdi. İki yıldır ABD ya da Avrupa'daki her grev, her gençlik eylemi, Arap halklarını selamlıyor.
Arap devrimlerinden öğrenecek çok şeyimiz olduğunu Tunus'taki tartışmalarda bir kez daha görük. Kitlelerin ölümü göze aldığında bir devrimi gerçekleştirme gücüne sahip olduğu tezi bir kez daha doğrulandı. Devrimin ilk aylarında ''korkunun saf değiştirdiği''nden söz ediyorduk. Yoksul halk kitleleri, korkmaktan kurtulduğunda ya da ''korkunun ecele faydası'' olmadığını görüğünde, korkma sırası egemenlere geliyor. Kuşkusuz her sosyal süreç, o süreci yaratan sosyal çelişkilerin bir halkası. Tunus devriminin olacağını kimse beklemiyordu. ''Bu devrim Allahın bir isteği'' diyen Tunuslu taksi şoförü de ''devrim sendikaların harekete geçirme yeteneği tarafından güç kazandı'' diyen sendikacı da bir devrimin gerçekleşeceğini düşünmüyordu devrimden önce.
Ama devrimler böyledir, en keskin devrimcileri bile şaşkınlığa düşürürler; hızı, yaygınlığı ve uyuşuk sanılan kitlelerin yaratıcı hamleleriyle. Niyetim sadece bir devrim güzellemesi yapmak değil ama devrimi yapan kitlelerin ne kadar hızla öğrendiğini, ne kadar unutulmaz bir deneyim kazandığını Tunus'taki birçok tartışma gösterdi. Şimdi, devrimin deneyimiyle demokratik sınırları geliştiren halk, tartışma ve arayış içinde. Tunus'un kaderinde bu tartışma ve sınıflar mücadelesinde işçi sınıfının bağımsız bir güç olarak rol oynayıp oynayamayacağı belirleyici olacak.
Tunus'ta sayısız fikir uçuşuyor. Toplumsal her kesim kendine büyük bir güven duyuyor. İşçi sınıfı güvenli, kararlı ve IMF'nin borçlanma paketine isyan etmeye hazır. Kadınlar devrimin kabardığı günlerde güven kazanmışlar ve öne fırlamışlar.
Gençler de öyle. Orta sınıflar da.
Tunus'ta devrim, yeni bir demokrasi deneyimi yaratmış durumda ama bu demokrasinin varlığı, devrim öncesi bürokratik devlet aygıtının varlığını koruduğu gerçeğini değiştirmiyor. Eski rejimin uzantıları, medyası iş başında. Koalisyon hükümeti varlığını devrime borçlu olduğunu biliyor ama bir yandan da devlet örgütlenmesiyle uzlaşmış durumda. Tunus'ta gerçek bir demokrasiye geçiş tartışması, gerçek demokrasinin ne olduğu tartışmasıyla birlikte sürecek. Bu tartışmaya işçi sınıfının çıkarları açısından, işçi demokrasisinin tarihsel ve politik üstünlüğü açısından bakacak, kadın ve erkek işçilerin ve gençlerin en aktif kesimlerini siyasi olarak birleştiren devrimci bir partinin inşa edilip edilemeyeceği, hem bu tartışma hem de devrimin sürekliliğinin sağlanması açısından çok önemli.
04 Nisan 2013 – Haber gazete - Mayın Temizliği Bacak Ver Eylemi
Uluslararası Mayın Bilinci Geliştirme Günü’nde Galatasaray Lisesi önünde, Mayınsız bir Türkiye Girişimi, sivil toplum kuruluşlarının desteği ile ‘Kara mayınlarının temizlenmesi için bacağını ödünç ver’ eylemi düzenledi.
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Türkiye Sakatlar Derneği, Küresel BAK, İstanbul Tabip Odası, İnsan Hakları Derneği, Mazlumder ve Greenpeace-Akdeniz’in destek verdiği toplantıda açıklamayı Mayınsız Bir Türkiye Girişimi’nden Muteber Öğreten yaptı.
Muteber Öğreten; “Mayın yasaklama Anlaşması’na taraf olan ülkeler yükümlülüklerini anlaşmada belirtilen tarihlerde yerine getirmek yerine ek süreler istiyor. Türkiye mayın temizliğini 2014’e kadar gerçekleştiremeyeceği için bu yıl uzatma talebinde bulunacak. Bunun anlamı, kara mayınları öldürmeye ve sakat bırakmaya devam edecek demektir. Barış sürecinin başladığı bu günlerde, mayın ve savaş artığı malzemelerin temizliği için kaybedecek yıllar değil, tek bir günümüz bile yok” dedi..
Bu sırada göstericiler, ‘DurMayın, BakMayın’, ‘Mayınsız Türkiye için harekete geç’, ‘Mayın temizliği ertelenemez’ ‘4 Nisan’da bacağını ödünç ver’ yazılı pankartlar taşıdı.
Basın açıklamasına katılan Türkiye Sakatlar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Burcu Dağ;
“ Mayınlarla kaza yaşamadım belki, ama şunu söylemek için buradayız. Ülkemizde yüzde 13 engelli olduğu düşünülürse daha fazla engelli istemiyoruz. Var olan engellilerin hakları zaten fazla değil. Daha fazlası olursa ülke bunun kaldıramayacaktır. Bundan dolayı mayınların bir an önce temizlenmesi lazım ki, ülkemizde daha fazla engelli olmasın” dedi.
6 Nisan 2013 – ÇÖZÜME EVET KOALİSYONU Kuruluş Basın açıklaması Haberleri - İstanbul
Demokrat Haber – 06.04.2013 - 'Çözüme Evet Koalisyonu' açıklama yaptı
İstanbul’da bir grup ‘barışa evet’ koalisyonu kurdu…
“Çözüme Evet Koalisyonu” adlı grup Taksim Hill Otel’de, Kürt sorununda başlatılan müzakerelere destek olmak için basın toplantısı yaptı. Toplantıya, bazı siyasetçi, akademisyen, sanatçı ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileri de katıldı.
Balçiçek İlter'in basın açıklamasını okumasıyla toplantı başladı. İlter, “30 yıldır, her gün yürek çarpıntılarıyla uyanmamıza sebep olan… Nerede olursak olalım, hayatımıza damgasını vuran dev bir sorun çözülmek üzere, Kürt sorununda tarihi adımlar atılıyor. Çatışmaların sona ermesi, öncellikle gençlerin yaşamaya devam etmesi anlamına gelir. Ölümlerin durması anlamına gelir” dedi.
Balçiçek İlter sözlerinin devamında, ”Çözümü savunan milyonların sesi olmak için hep beraber harekete geçiyoruz. Ülkemizde birbirini tanıma şansı bulamamış milyonlara… Dinle, anlat, duy, konuş… diyoruz” diyerek sözlerini şu cümlelerle bitirdi: ”Herkesin ve tüm kimliklerin ortak geleceğinin eşitlik içinde inşası açısından bu can alıcı meselenin çözümüne katkı sağlamanın insanlık borcu olduğuna inanıyoruz”.
Basın açıklamasından sonra sözü Yıldız Önen aldı. Önen, ”Uğur Kaymazların ve Ceylan Önkolların öldüğü bir savaşın sonuna geldik. Bu koalisyonda çözüme evet diyebilmek ve bu barış sesini çoğaltmak için bir araya geldik” dedi.
İnsanı Yardım Vakfı (İHH) adına avukat Gülten Sönmez,”26 Mayıs’ta büyük İstanbul yürüyüşüne herkesi bekliyoruz. Öncesinden özellikle gençlerin katılımını beklediğimiz 5 Mayıs İstanbul yürüyüşünü gerçekleştireceğiz. Her yerde ‘çözüme evet’ stantları kuracağız, üniversitelerde bilgilendirme faaliyetleri yapacağız. Bu çalışmalara herkesin katılımını bekliyoruz” dedi.
Toplantı yazar Oya Baydar, gazeteci Roni Margulies, akademisyen Ferda Keskin, Hayko Bağdat ve Ufuk Uras'ın konuşmalarıyla devam etti.
İhlas Haber Ajansı - 06.04.2013 - "Çözüme Evet Koalisyonu", Sürece Katkı Sunulmasını İstedi
Yeni kurulan 'Çözüme Evet Koalisyonu'nun Taksim Hill Otel'de yaptığı toplantıda, çözüm sürecine katkı yapılması için öncelikle ölümlerin durdurulması gerektiği belirtildi. Çözüme Evet Koalisyonun etkinlikleri hakkında konuşan İnsanı Yardım Vakfı (İHH) adına avukat Gülten Sönmez,"26 Mayıs'ta 'Büyük İstanbul Yürüyüşü'ne herkesi bekliyoruz. Öncesinden özellikle gençlerin katılımını beklediğimiz 5 Mayıs İstanbul yürüyüşünü gerçekleştireceğiz. Her yerde 'çözüme evet' stantları kuracağız, üniversitelerde bilgilendirme faaliyetleri yapacağız. Bu çalışmalara herkesin katılımını bekliyoruz" dedi.
Ardından Sivil Dayanışma Platformu'ndan Ayhan Ogan, "Dört aydan beri bu ülkede bomba patlamadı, karakollar basılmadı. Bu çok önemli bir kazanç değil mi? Barışı konuşmak güzel değil mi?" Neden korkular, endişeler üzerinden bize 80 yıldır yaşadıklarımızı hatırlatmaya çalışılsın? Herkesin bu muhasebeyi yapması lazım" diye konuştu.
"ÇÖZÜM SÜRECİNE GÖZÜMÜZ GİBİ BAKMALIYIZ"
Basın açıklamasını okuyan Balçiçek İlter, "Çözüm sürecine gözümüz gibi bakmalıyız" dedi. İlter, 30 yıldır her gün yürek çarpıntılarıyla uyanmaya sebep olan dev bir sorunun çözülmekte olduğunu vurguladı. İlter, "Çatışmaların sona ermesi, öncellikle gençlerin yaşamaya devam etmesi anlamına gelir. Ölümlerin durması anlamına gelir" ifadelerini kullandı. İter açıklamasını şu şekilde sürdürdü :
"Çözümü savunan milyonların sesi olmak için hep beraber harekete geçiyoruz. Ülkemizde birbirini tanıma şansı bulamamış milyonlara… Dinle, anlat, duy, konuş… diyoruz. Herkesin ve tüm kimliklerin ortak geleceğinin eşitlik içinde inşası açısından bu can alıcı meselenin çözümüne katkı sağlamanın insanlık borcu olduğuna inanıyoruz ."
Toplantı; Roni Margulies, Ferda Keskin, Hayko Bağdat ve Ufuk Uras'ın konuşmalarının ardından sona erdi.
Taraf - 06.04.2013 - Çözüme Evet! / Ferhat Kentel
Hiçbir kimlik olduğu yerde durmuyor. Kimliklerin içindeki kavgalar kimliklerin yapısını değiştiriyor. Kimlikler arasındaki “ittifaklar” da hiçbir zaman sabit kalmıyor. Kuşkusuz bu her zaman her yerde böyle. Ama şu günlerde Türkiye’de yaşanan ortam, sürekli hareket hâlinde olan, yeni uzlaşmalar, yeni kavgalar yaratan bir ortam...
Aslında “şu günler” dediğimiz zaman diliminin içine giderek daha hızlı bir şekilde yeni zihin açılımları, yeni umutlar giriyor. Kutuplaşmalar şekil değiştiriyor. Düne kadar karşı karşıya duran güçler yan yana; yan yana duranlar ise karşı karşıya geliyor.
Ve aslında olup biten şey gayet anlamlı ve her şey yerli yerine oturuyor; normalleşiyor.
En basit ifadesiyle, Türkiye’nin iki devlet partisi, olması gerektiği gibi, eşyanın tabiatına uygun olarak, CHP ve MHP, nihayet yan yana geliyorlar; ve Türkiye toplumunun devlet karşısında şimdiye kadar ötekileştirilmiş olan iki kesimi Kürtler ve Müslümanlar da yan yana geliyorlar. Çünkü, şimdiye kadar “bana vurmayan devlet bin yaşasın” mantığıyla birbirinin sesini duymayan insanlar nihayet birbirlerini duydular.
O kadar fazla çığlık koptu ki, artık duymamak, hissetmemek, uyanmamak mümkün değildi...
Ve bu uyanma hâli, şimdiye kadar görülmemiş, duyulmamış derecede başka hissedişlerin de yolunu açacak. Sadece ses çıkarıp, yollara düşenlerin değil, sesleri doğru dürüst çıkamayanları da hissedebilmemizin imkânı doğacak.
Hiçbir şeyin sadece bir kere talep etmekle gerçekleşmediğini, her şeyi istemenin aslında doğru dürüst istemek bile olmadığını giderek daha fazla tecrübe olarak aklımıza yazıyoruz.
Yavaş yavaştan koşar adıma
Ama o hiç olmuyormuş gibi sürüncemede kalanlar, o yavaş yavaş olanlar, bugün giderek daha hızlı olmaya başlıyorlar. Ve bu oluş hâli ya da artık barışın bu kadar “normal” hâle gelmesi karşısında “barış”tan korkanlar, dillerinden kan damlayanlar ne kadar da “yabancı”, ne kadar da “absürd”, ne kadar da “komik” kalıyorlar...
Bugün artık Kürt meselesinde savaş sona ererken, “çözüm”ü daha somut olarak düşünebilir hâle geliyoruz. Kürt meselesinde Kürtlerin kendilerini bu memleketin “gerçek” vatandaşı gibi hissedebilmeleri, Türklerin Kürtlerle “helalleşebilmeleri” için “Çözüme evet!” demenin vakti geldi...
Bir yanda “âkil insanlar” vasıtasıyla, Doğu Ergil’in tabiriyle toplumda “barışın mayalanması” için çabalar başlarken, diğer yandan da en azından onlar kadar önemli bir başka girişim “çözüm için maya” çalacak...
Çok farklı inanç gruplarından, siyasal kesimlerden, sivil toplum kuruluşlarından ve çeşitli mesleklerden bireylerden oluşan “Çözüme Evet Koalisyonu” bugün, yani 6 nisan cumartesi günü saat 11:00’de İstanbul’da, Taksim Hill Oteli’nde bir basın toplantısı yapacak.
Ve şu ortak deklarasyonu kamuoyuna sunacak:
“ÇÖZÜME EVET!
Çatışmaların sona ermesi ve diyalog sürecinin gelişmesi politik açıdan kimin işine yarar diye bir soru sormuyoruz
Çatışmaların sona ermesi, öncelikle, gençlerin yaşamaya devam etmesi anlamına gelir.
Ölümlerin durması anlamına gelir.
Ölümlerin son bulması... En önemlisi bu.
Sorunun muhataplarının konuşmaya başlaması... En önemlisi bu.
Bu yüzden, çözüm için atılan adımları desteklemek ve çözüme engel olmak isteyenlere, ‘Hayır, bizler bu topraklarda yaşayan milyonlarca insan, çözümden yanayız’ diyebilmek için yola koyuluyoruz.
Çözümü savunan milyonların sesi olmak için hep beraber harekete geçiyoruz.
Herkesin ve tüm kimliklerin ortak geleceğinin eşitlik içinde inşası açısından bu can alıcı meselenin çözümüne katkı sağlamanın insanlık borcu olduğuna inanıyoruz.”
Ancak vurmanın, ölmenin, öldürmenin zamanında yaşayabilenlerin tersine, evet, artık bizim de elimizi taşın altına sokmamızın zamanı geldi. Savaş çok uzun sürdü, çok hastalandık. Evet, birileri hâlâ hasta kalmakta inat ediyorlar. Ama “iyileşebiliriz, iyileşmemiz lâzım” diyen bizler çoğaldık ve bunu göstermemiz gerekiyor.
19 Nisan 2013 – Marksist.org - Küresel BAK: Geleceğimizi harcayan askeri harcamaları durdurmalıyız!
2012'de tüm dünyada savaş için toplam 1 trilyon 753 milyar dolar harcandı. Askeri harcamalarını artıran üç ülkeden biri Türkiye oldu. Asgari ücretin 774 lira olduğu Türkiye'de GSMH'nin yüzde 2,3'ü silahlara harcandı. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, insanlığın geleceği için dünyada ve Türkiye'de askeri harcamaların durdurulması için mücadele çağrısı yaptı.
Küresel BAK Yürütme Kurulu Üyesi Nilüfer Uğur Dalay'ın yaptığı yazılı açıklama şöyle:
Milliyet – 08.05.2013 - Çözüme evet ama nasıl? / Mehveş Evin
Kürt sorununun barışçıl çözümü için çabalayan sivil toplum, “Çözüme Evet Koalisyonu”nda bir araya geldi.
İlk imzacıların arasında Kafkasya Forumu da var, Halkların Demokratik Kongresi de... Çerkez iş adamı da var, diş hekimi, mimar, akademisyen ve gazeteci de... Müjde Ar da var, Yavuz Bingöl de.
Birbirine benzemez bunca ismi, meslek grubunu ve farklı dini-etnik gruptan gelenleri birleştiren en önemli neden, ölümlerin son bulması ve sorunun muhataplarının konuşmaya başlamasını desteklemek.
“Herkesin ve tüm kimliklerin ortak geleceğinin eşitlik içinde inşası açısından bu can alıcı meselenin çözümüne katkı sağlamak insanlık borcumuz” diyen koalisyona destek veren 393 imzacının arasındayım.
Barış sivil toplumun sırtında
Bizler için önemli olan, diyalog sürecinin siyaseten kime yaradığını hesaplamak değil... İnsanca, özgürce bir arada yaşamak için, demokratik bir çerçevede sorunların çözülmesi için elimizden geleni yapmak.
Koalisyona destek veren yazar Oya Baydar’ın dediği gibi, “Barış ve çözüm, sadece hükümetlere, devletlere, siyasilere bırakılmayacak kadar önemlidir ve sivil toplumun sırtındadır. Bu barış demokratikleşmeyle tamamlanmazsa tam bir barış olmayacak.”
Hatırlarsanız, bundan dört yıl önce, varsa yoksa “Kürt açılımı”nı (sonradan demokratik açılım dendi) konuşuyorduk. Devlet bugünkü kadar kararlı gözükmese de adımlar attı, sivil toplum destek verdi... PKK tek taraflı ateşkes ilan etti.
Ancak demokratikleşme çabaları 2010’daki anayasa referandumu için hazırlanan bir havuç olmaktan öteye gidemedi.
Kötünün iyisine tamah etmeyelim
Bugün “çözüm, demokratikleşme” denince dört yıl önceki tecrübeler, “yetmez ama evetçiler” hatırlatılıyor. AKP’nin siyasi hesapları için kurguladığı mizansene liberallerin, aydınların alet olduğu da yaygın bir kanı.
Bu nedenle “çözüme evet” diyen, barışa inanan ve isteyenlerin önünde zorlu bir süreç var. Liderlerin iktidar arzusuna boyun eğip “kötünün iyisi”ne tamah etmektense, ifade özgürlüğünü, insan haklarını, eşitliği sonuna kadar savunmaktan vazgeçmemeliyiz.
Şiddete karışmamış binlerce düşünce suçlusunu hapisten çıkarıp adil yargılanmasını talep etmek... Ve 4. yargı paketinin AİHM cezalarını hafifletmek için düzenlenen bir “makyaj” olmaktan çıkarmak önceliğimiz olmalı.
Radikal - 08.05.2013 - Çözüme evet! / ÜMİT İZMEN
Herkesin bu sürecin başarıya ulaşması için elinden gelen katkıyı yapması gerektiğine inanıyorum.
30 yıldır, her gün yürek çarpıntılarıyla uyanmamıza sebep olan... Nerede olursak olalım, hayatımıza damgasını vuran dev bir sorun çözülmek üzere.
Kürt sorunu konusunda tarihi adımlar atılıyor. İlk kez çözüm kapısının net bir şekilde aralandığına tanık oluyoruz.
Bizler, çözüm sürecine gözümüz gibi bakmamız gerektiğine inanıyoruz.
Biliyoruz ki çözüm yönünde atılan her adım, ölümün bu topraklarda yarattığı kasvetli havanın bir kader olmadığını herkese, hepimize gösterecek.
Çatışmaların sona ermesi ve diyalog sürecinin gelişmesi ‘politik açıdan kimin işine yarar’ diye bir soru sormuyoruz.
Çatışmaların sona ermesi, öncelikle, gençlerin yaşamaya devam etmesi anlamına gelir.
Ölümlerin durması anlamına gelir! Ölümlerin son bulması... Sorunun muhataplarının konuşmaya başlaması...
En önemlisi bu.
Bu yüzden, çözüm için atılan adımları desteklemek ve çözüme engel olmak isteyenlere,
“Hayır, bizler bu topraklarda yaşayan milyonlarca insan, çözümden yanayız” diyebilmek için yola koyuluyoruz.
Çözümü savunan milyonların sesi olmak için hep beraber harekete geçiyoruz. Ülkemizde birbirini tanıma şansı bulamamış milyonlara... “Dinle, anlat, duy, konuş...” diyoruz.
Herkesin ve tüm kimliklerin ortak geleceğinin eşitlik içinde inşası açısından bu can alıcı meselenin çözümüne katkı sağlamanın insanlık borcu olduğuna inanıyoruz.
‘Çözüme Evet Koalisyonu’ adı altında bir araya gelenlerin açıkladıkları bu metnin imzacılarından birisi de benim. Herkesin bu sürecin başarıya ulaşması için elinden gelen katkıyı yapması gerektiğine inanıyorum. Bu katkıyı, yapılan her şeyi körü körüne desteklemek olarak değil, sürece yapıcı yaklaşıp yeni bir toplumsal mutabakatın oluşmasına gayret etmek olarak görmek gerekiyor. Çünkü tesis edilecek barış ve huzur ortamı, bu ülkede yaşayan herkes için daha iyi bir gelecek demek.
Barış ekonomisi
Sürece destek olmak, aydın, aktivist, gazeteci, yazar ve sanatçıların olduğu kadar ekonomistlerin ve iş dünyasının da sorumluluğu.
Çünkü çatışmanın durması daha müreffeh bir Türkiye anlamına geliyor.
Siyasetle ekonomi arasında çift yönlü bir ilişki vardır.
Günümüz ekonomisinin iki temel varsayımı var: Piyasa ve mülkiyet. Çatışma ortamında ne piyasa mekanizmaları aksamadan işleyebilir ne de mülkiyeti güvence altına alan hukukun üstünlüğü sağlanabilir.
Her türlü yatırım kararı bu temel varsayımların ne ölçüde garanti altına alınmış olduğu üzerine kurulur. Bu yüzden tüm risk analizleri, ülke notu değerlendirmeleri, rekabet gücü kıyaslamaları, yabancı sermaye endeksleri, yatırım ortamı analizleri... İşe önce siyasi riski değerlendirerek başlar.
Bir-iki ay önce Diyarbakır’da bölge iş dünyası temsilcileri ile yaptığımız toplantıda yatırımların, ekonominin canlanmasının önündeki en büyük engel olarak güvenlik ve terör konuları sayılmıştı. İş insanları, bölgede yatırımların terör saldırıları nedeniyle çok riskli olduğu için bankadan kredi alamadıklarını, alsalar bile, Türkiye’nin geri kalanına oranla % 6-7 daha yüksek bir maliyet ödemek zorunda kaldıklarını, işlerini sigortalatacak bir sigorta şirketi bulamadıklarını anlatıyorlardı. Bu bölgeye verilen çok yüksek teşviklere rağmen barış süreci başlamadan önce tek bir ciddi yatırımın bile gelmemesi de bu yüzdendi.
Barış sadece bölgenin ekonomisine katkı yapmayacak. Tüm Türkiye ekonomisini yeni bir büyüme patikasına oturtacak. İşte bu yüzden âkil insanlar arasında iş dünyasının temsilcilerinin olması çok yerinde. Sürece çok önemli katkıları olacak.
08 Mayıs 2013 – Diha-Demokrat Haber- Haber FX - 'Gerillaya saldırı barışa saldırıdır'
Küresel BAK Yürütme Kurulu tarafından PKK'nin geri çekilmesine ilişkin açıklama yapıldı...
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) Yürütme Kurulu üyesi Bülent Aydın tarafından KCK'nin geri çekilme kararının ardından bugün başlayacak olan geri çekilmeye ilişkin yazılı açıklama yapıldı.
Açıklamada bugün başlayacak geri çekilme ile barış umutlarının daha da arttığı ve yeni bir dönemin başlayacağı belirtildi.
Şiddetten beslenen çevrelerin dışında, toplumun sürece olan desteğinin de arttığının belirtildiği açıklamada, geniş toplum kesimlerinin barış sürecine sahip çıktığı ifade edildi. Barış için atılan adımlara sahip çıkılması gerektiğinin belirtildiği açıklamada, geri çekilmede HPG'lilere yönelik gelişebilecek herhangi bir saldırının barışa ve demokrasiye yönelik saldırganlık olacağı kaydedildi.
Açıklamada, devamla şu ifadelere yer verildi:
"Temennimiz süreci sabote edecek bir kışkırtmanın yaşanmaması; sorunun barış, kardeşlik ve eşitlik temelinde çözüme kavuşmasıdır. Sınır dışına çekilen PKK güçlerinin can güvenliği önemli konu olarak gündemdeki yerini koruyor. Gerillalara yönelik kışkırtıcı bir saldırı gerçekleşirse, bu saldırı, barışa ve demokrasiye yönelik saldırganlık olacaktır. Geri çekilmenin tam bir güvenlik içinde gerçeklemesi için barış güçleri seslerimizi birleştirmeliyiz. Artık bu ülkenin barışseverleri olarak daha gayretli olalım. Barış isteyen partiler, STK'lar, sendikalar, dernekler ülkenin her yerini kitlesel gösterilerle barış şölenine çevirelim. Barış toplumsallaşırsa kalıcı olur. Bizim de onurlu bir barışımız olur. Barış için atılan adımlara sahip çıkalım."
08 Mayıs 2013 – Marksist.org - Küresel BAK: Barış için önemli bir gündeyiz!
PKK'nin silahlı güçlerini sınırdışına çekmeye başlaması üzerine açıklama yapan Küresel BAK, barışa coşku ile sahip çıkılması gerektiğini vurgulayarak "Gerillalara yönelik kışkırtıcı bir saldırı gerçekleşirse, bu saldırı, barışa ve demokrasiye yönelik saldırganlık olacaktır. Geri çekilmenin tam bir güvenlik içinde gerçeklemesi için barış güçleri seslerimizi birleştirmeliyiz" dedi.
Yürütme Kurulu üyesi Bülent Aydın’ın açıklaması şöyle:
"Yıllardır sürmekte olan kirli savaşın sona ermesi yönünde bugün önemli bir adım daha atılıyor. Öcalan'ın çağrısı, Kandil'in açıklamaları ile PKK'nın silahlı güçleri 8 Mayıs'tan itibaren sınır dışına çekilmeye başlıyor.
Böylece barış umutlarımız biraz daha artıyor. Bu savaş uzun sürdü, çok canlar aldı, maddi ve manevi ağır tahribata yol açtı. Ama artık savaş bitiyor, halkların kardeşliğinin güçleneceği yeni bir dönem başlıyor
Diyalog ve barış süreci başlayalı tek bir insan kaybı yok, en önemlisi de budur. Şiddetten beslenen çevrelerin dışında, toplumun sürece olan desteği hızla artıyor. Geniş yığınlar barış sürecine sahip çıkıyor.
Son kamuoyu yoklamaları barış sürecine desteğin %80'lere çıktığını gösteriyor. Kürt sorununda çözüm süreci yol kazasına uğramadan devam ediyor. Temennimiz süreci sabote edecek bir kışkırtmanın yaşanmaması; sorunun barış, kardeşlik ve eşitlik temelinde çözüme kavuşmasıdır.
Hassas günler yaşıyoruz. Barışa susayan halklarımızın eli yüreğinde, Dünya'nın gözü Türkiye'de. Sınır dışına çekilen PKK güçlerinin can güvenliği önemli konu olarak gündemdeki yerini koruyor. Gerillalara yönelik kışkırtıcı bir saldırı gerçekleşirse, bu saldırı, barışa ve demokrasiye yönelik saldırganlık olacaktır. Geri çekilmenin tam bir güvenlik içinde gerçeklemesi için barış güçleri seslerimizi birleştirmeliyiz.
Artık bu ülkenin barışseverleri olarak daha gayretli olalım. Barış isteyen partiler, STK'lar, sendikalar, dernekler ülkenin her yerini kitlesel gösterilerle barış şölenine çevirelim. Barış mitingleri düzenleyelim. İmza kampanyaları, paneller, basın toplantıları, bildiriler, afişler hazırlayıp toplumu barışa hazırlayalım.
Yüreği insan sevgisi, demokrasi ve özgürlük için atan herkesin barışa coşku ile sahip çıkması gerek. Barış toplumsallaşırsa kalıcı olur. Bizim de onurlu bir barışımız olur.
Barış için atılan adımlara sahip çıkalım.
8 Mayıs 2013 Çarşamba- Turnusol.org - Küresel BAK: "Barış yolunda önemli bir gündeyiz!"
Öcalan'ın çağrısı ve Kandil'in açıklamaları doğrultusunda PKK silahlı güçlerinin sınır dışına çekilmesi bugün başladı. Küresel BAK çekilmeyle ilgili bir açıklama yayınladı.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) yürütmesinden Bülent Aydın tarafından yapılan yazılı basın açıklamasında, barış umutlarının güçlendiği yeni bir dönemin başlangıcına işaret edilirken, geri çekilmenin tam bir güvenlik içinde gerçeklemesi konusunda barış güçlerinin duyarlı olması gereğine vurgu yapılıyor.
Özgür Gündem – 09.04.2013 - Çözüme evet! - Ufuk Uras
Barış ve çözüm süresinde akil insanlar topluluğunun çalışması bir algı yönetimi sürecidir. Hükümetin inisiyatifinde gelişen bu süreçle ilgili şahıslara yönelik itirazlar yerine, herkesin bulunduğu yerden kendi akil insanlar çalışmasını sürdürmesinde fayda bulunuyor.
HDK’nin çeşitli bölgelerde yaptığı etkinlikler de bu çerçevede değerlendirilebilir. Bu tür inisiyatifleri, tokuşturmadan eşanlı bir faaliyet geliştirilebilir.
“Çözüme Evet Koalisyonu” da bu tür örgütlenmelerin kapsamı en geniş olanlarından ve çeşitliliği sevindirici. Bir ortak “biz” mücadelesinde buluşmak ve aşağıdan yukarı barış sürecini örmek heyecan verici.
Anketlerde barışa en fazla direnişin Ege Bölgesi’nden geliyor olması da ilginç. MHP de dahil, barışa takoz koyanlara, sabote etmeye çalışanlara anladıkları dilden değil, anlamadıkları dilden cevap vermek, işin zaten en zor ve çetrefil kısmı.
Ergenekon devletinin demokratik bir devlete dönüşüm sürecinin meyveleri ortaya çıktıkça, direniş de çözülecektir. Çözüm süreci eskimiş siyasi unsurları da çözecektir.
“Sev de sevelim, yaşat de yaşatalım” diyenler, yani yeni Türkiye’nin aydınlık yüzü, karanlık yüzüne, ülkenin tortusuna galebe çalacaktır.
Barış sürecine yönelik kulp bulma, mazeret üretme siyasetlerinin anlaşılır bir yanı yok. Yeni ölümlerin olmaması başlı başına bir kazanımdır. Bu süreçte karalar bağlayıp kendilerini deşifre edenlerin acemiliği de şaşırtıcı.
“Yaşasın hayat” diyenlerle, “Yaşasın ölüm” diyenleri bu süreç ayrıştırıyor. “Öl de ölelim, vur de vuralım” diyen soğuk savaş dönemi zihniyeti ise toplumu lüzumsuz meşgul ediyor, ama bu cengaverlerin açılan uzman çavuş kadrolarına da itibar etmedikleri görülüyor. Vıcık vıcık bir riyakârlık ve hamaset yurttaşın gözünden kaçmıyor. Şehit cenazelerinin olmadığı bir zeminde, “Biz şimdi kendimizi nasıl konsalide edeceğiz?” utanmazlığını, bütün toplum utanarak görüyor ve izliyor.
Engels’in demokratik cumhuriyeti, sınıf mücadelesini geliştiren bir zemin olması nedeniyle desteklediğini unutmayalım. Marks da, Amerikan İç Savaşı’nda Güney karşısında Kuzey’i desteklerken, bazı kaba saba yorumcuların sandığı gibi derdi Kuzey Amerika burjuvazisini desteklemek değildi tabii ki.
Geçen gün bir dost sohbetinde, bir arkadaşın, “Kürdistan’dan bize ne, orada kapitalizm yok mu?” demesi, akıl tutulmasının vahametini özetliyor.
Kaba saba vülger bir solculuk barış sürecinin önüne çıkarılabilir mi? “Nazi Almanya’sında da kapitalizm vardı, öncesinde de, sonrasında da, demek ki aslında bir fark yok” gibisinden tuhaf analizler yeniden üretilebilir mi? Üretilse de artık alıcısı olabilir mi?
Bazı münevverlerimizin en büyük derdi de sürece karşı çıkan CHP’nin sürecin nasıl bir parçası olacağı konusu. Bu sorunun yanıtı basit değil mi? CHP’nin çözüm sürecinin bir parçası olmasının yolu, çözüm sürecini desteklemekten geçiyor.
Kılıçdaroğlu’nun, “Bütün ülkeyi İmralı’nın iki dudağına tabi kılmaktan utanmıyor musunuz?” sorusunu grup toplantısında sorabilmiş olması, hakikaten ortada bir utanmazlık olduğunu kanıtlıyor.
Ergenekon’a destek, barışa köstektir. 12 Eylül Anayasası’nın değişmemesi için bu güçlerin ciddi bir yığınak yaptıkları, son umutlarının hiyerarşik bir kimlik düzenlemesine dayanarak, 12 Eylül’ün en temel kabulünü sürdürmeyi istediklerini saptıyoruz.
Erdoğan yönetimi de belli ki bu konuya perakendeci yaklaşıyor ve nispi değişikliklerin ardından, bazı meseleleri de 2015 sonrasına erteleyecekmiş gibi görünüyor.
1 Mayıs resmi tatil yapılmadan kısa bir süre önce de hepimiz iktidarın gazlı saldırılarından nasibimizi almamış mıydık? Bu süreç de yine benzer gelgitler içinde akıp gidecek gibi gözüküyor.
Belli ki barış hasatının siyasi denklemler üzerinde etkisi olacak ve ilk yerel seçimlerde bunun sonuçlarını görebileceğiz. Yerel seçimlerde BDP’nin faaliyetinin bazı pilot çalışmalarla desteklenerek, Batı’da da sürmesinde fayda var.
İşin özü, devlet meşruiyetini kendisinden mi, toplumdan mı alacaktır sorusunun yanıtında yatıyor. Devletin milletinden, halkların devletine geçebilecek miyiz?
Müzakere kültürü, birbirinin kuyusunu kazma kültürünün yerini almalıdır.
Barışın ve helalleşmenin sanıldığı gibi bölünme ve yıkım değil de, bütünleşme ve toplumsal zenginlik sağlayacağını hep birlikte göreceğiz.
Türkiye’nin geleceğini kurt kafası değil, insan kafası şekillendirecektir.
İsteyen kuyularına dönsün; gökyüzünün kuyulardan görüldüğü gibi dar olmadığını bilenlerin artık geriye dönmesi söz konusu değildir.
Gün, bütün kör kuyuları kapama günüdür.
11 Mayıs 2013 – ÇÖZÜME EVET Şenliği Haberleri - İzmir
Dostları ilə paylaş: |