Atatürk Pulu
Ümit Özdağ
Türkiye Cumhuriyeti isminin devlet kurumlarından çıkarılmadığını görüyoruz. Önce Sağlık Bakanlığı bunu denemiş fakat Türk Milleti sert tepki gösterince geri adım atmıştır. Sonra valilikler valilik isimlerinden T.C. ibaresini silmeye başlamışlardır. Şimdi Başbakanlık’a bağlı kurumların ibarelerinden T.C. silinmektedir. AKP’den istifa eden Karacabey Belediye Başkanının belediyeye tekrar T.C. ibaresini koydurması, bu adımın bir parti politikası olduğunu göstermektedir. Başbakan Erdoğan da zaten “Benim haberim yok ancak bir karar alındı ise arkasında durulmalı” diyerek, T.C. ibaresinin çıkarılmasını doğru bulduğunu açıklamış durumda.
Niğde Belediyesi 24 Türk devlet kurucusunun heykellerini birkaç gün önce söktü depoya attı. Türk devlet kurucularının heykelleri sökülürken, Tunceli’de isyancı lider Seyit Rıza’nın heykeli dikilmiştir. Siirt’te halk kütüphanesine, Sivas Kongresi’ni basmak üzere İngiliz istihbaratçı binbaşı Noel ile birlikte hareket eden ve Malatya’yı basan Celadet Ali Bedirhan’ın ismi verilmektedir.
AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu, AKP iktidarının başarısından bahsederken, “Hepimiz Türk olmaktan kurtulduk” demiştir. Aziz Babuşçu anlaşılan Türk olmaktan kurtulmuş olmaktan çok memnun. Ancak Aziz Babuşçu unutmamalı, Alparslan, Fatih, Kanuni, Mimar Sinan, Abdülhamit de Türk’tür. Kültür Bakanı, bu millet kendi adını kendisi koyacaktır diye açıklama yapıyor.
Şimdi kendi kendinize diyeceksiniz ki, “bunların yazının başlığı ile ne ilgisi var?” Haliç Üniversitesi’nden bir doktora öğrencisi bana bir e posta yollamış. PTT’nin 2012’de ve 2013’de Atatürk pulu çıkarmadığını görmüş ve PTT’ye sormuş, neden çıkarmıyorsunuz diye. PTT şu cevabı vermiş.
“Kuruluşumuzca tedavüle sunulan pullarda geçmiş yıllardan bu yana pulculukta aranan tematik konular yanında önemli sosyal aktiviteler, spor ve sanat olayları, kültür olayları, turizm varlıkları, Anadolu da yaşayan endemik bitki ve hayvan türleri ve benzeri uluslar arası temalara pullarda yer verilmektedir. Bunun yanı sıra Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Atatürk ve Cumhuriyet konularına emisyon programımızda sıkça yer verilmekte olup bundan sonra da yer verilmeye devam edilecektir. 26.02.2007, 29.02.2008 ve 04.12.2008 tarihlerinde Atatürk konulu Resmi posta pulları 29.10.2008 tarihinde “Cumhuriyetimizin 85. Yılı” konulu anma pulları, 19.05.2009 tarihinde “Atatürk’ün Samsuna Çıkışının ve Ulusal Kongrelerin 90. Yılı” konulu anma pulları, 23.04.2010 tarihinde “TBMM’nin Açılışının 90. Yılı” konulu anma pulları, 19.05.2011 tarihinde “Atatürk’ün Doğumunun 130. Yılı” konulu yalnızca mor ışık altında görülebilen Atatürk imzasının yer aldığı özel bir anma pulu, tedavüle sunulmuş olup 29.10.2013 tarihinde “Cumhuriyetimizin 85. Yılı” konulu anma pulları tedavüle çıkarılacaktır.”
Görüldüğü gibi PTT Atatürk konulu en son posta pulunu 2008’de çıkarmış. 2008 sonrasında çıkarılan pullar kaç tane basıldığı belli olmayan anma pulları. Genç doktora öğrencisi hiç şaşırmasın. Bir gün Şeyh Sait ve Abdullah Öcalan pulları bile basılabilecek günlere doğru hızla ilerliyoruz. Bir AKP milletvekili Cuma İçten 21 Mart Nevruz münasebetiyle TBMM’de yaptığı konuşmada şöyle diyor: “Nevruz Kürt halkı için zalim Dehak’tan kurtulma günüdür. Demirci Kawa’nın zalim kraldan kaçırdığı kurbanlık çocukları eğittiği ve yetiştirdiği özgürlük mücadelecileriyle zalim Dehak’ı devirdiği gündür. Bugün Dehaklar var. Ne Kürtler ne Türkler ne de Müslüman halklar için Dehaklar bitmemiştir. Türkiye’de “tek millet” kavramı içerisinde yer alan Türkler, Kürtler, Arnavutlar, Çerkezler, Araplar, Boşnaklar seksen yıldır çağdaş Dehaklar ile mücadele ediyorlar. Derin güçler seksen yıldır zalim Dehak gibi kendi insanını katletmiş ve zulmetmiştir. Nereye kadar? Halkın içinden çıkmış, teveccüh gösterdiği Demirci Kawa gibi özgürlük mücadelesi veren, kendisini örnek aldığımız dünya lideri üstat Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti ailesine kadar.” Ne diyelim? Ancak Demirci Kawa “efsanesinin” İngiliz istihbaratı tarafından yazıldığını söyleyip geçelim.
Fethullah Gülen kime, neden ‘firavun, küstah ve ‘nemrut’ dedi?
Mustafa Mutlu
“Sıradan bir insan gelir, şöyle böyle konjonktürel olarak bir yerde bazı imkânları elde edebilir, dümene oturabilir.
Dümene oturduktan sonra da artık götürdüğü o vasıtanın içindeki insanların hiçbirinin hukukuna riayet etmez.
Hep tepeden bakar onlara. Hep ‘itab’ eder, ‘Yerinizde oturun’ der.
Adamlar bir şey söyleseler, ‘Az şurada dursanız da bir namaz kılsak, sen dümendesin. Az dursanız da burada bir dinlensek, nefes alsak’, ‘Kesin sesinizi. Siz anlamazsınız o işleri. Ben ne dersem o olur’ falan der...
Elde edilen imkânlardan kaynaklanan küstahlaşma, yalnızca kâfirlerle sınırlı değildir.
Hatta mümin bile olsa, ahlâken firavun olur. Sıfatları itibarıyla firavun olur.
Bazen nimetlerin sağanak sağanak baştan yağması; o da insanı böyle nemrutlaştırır. İnsan gaflete dalar.
İmkânların bolluğu onu şirazeden çıkarır...
‘Dediğim dedik’lik, şirazeden çıkarır...
Ahmak bir güruhun, hiç olmadık şeyleri bile alkışlaması şirazeden çıkarır.
Takdir edilecek şeylerin yanında tenkit edilecek şeyleri bile alkışlayan insanlar, onu küstahlaştırır. Bunlar küstahlaşma yollarıdır, hafizanallah!
Allah bazen küçük insanlara büyük işler yaptırır.
Nimetleriyle onları serfiraz kılar.
Bazıları ise bunu göremez.”
Hedefte kim var?
Bu sözleri Fethullah Gülen söylemiş...
Samanyoluhaber’de son yayınlanan vaazında aynen bunları demiş!
Peki kime demiş?
İşte onu açıkça belirtmemiş!
Ama belli ki “birine” çok net bir mesaj vermek istemiş:
“Bak sen bu kadar kötüleştin ve artık sana tahammülümüz de desteğimiz de bitiyor. Aklını başına almazsan biz bu araçta senin kaptanlığınla yola daha fazla devam etmeyiz!..”
Otuz bir yıllık gazeteciyim, yirmi yıla yakın bir süredir de yorum yazıları yazıyorum.
Üstelik bu yazılardaki üslubumun “çok sert” olduğu söyleniyor...
Ancak ben bugüne kadar kimseye “firavun” demedim...
Kimseyi “kâfirlikle”, “nemrutlukla” suçlamadım.
Sözüm ona “iyilik hareketinin başı” olan Fethullah Gülen bile bu kadar “kötü” sözler söyleyebiliyorsa; o “biri”nin başı fena hâlde belada demektir...
İktidar ile “cemaat”in arasının, özellikle başkanlık sistemi nedeniyle “açık olduğu”nun konuşulduğu şu günlerde, Fethullah Gülen‘in bu mesajı kime ve neden verdiğini takdirlerinize bırakıyorum!
On bürokrat!
Yurt dışından kadın getirip, üst düzey bürokratlara pazarlayan bir çete yakalanmış!
Ancak...
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmada adı geçen bürokratları korumak için, “ifadelerinin bile alınmaması” talimatını vermiş!
Gerekçe olarak da “özel hayatın gizliliğini” göstermiş...
Böylece 10’un üzerinde üst düzey bürokrat, gazetelere haber olmaktan kurtulmuş!
Hatırlayın; benzer operasyonlarda, fuhuş tacirlerinin cep telefonlarında isimleri olduğu için yüzlerce sanatçı, gazeteci, futbolcu, akademisyen, siyasetçi ve sivil toplum örgütü yöneticisi kameraların önüne çıkarıldı.
Hepsini bırakın, 300’ün üzerinde subay için İzmir’de “casusluk ve fuhuş” davası açıldı.
Savcılar, hiçbirinin “özel hayat”ını umursamadı; çoğunun yuvaları dağıldı.
Ama bu kez 10’un üzerinde bürokrat, esrarengiz bir şekilde korunuyor.
Ve ben ilk kez; bu zamparaların kimliklerini gerçekten merak ediyorum!
Sorum İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’na:
Hani tüm vatandaşlar yasalar önünde eşitti?
GÜNÜN SORUSU
Sorum size:
Kendilerine “estetik ameliyat” hakkı da dâhil olmak üzere sayısız ayrıcalık getiren yasa teklifine “Evet” oyu verecek milletvekillerini karşınızda gördüğünüzde, “Bu oyu verirken utanmadın mı?” diye soracak mısınız? Sormazsanız, siz de bu “ayıbın” bir parçası olmayacak mısınız?
Uyan... (56)
İnönü Üniversitesi’nin eski Rektörü Fatih Hilmioğlu kanser... Cezaevinde bulunduğu için tedavi edilemiyor ve mahkeme ona insan olmaktan kaynaklanan en temel hakkını kullandırmıyor.
Günler birbirini kovalıyor, Hilmioğlu’nun hastalığı her gün biraz daha ilerliyor... O tedavi edilmediği için de ölümcül uyku apnesi hastalığına yakalanan Emekli Üsteğmen, Avukat Serdar Öztürk, Fatih Hilmioğlu salıverilene kadar tedaviyi kabul etmiyor! Tam 56 gündür devleti yönetenlere mektup gönderiyoruz ve bu büyük insanlık ayıbına dikkatlerini çekmeye çalışıyoruz...
Bugün sıra yeniden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’da.
Eğer siz de çeşitli cezaevlerinden tüm tutuklulara yaşatılan sağlık işkencesine tepki duyuyorsanız, kendi duygularınızı kaleme alın ve Başbakan’a gönderin:
Tel: (0312) 422 10 00
E-posta: bimer@basbakanlik.gov.tr
Açık İstihbarat
Hasan Pulur
Eski istihbaratçı bir dostumuz vardı, emekli oldu, görüşürüz. Gazeteleri ve gazetecileri eleştiririz. “Haber gözünüzün önünde... Ata binmiş, at arar gibisiniz” derdi! Neymiş gazetecilerin kusuru? Gözlerinin önündeki haberleri değerlendirememek.
Ona göre bunun adı “açık istihbarat”tır, herkesin bildiği haberleri değişik yorumlamak, her yorumdan yeni bir haber çıkarmak...
Geçen çarşamba günü “Ne var, ne yok?” diye lafa başladı. Biz daha ağzımızı açmadan devam etti: “Boşuna telaşlanıyorsunuz, su akar yolunu bulur, suyun başını tutan da zaten tutmuş...”
Açık istihbaratçı “Acaba?” diyor.
Ve soruyor:
“Hangi su, suyun başını kim tutmuş, su nereye akıp gidiyor?” diyemeden lafa, lafla girdi!
***
Laf biter mi, bütün gazetelerin manşetleri çözüm...
Herkes umutlu, yüzler gülüyor.
“Acaba?” diyor ve soruyor:
“Sen bugünkü ‘Zaman’ı gördün mü?”
Birinci sayfadaki en çarpıcı başlık “Ümit ve endişe arasında bekleyiş”...
Aziz İstegün, “Diyarbakır”dan yazıyor... Herhalde Zaman gazetesine de “malum medya”dan denilemez!
Önce Güneydoğu’daki iyimser havayı yansıtıyor. Sonra da “Lakin” der gibi kuşkulu...
“Yukarıdaki tablo çözüm sürecinin olumlu taraflarını resmediyor. Herkes bu kadar iyimser değil. Madalyonun öteki yüzünde endişeler var. Bu endişeler de yersiz değil, bazı somut sebeplere dayanıyor. Öcalan, ‘silahlı mücadele dönemi bitti derken’, örgüte katılımların sürmesi çelişki olarak yorumlanıyor. Bir esnaf ‘Dükkanı tasfiye eden biri yeni mal alır mı?’ sorusunu yöneltiyor. Sadece Hakkari bölgesinden son bir ayda 72 gencin dağa çıktığı söyleniyor. Bu bahis konuşulurken ilginç bir söylenti de kulaktan kulağa dolaşıyor. PKK’lıların, ‘Şimdi dağa çıkan kazanır, geciken treni kaçırır. Suça bulaşmamış PKK’lılara iş verilecek, maaş bağlanacak. Bu fırsat bir daha gelmez’ sözleriyle propaganda yaptıkları anlatılıyor. Ayrıca PKK’nın bölgedeki kamplarında herhangi bir ‘of’ durumu yok. Herhangi bir boşaltma yaşanmadığı gibi Kavaklı kampına Kuzey Irak’tan 15 kişilik yeni bir grubun geldiği söyleniyor.”
***
Bizim istihbaratçı “Zaman”ın haberini değerlendiriyor:
“Dikkat çekilen bir başka husus da; Milliyet’te yayınlanan Öcalan ile BDP heyetinin görüşme tutanakları: Öcalan’ın, ‘50 bin kişiyle halk savaşı’ ifadelerine vurgu yapanlar, PKK’nın barış sürecinde tasfiye olmak bir yana güç kazanacağını iddia ediyor. 2012’de büyük darbe yiyen, 1.000’den fazla militanını kaybeden PKK’nın toparlanma, kadrolarını bir bütün olarak eğitimden geçirme ve yeniden motive etme imkanına kavuşacağını belirtiyorlar. Şemdinli’de geçen yıl denenen ama ağır yenilgiyle sonuçlanan kurtarılmış alan oluşturma, bayrak asma girişiminin versiyon değişikliğiyle önümüzdeki yıllar içinde yeniden vizyona gireceği endişesi dile getiriliyor. 50 bin kişilik bir güçle ‘serhildan’lar yapılacağı, yerel parlamentolara dönüşecek belediye meclislerinin özerklik kararları alacakları ve nihayetinde konunun Birleşmiş Milletler’e taşınacağı senaryosunu bile konuşanlar var.”
***
Bu sefer biz sorduk:
“Sen ne demek istiyorsun?”
“Açık istihbarat yapıyorum!”
Demek açık istihbarat dediği buymuş...
Aman yapsın...
Bizim mahallede onlara münafık derler... Kimseyi kızdırıp başımızı derde sokmanın gereği yok! İster açık olsun, ister kapalı olsun bizden uzak olsun da!
Bir “açık istihbarat” daha...
Çarşamba günkü gazetelere bakmalıymışız, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Portekiz gezisinden; kiminde tek satır yok. Kiminde iç sayfalarda yer bulabilmiş. Eee ne var bunda?
Ya, Sayın Başbakan Erdoğan buralara gitseydi?.. Düşünün bakalım nasıl gösterilirdi... Bunlara “yandaş” diye lakap takmışlar.
İşte “Açık İstihbarat” böyle olurmuş.
***
Haa ne oldu PKK’lıların toprağa gömdükleri, mağaralara sakladığı silahlar?
Karıştırmayın münafıklığın gereği yok.
Kökleri Bu
Rifat Serdaroğlu
Bugün Türkiye’yi yöneten siyasi kadronun büyük çoğunluğu Erbakan Hoca tarafından var edilmedi mi?
Başka bir ifadeyle Erbakan Hoca olmasaydı;
Abdullah Gül hala Suudi Arabistan’da bir “İslam Bankasında çalışıyor” olacaktı.
Oğlu ise 16 yaşında zengin bir işadamı olamayacaktı.
R.T.Erdoğan, sucukçuluğa ve kaçak gecekondusunda oturmaya devam edecekti.
Çocukları Gemi Filosu-Pırlanta Toptancısı-Gayrimenkul zenginleri olamayacaktı.
Bülent Arınç, Manisa Adliyesinde koridorları arşınlıyor olacaktı.
Yazıyı uzatmamak için diğerlerini yazmıyorum. Erbakan Hocanın kadrosundan bugün görevde olanların çoğunun kim olduğunu anlamak için, Savcılıkların yolsuzluk iddianameleri ve mahkeme zabıtlarına bakmak yetecektir.
Bunların ortak noktalarından birincisi;
Hepsinin Erbakan Hocanın eteğine tutunup, onun sayesinde bir yerlere gelmiş olmalarıdır. İlaç için, kendi gücüyle bir yere gelen yoktur.
İkinci ortaklık noktaları;
Bunların tamamına yakını gariban Müslümanların sırtından zengin olmuşlardır. Türkiye’de hiçbir siyasi parti, bunların kurduğu partiler kadar yolsuzluğa bulaşmamıştır.
“Milli Görüş” dedikleri ve AKP’nin bugün de uyguladığı siyasi hareketin temelinde, dolandırılan gariban Müslümanların “Ah’lı” paraları ve Arap sermayesi vardır.
Üçüncü ortak noktaları;
Bunlar servetlerinin hesabını adam gibi veremezler ve vergi ödeyenler listesinde isimlerini bulmak imkânsızdır. Bademler servet artışlarını, ya çocuklarının sünnetine, ya düğününe (yani çocuklarının pipilerine) ya çıkınlara, ya yastık altında unutulan altınlara bağlarlar. Ne garip tesadüftür ki, bugün çok zengin olan bademlerin hepsinin babaları gariban adamlardı!
Ortak noktalarının dördüncüsü;
Bademlerin ruhunda “İhanet Mayası” boldur. Kendilerini var eden, kendilerine hayat veren Hocalarını en sıkışık zamanında arkasından hançerleyip, kendilerine ekmek veren adama ihanet ettiler.
Barzani ile Öcalan ile işbirliği yaptılar, Türk Ordusu Genelkurmay Başkanını “Terör Örgütü Lideri” olmakla suçladılar. Şeriatçıyım diyen adamı öptüler,
“Ne Mutlu Türküm Diyene” ilkesini ilkellik olarak tanımladılar.
Kurban Derilerini toplayıp, yol bulmak bunlarda,
Yimpaş-Kombassan gibi onlarca İşçi Şirketleri kurup, on binlerce garibanların paralarını yürütmek bunlarda,
Bosna Yardım paralarını, Süleyman Mercimek-Beşir Darçınları yaratarak yürütmek bunlarda,
Müslüman Kardeşler adlı terör örgütünün Genel Sekreterliği bunlarda,
Avrupa’da “Yüzyılın Yardım Yolsuzluğu” denilen Deniz Feneri e.V olayı bunlarda,
Yolsuzluklara boğazına kadar bulaşmış adamları devletin üst kademelerine getirmek bunlarda…
Şimdi de Almanya Köln Savcılığı, Milli Görüş Teşkilatına 2005-2009 yılları arasında 377 bin bağışçının kurban derisi paralarının amaç dışı kullanıldığı iddiasıyla dava açılmasını istedi. Yolsuzluğun boyutunun 37 Milyon Avro ile
100 Milyon Avro arasında olduğu iddia ediliyor!
Dikkat ediyor musunuz, tüm yolsuzluklar bademlerle beraber yürüyor bu yollarda! “Yolsuzluk ve Badem”, aynı dağın yeli, ruh ikizi gibiler!
Sonuç ve Karar;
Bunlar Müslüman mı- Bunlar İleri Demokrat mı- Bunlar adam mı?
Hırsızdan, Müslüman olmaz. Hırsızdan Demokrat olmaz. Hırsızdan adam olmaz, adam…
Dostları ilə paylaş: |