Savaş Odaları ve “Güney” Malikaneleri: New York Çekimleri
Seul, Güney Kore’ deki iki günlük çekimlerden sonra, asıl çekimler, D.C. iç mekan çekimleri de dahil olmak üzere filmin tüm sahne çekimlerinin yapıldığı, Queens, New York’ taki Kaufman Astoria Studios’ta başladı. Filmler, Byer ve ekibinin, devletin katil ajanlar programını dizayn eden Virginia temelli NRAG’daki sahneleri ile başladı. Bourne’ un başarıları duyuldukça, Byer’ın uzmanları, mümkün olan her teknolojiyi kullanarak zararı minimum indirmeye çalışmaktaydı. Bu noktada, Thompson’ un ekibi, Byer’ ın ekibinin günlerce kaldığı kriz odasını inşa etti. Crowley, film setini, “25 kişinin hızlı satranç oynaması” olarak tanımlıyor.
Kaufman’da, Thompson, Marta’ nın öncü çalışmalarını başlattığı laboratuvarı inşa etti. Ancak tasarımcının en büyük seti, Kaufman’ ın en büyük sahnesinde, üç kat yüksekliğindeydi. Burada, Marta’ nın Maryland ormanlarındaki, ilk başta inşa etmeyi planlamadığı evini yarattı. “Bizlere ya ilham verecek, ya da bizleri aradığımız şeye yönlendirecek gerçek bir yer bulmaya çalışmakla başladık,” diye hatırlıyor Thompson. “Tony, biraz masalsı fantastiklikte bir eve sahip olmak istedi: Marta’nın ilişkisi esnasında yatırım yaptığı, bir gün restore edeceğini umduğu, abartılmış ve çürümüş bir mini-malikane.
Marta ve Aaron’ un yolculuğunun başlangıcı olan ev, ikisinin bir ekip oluşturmayı farkettikleri yer. “Bu sihirli evi, New York City’ nin yaklaşık 2.5 saat mesafede, kuzeyinde, Hudson Vadisi’nde bulduk,” diyerek devam ediyor Thompson. “1815’ te yapılmıştı ve romantic, resimsi bir tarzı vardı. 150 eve bakmamıza rağmen, bizlerle en fazla konuşan bu olmuştu.
Ne yazık ki, Hudson New York’ taki Plumb-Bronson Evi olarak da bilinen ulusal tarihi varlık statüsündeki konutları, Marta’ nın hayali evinden bile daha fazla rehabilitasyona ihtiyaç duymaktaydı. “Yaklaşık altı haftalık çekimden sonra, sahiplerinin oluşturduğu birlik, bizlere, orada çekim yapmalarına izin vermelerinin imkansız olduğunu bildirdi,” diyor Thompson. Çekim için gerekli olan ekipmanı ve ekibi, yapının taşıyamadığı ortaya çıkmıştı.
Thompson’un takımı, hızla, evin iç dizaynını keskin bir eşleştirme detayı ile yeniden yaratmaya başladı. Bu, oturma odası ve antrelerini, görkemli üç katlı eliptik merdiven sahanlığını, soyulşan boyaları ve rengi solmuş duvar kağıtlarını, Kaufman Astoria sahnesinde yeniden yaratmak demekti. Beklenen bir durum olmamasına rağmen, Marta’ nın evini sahnede inşa etmek, sinematograf Elswit’in ekipmanları için ışık ve kamera yerleştirmede daha büyük esneklik ve kontrol gibi bazı avantajlar getirdi. Sahnede üç kata sahip olmak, aksiyon adına bazı muhteşem görüntüler yarattı,” diyor Thompson. “Oldukça fotojenik bir setti.”
Son olarak, prodüksyon, Hudson’ a, Aaron ile birlikte, Plumb-Bronson Evi’ nin dış mekanında çekilecek anahtar bir sahne için döndü, ancak Marta’ nın evinin dışındaki diğer sahneler, New York Staten Island’ daki 143 akrelik William H. Pouch İzci Kampı’nda çekildi. Plumb-Bronson’ un Hudson’ daki çevresinin aksine, Staten Island bölgesi, Gilroy’ un hikayesindeki Marta’ nın evini çevreleyen yoğun ormanlar sundu.
Filmin çekildiği New York bölgeleri içerisinde, JFK Havalimanı, Flushing’ deki The New York Times matbaahanesi, Aşağı Manhattan’ daki Federal Plaza ve Long Island içerisindeki Syosset ve Old Westbury’ nin konut alanları da mevcut.
Calgary’de Buz gibi Sular: Kanada Kırlarını Yakalamak
12 hafta boyunca New York bölgesinde çekim yaptıktan sonra, prodüksiyon şehirden ayrılıp daha once Bourne serisinin hiç çekilmediği bir ortama gitti: vahşi kırlar. Aralık 2011’de iki hafta boyunca, oyuncular ve ekip çekimleri Kananaskis bölgesinde yaptı. Kananaskis bölgesi Kanada Rocky dağlarında, Calgary’nin batısında, parklardan oluşan ve inanılmaz manzarasıyla bilinen bir yerdir. Dramatik Kanada manzarası, Cross’un kendini hikayenin başında bulduğu Alaska Yukon manzarasının yerine geçti.
“Helikopterle çok araştırma yaptık” diye hatırlıyor Thompson, bunların içerisinde gözden uzak dağ tepeleri, donmuş bir göl, ekibinin kütüklerden yaptığı bir kulübenin olduğu nehir boyu, ağaçların yoğun olduğu bir bölge ve bir şelale bulunuyordu. “Kanada’nın her yerine baktık ve aradığımız neredeyse her şeyi Kananaskis’in 30 dakikalık çevresinde bulduk.”
Kanada çekiminde bir etken asi kart olarak kaldı: kar. “Orada milyon tane film yapmış yer müdürümüz “Kar yağacağının garantisini veremem” dedi.” diye hatırlıyor Crowley. “Bu yüzden kar makinalarını hazır beklettik ve kendimiz kar üretmeye hazırlandık.” Diyor Crowley. Ama Bourne ekibinin şansı yaver gitti: tam çekime yetişecek şekilde çok fazla kar yağdı. “Biz gittikten sonraki gün, Chinook isimli ılık rüzgar çıkmış ve bütün karı eritmiş.” diye ekliyor. “Bir ay sonrasına kadar bunu duymamıştık… ve zamanında duymadığımız için biraz memnunum.”
Bourne’nun Mirası, Jason Bourne’u film severlere tanıtan Bourne Identity’den yansıyan bir sahne ile açılıyor: bir adam suda hareketsiz sürükleniyor. Ama, Bourne’un ilk filmde Akdeniz’de boğulmak üzere bırakılmasının aksine, Aaron Cross yaralanmamıştır. Kısa bir duraksama anının ardından, Cross inanılmaz dayanıklılığını gösterir: soğuk şelalenin dibinde ona bırakılmış metal kutuyu almak için kendini bilerek buz gibi sulara atmıştır.
Bu sahneyi çekebilmek adına, yapımcılar başrol oyuncularını soğuk suda güvende tutabilmek için ellerinden geleni yaptılar. “Mekanı ilk gördüğümüz andan itibaren endişeliydik.” Diyor Crowley. “Sadece beline kadar girebilmesi için helikopter ile sıcak su küveti getirttik. Isıtmalı kuru bir odamız vardı. Bir ambülans beklemedeydi ve uzmanlığı aşırı düşük vücut ısısı olan üç veya dört kişi setteydi.”
İlk plan sahnenin sadece bir kısmını Kanada’da çekmekti, Renner dalgıç kıyafeti ile beline kadar soğuk suya girmiş şekilde. Ama çekime başlamadan once Renner dalgıç kıyafetinin üzerini çıkardı ve dedi ki “Herkes gerçekten hazır mı?” diye hatırlıyor Crowley. “Ve biz de “Evet” dedik ve o “Tamam, hadi yapalım bu işi” dedi.” Kameralar sıfırın altında dondurucu ısılarda çekime başladığında, üstü çıplak Renner, Aaron’ın ortaya çıkış sahnesi için kendini buz gibi suya attı. Neyse ki, Gilroy sahneyi tek seferde çekti.
Renner zorlanmaya hazırdı. “Soğuk soğuktur. 39 veya 29 derece olsa da fark etmiyor” diye hatırlıyor. Bu deneyimi olduğu gibi yaşamak dışında başka bir yol olmaması onun için daha fazla cesaret kırıcıydı. “Bunun için o kadar stresliydim. Nasıl hazırlanırsın ki? Bir atlayışa veya tehlikeli sahnelere hazırlanabilirim. Egzersiz yapabilirim, esneme hareketleri yapabilirim, her neyse. Ama bununla, sadece üşüyorsun. O kadar. Zihinsel olarak oraya gitmen gerekiyor.” Suyun havlamasının ısırmasından daha kötü olduğu ortaya çıktı. “Aslında o kadar da kötü değildi, o ana kadar çok kötüydü.”
Buz gibi nehirdeki o sahne kostüm tasarımcısı Shay Cunliffe için de endişe vericiydi. Shay Cunliffe, Bourne serisine Bourne Ultimatom’u tasarladıktan sonra geri döndü. “Bu kadar soğuk bir iklimde çekim yapmak, kostüm bölümüne çifte iş oluyor.” diyor. “Sette aktörler ile ilgilenen kostümcüler, kostümlerin bakımı ile beraber aktörlerin iyi olmalarından da sorumlu oldular.”
Tüm Alberta çekimleri boyunca dondurucu ısılarda, Cunliffe’in takımının işi belliydi. “Yanlarında devasa dalış montları taşıyorlardı ve karlı mekanlardan dolayı kostümcüler kızaklarda ekstra battaniyeler ve montları çekiyorlardı.” diye paylaşıyor.
Filmin açılış bölümünde, Cross hız dağcısı gibi giyinmiş ve Alaska’nın el değmemiş bölgelerinde bulunabilecek birkaç cesur kişiden biri gibi poz veriyor. “Çok güzel kırmızı-turuncu bir ceket giyiyor, çünkü tek başına olan dağcılar biliyorlar ki başaramayabilirler ve bir helikopterin onları bulması gerekirse görünür olmaları gerekiyor.” Diye açıklıyor Cunliffe. “Gizli ajanlığın tam tersi.”
Ama Cross belirlenen nokta olan #3 olarak bilinen bir ajanın olduğu kütük kulübeye geldiğinde Alaska görevi ancak kurtulabildiği vahşi bir sona geliyor. Durum aniden değişiyor, Cross dünyadaki en gelişmiş teknoloji ve silahların hedefi haline geliyor. A.B.D. kıtasına, programda onu öldürmeye çalışmayabilecek tek tük kontaklarından biri olan Marta’yı bulmak için geri dönüyor. Hayatta kalma serüvenleri onları sonunda Güneydoğu Asya’ya getiriyor, prodüksiyonun gideceği bir sonraki mekan.
Güneydoğu Asya’yı Serbest Bırakmak: Filipinler’de Boydan Boya Koşturmak
Prodüksiyon öncesinde, Gilroy ve Crowley Vietnam’da Ho Chi Minh (eskiden Saigon) şehrini, Endonezya’da Jakarta’yı, Filipinler’de de Manila’yı turladılar. En sonunda, Manila’nın tarihi çekim yapma lokasyonu olarak ekibin kalbini kazandı. Büyük Hollywood filmleri, Apocalypse Now, Platoon, Born on the Fourth of July ve Brokedown Palace, 70’ler, 80’ler ve 90’larda Filipinler’de çekilmişti. “25-30 yıldır bu bölgede film çekimleri yapılıyordu” diyor Gilroy ve ekliyor; “Vietnam ile ilgili yapılan tüm filmler ile inşa edilmiş inanılmaz bir altyapıları var.”
Yapımcılar, Filipin Film Stüdyoları başkanı LOPE V. JUBAN, JR.’dan Filipinler’de on yıllar boyunca çekilmiş neredeyse tüm filmlerde çalışmış olduğu için Manila turu vermesi konusunda yardım aldılar. Line producer (yapım bütçe müdürü?) olarak ekibe katılan Juban bile Gilroy’un aradığı mekanları öneremiyordu. Ama devlet organlarındaki irtibatları şehrin caddelerinde çekilecek büyük tehlikeli sahnelerde çok önemli olacaktı. “Juban dedi ki “Başkan ile bu konuda konuşabiliriz” yada “Ulaşım bakanı veya polis ile bunu görüşebiliriz.” Hepsi tanıdığı insanlardı” diye açıklıyor Crowley. “Jakarta veya Ho Chi Minh şehrinde ben bunları yapamazdım.”
Hatta Bourne Efsanesi, Manila’nın Manila’yı oynayacağı ilk Hollywood filmi olacaktı. “Filipinler, neredeyse oynayabileceği tüm ülkeleri oynadı, Tayland, Endonezya, Vietnam, Panama” diyor Juban. “Ancak şimdi Manila’yı Manila olarak çekiyoruz, ki bu bizim için harika.”
Yerliler için ülkede olan ilerlemeyi göstermek ve gelişime açık yeni alanlarını göstermek önemliydi. Ayrıca Filipinler, çoğunlukla İngilizce konuşan yerli bir ekip avantajını da sundu. İngilizce, Amerikalı’ların 2. Dünya Savaşı öncesinde 50 yıl boyunca ülkede bulunması nedeniyle, ülkede genelde konuşuluyor.
Manila’da çekimler San Andres mahallesinde başladı, yıkık dökük evleri ve karanlık arka sokakları ile şehrin tipik alt ve orta sınıf bölgelerini yansıtıyor. San Andres mahallesi, yerlilerin olan binaların üzerine ekler inşa etmeye devam etmesiyle organic olarak büyüdü. Yoldan geçen bir ziyaretçi, yaşanan bölgelerde tavşanların yaşadığı labirentler gibi birbirlerine girmiş arka sokaklar bulacaklardır.
Karmakarışık elektrik hatları ve yukarıdan geçen iplerde kurutulan çamaşırlar ile güzel yemek kokularının şehrin kokularına karışan labirent San Andres mahallesi, Aaron ve Marta’nın bu seferki takipçileri olan Filipin hükümet görevlilerinden saklanmak için buldukları yer oluyor.
San Andres aynı zamanda Aaron’ın Marta’yı polislerin elinden kurtarmak için iki bina arasındaki dar bir geçitten üç kat aşağı indiği tehlikeli sahnenin de çekildiği mekan oluyor. Çok kesin gereklilikler nedeniyle bu setin, yapımcıların “darboğaz” dediği üç katlı dar yapı, Thompson ve ekibi tarafından inşa edilmesi gerekti.
Yapım tasarımcısının açıklamasına gore; “100 fit uzunluğunda, 20 ile 24 inç arasında genişliğe sahip ve üç buçuk kat yüksekliğinde bir genişliğe ihtiyacımız vardı. Darboğaz sanat bölümü için birçok şeyi bir araya getirdiği için en öne çıkan kısımdı. Estetik olarak Tony için işe yaramalıydı. Dublörlerin aşağı düşmeleri için işe yaramalıydı. Kamera bölümünün vinç ile çalışabilmeleri için işe yaramalıydı ve teknik vinç kolunun içeriye sığabilmesi gerekiyordu. Bütün giydirme ve etrafındaki döşemeyi idare etmemiz gerekiyordu. İnşa etmesi karmaşık ve çok katmanlı bir setti.”
Bulunan bir binanın duvarını kullanarak, Thompson’ın ekibi yanına yeni bir duvar inşa etti. Duvarı yaparken, sahne efekti sanatçıları kullanmak yerine, ekip yerlilerin evlerinden eski dış cephe kaplamaları satın aldı ve karşılığında onların evlerine yeni duvarlar yerleştirdiler. Tasarımcının anlatımına gore “Çoğu zaman derdik ki “Eğer eski malzemelerinizi bize verirseniz, evinizin dış cephe kaplamalarını yeniden yapacağız yada oluklu terasları.” Bazı San Andres yerlileri ekip büyük bir takip sahnesine hazırlık yaparken yeni teraslara sahip oldular. Çoğu komşunun hoşuna gidecek şekilde, delik bulunan veya başka bir sebeple güvensiz olan neredeyse 50 teras, Bourne Efsanesi ekibi tarafından değiştirildi.”
Prodüksiyonun (metro) Manila mekanları Ninoy Aquino Uluslararası Havaalanı’nı, İspanyol koloni mimarisiyle bilinen tarihi Intramuros bölgesi, Manila yat kulübü, Marikina kapalı çarşısı ve Pasay şehrindeki Metropoint MRT tren istasyonunu da kapsadı. Ekip ayrıca yaklaşık bir saat uçak yolculuğu ile Manila’dan Filipinler’in etkileyici adası Palawan’da yer alan El Nido’ya da Güney Çin Denizi’ndeki muhteşem adaların içinde çekilecek sahne için seyahat etti. Etkileyici adalar, sudan direct çıkan kireç taşı uçurumları ile daha çok Malezya ve Tayland manzaralarıyla ilişkilendirilir.
Palawan’da, çok önemli bir sahne için, Thompson Sabrina isimli 100 fit uzunluğunda tahta gövdeli bir balıkçı teknesi buldu. Çalışan balıkçı teknesi üç aylık sürelerle çıkar ve 20 kişi ile beraber tavuklar, keçiler ve domuzlara ev sahipliği yapar. Thompson öneride bulunur; “İnanılmaz koktuğu için bütün şeyi yıkadık. Sonra tüm süslemesini çıkarıp karakterini koruyacak şekilde biz süslemesini yaptık.” En iyi çabalarına rağmen prodüksiyon balıkçı teknesinin asıl sahipleri olan sıçan popülasyonu ile yan yana çekim yapmak zorunda kaldı.
Birkaç gün boyunca da ekip, Filipinler’in balık başkenti olarak bilinen Manila koyu şehrinin kuzeyindeki Navotas Balık Limanı’nda bir kovalama sahnesi çekti. Akşamları mekan çalışan ve her gece 100.000’den fazla balık satan bir balık pazarı oluyor, 1.000 fit uzunluğunda ve 200 fit genişliğinde. Her sabah çekimler sırasında, ekibin pazarı silip buhar ile yıkayıp kurulaması gerekiyordu. Thompson ve ekibi asılı tenteleri kaldırdılar, çatı pencereleri ve destekleyici direkler eklediler ve balık kokusunun baskın çıkmasını engellemek için yerleri sildiler. Bu aynı zamanda pratik bir amaca da hizmet etti: orada yapılacak tehlikeli sahneler için mekanı güvenli hale getirmek.
Meydan Okuyan Aksiyonlar: Filmin Tehlikeli Sahneleri
Hiçbir Bourne filmi, kendi payına düşen aksiyon olmadan bütün olmaz. Yine de diye vurguluyor Marshall: “Bütün filmler boyunca tutarlı olduğumuz kural; sadece aksiyon olması için aksiyon yapmamamız. Her on dakikada bir, bir dövüş veya aksiyon sahnesi olmasına dair bir formülümüz yok. Aksiyonun hikayeden çıkması gerekir. Bu yüzden bu seri özel: bu karakterler kendilerini bir aksiyon ve takip sahnesine yöneltecek durumlara giriyorlar, böylece her şeyin hikaye içerisinde bir amacı oluyor.”
Bourne Efsanesi’ndeki tehlikeli sahnelerinin arkasındaki mimar, ikinci unite yöneticisi, Bourne Supremacy ve Bourne Ultimatom’daki baş döndürücü aksiyon sahnelerinin yaratıcısı olarak izini bırakmış, Dan Bradley. İlk unite Palawan’da işini Şubat 2012’de toparladıktan sonra, Bradley’nin ekibi Manila’da Renner ve Weisz’ın onlara katılması ile bir ay daha çekim yaptı.
Renner tehlikeli sahnelerin kolay olmadığını itiraf eden ilk kişi. Diyor ki: “Bu çok ama çok talepkardı. Şanslıydım çünkü birçok dövüş koordinatörü, dublör koordinatörü ve Dan Bradley, The Avengers gibi bundan once arka arkaya yaptığım üç filmin ekibindelerdi. Onlarla çalışmak kusursuzdu. Yumruk yumruğa dövüşü the Avengers’da öğrenmiştim, dolayısıyla onu buraya taşıdım ve kalıpları kullandım. Güzel bir başlangıcım oldu.”
“Dan Bradley’nin Bourne serisinde olması başarılarının çok büyük bir kısmı oldu.” diye övüyor Crowley. “İnsanlar mekanları seviyorlar, karakterleri seviyorlar, ama en çok aksiyonu seviyorlar. Dan, bu filmler için daha önce kimsenin görmediği ve yapıldıktan sonra insanların taklit ettikleri aksiyonu icat etti.”
Gilroy da övgüsünde bir o kadar iltifat dolu: “Dan, aksiyonun Michelangelo’su. O, inanılmaz biri, kendine benim gibi olduğundan daha güçlü gösterecek yönetmenlere yardım etmek için inanılmaz bir iş bulmuş yaratıcı bir deli. En başında onunla görüştüğümden emin oldum ve ona dedim ki: “Dan, eğer bunu yapacaksam, senin de benimle beraber orada olmana ihtiyacım var.”
Tabii ki, Bradley Manila’ya çekimler başlamadan aylar önce aksiyon sahnelerinin mekanlarını hazırlamak için gitti. “Mekanlara baktığımızda, bizimle beraberdi ve sonra dedi ki: “Ben bir hafta daha burada kalacağım.” diye hatırlıyor Crowley. “Dan’in sadece oturup meditasyon yapıp şahane fikirlerle ortaya çıkması için bekledik. Daha önce hiç yapılmamış bazı fikirler ile ortaya çıktı.
Bradley’nin en büyük görevi Renner’in kullanıcı koltuğunda olduğu Manila’nın kalabalık sokaklarında çekilen motosiklet ile takip sahnesinin koreografisini oluşturmaktı. “Birinin kasksız olarak motosiklet kullandığı bir şey yaptığınız zaman, asıl aktörün bunu yapmasını sağlamalısınız.” diyor Crowley. “Jeremy de böylece dahil oldu, Rachel da.”
Prodüksiyonun şansına, Renner çok istekli bir motosikletçi. “Jeremy ile ilk tanıştığımda, birkaç pratik seansı yapacaktık ve o dünyanın hızlı motosikletlerinden biri ile geldi ki o da sahip olduğu 10 tanesinden sadece biriydi.” diye hatırlıyor Crowley. “Onu eğitmemiz gerekmediği için çok rahat ettik. Bir aksiyon kahramanının kemiklerine sahip. Onu gördüğüm zaman, Steve Mcqueen’in sessiz gücünü görüyorum. Motosiklete bindiğinde, ona daha da çok benziyor.”
Renner, Bradley ile çalıştıkları sürede Weisz’ı da rahatlattı. “Jeremy ile bir motosikletin arkasında iken, kendimi tamamen güvende hissettim.” diyor. “Tekerlek üzerine kalkıyordu, patinaj çekiyordu ve kayıyordu. Bu tür sahnelerde oldukça iyi.”
Yapımcılar Weisz’ın daha önce görülmemiş bir yanını görünce de ayrıca etkilendiler: bir aksiyon yıldızı. “Çok iyi bir aktris ve bu inanılmaz yeteneği aksiyon karakteri olmayan karakterleri oynarak gösterdi.” diyor Crowley. Ama Weisz olabildiğince fazla motosiklet ile prova yapma konusunda ısrar etti ve tehlikeli sahnelerinin çoğunda kendi oynadı. Yapımcı gülerek ekliyor: “Onu saatte 45-50 mil hızla motosiklette Jeremy’nin arkasında gördüğünde kalbin yine de ağzına kadar geliyor.”
Manila çekimlerinin öncesinde, Bradley’nin ekibi birkaç hafta motosiklet sahnelerinin provalarını yaparak geçirdi. Bradley’nin kendi “Go Mobile” isimli özel yapım kamera monte edilebilen aracı ile beraber başka özel ekipmanlar da getirtildi. Bradley ayrıca profesyonel dublör, dünyanın en iyilerinden Jean-Pierre Goy da dahil olmak üzere birkaç uzman motosikletçiyi de en tehlikeli sahnelerde dublörlük yapmaları için işe aldı. Karanlık Şövalye filmindeki Bat-Pod isimli iki tekerlekli sokak aletini kullanabilen tek kişi olan Goy’un gerçek bir Batman olarak prodüksiyonun bir parçası olması herkesi memnun etti. Hatta kendisi bu yazın “Karanlık Şövalye Yükseliyor” filmindeki başrolünde yer almak için geri döndü.
Bradley’nin takımı Filipinler’de en çok kullanılan ulaşım şekli olan bir Jeepney’i de eski teknolojiye göre uyarladı. “Jeepney’ler İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan mirasımızdı.” Diye Juban açıklıyor. “Cipler Amerikalılar tarafından geride bırakıldığında Filipinliler karoseriyi uzattılar. O zamandan itibaren, bizim genel toplu taşıma aracımız oldu. Manila’nın ikonu.”
Her biri yolcuların aklını çelmek için açık ve özgün stilinde boyanmış olan jeepney’ler sadece Manila’da 100.000 civarında olup her zaman her yerde görülebilir. Uzun ve dar araç, özellikle büyük otobüslerin geçemeyeceği dar yollardan rahatça geçebilmeleriyle ucuz ve kolay bir ulaşım yolu. Açık pencereler tek havalandırma yolunu oluşturuyor ve yolcu koltukları arkada birbirlerine dönük, her biri 6 ila 10 kişi arasında oturabilecek şekilde sadece iki tane yastıklı banktan oluşuyor. Koltuklar dolu olduğu zaman ek yolcular dışarıda, arkaya olabildiğince sıkı tutunarak seyahat ediyorlar.
Jeepney’ler Renner, Weisz ve Changchien’in bulunduğu önemli bir kovalama sahnesinde bulunuyor. Bu sahne Manila’nın başkan sarayına giden rota üzerinde bulunan şehrin ana caddelerinden Ramon Magsaysay Bulvarı’nda birkaç hafta sonu boyunca çekildi. Magsaysay bulvarının bir buçuk mili ve üç büyük kavşağı boyunca çekilen sahne için yaklaşık 90 araba ve 300’den fazla ekstra kullanıldı. Çekimin kontrol altında tutulmasına Metropolitan Manila Gelişim Gücü, Manila Trafik Bürosu ve Başkan Güvenlik Grubu olmak üzere yerel güçler destek oldular.
“Sadeece Metropolitan Manila Gelişim Gücü’nde bizimle çalışan 120 kişi vardı, ki sadece çekim alanında değil, çevrede de kontrol ve trafiğin düzenlenmesinde yardımcı oldular.” diye sayıyor Juban. “Manila polisinin yaklaşık 50 kişilik yedek kuvveti, Başkan Güvenlik Grubu’nun yaklaşık 20 kişilik yedek kuvveti ve bir de yerel bölge polisi vardı.”
11 milyon kişi ile yoğun bir popülasyona sahip olan Manila, çekim için en kolay yer değildi. “Manila çalışmak için zor bir şehir. Trafik sıkışması oluyor ve yer değiştirmek zor oluyor.” Diyor Crowley. “Ama insanlar film konusunda çok asil ve heyecanlılar. Bourne filmleri ile ilgili benim bildiğimden daha çok şey biliyorlar.”
Oyuncular ve Ekip Hakkında
İki kez Academy Ödülü® adaylığına sahip Jeremy Renner (Aaron Cross) 2009 En iyi film ödülünü almış Kathryn Bigelow yönetmenliğindeki “The Hurt Locker” filminde oynadı. Altı Academy Ödülleri® sahibi ve gerçek olaylardan ilham almış The Hurt Locker, dünyanın en tehlikeli işine gönüllü olmuş Bağdat’taki bir bomba imha ekibinin hikâyesidir. Kendine güvenen Birinci sınıf Çavuş William James rolündeki Renner, bu rolüyle Hollywood Film Festivali’nde Çığır Açan Aktör Ödülü, Savannah Film Festivali’nde Spotlight Ödülü ve 2009 BAFTA’da ve Film Independent Spirits Awards’da En İyi Aktör adaylıkları aldı. Renner aynı zamanda Gotham Independent Film Awards’da Çığır Açan Aktör ve En İyi Oyuncu Ekibi ödüllerine aday gösterildi. Screen Actors Guild Awards’da Başrolde Erkek bir Oyuncu tarafından Olağanüstü Performans, Sinema Filmi’nde Olağanüstü Performans Sergileyen Oyuncu ödüllerine ve Academy Ödülleri® ‘nde En İyi Oyuncu ödülüne aday gösterildi.
Bir sonraki yıl, Renner, Ben Affleck’in yönetmenliğini yaptığı The Town adlı filmdeki rolüyle Academy Ödülleri® ‘nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülüne aday gösterildi. Chuck Hogan’ın romanı “Hırsızlar Prensi”nin bir uyarlaması olan filmde Affleck’in oynadığı hırsız ve en yakın arkadaşına odaklanan film 2010 sonbaharında gösterime girdi. The Town’daki rolü ile Renner Screen Actors Guild Awards ve Golden Globes’da En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu adaylıklarına layık görüldü.
Aralık 2011’de, Renner Tom Cruise’un karşısında Paramount Pictures yapımı global başarı olan Brad Bird’ün yönetmenliğini yaptığı Mission Impossible: Ghost Protocol’de yer aldı. Mayıs 2012’de tarihte en yüksek üçüncü hasılatı yapan Joss Whedon’ın Marvel’s The Avengers filminde Hawkeye olarak rol aldı.
2007 yılında Renner üç farklı filmde görülmüştü. Warner Bros’un Andrew Dominik’in yönetmenliğini yaptığı The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford’da Brad Pitt ve Casey Affleck ile beraber James’in çetesinin kilit bir üyesi olan Wood Hite rolünde oynamıştı. Ayrıca 28 Gün Sonra filminin çok beklenen devam filmi olan 28 Hafta Sonra’da ve Minnie Driver’ın karşısında “Take” isimli filmde rol aldı.
2005’te çok alkış almış bağımsız film “12 and Holding” filminde dramatik menzilini gösteren Gus rolünde oynadı. Gus, genç bir kızı bir yangında kaybettikten sonra yeni bir kasabaya taşınan bir itfaiyecinin öyküsüydü. Bu film John Cassavetes Award at the Independent Spirit Awards’da aday gösterilmişti.
Renner’ın rol aldığı diğer filmler içerisinde Gabreielle Union’ın karşısında oynadığı Neo Ned’in 2005’te Tribeca Film Festival’inde gösterimi yapılmış ve Uzun Metrajlı Film kategorisinde 2006’da Palm Beach Uluslar arası Film Festivali’nde ödülleri – En İyi Uzun Metrajlı Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu (Renner) – topladı. Newport Beach Film Festivali’nde de film Film Yapımında Olağanüstü Başarı ve En İyi Uzun Metrajlı Film ödüllerine Nisan 2006’da layık görüldü. Bu ödüller Slamdance, Sarasota ve Ashland Film Festivalleri’nde kazanılan Seyirci Ödülleri’nin ardından geldi.
A Little Trip to Heaven adlı filmde Julia Stiles’ın karşısında karanlık ve sorunlu karakterler konusundaki yeteneğini şeytani dolandırıcı Fred rolüyle gösterdi. Asia Argento’nun yönetmenliğini yaptığı, JT Leroy’un alkış toplayan romanından uyarlanan The Heart Is Deceitful Above All Things adlı filmde, Columbia Pictures’ın Lords of Dogtown adlı filminde, Aura Entertainment’ın bağımsız filmi Kyle Bergersen’ın yazdığı ve yönettiği Love Comes to the Executioner filmlerinde de rol aldı. Ek olarak 2003’ün gözde filmlerinden Columbia Pictures’ın S.W.A.T.’ında Colin Farrell ve Samuel L. Jackson ile beraber rol aldı.
Renner ek olarak Academy Ödülleri® ‘ni kazanan Charlize Theron’un karşısında Warner Bros yapımı North Country’de A.B.D.’deki ilk büyük başarılı cinsel taciz davasının kurgusunda yer aldı.
Renner’ı en başında ortaya çıkaran ve Independent Spirit Award adaylığı kazandıran rolü Dahmet adlı filmde portrelediği Jeffrey Dahmer karakteridir.
Tiyatrodaki geçmişinde ise Search & Destroy adlı hem oynadığı hem de yönetmenliğini yaptığı, Barry Levinson tarafından yapımı yapılan ve övgü dolu değerlendirmeler alan oyun vardır.
2013’te, Renner Paramount Pictures’ın Hansel and Gretel: Witch Hunters adlı Tommy Wirkola tarafından yönetilen filminde Gemma Arterton’ın karşısında ve Joaquin Phoenix ve Marion Cotillard’ın karşısında the Weinstein Company’ye henüz adı belli olmayan James Gray tarafından yönetilen filmde rol alacak.
2011’de, ortağı Don Handfield ile beraber The Combine isimli prodüksiyon firmasını kurdular. Hedefleri kaliteli, karakter bazlı içeriğe sahip geniş kitlelere hitap edecek yaratmak, geliştirmek ve yapımcılığını üstlenmek.
Academy Ödülleri®’nde kazanan aktris Rachel Weisz (Dr. Marta Shearing), inanılmaz güç ve zeka sahibi kadınları canlandırması ile tanınsa da beyaz perde de sahnede de meydan okuyucu roller aramaya devam ediyor.
Fernando Meirelles tarafından yönetilen ve en iyi satanlardan John le Carre’nin romanından uyarlanan The Constant Gardener filminde Weisz etkileyici kritik övgüsü almanın yanında Screen Actors Guild Award, a Golden Globe Award and an Academy Ödülleri® ‘ne layık görüldü.
Weisz, Walt Disney Pictures tarafından 2013 Mart ayında gösterime sunulacak Sam Raimi’ni Oz: The Great and Powerful filminde Mila Kunis, James Franco ve Michelle Williams ile beraber rol alıyor olacak. Meirelles ile 360 adlı filmde tekrar bir araya gelen Weisz, Jude Law ve Anthony Hopkins ile beraber rol alıyor. 2011 Toronto Uluslar arası Film Festivali’nde film galasını yaptı. 2012 için hazırlık aşamasında olan Terrence Malick’in To the Wonder adlı filminde Javier Bardem, Rachel McAdams ve Ben Affleck ile beraber rol alıyor olacak.
Weisz yakın zamanda Tom Hiddleston’un karşısında Terence Davies’in The Deep Blue Sea adlı Terence Rattigan’ın oyunundan uyarlanan filminde rol aldı. The Whistleblower adlı Larysa Kondracki’nin yönetmenliğindeki düşük bütçeli politik dramda rol aldı. Gerçek bir hikayeden esinlenilmiş filmde, savaş sonrası Bosna’da barış sağlayıcı rolünü üstlenmiş Nebraskalı bir kadın polisin (Weisz) Birleşmiş Milletler’deki seks trafiği skandalını ortaya çıkarması anlatılıyor. Bunun öncesinde Weisz, Jim Sheridan’ın korku filmi Dream House’ta Daniel Craig’in karşısında ve BBC için yapılmış David Hare’in Page Eight adlı filminde Bill Nighy ve Ralph Fiennes’in karşısında görülmüştü.
2009 yılında Weisz, Cannes Film Festivali’nde galası yapılan Alejandro Amenabar’ın yönetmenliğinde ve Max Minghella’nın karşısında oynadığı antik Mısır epik hikayesi Agora’daki rolüyle eleştirmenler alkışlar almıştı. Weisz’in daha önce rol aldığı filmler içerisinde Mark Ruffalo ve Adrien Brody ile beraber oynadığı Rian Johnson’ın The Brothers Bloom adlı filmi; Wong Kar Wai’nin My Blueberry Nights adlı filmi; Peter Jackson’ın The Lovely Bones adlı filmi; Adam Brooks’un romantik komedisi Ryan Reynolds ile beraber Definite, Maybe adlı filmi; Vince Vaughn ve Paul Giamatti ile oynadığı David Dobkin’in Fred Clause filmi; Hugh Jackman ile oynadığı Darren Aronofsky’nin bilim kurgu/romantic fantazi-macera filmi The Fountain,; Francis Lawrence’ın heyecanlı, başarılı filmi Constantine; Gary Fleder’in Runaway Jury filmi; James Foley’in Confidence filmi; ve Chris ve Paul Weitz’ in About a Boy filmi. Baş rollerini Brendan Fraser ile paylaştığı Stephen Sommers’in gişe rekorları kıran filmleri The Mummy ve The Mummy Returnsn ile dünya çapındaki izleyiciler tarafından tanınıyor. Weisz aynı zamanda Jean-Jacques Annaud’un Enemy at the Gates filminde, Michael Winterbottom’ın I Want You filminde, David Leland’in The Land Girls filminde, Beeban Kidron’in Swept From the Sea ve Bernardo Bertolucci’nin Stealing Beauty filminde oynamıştır.
Weisz 2010 yılında, West End’de Tennessee Williams’ın yeniden canlandırılan A Streetcar Named Desire eserinde canlandırdığı Blanche DuBois rolüyle Laurence Olivier Award ödüllerinde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandı.
Weisz Focus Features’ın The Shape of Things filmiyle çok büyük övgü aldı ki bu film aynı zamanda ilk yapımcılık tecrübesiydi. Daha önce yazar/yönetmen Neil LaBute’un Londra ve New York’ta sahnelediği aynı isimdeki orjinal oyununda baş rolde oynadı. Sean Mathias’ın, İngiltere’de sahnelediği Noël Coward’ın Design for Living eserindeki performansıyla Critics’ Circle Theatre Award ödüllerinde Most Promising Newcomer ödülünü aldı. Mathias’ın yönettiği, prodüksiyonunu West End’in yaptığı Suddenly Last Summer da da rol aldı.
Weisz kariyerine Cambridge Üniversite’sinde öğrenciyken başladı. Burada Talking Tongues Tiyatro Grubunu kurdu. Grup deneysel oyunlar sahneledi ve Edinburgh Festival Fringe’de perstijli Guardian Award ödülünü aldı.
Dostları ilə paylaş: |