Bram Stoker Drakula



Yüklə 1,63 Mb.
səhifə32/38
tarix22.08.2018
ölçüsü1,63 Mb.
#74295
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   38

-555-

sakin olduğunu görmemiştim. Sonra bir süreliğine, yüzüne, mart fırtınalarından sonraki bahar gibi bir dinginlik geldi. O sıra bunun, yüzüne vuran kızıl günbatımının yumuşaklığı olduğunu düşünmüştüm, ama şimdi her nedense, bunun daha derin bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Yorgun, hem de ölümüne yorgun olmama rağmen benim uykum yok. Ama uyumaya çalışmalıyım, çünkü yarını düşünmek gerekiyor ve bana hiç huzur yok, ta ki...



Daha sonra - Dalmış olmalıyım, çünkü beni yüzünde korku dolu bir ifadeyle yatakta oturan Mina uyandırdı. Odayı karanlık bırakmadığımız için yüzünü kolaylıkla görebiliyordum; elini uyanrcasma ağzıma götürdü ve sonra kulağıma fısıldadı:

"Şşş! Koridorda biri var!" Yavaşça kalktım ve odayı aşıp kapıyı hafifçe açtım.

Hemen dışarıda, Morris, bir şiltenin üzerinde uyanık olarak uzanıyordu. Sessiz olmam için elini kaldırarak fısıldadı:

"Şşş! Yatağına dön; her şey yolunda. Bütün gece içimizden biri burada kalacak. İşi şansa bırakmak istemiyoruz!"

Yüzündeki ifade ve mimikleri itiraz kabul edecek gibi değildi, bu yüzden geri döndüm ve Mina'ya söyledim. İçini çekti, zavallı, solgun yüzüne bir gülümseme dalgası yayıldı ve kollarını bana dolayıp tatlı bir şekilde şöyle dedi:

"Ah, bu iyi yürekli, cesur adamlar için Tanrı'ya şükürler olsun!" İçini çekerek tekrar uykuya daldı. Uykum olmadığı için şim-

-556-

di bunları yazıyorum, ama yine uyumayı denemeliyim.



4 Ekim, sabah - Geceleyin, Mina beni bir kez daha uyandırdı. Bu sefer ikimiz de iyi bir uyku çekmiştik, çünkü yaklaşan şafağın gri rengi pencereleri keskin dikdörtgenler gibi gösteriyordu ve gaz lambasının alevi büyük, yuvarlak bir ışıktan çok, ufak bir nokta gibi kalmıştı. Telaşla şöyle dedi:

"Gidip profesörü çağır. Onu hemen görmek istiyorum."

"Neden?" diye sordum.

"Bir fikrim var. Sanırım, geceleyin aklıma gelmiş ve ben fark etmeden kendiliğinden olgunlaşmış olmalı. Şafak sökmeden beni hipnotize etmesi gerek; belki o zaman bir şeyler söyleyebilirim. Çabuk git, hayatım; zaman daralıyor." Kapıya gittim. Şiltenin üzerinde Dr. Seward yatıyordu ve beni görünce ayağa fırladı.

"Bir sorun mu var?" dedi telaşla.

"Hayır," dedim; "ama Mina, Dr. Van Hel-sing'i hemen görmek istiyor."

"Ben giderim," dedi ve profesörün odasına koştu.

Van Helsing, iki üç dakika sonra sabahlı-ğıyla odaya geldi; Bay Morris ve Lord Godal-ming de kapıda durmuş, Dr. Seward'a sorular soruyorlardı. Profesör, Mina'nın gülümse-diğini -ki bu iyiye işaretti- görünce yüzündeki endişe yok oldu; ellerini ovuşturarak şunları söyledi:

"Ah, sevgili Bayan Mina, bu gerçekten de güzel bir değişiklik. Bakın, dostum Jonathan,

-557-


eski, sevgili Bayan Mina'mız aramıza döndü!" Sonra ona dönerek neşeyle şöyle dedi: "Peki sizin için ne yapabilirim? Çünkü beni bu saatte yok yere çağırmamışsmızdır."

"Beni hipnotize etmenizi istiyorum," dedi Mina. "Bunu şafak sökmeden yapın, çünkü o zaman konuşabileceğimi, özgürce konuşabileceğimi hissediyorum. Çabuk olun, çünkü az zamanımız kaldı!" Profesör tek kelime etmeden ona yatağa oturmasını işaret etti.

Gözlerini Mina'ya dikerek sırayla her iki elini de yüzünün önünden geçirmeye başladı, başının üstünden başlayıp aşağı doğru indiriyordu. Mina dakikalarca sabit gözlerle bakarken, benim kalbim aksak bir ritimle vuruyordu; çünkü bir krizin yakın olduğunu hissediyordum. Mina'nın gözleri yavaş yavaş kapandı ve kaskatı kesildi; yaşadığı, yalnızca göğsünün yavaş yavaş inip kalkmasından anlaşılıyordu. Profesör ellerini birkaç defa daha yüzünün önünden geçirdi, alnının büyük ter damlalarıyla kaplandığını görebiliyordum. Mina gözlerini açtı; ama sanki aynı kadın değildi. Gözlerinde uzak bir bakış ve sesinde bana yabancı gelen, hülyalı bir hüzün vardı. Profesör sessizlik istediğini belirtmek için elini kaldırarak bana diğerlerini içeri getirmemi işaret etti. Parmak uçlarına basa basa içeri girdiler, arkalarından kapıyı kapatarak yatağın ucunda durdular ve izlemeye başladılar. Mina onları görmüşe benzemiyordu. Sessizlik, Van Helsing'in, Mina'nın düşüncelerinin akışını bozmamak için alçak bir sesle konuşmasıyla bozuldu:

-558-


"Neredesin?" Donuk bir sesle cevap verdi: "Bilmiyorum. Uykunun kendine ait bir mekânı yoktur." Birkaç dakika sessizlik oldu. Mina kaskatı oturuyor ve profesör ayakta, gözlerini dikmiş ona bakıyordu; geri kalanımız neredeyse nefes almaya bile cesaret edemiyorduk. Oda gittikçe aydınlanıyordu; Dr. Van Helsing gözlerini Mina'dan ayırmadan bana perdeyi kaldırmamı işaret etti. Kaldırdım ve gün sanki üzerimize doğdu. Odanın içine kırmızı bir ışık yayıldı. Tam o anda profesör tekrar konuştu:

"Şimdi neredesin?" Cevap dalgın, ama kararlı bir sesle geldi; sanki bir şeyleri yorumlamaya çalışır gibiydi. Notlarını okurken de bu ses tonunu kullandığını duymuştum.

"Bilmiyorum. Her şey bana çok yabancı!" "Ne görüyorsun?"

"Hiçbir şey göremiyorum; her yer karanlık." "Ne duyuyorsun?" Profesörün sabırsız sesindeki gerginliği algılayabiliyordum.

"Su sesi. Çağıldıyor ve küçük dalgalar sıçrıyor. Dışarıdan duyabiliyorum onları."

"Öyleyse, bir gemidesin?" Hepimiz bir şeyler çıkarmaya çalışarak birbirimize bakıyorduk. Düşünmeye korkuyorduk. Cevap çabuk geldi:

"Ah, evet!"

"Başka ne duyuyorsun?" "Yukarıda koşuşturan adamların ayak seslerini. Bir zincir sakırdıyor. Bocurgat freni makaraya yerleşirken gürültülü bir tangırtı geldi."

"Sen ne yapıyorsun?"

-559-


"Ben hareketsiz yatıyorum, çok hareketsiz. Ölü gibi!" Ses, zayıflayarak uyuyan birinin derin nefes alıp verişlerine dönüştü ve açık gözler tekrar kapandı.

Artık güneş yükselmişti ve her yer gün ışığıyla dolmuştu. Dr. Van Helsing ellerini Mi-na'nın omuzlarına koydu ve başını yavaşça yastığına yerleştirdi. Mina birkaç dakika uyuyan bir çocuk gibi yattı, sonra uzun bir iç çekişle uyandı ve gözlerini üzerimizde gezdirdi. "Uykumda konuştum mu?" dedi. Ama biz söylemeden de durumu anlamış gibiydi; ancak neler söylediğini öğrenmek için sabırsızlanıyordu. Profesör ona aralarında geçen konuşmayı tekrarladı ve o da şöyle dedi:

"Öyleyse, kaybedecek bir an bile yok; henüz çok geç değildir belki!" Bay Morris ve Lord Godalming kapıya doğru atıldı, ama profesörün sakin sesi onları geri çağırdı:

"Durun, dostlarım. O gemi her neredeyse Bayan Mina konuşurken demir alıyordu. Sizin o kadar büyük Londra Limanı'nızda şu anda demir alan pek çok gemi var. Sizin aradığınız hangisi acaba? Bizi nereye götürür bilmiyoruz, ama Tann'ya şükür yine elimizde bir ipucu var. Kör gibiydik; insanlar gibi kör, çünkü geriye dönüp baktığımızda, öne baktığımızda görmüş olabileceğimiz şeyleri görüyoruz! Eyvah! Amma da karışık bir cümle oldu, değil mi? Artık, Jonathan'ın vahşi bıçağı ona tehlike yaratırken Kontun o paraları neden kaptığını biliyoruz. Kaçmayı düşünüyordu. Beni duyuyor musunuz? KAÇMAYI! Yalnız bir sandık toprağı kalmış bir

-560-

halde, bir tilkinin peşindeki köpekler gibi, arkasından kovalayan bir sürü adamın olduğunu görünce bu Londra'nın ona göre bir yer olmadığını anladı. Son toprak sandığını bir gemiye yükletti ve bu ülkeyi terk etti. Kaçmayı düşünüyor, ama hayır! Biz onu takip edeceğiz. Hadi bakalım! Dostumuz Art-hur'un, kırmızı ceketini giydiğinde söyleyeceği gibi! Bizim ihtiyar tilki kurnaz; ah, çok kurnaz ve biz de onu kurnazlıkla takip etmeliyiz. Ben de kurnazımdır ve kısa bir süre için onun aklından geçebilecekleri düşüneceğim. Bu arada huzur içinde dinlenebiliriz, çünkü gemi karaya ancak gelgit alçalınca ya da yükselince yanaşabilir. Dolayısıyla aramızda istese de aşamayacağı sular var. Bakın, güneş de yükseldi ve günbatımına kadar bütün gün bizim. Banyo yapıp giyinelim ve kahvaltı edelim; buna hepimizin ihtiyacı var ve o artık bizimle aynı topraklarda olmadığı için rahatlıkla yemek yiyebiliriz." Mina ona yalvarırcasına bakarak şu soruyu sordu:



"Ama o bizden kaçarken neden onu aramaya devam etmemiz gerekiyor ki?" Profesör onun elini tuttu ve cevap verirken okşadı:

"Şimdilik bana hiçbir şey sorma. Kahvaltımızı ettikten sonra bütün sorularınıza cevap vereceğim." Başka bir şey söylemedi ve giyinmek için ayrıldık.

Kahvaltıdan sonra Mina sorusunu tekrarladı. Profesör bir dakika boyunca ona ciddiyetle baktı ve sonra üzüntüyle cevap verdi:

"Çünkü, sevgili, Bayan Mina, cehennemin kapılarına kadar peşinden gitmemiz gerekse

-561-

de şimdi onu bulmamız her zamankinden daha büyük bir zorunluluk." Mina'nın yüzü sarardı ve zayıf bir sesle sordu:



"Niçin?"

"Çünkü," dedi ciddi bir tavırla profesör, "o yüzyıllar boyunca yaşayabilir ve siz sadece ölümlü bir kadınsınız. Artık zamandan korkmamız gerek, boğazınızda o izi bıraktığından beri."

Mina bayılıp düşmek üzereyken onu tam zamanında tuttum.

YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

-562-

DR. SEWARDIN FONOGRAF GÜNLÜĞÜ,



VAN HELSING TARAFINDAN

DOLDURULMUŞTUR

Bu, Jonathan Harker'a.

Senin sevgili Bayan Mina ile kalman gerekiyor. Biz gidip araştırmamızı yapacağız eğer buna 'araştırma' denebilirse, çünkü bu araştırma değil, biliyoruz ki biz yalnızca pisliği arıyoruz. Ama sen bugün evde kalıp ona göz kulak ol. Bu en iyi ve en kutsal görevin. Bugün Kont'u hiçbir şey bulamaz. Diğerlerine daha önceden söylediğim için dördümüzün bildiği şeyleri sana da söylememe izin ver. O, düşmanımız, uzaklara gitti; Transilvanya'daki şatosuna geri döndü. Bunu, sanki ateşten harflerle duvara yazılmış kadar iyi biliyorum. Bir şekilde bunun için hazırlık yaptı ve son sandık toprak da bir yerlerde bir gemiye yüklenmeyi bekliyor. Parayı bunun için aldı; bunun için acele etti; güneş batmadan onu yakalamayalım diye. Bu onun son umuduydu, mezarda saklanabileceğini saymazsak, çünkü zavallı Bayan Lucy'nin de onun gibi olduğunu ve ona kapısını açacağını düşünüyordu. Ama zamanı yoktu. Bu da başarısız olunca doğrudan son çaresine başvurdu -double en-

-563-

tente* de diyebileceğim son toprak evine. Zeki biri, ah çok zeki! Buradaki oyununun sona erdiğini biliyordu ve bu yüzden eve dönmeye karar verdi. Geldiği yöne giden bir gemi buldu ve onunla gitti. Şimdi hangi gemiye bindiğini ve bu geminin nereye gittiğini öğrenmeye gidiyoruz; bunu öğrendiğimizde gelip size her şeyi anlatacağız. O zaman seni ve zavallı, sevgili Bayan Mina'yı her şeyin sona ermemiş olduğunu söyleyip teselli edeceğiz. Takip ettiğimiz bu yaratığın Londra'ya kadar gelmesi yüzyıllar sürdü; ama biz nerede olduğunu öğrendiğimizde onu bir günde buradan uzaklaştırdık. Çok zarar verecek kadar güçlü olsa da ve bizim gibi zarar gör-mese de, yine de gücü sonsuz değil. Ama her birimiz kendi alanımızda olmak üzere biz de güçlüyüz ve bir araya geldiğimizde daha da güçlü oluyoruz. Cesaretini yeniden topla, Bayan Mina'nın sevgili kocası. Savaşımız daha yeni başladı ve sonunda biz kazanacağız. Bu, Tann'nın, yukarıdan çocuklarına göz kulak olduğu kadar kesin. Bu yüzden biz dönene kadar rahat olun.



Van Helsing JONATHAN HARKERIN GÜNLÜĞÜ

4 Ekim - Mina'ya, Van Helsing'in fonograf mesajını okuduğumda zavallı kız oldukça neşelendi. Kont'un kesinlikle ülke dışında olduğunu öğrenmek de zaten onu teselli etmişti ve

İyi bir uyum ya da dostça ilişki anlamına gelir. Double entendre deyişi yanlış kullanılmış da olabilir.

-564-


bu teselli ona güç veriyordu. Artık bu korkunç tehlikeyle karşı karşıya olmadığımıza göre, kendi adıma, olan bitenlere inanmak bile güç geliyor. Drakula Şatosu'ndaki kendi korkunç deneyimlerim bile uzun bir süre önce unutulmuş bir rüya gibi geliyor. Hele burada serin güz havasında ve parlak gün ışığında...

Heyhat! Nasıl inanmayabilirim ki! Düşüncelere dalmışken gözüm, zavallı sevgilimin beyaz alnındaki kırmızı yara izine ilişiyor. Bu yara orada kaldığı sürece inanmamak olanaksız. Bunun hatırası sonraları da inancımı kristal kadar berrak tutacak. Mina'yla ben boş kalmaktan korkuyoruz, bu yüzden tekrar tekrar günlüklerin üzerinden geçiyoruz. Nedense, gerçekler her seferinde daha büyük görünmesine rağmen acı ve korku azalıyor gibi. Günlüklerin başından sonuna kadar göze çarpan yol gösterici bir amaç var ve bu bizi rahatlatıyor. Mina belki de mutlak iyinin araçları olduğumuzu söylüyor. Olabilir! Ben de onun gibi düşünmeye çalışacağım. Henüz gelecek hakkında birbirimizle konuşmadık. Araştırmalarından sonra profesör ile diğerlerini beklemek daha iyi.

Bugün, bir günün bir daha hiç bu kadar hızlı geçeceğini düşünmediğim kadar hızlı geçiyor. Saat üç oldu bile.

MINA HARKERIN GÜNLÜĞÜ

5 Ekim, akşamüstü 5 - Toplantı tutanağı. Katılanlar: Profesör Van Helsing, Lord Godal-ming, Dr. Seward, Bay Quincey Morris, Jonathan Harker, Mina Harker.

-565-


Dr. Van Helsing, Kont Drakula'nın hangi gemiyle kaçtığı ve nereye gittiğinin öğrenilmesi için gün boyunca atılan adımlan anlattı:

"Transilvanya'ya geri dönmek istediğini bildiğimden, Tuna Nehri'nin ağzından gitmesi gerektiğinden emindim; ya da Karadeniz'den bir yerden, çünkü o yoldan gelmişti. Önümüzde kasvetli bir boşluk vardı. Omne ignotum pro magnifico;* bu yüzden üzüntü içindeki yüreklerimizle, dün gece hangi gemilerin Karadeniz'e gitmek üzere demir aldığını öğrenmek için araştırmamıza başladık. Bayan Mina yelkenlerin açıldığından bahsettiğine göre yelkenli bir gemideydi. Bu gemiler The Times'daki gemi listenize dahil edilecek kadar önemli olmadığından Lord Godalming'in önerisi üzerine, ne kadar küçük olursa olsun yola çıkan bütün gemilerin kaydının tutulduğu Lloyd's'a gittik. Orada, suların yükselmesiyle açılan ve Karadeniz'e giden bir tek gemi bulduk. Bu gemi Çariçe Katerina idi ve Varna'ya, oradan da Tu-na'nın diğer bölgelerine ve üst kısımlarına gitmek üzere Doolittle İskelesi'nden yola çıkmıştı. "İşte!" dedim, "Kont'un bulunduğu gemi bu." Bu yüzden hep beraber Doolittle İs-kelesi'ne gittik ve orada küçük ahşap bir ofiste bir görevli bulduk; ofis o kadar küçüktü ki, adam ofisten daha büyük görünüyordu. Adama Çariçe Katerina'nm uğrayacağı limanları sorduk. Çok fazla küfür eden, kırmızı yüzlü, bağırarak konuşan bir adamdı,

• Bilinmeyen büyüleyicidir (ya da harikadır); bkz. Taci-tus'un Agricola adlı eserinin 30. bölümü.

-566-


ama yine de iyi biriydi; Quincey cebinden kıvrıldığında hışırdayan bir şey çıkarıp ona verdiğinde bunu giysilerinin altına sakladığı küçük bir çantanın içine koydu ve çok daha iyi bir adam ve alçakgönüllü hizmetkâr oldu. Bizimle gelip kaba saba ve öfkeli görünen bir sürü adama sorular sordu; susuzlukları giderilince bunlar da iyi adamlar oluverdiler. Kör olmaktan, lanetten ve anlamadığım daha bir sürü şeyden bahsediyorlar, ama ne dediklerini tahmin edebiliyorum; yine de bize bilmek istediğimiz her şeyi söylediler.

"Bize, dün öğleden sonra saat beş sularında telaş içinde gelen bir adamdan bahsettiler. Uzun boylu, zayıf ve solgun bir adam, çengel burnu, bembeyaz dişleri varmış ve gözleri kıvılcımlar saçıyormuş. Baştan aşağı siyahlara bürünmüşmüş, yalnız başında ne kendisine ne de saate uymayan hasır bir şapka varmış. Hangi geminin Karadeniz'e gideceğini ve hangi limanda duracağını çabucak öğrenmek için herkese para saçmış. Birileri onu ofise ve sonra da gemiye götürmüş, ama o gemiye binmeyip borda iskelesinin ucunda, kıyıda durmuş ve kaptanın yanına gelmesini istemiş. Adamın iyi para ödediğini duyan kaptan gelmiş ve başta o da çok küfür etmiş, ama koşullarda anlaşmışlar. Sonra zayıf adam gidip nereden bir araba ve bir at kiralayabileceğini öğrenmiş. Araba kiralanan yere gitmiş ve kısa bir süre sonra bir arabayla geri dönmüş, kendisinin sürdüğü arabanın içinde büyük bir sandık varmış; bu sandığı arabadan kendisi indir-

-567-

miş, ama gemiye yüklemek için birkaç adam gerekmiş. Sandığının nereye ve nasıl yerleştirileceğini kaptana uzun uzun anlatmış, ama kaptan bundan hoşlanmamış ve bu sefer birçok dilde küfredip gemiye gelip sandığının nereye yerleştirileceğine kendisinin karar vermesini söylemiş. Ama o "hayır" deyip daha yapacak çok işi olduğunu söylemiş. Bunun üzerine kaptan ona o lanet olasıca elini çabuk tutmasını, çünkü kahrolası-ca akıntı değişmeden geminin o körolasıca yerden ayrılması gerektiğini. Sonra zayıf adam gülümsemiş ve elbette ki, uygun gördüğü zaman yola çıkabileceğini, ama o kadar çabuk yola çıkabilirse şaşıracağını söylemiş. Kaptan yine ona küfrederken zayıf adam eğilip teşekkür etmiş ve gemi yelken açmadan hemen önce gelerek kaptanın nezaketinden fazlasıyla yararlanacağını söylemiş. Yüzü kıpkırmızı kesilen kaptan körolasıca gemisinde lanetli Fransızlardan hiçbirini istemediğini söylemiş. Ve böylece, zayıf adam nakliye belgeleri alabileceği en yakın ofisi sorarak oradan ayrılmış.



Düşünecek lanet olası başka işleri olduğundan ve zaten pek takan da olmadığından kimse onun nereye gittiğini bilmiyormuş. Kısa bir süre sonra Çariçe Katerina'nın umulan zamanda yelken açamayacağı anlaşılmış. Nehrin üzerinden yavaş yavaş ince bir sis yükselmeye başlamış ve gittikçe büyümüş; çok geçmeden de yoğun bir sis tabaka-¦ sına dönüşmüş. Kaptan yine birçok dilde bir sürü körolasıca ve lanet kelimelerini kulla-

-568-


narak küfretmiş, ama hiçbir şey yapamamış. Sular yükselmiş, yükselmiş ve en sonunda kaptan gelgiti kaçıracağından korkmaya başlamış. Sular tamamen yükselip de zayıf adam tekrar borda iskelesine gelerek sandığının nereye konulduğunu görmek istediğinde kaptanın hiç de arkadaş canlısı bir hali yokmuş. Bunun üzerine, onun da, eski ve lanet olası sandığının da cehenneme gitmesini söylemiş. Ama zayıf adam alınmamış ve ikinci kaptanla birlikte aşağı inip sandığının nereye konulduğunu görmüş, sonra yukarı çıkıp bir süre güvertede, sisin içinde durmuş. Kendi kendine çıkıp gelmiş olmalıymış, çünkü kimse onu fark etmemiş. Gerçekten de onu hiç düşünmemişler; çünkü kısa bir süre sonra sis dağılmaya başlamış ve her şey yeniden berraklaşmış. Susuz kaldıkları için dilleri dolaşan dostlarım kaptandan iskelenin çevresinden başka yerde pek sis gören biri olmadığını öğrenmişler. Denizcilerin küfürleri hangi dilden olursa olsun anlaşılır türdenmiş. O saatte ırmakta bulunan denizcileri sorguladığımda, sisi pek azının gördüğünü, görenlerin de sisin yalnızca iskele çevresinde gördüğünü öğrendim. Bununla birlikte, gemi sular alçalırken yola çıkmış ve hiç kuşkusuz sabaha kadar nehrin ağzına varmış olmalıymış. Bize bunları anlattıkları sırada da denize açılmış olabileceğini söylediler.

"Dolayısıyla, Bayan Mina, bir süre dinlenmemiz gerekiyor, çünkü düşmanımız emrindeki sisle birlikte şu anda denizde, Tuna

-569-

Nehri'nin ağzına doğru ilerliyor. Yelkenli bir gemiyle yolculuk etmek zaman alır ve asla çok hızlı gidemezler; biz yola çıktığımızda karadan daha çabuk gider ve onu orada karşılarız. En iyi ihtimalle onu, gündoğumuyla günbatımı arasındaki bir zamanda sandıkta yakalamayı umut ediyoruz; çünkü o zaman mücadele edemez ve işini bitirebiliriz. Önümüzde, planımızı yapabileceğimiz günler var. Nereye gideceğini biliyoruz; çünkü geminin sahibiyle görüştük, bize olabilecek bütün faturaları ve belgeleri gösterdi. Aradığımız sandık Varna'da indirilecek ve itimatnameleriyle orada hazır bulunacak olan, Ristics adında bir vekile teslim edilecek ve böylelikle tüccar dostumuz rolünü oynamış olacak. Bize bir sorun olup olmadığını, öyle bir durum varsa, telgraf çekip Varna'da bir soruşturma başlatılmasını sağlayabileceğini söylediğinde yapılması gerekenin polis ya da gümrükle bir ilgisi olmadığı için 'hayır,' dedik. Bu iş yalnızca bizim tarafımızdan ve bizim yöntemlerimizle halledilmeli."



Dr. Van Helsing konuşmasını bitirdiğinde ona Kont'un gemide kaldığından emin olup olmadığını sordum. Şöyle cevap verdi: "Bu konuda çok iyi bir kanıtımız var; bu sabah hipnotik transtayken sizin bizzat sağladığınız tanıklık." Ona tekrar, Kont'u kovalamanın gerçekten gerekli olup olmadığını sordum, çünkü ah! Jonathan'dan ayrılmaktan korkuyordum ve diğerleri giderse onun da kesinlikle gideceğini biliyordum. İlk başta sakin olmasına rağmen gittikçe büyüyen bir

-570-


tutkuyla cevap verdi. Konuşmasına devam ettikçe de daha da kızıp öfkelendi, öyle ki en sonunda onu uzun süredir erkekler arasında bir üstat haline getiren baskın karakterin en azından bir kısmını görmüş olduk.

"Evet, gerekli, gerekli, gerekli! Başta sizin iyiliğiniz için ve sonra da insanlık için... Bu canavar zaten, kendisini bulduğu dar sahada ve henüz karanlıkta, bilgisizce küçük çaplı işlerini yapan bir bedenden bile çok fazla kötülük yaptı. Bütün bunları diğerlerine anlattım; siz de sevgili Bayan Mina, dostum John'un ya da kocanızın fonografından bunları öğreneceksiniz. Kendi ıssız insansız topraklarını terk edip olgun bir mısırın taneleri gibi insan kaynayan yeni bir ülkeye gelmesinin yüzyıllardır planladığı bir iş olduğunu onlara anlattım. Onun gibi başka bir Ölümden Dönmüş onun yaptığını yapmaya çalışsaydı, belki de dünyanın gördüğü ve göreceği bütün yüzyıllar bile ona yardım edemeyecekti. Ama bu canavar söz konusu olduğunda, doğanın bütün gizemli, derin ve büyük güçleri olağanüstü bir şekilde onun için çalışmış olmalı. Ölümden Dönmüş olarak yaşadığı yerin kendisi jeolojik ve kimyasal açıdan tuhaflıklarla dolu. Nereye kadar uzandığını kimsenin bilmediği mağaralar ve yarıklar var. Kraterlerinden hâlâ tuhaf özelliklere sahip sular, insanı öldüren ya da canlandıran gazlar fışkırtan yanardağlar var. Hiç kuşkusuz, gizemli güçlerin bu bileşimlerinde fiziksel hayatı tuhaf bir şekilde etkileyen manyetik ya da elektriksel bir şey-

-571-

ler var ve adamın kendisinde de baştan beri müthiş bazı nitelikler vardı. Savaşlarla geçen zor bir zamanda herhangi bir insandan daha kuvvetli sinirleri, daha ince bir zekâsı, daha cesur bir yüreği olmasıyla ünlüydü. Bazı yaşamsal unsurlar, tuhaf bir şekilde onda zirve noktasına ulaşmışlardı ve bedeni güçlenmeye ve gelişmeye devam ederken beyni de gelişiyordu. Bütün bunlar, kesinlikle aldığı şeytani yardım olmaksızın sahip olduğu şeyler; çünkü bunlar iyilikten kaynaklanan ve iyiliği temsil eden güçlere teslim olmak zorunda. Ve şimdi bizim için o, bu anlama geliyor. Hastalığını sana bulaştırdı ah, böyle söylemek zorunda olduğum için beni bağışla, hayatım; ama konuşmam senin iyiliğin için. Hastalığını sana öyle akıllıca bir şekilde bulaştırdı ki, artık daha fazlasını yapmasına gerek yok, sadece yaşaman yeterli, kendi eski, tatlı hayatını yaşaman ve böylece zaman içinde, her insanın ortak kaderi ve Tanrı'nın emri olan ölüm, seni onun gibi yapacak. Bu gerçekleşmemeli! Gerçekleşmeyeceğine dair yemin ettik. Böylece bizler, Tanrı'nın iradesinin bir ürünü olan insanlar, varlıkları bile Tanrı'yı karalayacak olan canavarlara teslim edilmeyecek. Tanrı bir ruhu kurtarmamıza izin verdi ve biz de haçlı şövalyeleri gibi daha fazlasını kurtarmaya gidiyoruz. Onlar gibi gündoğumuna doğru yolculuk edecek ve şehit olursak onlar gibi kutsal bir amaç uğruna şehit olmuş olacağız." Durdu ve ben konuştum:



"Ama Kont, akıllıca davranıp başansızlı-

-572-


ğını kabul etmeyecek midir? İngiltere'den sürüldüğüne göre avlandığı bir köyden uzak duran bir kaplan gibi, İngiltere'ye gelmekten kaçınmayacak mıdır?"

"Aha!" dedi, "Kaplan benzetmeniz bana da uygun ve ben de onu kullanacağım. Sizin insan yiyeniniz, Hindistan'da insan kanının tadını bir kez alan kaplana böyle derler, artık başka avlarla ilgilenmez, yine insan bulana kadar aramaya devam eder. Bizim bu köyden sürdüğümüz bu canavar da bir kaplan, bir insan yiyen ve insan avlamayı hiçbir zaman bırakmayacaktır. Hatta, kendi içinde de geri çekilip uzak durma gibi bir özelliği yok. Yaşadığı yıllarda, Türkiye sınırına gitmiş ve düşmanına kendi topraklarında saldırmıştır; geri püskürtülmüş, ama uzak durmuş mu? Hayır! Tekrar tekrar geri dönmüş. Israrına ve dayanıklılığına bakın. Kendi çocuk beyniyle, büyük bir şehre gelmeyi tasarladı. Peki ne yaptı? Bütün dünyada kendisine en çok şey vaat eden şehri buldu. Sonra bilinçli bir şekilde bu iş için hazırlanmaya koyuldu. Sabırla, gücünün sınırlarım ve yeteneklerinin neler olduğunu keşfetti. Yeni diller öğrendi. Yeni bir sosyal yaşamı, eski âdetlerden, politikadan, hukuktan, fi-nanstan, bilimden oluşan yeni bir halkın alışkanlıklarını öğrendi. Öğrendiği bu şeyler yalnızca iştahını bilemeye ve hevesini daha da artırmaya yarardı. Dahası, bunlar beyninin gelişmesine yardımcı oldu; çünkü bunlar en baştan beri tahminlerinde ne kadar haklı olduğunu kanıtladı. Bunu yalnız başı-


Yüklə 1,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   38




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin