-573-
na yaptı; yapayalnız! Unutulmuş bir ülkede, bir mezar yıkıntısının içinden. Daha büyük bir düşünce dünyası ona açıldığı zaman daha neler yapmaz ki? Bizim bildiğimiz gibi ölüme gülüp geçebilir; halkları öldüren salgınların içinden canlı çıkan o. Ah! Böyle biri şeytandan değil de Tanrı'dan geliyor olsaydı, şu bizim ihtiyar dünyamızda iyilik için nasıl da bir güç olabilirdi! Ama biz dünyayı özgür kılmaya yemin ettik. Çalışmamız sessizlik içinde yürütülmeli ve çabalarımız tamamen gizli tutulmalıdır; çünkü insanların gördüklerine bile inanmadıkları bu aydınlanmış çağda, bilge adamların kuşkusu, onun en büyük gücü olacaktır. Onun zırhı ve kalkanı olacaktır ve bizi; sevdiklerimizin güvenliği için ruhlarını tehlikeye atmaya hazır olan düşmanlarını yok edecek silahları olacaktır... insanlık uğruna, Tanrı'nın onuru ve zaferi uğruna."*
Genel bir tartışmadan sonra bu gece hiçbir şeyin kesin olarak belirlenemeyeceği için herkesin olanları düşünerek uyumasına ve uygun sonuçlar çıkarmaya çalışmasına karar verildi. Yarın, kahvaltıda tekrar buluşacağız ve vardığımız sonuçları birbirimize açıkladıktan sonra, bir eylem planına karar vereceğiz.
Bu gece harikulade bir huzur hissediyorum. Sanki beni sık sık rahatsız eden bir varlık uzaklaşmış gibi. Belki de...
Tahminim sona varmadı; varamazdı;
İsa Cemiyeti'nin düsturunu tekrarlıyor; Ad mqjoram Dei gloriam (Tanrı'nın büyük zaferi için).
-574-
çünkü aynaya baktığımda alnımdaki kırmızı yara izi gözüme ilişti ve hâlâ kirli olduğumu anladım.
DR. SEWARDIN GÜNLÜĞÜ
5 Ekim - Hepimiz erken kalktık ve sanırım uyumak hepimize çok iyi geldi. Kahvaltı için erkenden buluştuğumuzda hiçbirimizin bir daha yaşayabileceğimizi sanmadığımız genel bir neşe vardı.
İnsan doğasının bu kadar dayanıklı olabilmesi gerçekten müthiş. Bize engel olan sebep her ne olursa olsun -ölüm bile- bir şekilde ortadan kalktığında hemen baştaki umut ve haz durumuna geri dönüveriyoruz. Masanın çevresine oturduğumuzda, yaşadığımız son günlerin bir rüya olup olmadığını merak ederek gözlerimi hayretle açtım. Ancak Bayan Harker'ın alnındaki kırmızı lekeyi gördüğüm zaman gerçekliğe geri dönebildim. Şimdi, ciddi ciddi bu meselenin üzerinde düşünürken bile, yaşadığımız bütün sıkıntıların kaynağının hâlâ var olduğuna inanmak neredeyse olanaksız. Bayan Har-ker bile ara ara derdini unutmuş görünüyor; korkunç yara izini ancak bir şey bunu ona hatırlattığında düşünüyor. Yarım saat içinde burada, çalışma odamda buluşup eylem planımızı kararlaştırmamız gerekiyor. Bir tek acil sorunumuz olduğunu düşünüyorum; bunu mantık yürüterek değil de daha çok içgüdüsel olarak biliyorum: Hepimizin açık açık konuşması gerekecek; ama ben za-
-575-
vallı Bayan Harker'ın dilinin esrarengiz bir biçimde bağlanmış olmasından korkuyorum. Onun kendi sonuçlarını çıkardığını biliyorum ve bütün olup bitenlerden, bunların ne kadar zekice ve doğru olduğunu tahmin edebiliyorum; ama bunları ifade etmeyecek ya da edemeyecek. Van Helsing'e bundan bahsettim ve yalnız kaldığımızda bu konu üzerine konuşacağız. Sanırım, damarlarına işleyen o iğrenç zehir etkisini göstermeye başladı. Van Helsing'in "Vampirin vaftiz kanı" dediği şeyi ona vermek için, Kont'un kendince sebepleri vardı. Eh, kendi içindeki iyi şeyleri imbikten geçiren bir zehir olabilir ve ptomain'lerin* varlığının açıklanamadığı bir çağda hiçbir şeye şaşırmamamız gerek! Bir şeyi biliyorum: Eğer zavallı Bayan Harker'ın sessizlikleriyle ilgili içgüdülerim doğru çıkarsa, o zaman bizi bekleyen görevde korkunç bir güçlük, bilinmeyen bir tehlike var demektir. Onu sessizliğe zorlayan güç aynı şekilde konuşmaya da zorlayabilir. Daha fazla düşünmeye cesaret edemiyorum, çünkü düşüncelerimde soylu bir kadına saygısızlık etmek istemiyorum!
Van Helsing çalışma odama diğerlerinden biraz daha önce gelecek. Ona bu konuyu açmaya çalışacağım.
Daha sonra - Profesör geldiğinde olup bitenlerin üzerinden genel olarak geçtik. Aklında söylemek istediği bir şey olduğunu, ama konuyu açmakta tereddüt ettiğini görebiliyor-
Çürüyen hayvan ya da sebzelerde bulunan, zehirli, alkaloit maddeler.
-576-
dum. Sözü biraz döndürüp dolaştırdıktan sonra aniden şöyle dedi:
"Dostum John, seninle yalnız konuşmamız gereken bir şey var, en azından başlangıçta. Daha sonra, sırrımızı diğerlerine de açabiliriz." Sonra durdu. Ben bekledim; o da devam etti:
"Bayan Mina, bizim zavallı, sevgili Bayan Mina'mız değişiyor." En çok korktuğum şeyin bu şekilde onaylanması, üzerimden soğuk bir ürpertinin geçmesine neden oldu. Van Helsing devam etti:
"Bayan Lucy'den edindiğimiz acı tecrübelere dayanarak söylüyorum ki, bu sefer işler çok ileri gitmeden gözümüzü dört açmalıyız. Görevimiz şimdi artık her zamankinden daha zor ve bu yeni sorun geçen her saati çok önemli bir hale getiriyor. Yüzünde vampirlerin özelliklerinin belirdiğini görebiliyorum. Şimdilik çok, çok hafif; ama önyargısız gözlerle baktığımızda görülebiliyor. Dişleri keskinleşti ve gözleri de zaman zaman sertleşiyor. Ama hepsi bu kadar değil; Bayan Lucy'de olduğu gibi sık sık sessizleşiyor. Daha sonradan öğrenilmesini istediği şeyleri yazdığı halde konuşmuyor. Benim korkum şu. Onu hipnotize ettiğimiz sırada bize Kont'un ne gördüğünü ve duyduğunu söyledi. O zaman onu ilk hipnotize eden, kanını içen ve kendi kanını da ona içiren Kont da, isterse, onun bildiklerini öğrenmek için Mi-na'nm zihnini kendisine açmaya zorlayamaz mı?" Başımı sallayarak ona katıldığımı gösterdim; devam etti:
-577-
"Öyleyse, yapmamız gereken bunu önlemek; onu niyetlerimizden haberdar etmemeliyiz, böylece bilmediği şeyleri söyleyemeyecektir de. Bu acı verici bir görev! Ah! O kadar acı verici ki, düşünmek bile kalbimi kırıyor; ama böyle olmak zorunda. Bugün buluştuğumuzda ona, açıklayamayacağımız bir nedenden ötürü, kendisinin artık toplantılarımıza katılamayacağını, ama bizim tarafımızdan korunacağını söyleyeceğim." Şu zamana kadar zaten bunca işkence çekmiş olan zavallı kadının yine acı çekmesine sebep olacağını düşününce terler boşalan alnını sildi. Benim de aynı sonuca varmış olduğumu söylememin onu biraz rahatlatacağını biliyordum; en azından bu konudaki şüphelerinden dolayı çektiği acıyı yok edecekti. Ona söyledim ve bunun, üzerindeki etkisi umduğum gibi oldu.
Şimdi topluca buluşma saatimiz yaklaştı. Van Helsing toplantı ve oynayacağı acı rol için hazırlanmaya gitti. Aslında, amacının yalnız başına dua etmek olduğuna inanıyorum.
Daha sonra - Toplantımızın başında Van Helsing de ben de büyük bir rahatlama yaşadık. Bayan Harker kocasıyla bir mesaj göndermiş, onun bizi rahatsız edecek varlığı olmadan eylemlerimizi serbestçe tartışabilmemizin daha iyi olacağını düşündüğü için şu anda bize katılmayacağını söylüyordu. Profesör ve ben bir an için birbirimize baktık ve bir şekilde ikimiz de rahatlamış göründük. Ben kendi adıma, Bayan Harker'ın kendisi de teh-
-578-
likeyi fark etmişse, çok fazla tehlikenin yanı sıra çok fazla acının da önlendiğini düşündüm. Mevcut şartlar altında birbirimize sorarcasına bir bakış atıp bir parmağımızı dudağımıza götürerek şüphelerimiz konusundaki sessizliğimizi tekrar yalnız kalıp bu konuyu görüşene kadar koruma konusunda anlaştık. Hemen seferberlik planımızı tartışmaya koyulduk. İlk önce Van Helsing kabaca elimizdeki bilgileri özetledi:
"Çariçe Katerina dün sabah Thames'tan ayrıldı. En hızlı şekilde gitse de Varna'ya ulaşması en az üç hafta alır; ama biz karadan aynı yere üç günde gidebiliriz. Şimdi, bildiğimiz gibi Kont'un yaratabileceği hava şartlarını düşünerek geminin yolculuğundan iki gün çıkarırsak ve bizim yaşayabileceğimiz her türlü gecikme için bir gün ve bir gece eklersek, o zaman yaklaşık iki haftalık bir fark elde ediyoruz. Bu yüzden, emin olabilmek için en geç ayın 17'sinde yola çıkmalıyız. O zaman her durumda gemi Varna'ya varmadan bir gün önce orada olur ve gerekli hazırlıkları yapabiliriz. Elbette, hepimiz silahlanmış olarak gideceğiz. Fiziksel olduğu gibi kötülüklere karşı ruhani olarak da silahlanacağız." Burada Quincey Morris ekledi:
"Anladığım kadarıyla Kont kurtlarla dolu bir ülkeden geliyor ve oraya bizden önce de varabilir. Ben silahlarımıza Winchester'lan* da eklemeyi öneriyorum. O türden bir sorun çıktığında bir Winchester'a güvenirim. To-
* İlk önce 1866 yılında, Birleşik Devletler ve Kanada'da kullanılan tüfekler.
-579-
bolks'ta* peşimize bir sürü takıldığı zamanı hatırlıyor musun, Art? O zaman otomatik bir tüfek için neler vermezdik, değil mi!"
"Güzel!" dedi Van Helsing, "Winchester'lar da olacak. Quincey'nin kafası her zaman iyi çalışır, ama söz konusu av olduğu zaman daha da iyi çalışır, ama benim metaforumun" bilime yaptığı saygısızlık, kurtların insanlar için oluşturacağı tehlikeden daha büyük. Bu arada, burada hiçbir şey yapamayız ve sanırım, Varna hiçbirimizin bilmediği bir yer olduğuna göre, oraya neden daha erken gitmeyelim ki? Beklemek söz konusu jîlunca zaman orada da burada da yavaş geçecek. Bu gece ve yarın hazırlanabiliriz ve sonra da, eğer her şey yolunda giderse, dördümüz yola çıkabiliriz."
"Neden dört?" dedi Harker sorar gibi, sırayla her birimize bakarak.
"Elbette," diye cevap verdi profesör çabucak. "Sen tatlı karına göz kulak olmak için burada kalmalısın!" Harker bir süre sessiz kaldı ve sonra boğuk bir sesle şöyle dedi:
"İşin bu kısmını sabahleyin konuşalım. Önce Mina'ya danışmak istiyorum." Van Helsing'in, planlarımızı karısına açmaması konusunda onu uyarmasının zamanının geldiğini düşündüm; ama o aldırış etmedi. Ona anlamlı anlamlı baktım ve öksürdüm. Cevap olarak parmağını dudaklarına götürdü ve öbür tarafa döndü.
* Sibirya'nın batısındaki bir şehir.
** Metafor: Eğretileme, bir şeyi anlatmak için ona benzetilen başka bir şeyin adını eğreti olarak kullanma.
-580-
JONATHAN HARKER İN GÜNLÜĞÜ
5 Ekim, öğleden sonra - Bu sabahki toplantımızdan sonra bir süre düşünemedim. Olup bitenlerin geldiği yeni aşamalar zihnimi doğru düzgün düşünemeyecek kadar şaşkına çevirdi. Mina'nın tartışmada yer almama konusundaki kararlılığı beni düşünürdü ve bu konuyu onunla tartışamadığımdan da yalnızca tahmin yürütebildim. Şimdilik bir çözümden her zamankinden daha uzağım. Diğerlerinin de bunu kabul etmesi kafamı karıştırdı; bu konuyu son kez konuştuğumuzda artık aramızda hiçbir şeyin gizlenmeyeceğinde anlaşmıştık. Mina şimdi küçük bir çocuk gibi huzur içinde ve tatlı tatlı uyuyor. Dudakları kıvrılmış ve yüzü mutluluktan işiyor. Hâlâ böyle anları olduğu için Tanrı'ya şükürler olsun.
Daha sonra - Her şey ne kadar da tuhaf! Oturmuş Mina'nın mutlu uykusunu izliyordum ve bundan sonra hiçbir zaman olacağımı sanmadığım kadar mutlu olmaya yaklaşmıştım. Gece çökerken ve yeryüzü batan güneşin yarattığı gölgelere bürünmeye başladığında, odanın sessizliği benim için gittikçe daha kasvetli bir hal almaya başladı. Mina birdenbire gözlerini açtı ve bana bakarak şefkatle şunları söyledi:
"Jonathan, bana bir konuda şeref sözü vermeni istiyorum. Bana verdiğin bir söz olacak bu, ama aynı zamanda Tann'nın da duyduğu kutsal bir söz olacak ve dizlerimin üzerine çöküp acı gözyaşları dökerek sana yal-
-581-
* ™'
varsam bile bozulmayacak. Çabuk, bana hemen söz vermelisin."
"Mina," dedim, "hemen böyle bir söz veremem. Bunu yapmaya hakkım olmayabilir."
"Ama, canım," dedi, gözlerinin kutup yıldızlan gibi parlamasına sebep olan ruhsal bir heyecanla, "bunu isteyen benim ve kendim için istemiyorum. Dr. Van Helsing'e haklı olup olmadığımı sorabilirsin; eğer aynı fikirde değilse, istediğini yapabilirsin. Dahası, daha sonra hepiniz aynı fikirde olursanız, bu sözü bozabilirsin."
"Söz veriyorum!" dedim ve bir an için çok mutlu göründü; ama alnındaki kırmızı yara izi benden onun adına duyacağım her türlü mutluluğu esirgiyordu. Şöyle dedi:
"Kont'a karşı oluşturulan seferberlik planlarınızın hiçbirini bana anlatmayacağına söz ver. Ne bir söz, ne bir çıkarım ne de ima istiyorum; hiçbir şey, bu bende kaldığı sürece!" dedi ve ağırbaşlılıkla yara izini işaret etti. İçten olduğunu gördüm ve ciddiyetle şöyle dedim:
"Söz veriyorum!" ve bunu söylerken o andan itibaren aramızda bir kapının kapandığını hissettim.
Daha sonra, gece yansı - Mina bütün akşam canlı ve neşeliydi. Öyle ki, neşesi bulaşı-cıymış gibi, tüm diğerleri de cesaret bulmuş gibi oldu; bunun sonucunda, ben bile üzerimizdeki kasvet örtüsünün biraz kalktığını hissettim. Hepimiz erkenden yattık. Mina şimdi küçük bir çocuk gibi uyuyor; bu korkunç üzüntüsünün ortasında bile hâlâ uyu-
-582-
mayı başarıyor olabilmesi harika bir şey. Bunun için Tann'ya şükürler olsun, çünkü en azından uyurken üzüntüsünü unutabilir. Bu geceki neşesi gibi, belki bu da bana örnek oluşturabilir. Uyumayı deneyeceğim. Ah! Rü-yasız bir uykuyu ne kadar isterdim.
6 Ekim, sabah - Yeni bir sürpriz. Mina beni dünkü gibi erken bir saatte uyandırdı ve benden Dr. Van Helsing'i getirmemi istedi. Yeniden hipnotize edileceğini düşündüm ve hiçbir şey sormadan profesörü çağırmaya gittim. Anlaşılan çağrılmayı bekliyordu, çünkü onu odasında, giyinik bir halde buldum. Odamızın kapısının açıldığını duyabilmek için kendi kapısını aralık bırakmıştı. Hemen dışarı çıktı; odaya girdiğinde Mina'ya diğerlerinin de gelip gelemeyeceğini sordu.
"Hayır," dedi Mina kısaca. "Gerek olmayacak. Siz onlara söylersiniz. Yolculuğunuzda ben de sizinle gelmeliyim."
Benim gibi Dr. Van Helsing de şaşırdı. Bir an duraksadıktan sonra sordu:
"Ama neden?"
"Beni de yanınızda götürmeniz gerekiyor. Sizin yanınızda daha güvende olurum, siz de daha fazla güven içinde olursunuz."
"Ama neden sevgili Bayan Mina? Güvenliğinizin bizim en ciddi görevimiz olduğunu biliyorsunuz. Biz tehlikeye atılıyoruz ve siz koşullar, olup bitenler yüzünden bizden daha çok tehlikede olursunuz ya da olabilirsiniz." Utanç içinde sustu.
Mina cevap verirken parmağını kaldırıp alnını işaret etti:
-583-
"Biliyorum. İşte bu yüzden gelmek istiyorum. Size şimdi, güneş yükselirken anlatabilirim; ama daha sonra anlatamayabilirim. Kont beni çağırdığı zaman ona gitmek zorunda olduğumu biliyorum. Bana gizlice gelmemi söylerse; hileyle, aldatmacayla, hatta Jonat-han'ı bile kullanarak gitmek zorunda olduğumu biliyorum." Konuşurken gözlerini bana çevirdiğinde o bakışını Tanrı da görmüş olmalı ve eğer gerçekten bir Kayıt Meleği varsa, o bakış onun sonsuz onurunu kanıtlamak üzere kaydedilmiş olmalı. Elini tutmaktan başka bir şey yapamadım. Konuşamıyordum; gözyaşının huzuruna bile sığınamayacak kadar duygulanmıştım. Devam etti:
"Siz erkekler, cesur ve güçlüsünüz. Sayınız fazla, tek başına kendini savunmak zorunda kalan birinin dayanma gücünü kıracak olan bir kişiye hep beraber meydan okuyabilirsiniz. Ayrıca, yardımım dokunabilir, çünkü beni hipnotize edebilir ve benim bile bilmediğim şeyleri öğrenebilirsiniz." Dr. Van Helsing çok ciddi bir tavırla şunları söyledi:
"Bayan Mina, her zaman olduğu gibi çok bilgece düşünüyorsunuz. Siz de bizimle geleceksiniz ve birlikte, başarmak üzere yola çıktığımız şeyi yapacağız." O konuştuktan sonra Mina'nın uzun sessizliği ona bakmama sebep oldu. Yastığına yaslanıp uykuya dalmıştı; perdeyi kaldırıp odayı güneş ışığına boğduğum zaman bile uyanmadı. Van Helsing bana sessizce kendisiyle gitmemi işaret etti. Odasına gittik ve bir dakika içinde Lord Godalming, Dr. Seward ve Bay Morris de yanımıza geldi-
-584-
ler. Van Helsing onlara Mina'nın söylediklerini anlattı ve devam etti:
"Sabahleyin Varna'ya doğru yola çıkacağız. Yeni bir durumla karşı karşıyayız: Bayan Mina. Ah, ruhu çok dürüst. Bize bu kadarını bile anlatmak onun için çok acı vericiydi, ama dediği çok doğru ve zamanında uyarıldık. Hiçbir fırsatı kaçırmamalıyız ve Varna'da, gemi varır varmaz harekete geçmeye hazır olmalıyız."
Tam olarak ne yapacağız?" dedi Bay Morris, kısa ve öz. Profesör cevap vermeden önce duraksadı:
"İlk önce gemiye bineceğiz; sonra sandığı bulduğumuzda üzerine bir yabangülü dalı koyacağız. Bununla sandığı bağlamış olacağız, çünkü o oradayken sandıktan çıkamaz; en azından batıl inançlar böyle diyor. Ve biz de en başta batıl inançlara güvenmeliyiz, eskiden insanlar bunlara inanırdı ve köklerini hâlâ inançtan alıyor. Sonra, aradığımız fırsatın doğmasını bekleyecek ve yakınlarda bizi görecek kimse olmayınca sandığı açacağız... ve her şey yoluna girecek."
"Ben fırsat falan beklemem," dedi Bay Morris. "Sandığı bulduğumuzda etrafta bin tane adam olsa da, bir sonraki an beni yeryüzünden silecek olsalar da sandığı açıp o canavarı yok edeceğim!" İçgüdüsel bir hareketle elini yakaladım ve çelik gibi sert olduğunu hissettim. Bakışımın ne anlama geldiğini anladığını, umarım anlamıştır.
"İyi çocuk," dedi Dr. Van Helsing. "Cesur çocuk. Quincey tam bir erkek, Tanrı bunun
-585-
için onu kutsasın. Çocuğum, inan bana, hiçbirimiz bundan geri kalmayacağız ve bir an bile korkup durmayacağız. Ben yalnızca yapabileceklerimizi -yapmak zorunda olduklarımızı- söylüyorum. Ama ne yapacağımızı, gerçekten, gerçekten bilemeyiz. Bir sürü şey olabilir, türlü türlü sonuçlara giden öyle farklı durumlarla karşılaşabiliriz ki, o an gelene kadar ne yapacağımızı söyleyemeyiz. Yanımızda her türden silah olacak ve zamanı geldiğinde elimizden geleni ardımıza koymayacağız. Şimdi, bugünkü işlerimizi sıraya koyalım. Sevdiklerimiz ve bize bağımlı olanlarla ilgili işlerimizi tamamlayalım, çünkü nasıl bir sonla karşılaşacağımızı, ne olacağını, bu işin, ne zaman ve ne şekilde biteceğini hiçbirimiz bilemeyiz. Kendi adıma, ben işlerimi düzene koydum ve şimdi yapacak başka bir işim olmadığı için gidip yolculukla ilgili ayarlamaları yapacağım. Yolculuğumuz için gerekli biletleri falan alacağım."
Söylenecek başka bir şey yoktu ve ayrıldık. Ben de şimdi günlük işlerimi düzene koyacağım ve başımıza gelebilecek her şeye hazırlıklı olacağım...
Daha sonra - Her şey halledildi; vasiyetim hazırlandı ve bitti. Mina, eğer hayatta kalırsa, tek vârisim. Eğer kalmazsa, bize karşı bu kadar iyi olan diğerleri vârisim olacak.
Şimdi günbatımı yaklaşıyor; Mina'nın huzursuzluğu dikkatimi çekti. Zihninde, günbatımının açığa çıkaracağı bir şeyler olduğundan eminim. Bu anlar hepimiz için sinir bozucu anlar oluyor, çünkü her gündoğumu
-586-
ve günbatımı her ne kadar Tann'nın iradesiyle iyi bir sonuca giden bir araç olsa da yeni bir tehlike yeni bir acı getiriyor. Sevgilimin şimdi bunları duymaması gerektiğinden bütün bu şeyleri günlüğüme yazıyorum; ama onlan tekrar görebileceği bir zaman gelirse, hazır olacaklar. Beni çağırıyor.
-587-
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM
DR. SEWARDIN GÜNLÜĞÜ
11 Ekim, akşam - Jonathan Harker, kendisi bu işi yapacak durumda olmadığı ve yine de tam bir kaydının tutulmasını istediği için bunu not etmemi rica etti.
Günbatımından biraz önce Bayan Harker'ı görmemiz istendiğinde, hiçbirimizin şaşırdığını sanmıyorum. Son zamanlarda, gündoğu-mu ve günbatımı zamanlarının onun belli bir özgürlük bulduğu; kendisini boyunduruk altına alan, dizginleyen ya da onu eyleme zorlayan hâkim bir güç olmaksızın eski benliğinin ortaya çıktığı zamanlar olduğunu anlamıştık. Bu ruh hali ya da durum, güneş doğmadan ya da batmadan aşağı yukarı yarım saat önce başlıyor ve güneş yükselene kadar ya da bulutlar ufkun üstünde batan güneşin ışınlarıyla parlayana kadar sürüyor. Başta, sanki bir bağ çözülüyormuş gibi olumsuz bir durum hasıl oluyor, sonra hemen ardından mutlak özgürlük geliyor; ama özgürlük bittiğinde uyarıcı bir sessizlik nöbetini takiben geri dönüş ya da kötüleşme de çabucak geliyor.
Bu gece, bir araya geldiğimizde biraz sıkıntılıydı ve kendi içinde bir mücadele verdiğini anlamamak mümkün değildi. Ben elinden geldiğince, çok büyük bir çaba sarf ettiğini fark ettim. Bununla birlikte, birkaç daki-
-589-
•p
ka için kendine tamamen hâkim oldu; ardından kocasına, kendisinin yarı uzandığı divana, yanına oturmasını işaret ederken, bizden de sandalyelerimizi daha yakına getirmemizi istedi. Kocasının elini tutarak:
"Hepimiz burada belki de son kez özgürlük içinde bir araya geldik," dedi. "Biliyorum, canım; sonuna kadar her zaman benimle olacağını biliyorum." Bunu, elini sıkı sıkı tuttuğunu gördüğümüz kocasına söylemişti. "Sabahleyin, görevimizi gerçekleştirmek için işe koyulacağız -yola çıkacağız- ve bizi nelerin beklediğini bir tek Tanrı biliyor. Yanınızda götürecek kadar iyi davranıyorsunuz bana. Belki de ruhu kaybolmuş -hayır, hayır, henüz değil ama yine de ruhu tehlikede olan; zavallı, zayıf bir kadın için cesur, dürüst adamların elinden gelen her şeyi sizin de benim için yapacağınızı biliyorum. Ama benim sizin gibi olmadığımı unutmamalısınız. Kanımda ve ruhumda beni yok etme ihtimali olan bir zehir var; bir şekilde kurtulamazsam, beni yok edecek olan bir zehir. Ah, dostlarım, ruhumun tehlikede olduğunu siz de benim kadar iyi biliyorsunuz ve bundan kurtulmanın bir yolu olduğunu bildiğim halde ne siz ne de ben o yola başvurmamalıyız!"
Sonra kocasından başlayarak ve en son yine ona dönerek sırayla hepimize yalvarırcasına baktı.
"Nedir o yol?" diye sordu Van Helsing boğuk bir sesle. "Başvurmamamız gereken, başvuramayacağımız o yol nedir?"
"O büyük kötülük tamamen yok edilmeden
-590-
önce benim kendi elimle ya da bir başkasının eliyle ölmem. Bir kez öldükten sonra, zavallı Lucy'min ruhuna yaptığınız gibi benim ölümsüz ruhumu da özgürleştirebileceğinizi ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz. Bu yolla aramda duran tek şey ölüm ya da ölüm korkusu olsaydı, hemen burada, beni seven dostların arasında ölmekten kaçınmazdım. Ama ölüm her şey değil. Önümüzde bir umut ve yapılacak daha iyi bir iş varken, böyle bir durumda ölmemin Tann'nın isteği olduğuna inanmıyorum. Bu yüzden, ben kendi adıma, sonsuz huzur ihtimalinden vazgeçiyorum ve dünyanın ya da öbür dünyanın sahip olduğu en kara şeylerin barındığı karanlığa gidiyorum!"
İçgüdüsel olarak bunun yalnızca bir başlangıç olduğunu bildiğimizden hepimiz sessiz kaldık. Diğerlerinin yüz ifadeleri sertleşmiş, Harker ise kül gibi solmuştu; belki de bundan sonra söyleyeceklerini hepimizden daha iyi tahmin ediyordu. Bayan Harker devam etti:
"Benim iade yükümlülüğüm* bu." Böyle bir yerde büyük bir ciddiyetle kullandığı bu hukuki terimi belirtmeden geçemeyeceğim. "Siz ne vereceksiniz? Canlarınızı, biliyorum," diye devam etti telaşla; "bu, cesur adamlar için kolay bir şey. Sizin canlarınız Tann'ya ait ve onları O'na verebilirsiniz; ama bana ne vereceksiniz?" Yine sorarcasına baktı, ama bu sefer kocasının yüzüne bakmaktan kaçındı. Quin-cey anlamış gibi görünüyordu; başını salladı ve Bayan Harker'ın yüzü aydınlandı. "Öyleyse,
Orj. hotch-pot: Ölen bir kişinin vârisleri arasında bölünecek olan mallan için kullanılan hukuki terim.
-591-
I
size ne istediğimi açık açık söyleyeyim, çünkü bundan sonra aramızda artık bu konuda hiçbir kuşku kalmamalı. Zamanı geldiğinde beni öldüreceğinize söz vermelisiniz, teker teker ve hepiniz -hatta, sen de, sevgili kocam."
"Ne zaman peki?" Bu ses Quincey'ye aitti, ama kısık ve gergindi.
"Yaşamaktansa ölmemim daha iyi olacağını düşünmenize sebep olacak kadar değiştiğime ikna olduğunuz zaman. Bu şekilde bedenen öldüğümde bir an bile kaybetmeden bana bir kazık çakıp başımı keseceksiniz; ya da beni huzura kavuşturacak ne gerekiyorsa, onu yapacaksınız!"
Kısa bir sessizlikten sonra ilk ayağa kalkan Quincey oldu. Bayan Harker'ın önünde diz çöktü ve elini tutarak büyük bir ciddiyetle şöyle dedi:
"Ben belki de böyle bir ayrıcalığa sahip olması gereken bir erkek gibi yaşamamış, sadece kaba bir adamım; ama kutsal saydığım ve değer verdiğim her şey üzerine size yemin ederim ki, zamanı geldiğinde bize verdiğiniz görevi yerine getirmekten kaçınmayacağım. Bunda kuşkuya yer vermeyeceğime de söz veriyorum, çünkü kuşkulanırsam bile o zamanın geldiğini anlayacağım!"
Bayan Harker hızla akan gözyaşlarının arasından yalnızca, "Benim gerçek dostum!" diyebildi ve eğilip Quincey'nin elini öptü.
"Ben de aynı şekilde yemin ediyorum, sevgili Bayan Mina'm!" dedi Van Helsing.
"Ben de!" dedi Lord Godalming. İkisi de yemin etmek için sırayla onun önünde diz
-592-
çöktüler. Ardından ben de söz verdim. Sonra kocası, solgun gözlerle ve saçlarının kar gibi beyaz rengini bastıran yeşilimsi bir renk alarak ona döndü ve sordu:
"Ben de böyle bir söz vermek zorunda mıyım, ah, kancığım?"
Dostları ilə paylaş: |