Bram Stoker Drakula



Yüklə 1,63 Mb.
səhifə35/38
tarix22.08.2018
ölçüsü1,63 Mb.
#74295
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   38

* Arşimet'in Geomatra isimli eserindeki bir satıra gönderme yapılıyor: Dos moi pou sto Kai ten gen kineso: "Bana dayanacak bir yer verin, dünyayı yerinden oynatayım."

-610-


sel olarak ve bilinçsiz bir şekilde onun nabzının üzerine kapandı:

"Kont bir suçlu ve ve suçlu tipine sahip. Nordau ile Lombroso* onu böyle sınıflandırırlardı ve Kont'un suçlu karakteriyle birlikte tam olarak gelişmemiş bir zihni var. Dolayısıyla, bir güçlükle karşılaştığında çareyi alışkanlıklarında aramak zorunda. Geçmişi bize ipucu veriyor ve bu geçmişin bizim bildiğimiz hem de kendi ağzından bir sayfası bize, Bay Morris'in deyişiyle 'başı sıkışınca,' istila etmeye çalıştığı ülkeden kendi ülkesine geri döndüğünü ve orada, amacından vazgeçmeden, yeniden saldırıya geçmek için hazırlandığını söylüyor. Daha iyi bir donanımla tekrar gitmiş ve kazanmış. Aynı şekilde Londra'ya da yeni bir ülkeyi istila etmek için geldi. Yenildi ve başaracağına dair bütün umutlarını kaybettiğinde ve varlığı tehlikeye girdiğinde, deniz yoluyla kendi ülkesine kaçtı; tıpkı önceden de Tuna Nehri'ni geçerek Türk topraklarından kaçtığı gibi."

"Güzel, güzel! Ah, siz, ne kadar zeki bir kadınsınız!" dedi Van Helsing coşkuyla, eğilip Mina'nm elini öperek. Bir an sonra sanki bir hasta odasında konsültasyon yapıyormuş gibi sakin bir şekilde bana şunları söyledi:

"Yalnızca yetmiş iki; hem de bu heyecan içinde. Umudum var." Tekrar Bayan Harker'a dönerek keskin bir beklenti içinde şöyle dedi:

Max Nordau (1849-1923): Macar hekim, romancı ve Siyonist lider; Yozlaşma (1892-1893) adlı kitabında deha ile ahlaki yozlaşma arasında bir bağ olduğunu göstermeye çalışmıştır. Cesare Lombroso (1836-1909) zaman zaman modern kriminolojinin kurucusu olarak anılır.

-611-


"Ama devam edin. Devam edin! İsterseniz, anlatacak daha çok şey var. Korkmayın: John ve ben biliyoruz. Ben her halü kârda biliyorum ve size haklı olup olmadığınızı söyleyeceğim. Korkmadan konuşun!"

"Konuşmaya çalışacağım; ama hep kendimi merkeze koyuyor gibi görünürsem beni bağışlayacaksınız."

"Hayır! Korkmayın, öyle yapmak zorundasınız, çünkü bizim düşündüğümüz de sizsiniz"

"Öyleyse, bir suçlu olduğu için bencil; zekâsı küçük olduğu ve eylemleri de bencilliği temel aldığı için kendisini tek bir amaçla kısıtlıyor. Bu acımasız bir amaç. Birliklerini katledilmeye terk ederek Tuna üzerinden kaçtığı gibi şimdi de kimseyi umursamadan güvenliğini sağlamaya kararlı. Dolayısıyla, onun kendi bencilliği, o dehşet dolu gecede beni ele geçiren korkunç güçten biraz olsun kurtarıyor ruhumu. Bunu hissettim, ah! Bunu hissettim yüce merhameti için Tann'ya şükürler olsun! Ruhum, o saatten beri hiç olmadığı kadar özgür ve peşimi bırakmayan tek endişe bir trans ya da rüya sırasında kendi amaçlan için benim bildiklerimi kullanmış olduğu korkusu." Profesör ayağa kalktı:

"Bu şekilde zihninizi kullandı bile ve bu sayede bizi burada, Varna'da bıraktı ve onu taşıyan gemi kendisini saran sisin içinde hızla, hiç kuşkusuz, bizden kaçmak için hazırlıklar yaptığı Galatz'a gitti. Ama çocuk beyni o kadar uzağı görebildi ve hep Tann'nın takdirinde olduğu gibi, bencilce kendi iyiliği için

-612-


en çok güvendiği şeyin, ona en büyük zararı vermesi de mümkün. Büyük Mezmurcu'nun* söylediği gibi kendi kurduğu tuzağa kendisi düşüyor. Şimdi bize izini kaybettirdiğini ve ona saatlerce uzak olduğumuzu düşündüğünde bencil, çocuk beyni ona uyumasını fısıldayacak. Sizin zihninizden bir şeyler öğrenme yolunu da kapattığına göre sizin de onun hakkında hiçbir şey bilemeyeceğinizi sanıyor; işte burada yanılıyor! Size verdiği o korkunç vaftiz kanı sayesinde, güneş doğarken ve batarken yaşadığınız özgürlük zamanlarında yaptığınız gibi onun ruhuna girmekte hâlâ serbestsiniz. Böyle zamanlarda onun değil benim irademle gidiyorsunuz ve sizinle diğerleri için iyi olan bu gücü, onun ellerinde acı çekerek kazandınız. Bunu bilmemesi artık çok daha kıymetli, kendisini korumak için bizim nerede olduğumuz bilgisinden mahrum bıraktı kendini. Ama biz o kadar bencil değiliz ve bütün bu karanlığın içinde, bu karanlık saatlerde Tann'nın bizimle olduğuna inanıyoruz. Onu takip edeceğiz; görevimizden vazgeçmeyeceğiz; kendimizi onun gibi olma tehlikesine atsak bile. Dostum John, bu muhteşem bir saat oldu ve yolumuzda ilerlememizde bize çok yaran dokundu. Yazıcı olup bütün bunlan yazmalısın ki, işlerinden döndüklerinde bunları dostlanmıza verebilesin, o zaman onlar da bizim bildiklerimizi bilir."

Böylece onların dönüşünü beklerken olanları yazdım ve Bayan Harker da daktilosunu yanında getirdiği için hepsini daktiloya çekti.

* Bkz. Mezmur, 69:22.

-613-


YİRMİ ALTINCI BÖLÜM

DR. SEWARDIN GÜNLÜĞÜ

29 Ekim - Bu metin, Varna'dan Galatz'a giden trende yazıldı. Dün gece hepimiz gün-batımından biraz önce toplandık. Her birimiz görevini elinden geldiğince yerine getirmişti; düşünce, eylemler ve fırsatlar bakımından, yolculuğumuzun tamamı için ve Galatz'a vardığımızda, oradaki işimiz için hazırız. Zamanı geldiğinde Bayan Harker kendisini hipnoz için hazırladı ve Van Hel-sing açısından daha önce hiç olmadığı kadar uzun süren, zorlu bir çabadan sonra, Bayan Harker transa girdi. Normalde ufak bir işaret üzerine konuşurdu ama bu sefer profesör, bir şeyler öğrenebilmek için ona kararlı sorular sormak zorunda kaldı; en sonunda cevabı geldi:

"Hiçbir şey göremiyorum; hareketsiz duruyoruz; çarpan dalga sesleri yok, yalnızca geminin halatlarına çarpan sabit bir su akıntısı var. Uzaktan ve yakından seslenen adamları ve ıskarmozlardaki küreklerin dönüp gıcırdadıklarını duyuyorum. Bir yerlerde bir silah patladı; yankısı uzaktan geliyor gibi. Yukarıdan ayak sesleri geliyor, halatlar ve zincirler sürükleniyor. O da ne? Bir ışık parıltısı var; üzerime esen havayı hissedebiliyorum."

-615-

Burada durdu. Uzandığı divandan bilinçsiz bir şekilde doğrulmuş, sanki bir ağırlık kaldırıyormuş gibi, her iki avucunu havaya kaldırmıştı. Van Helsing ve ben bunu anlayarak birbirimize baktık. Quincey hafifçe kaşlarını kaldırdı ve dikkatli dikkatli Bayan Har-ker'a baktı, bu arada Harker'm eli de içgüdüsel olarak Kukri'sinin kabzasını kavradı. Uzun bir sessizlik oldu. Hepimiz konuşabileceği zamanın geçmekte olduğunu biliyorduk; ama bir şey söylemenin de yararsız olduğunu hissediyorduk. Aniden doğrulup oturdu ve gözlerini açarak tatlı bir şekilde şöyle dedi:



"Çay almaz mıydınız? Hepiniz çok yorulmuş olmalısınız!" Elimizden onu mutlu etmekten başka bir şey gelmeyeceğinden kabul ettik. Aceleyle çay getirmeye gitti, o çıktığında Van Helsing şöyle dedi:

"Görüyorsunuz, dostlarım. O karaya yakın bir yerde; toprak sandığından çıktı. Ama daha kıyıya çıkması gerekiyor. Geceleyin bir yerlere sığınıp saklanabilir; ama birileri onu sandığıy-la birlikte kıyıya taşımazsa ya da gemi kıyıya değmezse, karaya ulaşamaz. Böyle bir durumda, eğer gece olursa, biçimini değiştirebilir ve Whitby'de yaptığı gibi kurt biçiminde zıplayarak ya da yarasa biçiminde uçarak karaya ulaşabilir. Ama eğer o karaya çıkmadan gündüz olursa, birileri tarafından taşınmadığı sürece kaçamaz. Birileri onu taşırsa da o zaman gümrük memurları sandığın içinde ne olduğunu keşfedebilir. Dolayısıyla, bu gece ya da şafaktan önce karaya çıkmazsa, tüm bir günü kaybetmiş olacak. Böyle olursa, oraya

-616-

I

zamanında varabiliriz; çünkü bu gece kaça-mazsa, gündüz vakti kimse fark etmesin diye uyanık ve görünür bir biçimde kendisi olamayacağından onu sandığında ve bizim merhametimize kalmış bir sekide yakalarız."



Söylenecek başka bir şey yoktu, bu yüzden gerisini Bayan Harker'dan öğrenebileceğimiz şafağa kadar sabırla bekledik.

Bu sabah erken saatte, soluğumuzu kesen bir endişeyle, transta vereceği cevabı bekledik. Hipnozun gelmesi öncekinden de uzun sürdü ve geldiği zaman, güneşin doğmasına o kadar kısa bir süre kalmıştı ki, umutsuzluğa kapılmaya başladık. Van Helsing bütün ruhunu harcadığı çabaya vermiş gibi görünüyordu; en sonunda, Bayan Harker onun iradesine boyun eğerek cevap verdi:

"Her yer karanlık. Gemiye çarpan ve çalkalanan dalgalan duyuyorum, benimle aynı hizada ve tahtaya sürtünen tahtanın gıcırtısını duyuyorum." Sustu ve kızıl güneş yükseldi. Bu akşama kadar beklemek zorundayız.

Böylece, bir bekleyiş ıstırabı içinde Ga-latz'a doğru ilerliyoruz. Sabah iki ile üç arasında varmamız gerekiyordu; ama daha şimdiden Bükreş'te üç saat rötar yaptık bile, bu yüzden güneş doğmadan önce oraya ulaşmamız mümkün değil. Bayan Harker'dan iki hipnotik mesaj daha alacağız; bunlardan biri ya da ikisi birden neler olup bittiği konusunda daha fazla ışık tutabilir.

Daha sonra - Günbatımı geldi ve geçti. Bereket versin ki, dikkat dağıtacak bir şeyin olmadığı bir zamanda geldi; çünkü istasyonda

-617-


olsaydık, gerekli sükûneti ve izolasyonu sağlayamazdık. Bayan Harker hipnotik etkiye bu sabahkinden çok daha zor teslim oldu. Kont'un duyularını okuma gücünün, buna tam da en çok ihtiyacımız olan zamanda yok olmasından korkuyorum. Bana hayal gücü çalışmaya başlamış gibi geliyor. Şimdiye kadar trans halindeyken yalnızca en basit gerçeklerden bahsediyordu. Eğer bu şekilde devam ederse, bizi tamamen yanlış yönlendirebilir. Eğer Kont'un onun üzerindeki gücünün bu iletişim yeteneği ile birlikte öleceğini bilsem, bu mutlu bir düşünce olurdu; ama korkarım, öyle olmayacak. Konuştuğu zaman sözleri bilmece gibiydi:

"Bir şey dışarı çıkıyor; soğuk bir rüzgâr gibi üzerimden geçtiğini hissedebiliyorum. Uzakta, adamların yabancı dillerde konuşmalarını, yüksekten dökülen suların sesini, kurtların ulumasını duyabiliyorum." Sustu, ürperdi, birkaç saniye içinde ürpertinin şiddeti öyle arttı ki, en sonunda felç geçiriyormuş gibi sarsılmaya başladı. Başka bir şey söylemedi, hatta profesörün buyurgan sorularına bile cevap vermedi. Transtan çıktığında üşümüş, yorgun ve halsizdi; ama zihni tamamıyla uyuşuktu. Hiçbir şey hatırlayamadı, ama ne söylediğini sordu; söyledikleri anlatıldıktan sonra uzun bir süre, sessizlik içinde derin derin düşündü.

30 Ekim, sabah 7 - Artık Galatz'a yaklaştık ve daha sonra yazmaya vakit bulamayabilirim. Bu sabah hepimiz endişeyle gündoğu-munu bekliyorduk. Hipnotik transı sağlama-

-618-


i

nın gittikçe zorlaştığını bildiğimizden Van Helsing bu sefer uğraşmaya her zamankinden erken başladı. Ama zamanı gelene kadar bunun hiçbir etkisi olmadı ve Bayan Harker çok daha büyük bir zorlukla, güneş doğmadan yalnız bir dakika önce teslim oldu. Profesör onu sorgulamak için hiç vakit kaybetmedi; cevabı da aynı hızla geldi:

"Her yer karanlık. Kulaklarımla aynı hizada akan suyun sesini ve tahtanın tahtaya sürterken çıkardığı gıcırtıyı duyuyorum. Uzakta sığır sesleri. Bir ses daha var, çok tuhaf bir ses, şey gibi..." durdu, yüzünün rengi gittikçe soldu.

"Devam et! Devam et! Konuş, sana emrediyorum!" dedi Van Helsing acı dolu bir sesle. Aynı zamanda gözlerinde de umutsuzluk vardı, çünkü yükselmekte olan güneş Bayan Harker'm solgun yüzüne bile kırmızı bir renk veriyordu. Gözlerini açtı ve tatlılıkla, görünüşe bakılırsa, büyük bir kaygıyla şöyle dediğinde hepimiz irkildik:

"Ah, profesör, neden benden yapamayacağımı bildiğiniz bir şeyi istiyorsunuz ki? Hiçbir şey hatırlamıyorum." Sonra, yüzlerimizdeki şaşkınlığı görünce sırayla hepimize bakıp şunları söyledi:

"Ne dedim? Ne yaptım? Hiçbir şey bilmiyorum, yalnız burada yan uyur vaziyette yatıyordum ve sizin 'Devam et! Konuş, sana emrediyorum!' dediğinizi duydum. Sanki kötü bir çocukmuşum gibi bana emir verdiğinizi duymak çok tuhaf geldi!"

"Ah, Bayan Mina," dedi profesör üzüntüy-

-619-


le, "bu ancak sizi ne kadar sevdiğimi ve saydığımı gösteren bir kanıt, eğer kanıt gerekiyorsa, bu her zamankinden daha büyük bir açıklıkla, iyiliğiniz için söylenen bir söz; söylenenlere itaat etmekten büyük gurur duyacağım." Düdükler ötüyor; Galatz'a yaklaşıyoruz. Endişe ve sabırsızlık yüzünden ateş üstündeyiz sanki.

MINA HARKER'IN GÜNLÜĞÜ

30 Ekim - Bay Morris beni, telgrafla odalarımızı ayırttığımız otele götürdü, herhangi bir yabancı dil bilmediği için yanlarından ayrılabilecek en uygun kişi oydu çünkü. Kuvvetler, Varna'da olduğu gibi dağıldı, yalnız son derece acelemiz olduğu için konumu dolayısıyla memuru hemen etkileyebilir diye ikinci konsolosla görüşmeye Lord Godalming gitti. Jonathan ile iki doktor, Çariçe Kateri-na'nın varışıyla ilgili ayrıntıları öğrenmek için gemicilik acentasına gittiler.

Daha sonra - Lord Godalming döndü. Konsolos yokmuş ve ikinci konsolos da hastaymış; dolayısıyla rutin işlerle bir memur ilgileniyormuş. Çok nazikmiş ve gücünün yettiği her yardımı yapabileceğini söylemiş.

JONATHAN HARKER'IN GÜNLÜĞÜ

30 Ekim- Saat dokuzda, Dr. Van Helsing, Dr. Seward ve ben, Londra'daki Hapgood şirketinin acentası olan Mackenzie & Stein-koff a gittik. Lord Godalming'in telgrafla be-

-620-

i

lirttiği ricasına cevaben Londra'dan, bize ellerinden gelen her tür yardımı göstermelerini isteyen bir telgraf almışlardı. Son derece iyi ve nazik davrandılar ve bizi hemen nehirdeki limanda demirlemiş olan Çariçe Katerina'ya götürdüler. Donelson isimli kaptanla orada görüştük ve bize yolculuğu anlattı. Ömrü boyunca hiç bu kadar rahat bir yolculuk yapmadığını söyledi.



"Adamım!" dedi, "Nasıl da korkuttu bizi, çünkü ortalamaya uyalım diye, bu şansımızı büyük bir talihsizlikle ödemekten korktuk. Londra'dan Karadeniz'e kadar, sanki şeytan kendi amaçlan için yelkenlerinizi şişiriyor-muş gibi, rüzgârı peşinize takıp gelmeniz doğal bir şey değil. Ve bir süre hiçbir şey göremedik. Bir gemiye, limana ya da buruna yaklaştığımız zaman üzerimize bir sis çöküyordu ve ancak sis kalktıktan sonra bir şey görebiliyorduk. Cebelitank'ı sinyal gönderemeden geçtik ve Çanakkale Boğazı'na gelip de geçiş iznimizi beklemek zorunda kalana kadar hiç kimseyi görmedik. Başta yelkenleri indirip sis kalkana kadar beklemeyi düşündüm, ama bu arada şeytan bizi Karadeniz'e çabuk götürmeye karar verdiyse, bunu yelkenleri indirsek de indirmesek de başaracağını düşündüm. Çabuk yol alırsak, geminin sahipleri bundan hoşnutsuz olmayacaklardı ya da deniz trafiğini bozmayacaktık ve işini gören ihtiyar* onu engellemediğimiz için bize minnettar kalacaktı." Bu basitlik ve kurnazlık, batıl inanç ve ticari mantık karışımı, Van Helsing'i harekete

• Şeytan.

-621-

geçirdi ve profesör şöyle dedi: "Dostum, o şeytan kimilerinin sandığından daha zeki ve dengine düştüğü zaman onu tanır!" Bu iltifat kaptanın hoşuna gitti ve devam etti:



"İstanbul Boğazı'nı geçtiğimizde adamlar homurdanmaya başladılar, bazı Romenler geldiler ve Londra'dan yola çıkmadan hemen önce tuhaf görünüşlü yaşlı bir adam tarafından güverteye konulan büyük sandığı denize atmamı istediler. Adama dik dik baktıklarını ve onu gördüklerinde kemgözden korunmak için iki parmaklarını kaldırdıklarını görmüştüm. Adamım! Şu yabancıların batıl inançları gerçekten de gülünç oluyor! Onları çabucak işlerinin başına yolladım, ama üzerimize sis çöktükten hemen sonra, sanki bir şeyin peşindeymişler gibi hissettim, ama bunun büyük sandıkla ilgili olup olmadığını çıkaramadım. Eh, yolumuza devam ettik ve sisin kalkmadığı beş gün boyunca rüzgârın bizi götürmesine izin verdim; çünkü şeytan bir yere yetişmek istiyorsa eh, her durumda yetişirdi. Ve eğer gidemezse de, eh, bir şekilde gözümüzü dört açacaktık. Şurası kesin ki, rahat yol aldık ve su da sürekli derindi ve iki gün önce, sisin içinden sabah güneşi doğduğu zaman kendimizi Galatz'ın karşısındaki nehirde bulduk. Romenler çıldırmış gibiydi ve benden ne olursa olsun sandığı çıkarıp nehre atmamı istediler. Onlara kızdım ve demir uçlu bir manivelayla olaya müdahale etmek zorunda kaldım; sonuncusu da kafasını tutarak yerden kalktığında, kemgöz olsun ya da olmasın, gemi sahiplerinin mallan ya da

-622-


emanetlerinin benim ellerimde, Tuna'nın dibinde olduğundan daha güvende olduğu konusunda ikna etmiştim onları. Dikkatinizi çekerim, sandığı nehre atmak için güverteye çıkarmışlardı bile ve üzerinde Varna yoluyla Galatz yazdığı için sandığı limanda indirip ondan tamamen kurtulana kadar güvertede kalmasının daha iyi olacağını düşündüm. O gün fazla yük boşaltmadık ve geceleyin demirleyip beklemek zorunda kaldık; ama sabahın köründe, güneş doğmadan bir saat önce, elinde kendisine İngiltere'den yollanmış bir emirle, birisi Kont Drakula adına gönderilen bir kutuyu almaya geldi. Teslim almak için gerekli şeyleri hazırdı. Belgeleri eksiksizdi ve ben de lanet şeyden kurtulacağım için memnundum, çünkü o sandık beni de huzursuz etmeye başlamıştı. Eğer şeytan gemiye bagajını koyduysa, bu o sandıktan başkası olamaz, diye düşünüyordum!"

"Sandığı alan adamın adı neydi?" dedi Dr. Van Helsing, gergin bir sabırsızlıkla.

"Size hemen söyleyeyim!" dedi ve kamarasına inerek "Immanuel Hildesheim" adıyla imzalanmış bir makbuz getirdi. Adamın adresi, Burgen-strasse, 16 numara idi. Kaptanın bütün bildiğinin bundan ibaret olduğunu anladık; bunun üzerine teşekkür ederek oradan ayrıldık.

Hildesheim'ı ofisinde bulduk; koyun gibi burnu olan, fes takmış, daha çok Adelphi tipinde bir İbrani. İtirazları parayla noktalandı. Noktalamayı biz yaptık ve biraz pazarlıktan sonra bildiklerini anlattı. Bildikleri ba-

-623-

sit, ama önemli şeylerdi. Londra'daki Bay de Ville'den bir mektup almıştı, bu mektupta Çariçe Katerina ile Galatz'a gelecek olan bir sandığı, eğer mümkünse, gümrükten kaçırmak için gündoğumundan önce teslim alması isteniyormuş. Bunu, nehirden limana taşımacılık yapan Slovaklarla iş yapan Pet-rof Skinsky adında birine teslim etmesi gerekiyormuş. Bu işin ücretini İngiliz parası olarak almış ve para da Uluslararası Tuna Bankası'nda altına çevrilmiş. Skinsky kendisini görmeye geldiğinde, hamal masrafından kurtulmak için onu doğruca gemiye götürmüş ve sandığı ona teslim etmiş. Başka da bir şey bilmiyormuş.



Sonra Skinsky'yi aradık, ama bulamadık. Görünüşe bakılırsa, ona karşı çok da büyük sevgi beslemeyen bir komşusu iki gün önce bir yere gittiğini, ama nereye gittiğini kimsenin bilmediğini söyledi. Bunu ev sahibi de doğruladı. Bir haberci ile kendisine evin anahtarı ve kira borcunu -İngiliz parası olarak-göndermişti. Bu, önceki gece on ile on bir arasında olmuştu. Yine yolumuz tıkanmıştı.

Biz konuşurken birisi nefes nefese, koşarak geldi ve Skinsky'nin cesedinin Aziz Peter Kilisesi'nin avlusunda bulunduğunu söyledi. Boğazı, sanki vahşi bir hayvan tarafından parçalanmıştı. Bizim konuştuğumuz insanlar dehşet sahnesini görmeye koştular, kadınlar, "Bu bir Slovak'ın işi!" diye haykırmaya başladılar. Biz de bir şekilde bu meselenin işe karışıp tutuklanmaktan korkarak oradan uzaklaştık.

-624-

Belli bir sonuca varamamıştık. Hepimiz sandığın, nehir üzerinden bir yere gitmekte olduğu konusunda ikna olmuştuk; ama bu yerin neresi olduğunu bulmamız gerekiyordu. Üzüntü içinde otele, Mina'mn yanına döndük.



Bir araya geldiğimizde, konuştuğumuz ilk şey Mina'ya yine her şeyi anlatmak gerektiği oldu. İşler giderek umutsuz bir hal alıyordu ve tehlikeli olmasına rağmen bu bize en azından bir şans veriyordu. İlk adım olarak ona verdiğim sözden muaf tutuldum.

MINA HARKER İN GÜNLÜĞÜ

30 Ekim, akşam - O kadar yorulmuşlar, bitkin düşmüşlerdi ve cesaretleri o kadar kırılmıştı ki, onlar biraz dinlenene kadar yapacak bir şey yoktu; bu yüzden, ben şu ana kadar olan her şeyin kaydını tuttuğum sırada yarım saat uzanmalarını söyledim. "Yolcu" daktilosunu icat eden adama ve bana bu daktiloyu aldığı için de Bay Morris'e çok minnettarım. Kalemle yazmak zorunda kalsay-dım, kendimi oldukça şaşkın hissederdim...

Hepsi bitti; zavallı, sevgili, Jonathan, ne acılar çekmiş ve şimdi de çekiyor olmalı! Divanda yatıyor ve neredeyse nefes bile almıyor, bütün vücudu çökmüş gibi görünüyor. Kaşları çatılmış ve acıdan yüzü gerilmiş. Zavallı adam, belki de düşünüyor ve düşüncelerinin ağırlığından bütün yüzünün kırıştığını görebiliyorum. Ah! Keşke bir yardımım dokunabil-seydi.... Elimden geleni yapacağım...

-625-

Dr. Van Helsing'den rica ettim ve bana henüz görmediğim bütün belgeleri getirdi... Onlar dinlenirken hepsinin üzerinden dikkatle geçeceğim, belki bir sonuca ulaşabilirim. Profesörü örnek almaya çalışacağım ve önümdeki gerçekler hakkında önyargısız bir şekilde düşünmeye çalışacağım...



Tanrı'nın izniyle bir şey keşfettiğime inanıyorum. Haritaları getirip inceleyeceğim.

Haklı olduğumdan her zamankinden fazla eminim. Vardığım yeni sonuç hazır; bu yüzden herkesi bir araya toplayacağım ve bunu onlara okuyacağım. Onlar bunu değerlendirebilirler; her şeyi eksiksiz yazmak iyi olur ve geçen her dakika çok değerli.

MINA HARKER'IN NOTU

(Günlüğüne Kaydedilmiştir)

Araştırma Zemini - Kont Drakula'nın sorunu, kendi mekânına geri dönmek.

(a) Birileri tarafından geri götürülmek zorunda. Bu açıkça ortada; çünkü dilediği gibi hareket edebilme gücü olsaydı; insan, kurt, yarasa olarak ya da başka bir biçime girerek gidebilirdi. Belli ki, yakalanmaktan ya da işine karışılmasından korkuyor; böyle aciz durumdayken ki öyle olmalı gündoğumundan günba-tımına kadar tahta sandığında hapsoluyor.

(b) Nasıl götürülecek? Burada bir yöntemi dışarıda bırakmak bize yardımcı olabilir. Karayoluyla mı, demiryoluyla mı, su yoluyla mı?

1. Karayolu - Sayısız güçlük var, özellikle de şehri terk ederken.

-626-

a) İnsanlar var ve insanlar meraklıdır, sorular sorarlar. Sandığın içinde ne olduğuna dair en ufak bir ipucu, tahmin ya da kuşku onu mahvedebilir.



b) Önünden geçmesi gereken gümrük ya da şehre giriş vergisi memurları var ya da olabilir.

c) Peşindekiler onu takip edebilir. Bu en büyük korkusu ve yakalanmamak için kurbanını -beni!- bile elinden geldiğince kendisinden uzaklaştırdı.

2. Demiryolu - Kutunun başında hiç sorumlu kimse olmaz. Trenin rötar yapması ihtimalini göze almak zorunda kalır ve peşinde düşmanları varken, gecikme ölümcül olur. Geceleyin kaçabileceği doğru; ama kaçabileceği bir sığınak olmadan yabancı bir yere bırakılırsa, ne yapar? Amacı bu değil ve risk almak istemiyor.

3. Su yolu - Bir açıdan en güvenli, ama başka bir açıdan da en tehlikeli yol bu. Geceleri saymazsak, su üzerindeyken güçsüz kalıyor; ama o zaman bile sisi, fırtınayı, kan ya da kurtlarını çağırabilir. Ama bir kaza geçirip suya düşerse, yaşayan su onu, çaresiz, içine çekip yutar; işte o zaman gerçekten mahvolur. Tekneyi karaya sürebilir; ama burası dilediği gibi hareket edemeyeceği düşman bir topraksa, yine çaresiz kalır.

Kayıtlardan su üzerinde olduğunu biliyoruz; dolayısıyla bunun hangi su olduğunu belirlememiz gerekiyor.

İlk anlamamız gereken, şimdiye kadar ne

-627-

yaptığı; böylece bir sonraki işinin ne olduğuna ışık tutabiliriz.



İlk olarak, genel eylem planının bir parçası olarak Londra'yken, zamanı darken ve her şeyi elinden geldiğince iyi bir şekilde ayarlamak zorundayken yaptıklarını göz önüne almalıyız.

İkinci olarak, elimizdeki bulgulara dayanarak, tahmin edebildiğimiz kadarıyla burada neler yaptığını düşünmeliyiz.

İlki ile ilgili olarak; belli ki Galatz'a gelmek niyetindeydi ve İngiltere'den kaçış yolunu öğ-renemeyelim diye bizi yanıltmak için faturayı Varna'ya gönderdi; o zaman en acil ve tek amacı kaçmaktı. Bunun kanıtı, Immanuel Hildesheim'a gönderdiği ve sandığı gündoğumundan önce gemiden indirip götürmesini isteyen talimat mektubu. Bir de Petrof Skinsky'ye gönderdiği talimatlar var. Bunu ancak tahmin edebiliyoruz; ama Skinsky, Hildesheim'a gittiğine göre bir mektup ya da mesaj olmalı.

Şimdiye dek planlarının başarıya ulaştığını biliyoruz. Çariçe Katerina olağanüstü hızlı bir yolculuk yaptı -öyle ki, Kaptan Donelson bundan kuşkulandı; ama batıl inançlarını kurnazlıkla birleştirerek Kont'un oyununu onun için oynadı, rüzgârı arkasına alarak sislerin içinde ilerledi ve en sonunda hiçbir şey görmeden kendisini Galatz'da buluverdi. Böylece Kont'un her şeyi iyi ayarladığı kanıtlanmış oluyor. Hildesheim sandığı gemiden indirdi ve Skinsky'ye teslim etti. Skinsky sandığı aldı ve burada izini kaybediyoruz.

-628-

Yalnızca, o sandığın su üzerinde bir yerlerde yolculuk ettiğini biliyoruz. Böylece, gümrük ve şehre giriş vergisi memurlarından kurtulmuş oluyor.



Şimdi, Kont'un geldikten sonra, karada, Galatz'da ne yaptığına geliyoruz.


Yüklə 1,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   38




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin