Bram Stoker Drakula



Yüklə 1,63 Mb.
səhifə37/38
tarix22.08.2018
ölçüsü1,63 Mb.
#74295
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   38


"Yol bu."

"Nereden biliyorsunuz?" diye sordum.

"Elbette, biliyorum," dedi ve bir duraksamadan sonra ekledi: "Jonathan'ım buraya gelip, yolculuğunu anlatmadı mı?"

Başta bunun biraz tuhaf olduğunu düşündüm, ama kısa bir süre sonra buna benzer bir yolun yalnızca bir tane olduğunu gördüm. Çok az kullanılmıştı ve Bukovina-Bist-ritz arasındaki, daha geniş ve sert olan, ayrıca daha çok kullanılan araba yolundan çok farklı görünüyordu.

Böylece bu yola saptık; yol başka yollarla kesiştiği zaman -bunların yol olduğundan her zaman için emin olamıyorduk çünkü çok bakımsızdılar ve hafif bir kar yağmıştı- bir tek atlar hangisine sapacaklarını biliyorlardı. Dizginleri koyverdim ve sabırla ilerlemeye

-647-


I

devam ettiler. Yavaş yavaş Jonathan'ın o muhteşem günlüğünde yazdığı her şeyi görüyorduk. Sonra uzun, saatler boyunca devam ettik. Başta, Bayan Mina'ya uyumasını söyledim; denedi ve başardı. Durmadan uyuyordu; en sonunda kuşkulanmaya başladım ve onu uyandırmaya çalıştım. Ama uyumaya devam etti ve uğraşmama rağmen onu uyan-dıramadım. Ona zarar vermekten korkarak, çok zorlamak istemiyorum; çünkü çok fazla acı çektiğini ve böyle bir zamanda uykunun onun için en iyisi olduğunu biliyordum. Sanırım, ben de uyuyakalmışım, çünkü aniden kendimi fena bir şey yapmışım gibi kötü hissettim; dizginler elimde, irkilerek uyandım ve güzel atların her zamanki gibi koşturmaya devam ettiklerini anladım. Bayan Mina'ya baktım ve hâlâ uyumakta olduğunu gördüm. Artık günbatımına az kalmıştı ve karların üzerinde güneşin ışınlan büyük, sarı bir sel gibi akıyor, böylece dağların dik bir şekilde yükseldiği yerlerde uzun gölgeler salıyoruz. Devamlı tırmanıyoruz ve her şey o kadar vahşi ve kayalık ki, sanki dünyanın sonuna gelmişiz gibi.

Sonra Bayan Mina'yı kaldırdım. Bu sefer fazla zorlanmadan uyandı ve onu hipnotize etmeye çalıştım. Ama uyumadı. Yine de denedim durdum ve en sonunda, birdenbire kendimi karanlıkta buldum, sonra çevreme bakındım ve güneşin batmış olduğunu gördüm. Bayan Mina güldü ve dönüp ona baktım. Şimdi tamamen uyanıktı ve Carfax'ta Kont'un evine ilk kez girdiğimiz geceden beri

-648-


onu ilk kez bu kadar iyi gördüm. Şaşırdım ve huzursuz oldum; ama o kadar canlı, bana karşı o kadar şefkatli ve düşünceliydi ki, bütün korkumu unuttum. Bir ateş yaktım, çünkü yanımızda odun getirmiştik ve ben atlan çözüp, besleyip hazırlarken, o yemek hazırlayacaktı. Ateşin yanına döndüğümde Bayan Mina yemeğimi hazırlamıştı. O da yesin diye yanına gittim; ama gülümseyerek kendisinin çok acıktığı için bekleyemediğini ve yediğini söyledi. Bu hoşuma gitmedi, ciddi ciddi şüpheye düştüm; ama onu huzursuz etmek istemedim, bu yüzden sesimi çıkarmadım. Bana servis yaptı ve yemeğimi yalnız yedim; sonra kürklerimize sannıp ateşin yanına uzandık. Ona ben nöbet tutarken uyumasını söyledim. Ama biraz sonra nöbeti tamamen unutup uyumuşum ve birdenbire uyanıp nöbette olduğumu hatırlayınca onu sessizce, ama tamamen uyanık bir şekilde yatarken buldum; o parlak gözleriyle bana bakıyordu. Aynı şey iki kez daha oldu ve sabaha kadar iyi bir uyku çektim. Uyandığımda onu hipnotize etmeye çalıştım; ama ne yazık ki, itaatkâr bir şekilde gözlerini kapasa da hipnoza giremiyordu. Sonra güneş yükseldi, yükseldi, yükseldi ve uykusu geldiğinde çok geç olmuştu, ama bu o kadar ağır bir uykuydu ki, onu uyandı-ramıyordum. Atlan arabaya koşup her şeyi hazırladıktan sonra onu uyurken arabaya taşımak zorunda kaldım. Bayan Mina uyumaya devam etti, uyudu, uyudu; uykusunda her zamankinden daha sağlıklı, daha canlı görünüyordu. Bundan da hoşlanmadım. Korku-

-649-


yorum, korkuyorum, korkuyorum! Her şeyden düşünmekten bile korkuyorum; ama yoluma devam etmek zorundayım. Bu bir ölüm kalım meselesi, hatta bundan da fazlası ve gerilememeliyiz.

5 Kasım, sabah - Her şeyi tam olarak anlatayım, çünkü seninle beraber bazı tuhaf şeyler görmüş olsak da başta benim, yani Van Helsing'in aklını kaçırdığını -yaşadığım sayısız dehşetin ve uzun süredir sinirlerimin gerginlik içinde olmasının en sonunda beynimi etkilediğini- düşünebilirsin.

Dün, bütün gün yolculuk ettik, gittikçe dağlara daha çok yaklaşıyor ve çok daha vahşi ve ıssız topraklara giriyoruz. Birbiri içine geçmiş büyük uçurumlar, çağlayanlar var ve doğa zaman zaman karnaval yaşıyor gibi görünüyor. Bayan Mina hâlâ mütemadiyen uyuyor ve ben acıkıp karnımı doyurmama rağmen yemek yemesi için bile onu uyandıramadım. Vampir'in vaftiziyle lekelendiği için bu yerin ölümcül büyüsünün onu etkilediğinden korkmaya başladım. "Eh," dedim kendi kendime, "eğer bütün gün uyuyacak olursa, ben de bütün gece uyumam." Engebeli bir yolda -çünkü yol çok eski ve bozuktu- ilerlerken başımı eğdim ve uyudum. Yine bir suçluluk ve zamanın akıp gittiği duygusuyla uyandım ve Bayan Mi-na'nın hâlâ uyuduğunu ve güneşin batmakta olduğunu gördüm. Ama bütün manzara değişmişti; birbiri içine geçmiş dağlar daha uzakta görünüyordu ve zirvesinde Jonat-han'ın günlüğünde anlattığı gibi bir şatonun

-650-


bulunduğu dik bir tepeye tırmanıyorduk. Aynı anda hem sevindim, hem de korktum; çünkü artık, iyi ya da kötü, sona yaklaşıyorduk. Bayan Mina'yı uyandırdım ve yine hipnotize etmeye çalıştım; ama ne yazık ki hiçbir sonuç alamadım. Sonra, büyük karanlık üzerimize çökmeden önce -çünkü günbatı-mından sonra bile gökyüzü batmış günün ışığını, karların üzerine yansıtıyor ve bir süre alacakaranlık oluyor- atlan çözdüm ve kuruluğa çektim. Ateş yaktım ve uyanmış ve her zamankinden de sevimli görünen Bayan Mina'yı battaniyelere sararak ateşin yanına oturttum. Yemeği hazırladım; ama Bayan Mina sadece acıkmadığını söyledi ve yemedi. Bir yararı olmayacağını bildiğimden onu zorlamadım. Ama ben yedim, çünkü artık her şeye karşı güçlü olmak zorundaydım. Sonra, neler olabileceğinden korkarak onu rahatlatmak için Bayan Mina'nın oturduğu yerin çevresine bir çember çizdim ve iyi bir koruma sağlamak için biraz Kutsal Ekmeği ince ince ufalayarak çemberin üzerine serptim. Bütün bu süre boyunca kıpırdamadan ölü gibi kıpırtısız oturdu ve gittikçe rengi attı, kar gibi bembeyaz kesildi ve tek kelime etmedi. Ama yanına yaklaştığımda bana tutundu ve zavallıcığın tepeden tırnağa titrediğini hissederek acı duydum. Biraz sonra, daha da sessizleştiğinde şöyle dedim:

"Ateşin başına gelmeyecek inisiniz?" Çünkü ne yapabileceğini görmek istiyordum. İtaatkâr bir şekilde ayağa kalktı, ama bir adım attıktan sonra durdu ve çarpılmış gibi kalakaldı.

-651-

"Neden devam etmiyorsun?" dedim. Başını iki yana salladı ve geri dönerek yerine oturdu. Sonra uykudan yeni uyanmış biri gibi gözlerini kocaman açarak bana baktı ve sadece "Yapamıyorum!" deyip sustu. Sevindim, çünkü onun bir şeyi yapamıyorsa, bizim korktuklarımızı da yapamayacağını biliyordum. Bedeni tehlikede olsa da ruhu henüz güvendeydi!



Kısa bir süre sonra atlar kişnemeye ve yularlarını çekiştirmeye başladılar, ta ki yanlarına gidip onları sakinleştirene kadar. Ellerimi üstlerinde hissettikleri zaman sevinçle, alçak sesle sızlandılar, ellerimi yaladılar ve bir süre için sakinleştiler. Gece boyunca, doğadaki her şeyin zayıfladığı o soğuk saate kadar pek çok kez yanlarına gitmem gerekti ve her seferinde yanlarına gidişim onları sakinleştirdi. Hava iyice soğuduğunda, ateş sönmeye başladı ve ben de ateşi canlandırmak için çemberden dışarı çıkmaya hazırlanıyordum, çünkü kar artık tipi şeklinde ve soğuk bir sisle geliyordu. Karanlığın içinde bile, kann üzerinde ışığa benzer bir şey vardı, sanki kar taneleri ve sis dalgalan, peşlerinde giysileri sürüklenen kadın şekillerine dönüştü. Her şey amansız, ölüm sessizliği içindeydi, yalnızca atlar, sanki çok kötü bir şeyden korkarmış gibi kişniyor, geri çekiliyordu. Korkmaya başladım -dehşet verici bir korkuydu bu; ama sonra içinde bulunduğum çemberin verdiği güvenle rahatladım. Aynı zamanda, gece, karanlık, yaşadığım huzursuzluk ve bütün o korkunç endişeler yüzünden hayal gördüğümü düşünmeye başlamıştım. Sanki Jonathan'ın yaşadığı bütün o

-652-


I

korkunç şeyler üzerine yazdıklan beni aldatıyordu; çünkü kar taneleri ve sis tekrar dönmeye başlamıştı, ama sonunda Jonathan'ı öpmüş olabilecek o kadınlann gölgeli görüntülerine büründü. Sonra atlar gittikçe daha çok çökerek sindiler ve insanların acı içinde inlemesi gibi, dehşet içinde inlediler. Artık korkmak için bile halleri kalmamış, iplerini kopa-np kaçmaya bile kalkışmamışlardı. O ucube şekiller yaklaşıp etrafımızı sardıklarında sevgili Bayan Mina için korktum. Ona baktım, ama o sakin sakin oturuyordu, bana gülümsedi; ateşi canlandırmak için çemberden çıkmaya kalktığımda beni yakaladı ve geri çekti; rüyadaymış gibi alçak bir sesle fısıldadı:

"Hayır! Hayır! Dışan çıkmayın. Burada güvendesiniz!" Ona döndüm ve gözlerinin içine bakarak şöyle dedim:

"Ama ya siz? Ben sizin için korkuyorum!" Bunun üzerine güldü tiz ve tüyler ürperten bir gülüştü bu ve şöyle dedi:

"Benim için mi korkuyorsunuz! Benim için neden korkasınız ki? Onlara karşı, dünyanın başka hiçbir yerinde, burada olduğum kadar güvende olamam." Ben bu sözlerle ne demek istediğini merak ederken yükselen rüzgâr, alevlerin harlanmasına sebep oldu ve alnındaki kırmızı yara izini gördüm. İşte o zaman, anladım! Anlamasaydım da kısa bir süre sonra öğrenecektim zaten, çünkü döne döne ilerleyen sis ve kann içindeki şekiller bize yaklaşmış, ama Kutsal çemberin dışında durmuşlardı. Sonra maddeleşmeye başladılar ve en sonunda -eğer Tann aklımı başımdan al-

-653-


madıysa, çünkü kendi gözlerimle gördüm-Jonathan'ın odada gördüğü, boğazını öpmeye kalkan üç kadının etten kemikten bir şekilde önümde durduğunu gördüm. Sallanan yuvarlak hatlarını, parlak sert gözlerini, beyaz dişlerini, kırmızı yanaklarını ve şehvetli dudaklarını tanıdım. Zavallı Bayan Mina'ya gülümsediler ve gecenin sessizliğinde yankılanan kahkahalarla kollarını açarak ona doğru uzattılar, Jonathan'ın dediği gibi, cam kadehlerin dayanılmaz çınlaması gibi tatlı bir ses tonuyla şöyle dediler:

"Gel, kardeşim. Bize gel. Gel! Gel!" Korku içinde zavallı Bayan Mina'ma döndüm ve yüreğim mutluluktan bir alev topu oluverdi; çünkü ah! onun tatlı gözlerindeki dehşet, tiksinti ve korku, yüreğime bir umut masalı anlattı. Henüz onlardan biri olmadığı için Tan-n'ya şükürler olsun. Yanımda duran odunlardan birini kaptım ve bir parça Kutsal Ek-mek'i uzatarak ateşe doğru ilerledim. Geri çekildiler ve tıslar gibi, iğrenç kahkahalarla güldüler. Ateşi besledim, onlardan korkmuyor-dum, çünkü çemberin içinde güvende olduğumuzu biliyordum. Bu şekilde silahlanmışken ne bana ne de çemberin içindeki Bayan Mina'ya yaklaşamazlardı; onlar çemberin içine giremediği gibi Bayan Mina da dışarı çıkamazdı. Atlar inlemeyi kestiler, yerde kıpırdamadan yatıyorlardı; kar yumuşak yumuşak üstlerine dökülüyordu ve gittikçe beyazlaşı-yorlardı. Zavallı hayvanlar için artık korkunun sona erdiğini anladım.

Ve şafağın kızıl ışıklan karın kasvetinin

-654-


üzerine düşmeye başlayana kadar böyle kaldık. Perişan bir haldeydim ve korkuyordum, acı ve dehşet içindeydim; ama o güzelim güneş ufukta yükselmeye başladığında, benim için hayat geri döndü. Şafağın ilk ışıklarıyla birlikte, korkunç şekillerle dönüp duran sis karın içinde kayboldu; karanlık bir saydamlık taşıyan halkalar halinde şatoya doğru süzüldüler ve gözden kayboldular.

Şafak sökmeye başlayınca içgüdüsel olarak onu hipnotize etmeyi düşünerek Bayan Mina'ya döndüm; ama ani; derin bir uykuya dalmış yatıyordu ve onu uyandıramadım. Onu uykusunda hipnotize etmeyi denedim, ama tepki vermedi ve gün doğdu. Hâlâ yerimden kıpırdamaya korkuyordum. Ateşimi yaktım ve atlara baktım; hepsi ölmüştü. Bugün burada yapacak çok işim var ve güneş iyice yükselene kadar bekleyeceğim; çünkü o güneşin, kar ve sis onu görünmez kılsa da, tek güvencem olacağı yerlere gitmem gerekecek.

Kahvaltı edip gücümü toplayacağım ve sonra korkunç işime başlayacağım. Bayan Mina hâlâ uyuyor ve Tann'ya şükür, uykusunda huzurlu görünüyor...

JONATHAN HARKERIN GÜNLÜĞÜ

4 Kasun, akşam - Teknenin kaza yapması bizim için korkunç bir şey oldu. Kaza olmasaydı, Kont'un teknesine çoktan yetişmiştik ve sevgili Mina'm şimdi özgürlüğüne kavuşmuştu. Onun o korkunç yerin yakınlarındaki tepelerde olduğunu düşünmek beni korkutu-

-655-


yor. At bulduk ve karadan gidiyoruz. Bunu Godalming hazırlanırken yazıyorum. Silahlarımız var. Szgany'ler savaşmak isterlerse, dikkatli olmaları gerekecek. Ah, keşke Morris ile Seward da yanımızda olsaydı. Umut etmekten başka bir şey yapamayız! Eğer daha fazlasını yazamazsam, hoşça kal Mina! Tanrı seni korusun ve kutsasın.

DR. SEWARD IN GÜNLÜĞÜ

5 Kasım - Şafakla beraber, nehirden bir arabayla hızla uzaklaşmakta olan Szgany topluluğunu gördük. Arabayı çevrelemişler, telaşla ilerliyorlardı. Hafif hafif kar yağıyor ve havada garip bir heyecan var. Bu bizim kendi heyecanımızdan olabilir, ama keyifsizlik garip bir şey. Uzaktan kurtların uluması geliyor; kar onları dağlardan aşağı indiriyor ve hepimizin, dört bir yanı tehlikelerle çevrili. Atlar neredeyse hazır ve birazdan yola çıkıyoruz. Birisinin ölümüne gidiyoruz. Bunun kim ya da ne olacağını, nerede, ne zaman ve nasıl olacağını ancak Tanrı bilir...

DR. VAN HELSINGİN NOTU

5 Kasun, öğleden sonra - En azından aklım başımda. Her halü kârda bunun için Tann'ya şükürler olsun, ama bunun sınanması korkunç oldu. Bayan Mina'yı kutsal çemberin içinde uyur bırakıp şatoya gittim. Veresti'de arabaya aldığım demirci çekici işe yaradı; bütün kapılar açıktı, ama ben içeri girdikten

-656-


sonra bir daha dışarı çıkamayayım diye kötü niyetli biri tarafından ya da kötü bir tesadüf sonucu kapanmalarını engellemek için hepsini paslı menteşelerinden söktüm. Burada Jo-nathan'ın acı tecrübelerinin bana faydası dokundu. Günlüğüne yazdıklarım hatırlayarak eski şapele giden yolu buldum; çünkü işimin orada olduğunu biliyordum. Şapelin boğucu bir havası vardı; zaman zaman başımı döndüren kükürtlü bir duman vardı sanki. Ya kulaklarımda bir uğultu vardı ya da uzaktan kurtların ulumasını duyuyordum. Sonra sevgili Bayan Mina aklıma geldi ve kendimi çok kötü hissettim. İkilem beni boynuzlarının arasına almıştı. Onu bu yere getirmeye cesaret edememiştim, çevresine kutsal çemberi çizerek güvenli bir durumda bırakmıştım, ama yine de kurtlar gelebilirdi! Benim işimin burada olduğuna karar verdim, kurtlara gelince bu Tann'nın isteğiyse, boyun eğmek zorundaydık. Ne olursa olsun, bu yalnızca ölüm ve onun ötesinde özgürlük anlamına geliyordu. Bu yüzden, onun adına bir seçim yaptım. Kendi adıma olsaydı, bu seçim kolay olurdu; Vampir'in mezanndansa kurdun midesinde yatmak daha iyiydi! Böylelikle tercihimi işime devam etmekten yana kullandım.

En azından üç mezar bulmam gerektiğini biliyordum -şu anda kullanılan mezarlar- bu yüzden aradım, aradım ve bir tanesini buldum. Kadın, Vampir uykusunu uyuyordu, o kadar hayat doluydu ve öyle şehvetli bir güzelliği vardı ki, sanki cinayet işlemeye gelmişim gibi ürperdim. Ah, eski günlerde bu tür

-657-

şeyler olurken, benim gibi, böylesi görevleri yerine getirmek üzere yola çıkan pek çok adamın en sonunda yüreklerinin, sinirlerinin buna elvermediğine hiç şüphem yok. Böylelikle, işlerini geciktirmişler de geciktirmişlerdir, ta ki şehvet düşkünü Ölümden Dönmüşler'in iffetsiz güzelliği ve büyüleyiciliği onları büyüleyene kadar ve orada öylece durmuşlar da durmuşlardır, ta ki günbatımı gelip de Vampir uykusu sona erene kadar. Sonra güzel kadının güzel gözleri açılmış, aşkla bakmış ve şehvetli ağzı bir öpücük almak istemiştir -ve adam da zayıf düşmüştür. Ve Vampir saflarına bir kurban daha eklenmiş ve Ölümden Dönmüşler'in amansız ve korkunç ordusu bir kişi daha çoğalmıştır!..



Ben böyle sadece bir tanesinin önünde et-kilenmişsem, bir büyü olduğu kesin; hem de geçen zamanla aşınmış ve yüzyılların tozuyla ağırlaşmış bir mezarda yatıyor ve etrafta Kont'un sığınaklanndakine benzer iğrenç bir koku var. Evet, etkilendim -ben, Van Hel-sing, onca kararlılığıma ve nefret güdüme rağmen- ben de yetilerimi felç eden ve ruhumu engelleyen bir gecikme özlemi ile etkilendim. Doğal bir uyku ihtiyacının ve havadaki garip ağırlığın beni bunaltmaya başlamasından olabilir. Kesinlikle uyuyakalmak üzereydim, tatlı bir büyüye teslim olan biri gibi gözlerim açık uyumak üzereydim ki tam o sırada karın durgunlaştırdığı havanın içinden uzun, derinden bir feryat geldi; öyle acıydı ve merhamet hissi uyandırıyordu ki, bir boru sesi gibi beni uyandırdı.

-658-


Çünkü duyduğum Bayan Mina'nın sesiydi. Sonra tekrar iğrenç işime asıldım ve mezar kapaklarını kaldırarak gelinlerden birini daha, esmer olanı da buldum. Bir kez daha büyülenmemek için durup bu geline bakmaya cesaret edemedim; aramaya devam ettim ve kısa süre sonra, Jonathan'ın gördüğü gibi sis zerrecikleri arasında maddeleştiğini gördüğüm, çok sevilen diğer sansın gelin için yapılmış büyük, yüksek bir mezar buldum. O kadar hoş, o kadar güzel ve o kadar şehvetli görünüyordu ki, cinsimi onun cinsinden birini sevmeye ve korumaya çağıran içimdeki erkeklik içgüdüsü yeni bir duyguyla başımı döndürdü. Ama Tan-n'ya şükürler olsun ki, sevgili Bayan Mina'mın ruhunun feryadı daha kulaklarımdan silinmemişti ve büyüye kapılmadan önce, vahşi görevim için cesaretimi topladım. Bu zamana kadar şapelde bulabildiğim bütün mezarlara bakmıştım ve geceleyin çevremize yalnızca bu üç Ölümden Dönmüş'ün hayaleti geldiği için, burada başka Ölümden Dönmüş olmadığına karar verdim. Diğerlerinden daha heybetli duran büyük bir mezar daha vardı; devasa bir büyüklükte olduğu gibi asil oranlara da sahipti. Üzerinde tek bir sözcük yazıyordu:

DRAKULA


Demek ki, pek çok Ölümden Dönmüş'ün bağlı olduğu Kral Vampirin ini buydu. Mezarın boş olması zaten bildiğim şeyi kanıtlamış oldu. Bu kadınları, korkunç görevimi yaparak gerçek ölüme göndermeden önce

-659-


Drakula'nm mezarının içine bir parça Kutsal Ekmek koydum, böylece onu, Ölümden Dönmüş'ü sonsuza dek bu mezardan sürmüş oldum.

Sonra dehşet verici görevime korkarak başladım. Yalnız bir tane olsaydı, belki daha kolay olurdu. Ama üç tane vardı! Bir dehşet eylemini gerçekleştirdikten sonra ikincisine başlamak; -çünkü tatlı Bayan Lucy'ninki korkunç olmuştu- yüzyıllarca hayatta kalan, geçen yıllarla güçlenen, ellerinden gelse, kirli hayatları için savaşacak olan bu yabancılarda nasıl olacaktı, kimbilir...

Ah, dostum John, tam bir kasaplıktı bu; diğer ölüyü ve üzerinde böyle bir korku örtüsüyle yaşayan öbür kadını düşünerek cesaretimi toplamasaydım, bu işe devam edemezdim. Titriyordum, Tann'ya şükür ki, sinirlerim dayanmış ve her şey bitmiş olmasına rağmen şimdi bile titriyorum. Sonu gelmeden önce ilk yüze yayılan huzuru ve memnuniyeti görmeseydim, ruhunu kazanmış olduğumuzu anlamasaydım, yaptığım bu kasaplığa daha fazla devam edemezdim. Kazığı yerine çakarken gelen o son çığlığa, kasılan bedenin sarsılmalarına ve kanlı köpüklerle dolan dudaklara dayanamazdım. Dehşet içinde kaçar, işimi yarım bırakırdım. Ama bitti! Ve zavallı ruhlar; yok olmadan önce kısa bir an için gerçek ölüm uykusunda her birinin yüzünde oluşan huzuru düşününce, şimdi onlara acıyıp ağlayabilirim. Çünkü, dostum John, bıçağımla her birinin başını keser kesmez, bütün beden eriyerek ufalanıp, aslı

-660-


I

olan toprağa dönüşmeden önce, sanki yüzyıllar önce gelmesi gereken ölüm en sonunda kendini göstermiş ve bir kez ve yüksek sesle, "Onunlayım!" demiş gibi.

Şatodan ayrılmadan önce Kont bir daha Ölümden Dönmüş olarak oraya giremesin diye girişleri hazırladım.

Bayan Mina'nın uyumakta olduğu çembere girdiğim zaman, uykusundan uyandı ve beni görünce, çok fazla şeye katlandığımı söyleyerek acıyla haykırdı:

"Gel!" dedi, "Bu korkunç yerden gidelim! Gidip kocamı karşılayalım, biliyorum şimdi bize doğru geliyor." Zayıf, solgun ve bitkin görünüyordu; ama gözleri masumdu ve heyecandan parlıyordu. Onun solgunluğunu ve hastalığını görmek beni sevindirdi, çünkü aklım al yanaklı Vampir uykusunun taze dehşe-tiyle doluydu.

Ve böylelikle, güven ve umutla, ama yine de korku dolu olarak dostlarımızı ve Bayan Mina'nın bizimle buluşmaya geldiğini bildiğini söylediği kişiyi karşılamak üzere doğuya doğru yola çıktık.

MINA HARKER'IN GÜNLÜĞÜ

6 Kasım - Profesörle ben, Jonathan'ın geldiğini bildiğim, doğu yönüne doğru yola çıktığımızda akşamın geç saatleri olmuştu. Yol yokuş aşağı olmasına rağmen hızlı gitmiyorduk; soğuk ve karın ortasında bizi sıcak tutacak şeyleri bırakmaya cesaret edemediğimizden yanımızda ağır battaniye ve sallan da götür-

-661-

mek zorundaydık. Ayrıca erzağımızın bir kısmını da almak zorunda kalmıştık, çünkü tam bir ıssızlığın ortasındaydık ve yağan karın arasından görebildiğimiz kadarıyla yakınlarda bir yerleşim yeri olabileceğine dair en ufak bir ize bile rastlamamıştık. Bir mil kadar gittikten sonra, zorlu yürüyüş yüzünden yoruldum ve dinlenmek için oturdum. Sonra arkamıza baktık ve Drakula Şatosu'nun sert hatlarının gökyüzünü deldiği yeri gördük; tepenin çok derinlerine inmiştik ve şatoyu öyle bir bakış açısıyla görüyorduk ki, Karpat Dağları çok aşağıda kalıyordu. Dik bir uçurumun zirvesinde üç yüz metre yükselen ve en yakın dağ yamacı ile arasında büyük bir boşluk olan şatoyu bütün ihtişamıyla gördük. Bu yerde vahşi ve tekinsiz bir şey vardı. Uzakta uluyan kurtları duyabiliyorduk. Çok uzaktaydılar ama sesleri, kar yağışının arasından boğuk gelse de, dehşet vericiydi. Dr. Van Helsing'in çevresine bakınmasından, kurtların saldırısına uğrama ihtimalimizin daha düşük olacağı korunaklı bir yer aradığını anladım. Bozuk yol hâlâ aşağı doğru eğimliydi; havada sürüklenen karların arasından bunu görebiliyorduk. Kısa bir süre sonra profesör bana işaret etti ve yerimden kalkıp yanına gittim. Harika bir yer bulmuştu; bir kayalıkta, iki büyük taşın kapı gibi bir giriş oluşturduğu doğal bir oyuk. Beni elimden tutarak oraya götürdü ve içeri soktu: "Bakın!" dedi, "Burada güvende olacaksınız; kurtlar gelecek olursa, ben onları teker teker karşılayabilirim." Kürklerimizi içeri getirdi ve benim için rahat ve sıcak bir kovuk



-662-

I

hazırladı, biraz erzak çıkararak yemem için zorladı. Ama yiyemiyordum; yemeye çalışmak bile benim için tiksinti vericiydi. Ve onu memnun etmeyi ne kadar istersem isteyeyim, bir türlü yiyemiyordum. Çok üzgün görünüyordu, ama bana sitem etmedi. Çantadan dürbününü çıkararak kayanın tepesine çıktı ve ufka bakmaya başladı. Aniden seslendi:



"Bakın! Bayan Mina, bakın! Bakın!" Yerimden fırladım ve kayanın üstüne, onun yanına gittim; bana dürbününü verip bakacağım yeri gösterdi. Sert bir rüzgâr esmeye başlamıştı. Kar şimdi daha yoğun ve havada döne döne yağıyordu. Bununla birlikte, kar fırtınası ara ara duruyor ve uzun bir mesafeyi görebiliyordum. Bulunduğumuz yükseklikten geniş bir alanı görmek mümkündü ve uzakta, karla kaplı, beyaz, çorak alanın ötesinde, nehrin kıvrımlar yaparak siyah bir kurdele gibi uzandığını görebiliyordum. Hemen önümüzde ve pek de uzak sayılmayacak bir mesafede -aslında o kadar yakındı ki, neden daha önce fark etmediğimizi merak ettim- bir grup atlı hızla ilerliyordu. Ortalarında bir at arabası, üstü açık, uzun bir araba vardı; yolun sert engebelerinden geçerken köpek kuyruğu gibi bir o yana, bir bu yana sallanıyordu. Karın üzerinde açık bir şekilde görebildiğimden, adamların elbiselerinden bir tür köylü ya da Çingene olduklarını anladım. Arabada büyük, dikdörtgen bir sandık vardı. Bunu görünce kalbim yerinden çıkacak gibi oldu, çünkü sonun yaklaşmakta olduğunu hissetmiştim. Artık gece iniyordu ve

-663-


günbatımında, o zamana kadar orada hap-solmuş olan Şey'in yeniden özgürlüğe kavuşabileceğini, istediği şekle bürünerek peşin-dekilerden kolaylıkla kaçabileceğini çok iyi biliyordum. Korku içinde profesöre döndüm; ama orada olmadığını görünce dehşete kapıldım. Bir an sonra aşağıda olduğunu gördüm. Kayanın çevresine, önceki gece sığındığımıza benzer bir çember çiziyordu. Çemberi tamamlayınca tekrar yanıma gelip durdu ve şöyle dedi:

"Burada, en azından ona karşı güvende olacaksınız!" Dürbünü benden aldı ve karın bir sonraki duraklamasında altımızdaki tüm alanı taradı. "Görüyor musunuz?" dedi, "Hızla geliyorlar; atları kırbaçlıyorlar ve dörtnala koşturuyorlar." Sustu ve boğuk bir sesle devam etti:

"Günbatımına yetişmeye çalışıyorlar. Çok geç kalmış olabiliriz. Tann'nın dediği olur!" Kör edici, yeni bir kar fırtınası geldi ve manzara tamamıyla görünmez oldu. Ama kısa bir süre sonra geçti ve profesör dürbünüyle bir kez daha ovaya baktı. Sonra aniden bağırdı:


Yüklə 1,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   38




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin