Bram Stoker Drakula



Yüklə 1,63 Mb.
səhifə17/38
tarix22.08.2018
ölçüsü1,63 Mb.
#74295
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   38

"Öyle," dedim ve devam etti: "Benim bugün yaptığımı, Van Helsing ile senin önceden yaptığınızı düşünüyorum. Öyle değil mi?" "Öyle."

-288-

"Ve sanırım, Art da bu işin içindeydi. Dört gün önce onu kendi evinde gördüğümde garip görünüyordu. Pampalar'da* bulunduğumdan beri bir şeyin bu kadar çabuk çöktüğünü hiç görmemiştim; orada çok sevdiğim bir kısrak bir gecede ölüp gitmişti. Geceleyin vampir dedikleri o büyük yarasalardan biri kısrağa yapışmış ve kendi midesini şişirdikten sonra daman açık kaldığından kısrağın ayakta durmasına bile yetecek kadar kan kalmamıştı ve orada kafasına bir kurşun sıkmak zorunda kalmıştım. Jack, kimsenin güvenine ihanet etmeden bana söyleyebilirsen, Arthur ilkti, öyle değil mi?" Zavallı adam bunları söylerken korkunç derecede endişeli görünüyordu. Sevdiği kadınla ilgili kuşkulan ona işkence ediyordu ve onu kuşatan korkunç gizeme dair hiçbir şey bilmemek bu acısını artınyordu. Yüreği kan ağlıyordu ve onu yıkımdan kurtaran yalnızca erkekliğiydi. Cevap vermeden önce duraksadım, çünkü profesörün gizli tutmak istediği herhangi bir şeyi açıklamamam gerektiğini hissediyordum; ama Quincey zaten çok fazla şey biliyor ve tahmin ediyor olduğundan gizlemek için hiçbir neden yoktu, bu yüzden aynı sözlerle cevap verdim: "Öyle."



"Peki bu durum ne zamandır devam ediyor?"

"Aşağı yukarı on gündür."

"On gün! O zaman, Jack Seward, hepimizin âşık olduğu o zavallı, güzel yaratığın da-

* Arjantin'de And Dağları ile Atlantik arasında uzanan ağaçsız ovalar.

-289-

marlanna bu süre içinde dört güçlü erkeğin kanı verildi. Aman Tanrım, bütün bedeni bu kadar kanı taşıyamaz ki." Sonra bana yaklaşarak vahşi bir şekilde, yan fısıltıyla şöyle dedi: "Kanını alan ne?"



Kafamı iki yana salladım. "Asıl sorun da bu," dedim. "Van Helsing bu konuda deliye dönmüş durumda ve ben de aklımı kaybetmek üzereyim. Bir tahmin bile yürütemiyorum. Lucy'nin başında nöbet tutulmasını planladığımız halde bizi ve hesaplarımızı boşa çıkaran bir dizi aksilik oldu. Ama bir daha olmayacak. Her şey düzelene ya da bitene kadar burada kalacağız." Quincey elini uzattı. "Beni de hesaba katın," dedi. "Sen ve Hollandalı bana ne yapmam gerektiğini söyleyin, yaparım."

Lucy akşamüstü uyandığında ilk hareketi göğsünü yoklamak oldu ve Van Helsing'in bana okumam için verdiği kâğıdı çıkardığını hayretle gördüm. Dikkatli bir insan olan profesör, Lucy uyandığında telaşa kapılmasın diye kâğıdı yerine geri koymuştu. Sonra gözlerini Van Helsing ve bana çevirip sevindi. Daha sonra, bakışlarını odada gezdirdi ve nerede olduğunu anlayınca ürperdi; yüksek sesle haykırdı ve zavallı, zayıf elleriyle solgun yüzünü örttü. Bunun ne anlama geldiğini, annesinin ölümünü hatırladığını anladık; bu yüzden elimizden geldiğince onu yatıştırmaya çalıştık. Kuşkusuz, anlayış onu biraz sakinleştirdi; morali çok bozuktu, uzun bir zaman boyunca sessiz bir şekilde, zayıfça ağladı. Ona içimizden birinin ya da

-290-

ikimizin de sürekli yanında kalacağımızı söyledik ve sanki bu onu biraz rahatlattı. Karanlık çökerken uykuya daldı. Bu sırada çok tuhaf bir şey oldu. Uyurken kâğıdı göğsünden çıkardı ve yırttı. Van Helsing yanma gidip kâğıt parçalarını elinden aldı. Bununla birlikte, o kâğıt hâlâ elindeymiş gibi yırtma eylemine devam etti, en sonunda da ellerini kaldırdı ve parçalan havaya saçıyor-muş gibi açtı. Van Helsing şaşırmış gibi görünüyordu ve kaşları düşünceli bir şekilde çatıldı ama hiçbir şey söylemedi.



19 Eylül -* Dün gece Lucy çok huzursuz uyudu, hep uykuya dalmaktan korktu ve uyandığında da öncekinden daha zayıftı. Profesör ve ben sırayla nöbet tuttuk ve onu bir an için bile yalnız bırakmadık. Quincey Morris niyetinin ne olduğu konusunda hiçbir şey söylememişti, ama ben bütün gece evin çevresinde devriye gezdiğini biliyorum.

Sabah olduğunda parlak gün ışığı, zavallı Lucy'nin ne kadar çok güç kaybettiğini ortaya çıkardı. Başını bile zor çeviriyordu ve yiyebildiği azıcık yemek de fayda etmemiş gibi görünüyordu. Zaman zaman dalıyordu ve uykuyla uyanıklık arasında onda meydana gelen değişimi Van Helsing de ben de fark ediyorduk. Uyurken daha savunmasız olmasına rağmen daha güçlü görünüyordu ve soluk alıp verişleri düzenli oluyordu; ağzı açık olduğundan solgun dişetlerinin çekildiği görülüyordu; bu yüzden dişleri de her zamankinden

* Stoker'm, tutarlı olmak için bu tarihi aslında 20 Eylül olarak yazması gerekiyordu.

-291-


daha uzun ve keskin görünüyordu. Uyandığı zaman gözlerinin yumuşaklığı yüz ifadesini kesinlikle değiştiriyordu, çünkü can çekişiyor olmasına rağmen kendisi gibi görünüyordu. Öğleden sonra Arthur'u istedi ve ona telgraf çektik. Quincey onu karşılamak üzere istasyona gitti.

Arthur geldiğinde saat neredeyse altı olmuştu ve batmakta olan yusyuvarlak, sıcak güneşin kırmızı ışıklan pencereden içeri giriyor, solgun yanaklara biraz renk veriyordu. Onu gördüğünde, Arthur üzüntüden boğulacak gibi oldu ve hiçbirimiz konuşamadık. Geçen saatler boyunca, uykuları ya da uyku kabul ettiğimiz kendinden geçmeleri daha da sıklaştı ve onunla konuşmanın mümkün olduğu aralar kısaldı. Bununla birlikte Art-hur'un varlığı onu canlandırmış gibiydi; Lucy biraz toparlandı ve onunla biz geldiğimizden beri konuştuğundan daha büyük bir şevkle konuştu. Arthur da kendini topladı ve elinden geldiğince neşeli konuştu, böylece her şeyin en iyisi yapılmış oldu.

Şimdi saat artık neredeyse bir olmuştu; Arthur ile Van Helsing, Lucy'nin yanında oturuyorlardı. On beş dakika içinde nöbeti onlardan devralacağım, bu kaydı Lucy'nin fonografında yapıyorum. Saat altıya kadar dinlenmeye çalışacaklar. Korkanm, yarın nöbetimiz sona erecek, çünkü çok büyük bir şok yaşamış; zavallı çocuk, kendisini toparlaya-mıyor. Tann hepimize yardımcı olsun.

-292-


I

Mektup, Mina Harker'dan Lucy Westenra'ya

(Alıcı tarafından açûmamışttr)

17 Eylül


Sevgili Lucy,

Senden en son haber aldığımdan ya da aslında ben sana en son yazdığımdan beri bir yüzyıl geçmiş gibi geliyor. Yeni haberlerimi duyduğun zaman eminim beni affedeceksin. İşte, kocamı sağ salim geri getirdim; Exeter'e vardığımızda bizi bekleyen bir araba vardı ve içinde de bir gut krizi geçirmiş olmasına rağmen Bay Hawkins bekliyordu. Bizi, bizim için çok güzel ve rahat odaların hazırlandığı kendi evine götürdü ve birlikte akşam yemeği yedik. Yemekten sonra Bay Hawkins şunlan söyledi:

"Dostlanm, sağlığınıza ve mutluluğunuza içmek istiyorum; tüm iyilikler sizinle olsun. İkinizi de çocukluğunuzdan beri tanıyorum ve büyümenizi sevgi ve gururla izledim. Şimdi ise yuvanızı burada, benim yanımda kurmanızı istiyorum. Benim çoluğum çocuğum kalmadı; hepsi gitti ve vasiyetimde sahip olduğum her şeyi size bıraktım." Sevgili Lucy, Jonathan ve yaşlı adam birbirlerinin ellerini sıkıca kavradığında ben de ağlıyordum. Çok, çok mutlu bir akşam geçirdik.

İşte buraya, bu güzelim, eski eve yerleştik. Hem yatak odamdan hem de oturma odamdan, yakındaki katedralin büyük karaağaçlan-nı görebiliyorum. Büyük kara gövdeleri katedralin eski sarı taşlannın üzerinden çarpıcı bir

-293-

şekilde görünüyor; gökyüzündeki kargaların da bütün gün gaklayıp gevezelik ettiklerini, kargaların da insanlar gibi âdetleri olduğunu, dedikodu yaptıklarını duyabiliyorum. Eşyaları düzenlemek ve ev işlerini yapmakla meşgul olduğumu söylememe gerek bile yok. Jonathan ve Bay Hawkins bütün gün çalışıyorlar; Jonathan artık ortak olduğundan Bay Hawkins ona müvekküleriyle ilgili her şeyi anlatmak istiyor. Sevgili annenin durumu nasıl? Keşke seni görmek için bir iki günlüğüne şehre gelebil-seydim, canım, ama omuzlarımda bu kadar yük varken henüz ayrılmaya cesaret edemiyorum; Jonathan'ın da hâlâ bakıma ihtiyacı var. Tekrar kilo almaya başladı; ama uzun süren hastalığı yüzünden öyle zayıf düşmüş ki, şimdi bile zaman zaman uykusundan irkilerek uyanıyor ve ben onu tatlılıkla sakinleştirene kadar titriyor. Ama Tanrıya şükür ki, bu uyanışlar gün geçtikçe azalıyor ve zaman içinde tamamen geçeceğini umuyorum. Artık sana kendi haberlerimi verdiğime göre şimdi izin ver de seninkileri sorayım. Ne zaman, nerede evleneceksiniz, töreni kim gerçekleştirecek, ne giyeceksin, kalabalık mı, yoksa küçük bir düğün mü olacak? Bana bununla ilgili her şeyi anlat, canım; bana her konudaki her şeyi anlat, çünkü seni ilgilendiren hiçbir şey benim için önemsiz olamaz. Jonathan sana "saygılarını" göndermemi istiyor, ama ben bunun Hawkins ve Harker gibi önemli bir firmanın genç ortağı için yeterli olduğunu düşünmüyorum ve sen beni sevdiğin için, o beni sevdiği için ve ben sizi kelimenin her anlamıyla sevdi-



-294-

ğim için sana bunun yerine onun da "sevgilerini" gönderiyorum. Hoşça kal, sevgili Lucy'm ve bütün güzellikler seninle olsun. Sevgilerimle,

Mtna Harker.

Rapor, MD., M.R.C.S., L.K.Q.C.P.I., vs. vs.

Patrick Hennessey'den * Tıp Doktoru John Seward'a

20 Eylül


Sevgili Bayım,

İsteğiniz üzerine, ekte sorumluluğum altında bıraktığınız her şeye ilişkin raporumu gönderiyorum... Hastamız Renfield ile ilgili olarak söylenecek çok şey var. Korkunç bir şekilde sonlanabilecek yeni bir kriz daha geçirdi, ama talihimiz varmış ki, bu kriz talihsiz sonuçlara yol açmadı. Bu akşam, bir nakliye arabası, üzerinde iki adamla birlikte biti-şiğimizdeki boş eve uğradı. Hastamızın o eve iki kere kaçtığını hatırlarsınız. Adamlar, yabancı olduklarından, kapıcıya yol sormak için bizim bahçe kapımızda durdular. Ben de yemek sonrası bir sigara içerek pencereden dışarı bakıyordum. İçlerinden birinin eve yaklaştığını gördüm. Renfield'in penceresinin önünden geçerken, hasta onu içeriden azarlamaya ve ağzına gelen küfürleri etmeye başladı. İyi birine benzeyen adam ona, "Kapa çeneni küfürbaz dilenci," demekle yetindi. Bunun üzerine adamımız onu kendisini soy-

* Sırasıyla Tıp Doktoru, Kraliyet Cerrah Koleji Üyesi, Kral ve Kraliçe'nin Hekimler Koleji'nden Ruhsatlı, İrlanda.

-295-


makla, onu öldürmek istemekle suçladı ve bunun için darağacında sallandırılması gerekse bile onu engelleyeceğini söyledi. Pencereyi açtım ve adama hastanın söylediklerini dikkate almamasını işaret ettim, böylelikle adam çevresine bakındı ve burasının ne tür bir yer olduğunu anlayarak: 'Tanrı sizi kut-sasın, bayım, kör olası bir tımarhanede bana söylenenleri umursayacak değilim. Bunun gibi vahşi bir hayvanla burada yaşamak zorunda olduğunuz için size ve amirinize acıyorum," dedi. Sonra nazik bir şekilde yolu sordu ve ben de ona boş evin kapısının nerede olduğunu tarif ettim; adamımızın tehditleri, lanetleri ve hakaretleri eşliğinde uzaklaştı. Hastanın öfkesinin nedenini öğrenip öğrenemeyeceğime bakmak için yanına gittim; çünkü kendisi normalde iyi huylu bir hastadır ve ara sıra gelen şiddetli nöbetler dışında böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır. Onu oldukça sakin ve canayakm bulmak beni şaşırttı. Onu bu olay hakkında konuşturmaya çalıştım, ama bana uysallıkla ne demek istediğimi sordu ve olaydan hiç haberi yokmuş gibi davrandı. Şunu söylemek beni üzüyor, ama bu durum sadece kurnazlığının yeni bir örneğiymiş, çünkü yarım saat içinde odasının penceresinden kaçmış, bahçe yolunda koşuyordu. Görevlilere beni izlemelerini söyleyerek peşinden koştum, çünkü kötü bir şey yapmasından korkuyordum. Korkum haklı çıktı, aynı araba, büyük tahta kutularla yüklenmiş, yoldan geçiyordu. Adamlar alınlarını si-liyorlardı ve sanki çok zor bir iş yapmışlar gi-

-296-


bi yüzleri kızarmıştı. Ben ona yetişemeden hasta, adamların üzerine atladı ve adamlardan birini arabadan aşağı çekerek kafasını yere vurmaya başladı. Onu tam zamanında yakalamasaydım, sanırım, adamı oracıkta öldürecekti. Diğer adam da arabadan atladı ve hastanın kafasına ağır kırbacının sapıyla vurdu. Korkunç bir darbeydi; ama adam bana mısın demedi, onu da yakaladı ve bizi sanki kedi yavrulanymışız gibi bir oraya bir buraya savurarak üçümüzle birden mücadele etti. Benim hiç de zayıf bir adam olmadığımı bilirsiniz ve diğer ikisi de iriyarı adamlardı. Hasta başta sessizce mücadele ediyordu, ama onu denetim altına almaya başladığımızda ve bakıcılar üzerine deli gömleğini geçirirken bağırmaya başladı: "Onları engelleyeceğim! Beni soyamayacaklar! Beni milim milim öldüremeyecekler! Lordum ve efendim için savaşacağım!" ve bunun gibi türlü türlü, tutarsız sayıklamalar. Onu eve geri götürüp pamuk kaplı odaya koymaları epeyce zor oldu. Bakıcılardan birinin; Hardy'nin parmağı kırıldı. Ama ben yerine yerleştirdim ve şimdi durumu iyi.

İki arabacı başta gördükleri zararın telafi edilmesi için harekete geçeceklerine dair yüksek sesle tehditler savurdular ve üzerimize bütün cezalan yağdırmaya yemin ettiler. Ama tehditlerinde zayıf bir deli tarafından alt edildikleri için hafiften bir sakınma da vardı. Kutuları taşıyıp arabaya kaldırırken bütün güçlerini harcamamış olsalardı, onun işini çabucak bitirmiş olacaklarını söylediler. Yenilgile-

-297-

ri için başka bir neden olarak da kutuların tozlu olması yüzünden olağanüstü susuz kalmalarını ve işlerinin onları getirdiği yerin su bulamayacakları kadar şehre uzak bir yer olmasını gösterdiler. Niyetlerini anladım ve birer bardak sert rom ve sudan sonra, ellerine birer de altın verince, bu saldırıyı hafife almaya başladılar ve size bu mektubu yazan kişi için "iyi bir adam"la tanışma zevki uğruna, ondan daha kötü bir deliyle bile karşılaşmaya hazır olduklarını söylediler. Gerekli olabilir diye isimlerini ve adreslerini aldım. Şöyle: Jack Smollet, Dudding Evleri, Kral George Yolu, Büyük Walworth ve Thomas Snelling, Peter Parley Blokları, Guide Meydanı, Beth-nal Green. İkisi de Orange Master's Yard, So-ho adresindeki Harris & Oğullan Nakliye Şirketi hesabına çalışıyor.



Burada ilgi çekici bir şey olduğu takdirde size bildireceğim ve önemli bir şey olursa hemen gelmeniz için telgraf çekeceğim.

Bana güvenin, sevgili bayım,

Saygılarımla,

Patrick Henessey.

Mektup, Mina Harker'dan Lucy Westenra'ya

(Alıcı tarafından açılmamıştır)

18 Eylül

Sevgili Lucy,

Çok üzücü bir darbe yedik. Bay Hawkins aniden öldü. Kimileri bunun bizim için o kadar üzüntü verici olmadığını düşünebilir, ama

-298-


ikimiz de onu öyle sevmeye başlamıştık ki, babamızı kaybetmiş gibi olduk. Ben annemi ve babamı tanımadım, bu yüzden sevgili yaşlı adamın ölümü beni çok sarstı. Jonathan büyük üzüntü içinde. Bunun tek sebebi, ona bütün hayatı boyunca yardım etmiş olan ve sonra da ona kendi öz oğluymuş gibi davranıp bizim gibi mütevazı bir şekilde yetiştirilen insanlar için açgözlü rüyalarda bile görülemeyecek bir servet bırakan sevgili, iyi yürekli adam için hissettiği üzüntü, derin üzüntü değil; başka bir sıkıntısı daha var. Omuzlarına yüklenen büyük sorumluluğun kendisini endişelendirdiğini söylüyor. Kendi kendinden şüphe etmeye başladı. Onu neşelendirmeye çalışıyorum ve benim ona inanmam onun da kendisine inanmasına yardımcı oluyor. Ama geçirdiği ciddi sarsıntı şimdi etkisini daha çok göstermeye başladı. Ah, onunki kadar tatlı, sade, soylu ve güçlü birinin -sevgili, iyi yürekli dostumuzun da yardımıyla, onun birkaç yıl içinde memurluktan ustalığa yükselmesini sağlayan mizacı -kendi özgüvenini kaybedecek derecede zarar görmüş olması çok zor. Tam da mutlu günlerinde dertlerimle canını sıkıyorsam beni bağışla hayatım; ama Lucy, canım, birisine anlatmak zorundayım, çünkü Jonathan'a karşı sürekli olarak cesur ve neşeli görünmem gerektiği baskısı beni zorluyor ve burada içimi açabileceğim hiç kimse yok. Öbür gün Londra'ya geleceğiz, ama bundan korkuyorum çünkü zavallı Bay Hawkins vasiyetinde babasının yanma gömülmek istediğini belirtmiş. Başka akrabası olmadığı için cenaze töreninin

-299-


başında Jonathan'ın bulunması gerekiyor. Birkaç dakikalığına da olsa gelip seni görmeye çalışacağım, canım. Seni de sıktığım için beni bağışla. Bütün güzellikler seninle olsun, Sevgilerimle,

Mina Harker

DR. SEWARDIN GÜNLÜĞÜ

20 Eylül - Bu gece bu kaydı tutmamı sağlayan tek şey kararlılık ve alışkanlık. O kadar perişan, üzgün, dünyadan ve hayat da dahil olmak üzere içindeki her şeyden o kadar bıkmış durumdayım ki, şu an ölüm meleğinin kanat seslerini duysam, umurumda bile olmazdı. Zaten son günlerde belli bir amaç için kanatlarını çırpıyordu Lucy'nin annesi, Art-hur'un babası ve şimdi de... Başladığım işe devam edeyim.

Zamanı geldiğinde Van Helsing'den, Lucy'nin başında durma nöbetini devraldım. Arthur'un da gidip dinlenmesini istedik, ama başta reddetti. Ona ancak, gündüz boyunca yardımına ihtiyacımız olacağını ve Lucy'nin acı çekmemesi için hepimizin birden yorgunluktan yıkılmamamız gerektiğini söylediğimde gitmeye razı oldu. Van Helsing ona karşı çok iyiydi. "Gel, çocuğum," dedi; "benimle gel. Hasta ve zayıfsın; fazlasıyla üzüntü ve zihinsel acı yaşadın, bildiğimizden daha fazla güç harcadın. Yalnız kalmamalısın; çünkü yalnız kalmak, korku ve endişelerle dolmaktır. Oturma odasına gel, orada büyük bir ateş yanıyor ve iki tane de kanepe var. Birinde sen

-300-


I

yatarsın, öbüründe de ben, böylece konuş-masak, uyusak bile duygudaşlığımızla birbirimizi teselli ederiz." Arthur arkasını dönüp Lucy'nin örtülerden daha beyaz yüzüne özlem dolu bir bakış fırlatarak onunla gitti. Lucy neredeyse hiç kıpırdamadan yatıyordu. Her şeyin gerektiği gibi olup olmadığını görmek için odaya göz gezdirdim. Profesörün bu odada da, diğer odada olduğu gibi sarmısak kullanmaya devam ettiğini görebiliyordum, bütün pencere pervazları sarmısak kokuyordu ve Lucy'nin boynunda, Van Helsing'in bağladığı ipek mendilin üzerinde de aynı kötü kokulu çiçeklerden yapılmış, kaba saba bir çelenk vardı. Lucy'nin soluk alış verişleri biraz hırıltılıydı ve yüzü çok kötü görünüyordu, açık ağzından solgun dişetleri görünüyordu. Loş, belirsiz ışıkta dişleri sabahkinden daha uzun ve keskin görünüyordu. Özellikle de bir ışık oyunu yüzünden köpek dişleri diğerlerinden daha uzun ve keskin duruyordu. Yanına oturdum, huzursuzca kıpırdandı. Aynı anda pencereden boğuk bir kanat çırpma sesi geldi. Yavaşça pencerenin yanına gittim ve perdenin köşesinden dışarı baktım. Dolunay vardı ve o gürültüyü pencerenin dışında dönüp duran ve ikide bir kanatlarıyla cama vuran büyük bir yarasanın çıkardığını gördüm. Ne kadar cılız yansa da, ışığa doğru gelmişti. Sandalyeme döndüğümde Lucy'nin biraz kıpırdanmış ve boğazmdaki sarmısak çiçeklerini koparmış olduğunu gördüm. Çiçekleri elimden geldiğince yerine geri yerleştirdim ve oturup onu izledim.

-301-

Kısa süre sonra uyandı ve Van Helsing'in istediği gibi yemeğini verdim. Çok az ve isteksizce yedi. Hastalığı boyunca göze çarpan o bilinçsiz hayat ve kuvvet mücadelesi artık görülmüyordu. Kendine gelir gelmez, sarmısak çiçeklerini göğsüne bastırması bana tuhaf geldi. Ne zaman kendinden geçse ve zorla nefes almaya başlasa, çiçekleri kendinden uzaklaştırması, ama uyandığında da onlara sıkı sıkı sarılması gerçekten de tuhaftı. Bu konuda yanılıyor olamam, çünkü ilerleyen saatler boyunca sık sık uyuyup uyandı ve iki hareketi de defalarca tekrarladı.



Saat altıda Van Helsing nöbeti devralmaya geldi. Arthur uyuyakalmış ve Van Helsing de acıyıp onu uyandırmamıştı. Lucy'nin yüzünü gördüğünde soluğunu içine çekerken çıkardığı tıslamayı duydum ve bana keskin bir fısıltıyla şöyle dedi: "Perdeleri kaldır; ışık lazım!" Sonra yüzü neredeyse Lucy'ninkine değecek kadar eğildi ve dikkatlice onu inceledi. Çiçekleri kaldırdı ve boğazındaki ipek mendili çıkardı. Bunu yaptığında irkilerek geri çekildi ve boğazında düğümlenen haykırışı duyabildim: "Mein Götü"* Ben de eğilip baktım ve tuhaf bir şekilde ürperdiğimi hissettim.

Boğazındaki yaralar tamamen kaybolmuştu.

Van Helsing, yüzünde sert bir ifadeyle tam beş dakika ona baktı. Sonra bana dönüp sakin bir tavırla şunları söyledi:

"Ölüyor. Uzun sürmeyecek. Uykuda ya da uyanıkken ölmesi çok şey fark ettirecek,

Aim. Aman Tanrım.

-302-


unutma. O zavallı çocuğu uyandır; gelip son kez onu görsün; bize güveniyor ve biz de ona söz verdik."

Yemek odasına gidip Arthur'u uyandırdım. Bir an için sersemlemiş gibi durdu, ama panjurların arasından içeri giren güneş ışığını görünce geç kaldığını sandı ve bu korkusunu dile getirdi. Ona Lucy'nin hâlâ uyuduğunu söyledim, ama elimden geldiğince nazik bir şekilde Van Helsing'le benim sonun yaklaştığından korktuğumuzu belirttim. Elleriyle yüzünü örttü ve kanepeden aşağı, dizlerinin üzerine kaydı; bu şekilde belki bir dakika kaldı; başını ellerinin arasına gizleyerek üzüntüden omuzlan sarsıla sarsıla yakardı. Elini tutup onu kaldırdım. "Gel," dedim, "sevgili eski dostum, kendini topla; bu onun için en iyisi ve en kolayı olacaktır."

Lucy'nin odasına girdiğimizde Van Helsing'in, her zamanki düşünceliliği ile, ortalığı düzelttiğini ve her şeyin olabildiğince güzel görünmesi için uğraştığını gördüm. Lucy'nin saçlarını bile fırçalamıştı ve saçları her zamanki parlak dalgalarıyla yastığın üzerine yayılmıştı. Odaya girdiğimizde Lucy gözlerini açtı ve Arthur'u görünce yumuşak bir şekilde fısıldadı:

"Arthur! Ah, sevgilim, geldiğine çok sevindim!" Arthur tam onu öpmek üzere eğilmişken Van Helsing ona geri çekilmesini işaret etti. "Hayır," diye fısıldadı, "henüz değil! Elini tut; bu onu daha çok rahatlatacaktır."

Böylelikle Arthur onun elini tutup yanına diz çöktü. Lucy, çok güzel görünüyordu, yu-

-303-


muşak hatlan gözlerinin meleksi güzelliğine uymuştu. Yavaş yavaş gözlerini kapattı ve uykuya daldı. Kısa bir süre için göğsü hafif hafif inip kalktı ve yorgun bir çocuk gibi soluk alıp verdi.

Sonra belli belirsiz bir şekilde, geceleyin fark ettiğim o tuhaf değişiklik oldu. Soluk alıp verirken hırıltılar çıkarmaya başladı. Ağzı açıldı ve geri çekilen solgun dişetleri, dişlerinin her zamankinden daha uzun ve daha keskin görünmesine sebep oldu. Uykuyla uyanıklık arasında, belli belirsiz, bilinçsiz bir şekilde, şimdi aynı anda hem donuk hem de sert olan gözlerini açtı ve onun dudaklarından daha önce hiç duymadığım tatlı, şehvetli bir sesle şöyle dedi:

"Arthur! Ah, aşkım, gelmene çok sevindim! Öp beni!" Arthur onu öpmek için hevesle eğildi; ama tam o anda, Lucy'nin sesiyle benim gibi irkilmiş olan Van Helsing, Arthur'un üstüne çullandı ve onu iki eliyle boynundan yakalayarak, kendisinden hiç beklemediğim öfke dolu bir kuvvetle geri çekti ve neredeyse odanın diğer ucuna fırlattı.

"Kendi canın için yapma!" dedi; "Kendi ruhun ve onunki için olmaz!" Ve mücadeleye hazır bir aslan gibi aralarında durdu.

Arthur o kadar şaşırmıştı ki, bir an için ne yapacağını ya da ne diyeceğini bilemedi ve herhangi bir şiddet dürtüsüne yakalanmadan önce nerede ve ne durumda olduğunu hatırlayarak sessizce durup bekledi.

Van Helsing de ben de gözlerimizi Lucy'den ayırmıyorduk ve bir anlığına yüzün-

-304-

i

den, bir öfke dalgasının gölge gibi geçtiğini gördük; keskin dişleri birbirine çarptı. Sonra gözleri kapandı ve derin bir nefes aldı.



Bundan çok kısa bir süre sonra da gözlerini bütün yumuşaklığıyla açtı ve zavallı, solgun, zayıf elini uzatıp Van Helsing'in büyük, kahverengi elini tuttu; kendine doğru çekerek öptü. "Benim gerçek dostum," dedi hafif bir sesle ama tarifi imkânsız derecede dokunaklı bir sesle, "benim ve onun gerçek dostu! Ah, onu koru ve ona huzur ver!"

"Buna yemin ediyorum!" dedi Van Helsing ciddiyet içinde ant içer gibi yanına diz çöküp elini kaldırarak. Sonra Arthur'a dönüp şöyle dedi: "Gel, çocuğum, elini tut ve onu alnından öp, ama yalnızca bir kez."

Dudakları yerine gözleri birleşti, sonra ayrıldılar.

Lucy'nin gözleri kapandı ve olanları dikkatle izlemekte olan Van Helsing, Arthur'un kolunu tutarak onu uzaklaştırdı.

Sonra Lucy nefes alırken yine hırıltılar çıkarmaya başladı ve aniden durdu.

"Her şey bitti," dedi Van Helsing. "Öldü!" Arthur'un kolunu tuttum ve onu oturma odasına götürdüm; oturdu ve elleriyle yüzünü örterek görmeye dayanamadığını bir şekilde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Odaya geri döndüm ve Van Helsing'i, yüzünde her zamankinden daha sert bir ifade ile zavallı Lucy'ye bakarken buldum. Lucy'nin bedeni değişmişti. Ölüm, ona güzelliğinin bir kısmını geri vermişti, alnına ve yanaklarına yumuşak hatlan geri gelmişti; dudaklan bile

-305-


ölüm solgunluğunu yitirmişti. Sanki yüreğin çalışması için artık gerekli olmayan kan, ölümün haşinliğini olabildiğince azaltmak için oraya gitmişti.

Uyurken öldüğünü sandık,


Yüklə 1,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   38




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin