lacak darbeyi indiren el kutsanmış olacak. Ben bunu yapmaya gönüllüyüm, ama aramızda bunu yapmaya daha çok hakkı olan biri yok mu? Bundan sonra, gecenin sessizliğinde, uyku tutmadığında, 'Onu yıldızlara gönderen benim elimdi; onu en çok seven kişinin eliydi; seçme şansı olsaydı, kendisinin de seçeceği eldi,' diye düşünmek onun için sevinç olmayacak mı? Söyleyin bana, aramızda böyle biri yok mu?"
Hepimiz Arthur'a baktık. O da, Lucy'yi bize günahkâr değil, kutsal bir hatıra olarak geri verecek elin onunki olması gerektiğini ileri sürerken, sonsuz bir şefkatle hareket ettiğimizi gördü; öne çıktı, elleri titremesine ve yüzü kar gibi bembeyaz olmasına rağmen cesur bir tavırla şöyle dedi:
"Benim gerçek dostum, kırık kalbimin en derinlerinden size teşekkür ediyorum. Bana ne yapacağımı söyleyin, bir an bile tereddüt etmeyeceğim!" Van Helsing elini Arthur'un omzuna koydu ve şunları söyledi:
"Cesur çocuk! Bir anlık cesaret gerekiyor ve sonra bitmiş olacak. Bu kazığın ona çakılması gerekiyor. Korkunç bir iş olacak -bu seni yanıltmasın- ama çok kısa sürecek; sonra da sevincin şimdi duyduğun acıdan büyük olacak; bu korkunç mezardan uçarcasına çıkacaksın. Ama bir kez başladığında tereddüt etmemelisin. Sadece bizim, gerçek dostlarının yanında olduğunu, her zaman senin için dua ettiğimizi düşün."
"Hadi," dedi Arthur boğuk bir sesle. "Bana ne yapacağımı söyleyin."
-395-
"Bu kazığı, sol eline al ve kalbin üzerine yerleştir, çekici de sağ eline al. Sonra ölü için dua okumaya başladığımızda -ben okuyacağım, kitabı getirdim ve diğerleri de beni takip edecek- Tann'nın adıyla vur, böylece sevdiğimiz ölüyle ilgili her şey düzelecek ve Ölümden Dönmüş olan ebediyete geçecekı"
Arthur kazıkla çekici aldı ve\ kendini bu işe hazırladığında elleri bir daha ne titredi ne de duraksadı. Van Helsing dua kitabını açtı ve okumaya başladı, Quincey ile ben de elimizden geldiğince onu izledik. Arthur kazığın ucunu kalbin üzerine yerleştirdi; baktığım yerden beyaz tene değdiğini görebiliyordum. Sonra bütün gücüyle vurdu.
Tabuttaki şey çarpıldı ve açık, kırmızı dudaklarının arasından iğrenç, insanın kanını donduran bir çığlık geldi. Bedeni sarsıldı, titredi ve vahşi kıvrımlarla büküldü; keskin, beyaz dişler, dudakları kesilip ağzı kan kırmızı bir köpükle lekelenene kadar birbirine çarptı. Ama Arthur hiç tereddüt etmedi. Hiç titremeden kalkıp inen kolu, merhamet getiren kazığı gittikçe daha derin çakarken, parçalanan kalpten kanlar sızıp fışkırırken, bir Thor* figürüne benziyordu. Yüzü kararlıydı ve sanki yerine getirdiği yüce görev dolayısıyla ışıldıyor gibiydi; görüntüsü bize cesaret verdi ve seslerimiz küçük mezarda çınlamaya başladı.
Derken bedenin kıvranıp titremesi azaldı, dişlerin birbirine çarpması, yüzün titremesi
İskandinavlann gök gürültüsü tanrısı olan Thor'un silahı çekiçtir.
-396-
durdu. En sonunda hareketsiz kaldı. Korkunç görev sona ermişti.
Çekiç Arthur'un elinden düştü. Genç adam sendeledi, onu yakalamasaydık yere yı-ğılacaktı. Alnı damar damar terlemişti ve kesik kesik soluyordu. Yaptığı şey, üzerinde korkunç bir gerilim yaratmıştı; insani olandan uzak şeyler onu buna zorlamamış olsaydı, kesinlikle bu işi başaramazdı. Birkaç dakika için onunla ilgilenmeye o kadar dalmıştık ki, tabuta bakmadık bile. Ama sonunda baktığımızda, her birimiz ürkek bir şaşkınlıkla mırıldandık. O kadar dikkatle bakıyorduk ki, yerde oturan Arthur da kalktı ve gelip baktı; sonra yüzüne mutlu, garip bir ışık yayıldı ve kapıldığı dehşetin kasvetini tamamen dağıttı.
Tabutta artık, o kadar korktuğumuz ve yok edilmesini bir ayrıcalık olarak, buna en çok hakkı olan kişiye bırakacak kadar nefret ettiğimiz kötü Şey yoktu; yüzünde eşsiz bir tatlılık ve saflık bulunan, hayattayken gördüğümüz haliyle Lucy vardı. Doğru, yüzünde hayattayken gördüğümüz kaygı, acı ve bitkinliğin izleri de görülüyordu; ama bütün bunlar bizim için çok değerliydi, çünkü gerçekten de bizim tanıdığımız kişi olduğunu gösteriyordu. Bitkin yüzü ve bedeninde görülen, güneş ışığı gibi kutsal dinginliğin, dünyevi bir işaret ve sonsuza kadar hüküm sürecek olan dinginliğin bir simgesi olduğunu hissettik hepimiz.
Van Helsing gelip elini Arthur'un omzuna koydu ve ona şöyle dedi:
"Ve şimdi Arthur, dostum, sevgili oğlum, bağışlandım mı?"
-397-
Arthur, yaşlı adamın elini eline alıp dudaklarına götürdüğünde ve "Bağışlanmak mı! Sevdiğime ruhunu geri verdiğiniz ve beni de huzura kavuşturduğunuz için Tanrı sizi kutsasın," dediğinde yaşadığı korkunç gerilimin etkisi kendini gösterdi. Ellerini profesörün omzuna koydu ve\başını göğsüne yaslayarak bir süre sessizce ağladı. Biz kıpırdamadan durduk. Başını kaldırdığında Van Helsing ona şunları söyledi:
"Artık, çocuğum, onu öpebilirsin. İstersen, ölü dudaklarını öp; seçebilecek olsaydı, o da bunu isterdi. Çünkü artık sırıtkan bir iblis değil; artık sonsuza kadar yaşayacak kötü bir Şey değil. Artık şeytanın Ölümden Dönmüş'ü değil. O Tann'nın gerçek ölüsü ve ruhu da onunla!"
Arthur eğilip Lucy'yi öptü ve sonra onunla Quincey'yi mezardan dışarı yolladık. Profesör ile ben ucunu bedenin içinde bırakarak kazığın tepesini kestik. Sonra kafayı kestik ve ağzına sarmısak doldurduk. Kurşun tabutu lehimledik, kapağını vidaladık ve eşyalarımızı toplayıp mezardan çıktık. Profesör kapıyı kilitledikten sonra anahtarı Arthur'a verdi.
Dışarıda hava güzeldi, güneş parlıyor ve kuşlar ötüyordu ve sanki doğanın her unsuru farklı bir ezgi tutturmuş gibiydi. Her yerde mutluluk, neşe ve huzur vardı, çünkü biz de huzurluyduk ve duyduğumuz, buruk bir sevinç de olsa halimizden memnunduk.
Oradan uzaklaşmadan önce Van Helsing şunları söyledi:
-398-
"Şimdi, dostlarım, görevimizin ilk adımı, bize en zor gelen adımı tamamlandı. Ama geriye daha zorlu bir iş kaldı: Bütün bu acılara sebep olan kişiyi bulmak ve onu yok etmek. İzinden gidebileceğimiz ipuçları var; ama bu uzun ve de zahmetli bir iş, ayrıca içinde tehlike ve acı da var. Bana yardım etmez misiniz? Hepimiz inanmayı öğrendik, öyle değil mi? Ve bu yüzden, görevimizin ne olduğunu görmüyor muyuz? Görüyoruz! Ve bu işin sonuna kadar gitmeye söz vermez miyiz?"
Hepimiz sırayla elini sıktık ve söz verdik. Oradan uzaklaşırken profesör şu sözleri söyledi:
"İki gece sonra buluşuruz ve saat yedide, dostumuz John'da akşam yemeği yeriz. İki kişiden daha gelmelerini rica edeceğim -henüz tanımadığınız iki kişi- ve bu arada ben de size yapacağımız işi göstermek ve bir plan yapmak için hazır olacağım. Dostum John, sen benimle eve gel, çünkü konuşmamız gereken çok şey var ve sen bana yardım edebilirsin. Bu gece Amsterdam'a doğru yola çıkacağım, ama yarın gece geri döneceğim. Ondan sonra da meşakkatli arayışımız başlayacak. Ama bundan önce size diyeceklerim olacak; böylece ne yapılması ve nelerden korkulması gerektiğini öğrenmiş olacaksınız. Sonra birbirimize tekrar söz vereceğiz; çünkü önümüzde korkunç bir görev var ve ayağımızı bir kez sabanın demirine* koyduk mu, bir daha geri çekmemeliyiz."
* Bkz. Luka. 9:62.
-399-
ON YEDİNCİ BÖLÜM
DR. SEWARDIN GÜNLÜĞÜ
(Devam)
Berkeley Oteli'ne vardığımızda Van Helsing, kendisini bekleyen bir telgraf buldu:
Trenle geliyorum. Jonathan, Whitby'de. Önemli haberlerim var.
Mina Harker
Profesör çok sevinmişti. "Ah, o harikulade Bayan Mina," dedi "kadınların incisi! O geliyor, ama ben kalamam. Senin evine gelmesi gerekiyor, dostum John. Onu istasyonda kar-şılamahsın. Ona yoldan telgraf çek, böylece hazırlıklı olur."
Telgraf gönderildikten sonra Van Helsing bir fincan çay içti; bu sırada bana Jonathan Harker'ın yurtdışındayken tuttuğu bir günlükten bahsetti ve bu günlüğün ve ayrıca Bayan Harker'ın Whitby'de tuttuğu günlüğün daktiloya çekilmiş birer kopyasını verdi. "Bunları al," dedi, "ve iyice incele. Ben geri döndüğümde bütün olaylara hâkim olursun, böylece araştırmamıza daha iyi bir şekilde başlayabiliriz. Günlükleri iyi sakla, çünkü içlerinde çok kıymetli şeyler var. Bugün öyle bir deneyim edinmiş olsan da bütün inancına ihtiyacın olacak. Burada anlatılanlar," -bunları
-401-
söylerken elini ağır ve ciddi bir hareketle kâğıt yığınının üzerine koydu- "senin için -benim için ve başkaları için de- sonun başlangıcı ya da yeryüzünde yürüyen Ölümden Dönmüşler'in matem çanı olabilir. Sana yalvarıyorum, hepsini açık fikirlilikle oku ve burada anlatılan hikâyeye kendinden bir şeyler katabilirsen, kat, çünkü hepsi çok önemli. Sen de bütün bu garip şeylerin günlüğünü tutuyordun, öyle değil mi? Evet! Öyleyse, yeniden buluştuğumuzda bütün bunların üzerinde birlikte dururuz." Sonra yola çıkmak üzere hazırlandı ve kısa bir süre sonra da arabayla Liverpool Caddesi'ne gitti.* Ben de Paddington'a doğru yola çıktım ve oraya tren gelmeden on beş dakika önce vardım.
Bir tren geldiğinde her zaman görülen o koşuşturmadan sonra kalabalık yavaş yavaş dağıldı; tam konuğumu kaçıracağım diye hu-zursuzlanmaya başlamıştım ki, sevimli yüzlü, narin görünüşlü bir kız bana yaklaştı ve şöyle bir baktıktan sonra, "Dr. Seward, değil mi?" dedi.
"Ve siz de Bayan Harker'sınız!" dedim hemen, bunun üzerine bana elini uzattı.
"Sizi zavallı, sevgili Lucy'nin tarifinden tanıdım, ama..." Aniden durdu ve yüzü kıpkırmızı kesildi.
Aynı kırmızılık benim de yanaklarıma yayıldı ve her nasılsa ikimizi de rahatlattı, çünkü bu onun kendi sorusuna, sözsüz bir yanıt oluşturmuştu. İçinde bir de daktilo bulunan bagajını aldım ve kâhya kadına,
Londra merkez tren istasyonunun bulunduğu son durak. -402-
Bayan Harker için hemen bir oturma ve yatak odası hazırlamasını bildiren bir telgraf çektikten sonra metroya binerek Fenchurch Caddesi'ne gittik.
Eve zamanında vardık. Buranın bir akıl hastanesi olduğunu biliyordu elbette, ama içeri girdiğimizde hafifçe irkilmekten kendini alamadığını fark ettim.
Konuşacak çok şeyi olduğu için, mümkünse biraz sonra çalışma odama gelmek istediğini söyledi. Dolayısıyla, şimdi onu beklerken fonograf günlüğüme kaydedeceklerimi tamamlıyorum. Önümde açık durdukları halde Van Helsing'in bana bıraktığı kâğıtlara henüz bakma fırsatım olmadı. Bayan Harker'ın ilgisini çekecek bir şeyler bulmalıyım, böylelikle kâğıtları okuma fırsatı bulmuş olurum. Zamanın ne kadar değerli olduğunu ya da bizi nasıl bir görevin beklediğini bilmiyor. Onu korkutmamaya özen göstermeliyim. İşte geldi!
MINA HARKER'IN GÜNLÜĞÜ
29 Eylül - Üstüme başıma çekidüzen verdikten sonra, Dr. Seward'm çalışma odasına indim. Kapıda bir an için durdum, çünkü biriyle konuştuğunu duyduğumu sandım. Ama sonra, acele etmem konusunda ısrar ettiği için, kapıyı çaldım ve "Girin," diye seslenmesi üzerine içeri girdim.
Yanında kimse olmadığını görünce çok şaşırdım. Yalnızdı ve masanın üzerinde, karşısında, daha önce duyduklarımdan bir fonograf olduğunu hemen anladığım şey duruyor-
-403-
du. Daha önce hiç fonograf görmemiştim ve bu çok ilgimi çekti.
"Umarım, sizi bekletmemişimdir," dedim; "ama konuştuğunuzu duyunca kapıda durdum, çünkü yanınızda biri olduğunu sandım."
"Ah," dedi gülümseyerek, "sadece günlüğüme kayıt yapıyordum."
"Günlüğünüz mü?" dedim şaşırarak.
"Evet," dedi. "Bununla tutuyorum." Bunu söylerken elini fonografın üzerine koydu. Çok heyecanlandığımı hissettim ve kendimi tuta-madan şunları söyleyiverdim:
"Vay canına, bu stenodan bile daha iyi bir şey! Bir şeyler söylemesini dinleyebilir miyim?"
"Elbette," diye cevap verdi hevesle ve fonografı konuşmaya ayarlamak üzere ayağa kalktı. Sonra duraksadı ve yüzüne endişeli bir ifade yayıldı.
"Aslına bakarsanız," diye başladı mahcup bir tavırla, "bununla yalnızca günlüğümü tutuyorum ve tamamen, neredeyse tamamen hastalarımla ilgili şeyler olduğu için anlaşılması zor olabilir, yani, demek istiyorum ki..." Durdu ve ben de onu içine düştüğü utançtan kurtarmaya çalıştım:
"Son anlarına kadar sevgili Lucy'nin bakımına yardım ettiniz. Bırakın nasıl öldüğünü duyayım; çünkü onunla ilgili ne kadar çok şey öğrenirsem, o kadar minnettar olacağım. O benim için çok, çok değerliydi."
Yüzünde dehşet dolu bir ifade ile cevap vermesi beni şaşırttı:
-404-
"Size onun ölümünden mi bahsedeyim? Dünyada olmaz!"
"Neden olmasın?" diye sordum, çünkü üzerime ağır, korkunç bir his çökmeye başlamıştı. Yine duraksadı; bir bahane uydurmaya çalıştığını görebiliyordum. Sonunda, kekeleyerek şöyle cevap verdi:
"Görüyorsunuz, günlüğün hangi parçasını seçmem gerektiğini bilemiyorum." Konuşurken aklına bir fikir geldi ve bilinçsiz bir sadelikle, farklı bir ses tonu ve bir çocuğun masumluğu ile şöyle dedi: "Bu gerçekten de doğru; şerefim üzerine yemin ederim. Dürüst Kızılderili!" Gülümsemekten kendimi alamadım, bunun üzerine yüzünü buruşturdu. "Kendi kendimi ele verdim!" dedi. "Ama biliyor musunuz, aylardır bu günlüğü tutmama rağmen, bakmak istediğim takdirde herhangi bir kısmını nasıl bulacağımı bir kez bile düşünmedim?" Bu zamana kadar Lucy'nin doktorunun günlüğünde o korkunç varlıkla ilgili bilgimize katkıda bulunacak bir şeyler olabileceğine karar vermiştim ve cesurca şöyle dedim: "Öyleyse, Dr. Seward, daktilomda sizin için bir kopyasını çıkarmama izin verseniz, iyi olur." Şu cevabı verirken ölü gibi bembeyaz kesildi:
"Hayır! Hayır! Hayır! O korkunç hikâyeyi öğrenmenize dünyada izin vermem!"
Demek, korkunç bir hikâyeydi; demek sezgilerimde yanılmamıştım. Bir an düşündüm ve gözlerim, bilinçsiz bir şekilde bana yardım edecek bir şey ya da bir fırsat arayarak odada dolaşırken masanın üzerindeki
-405-
daktiloyla yazılmış, büyük kâğıt yığınına takıldı. Dr. Seward'in gözleri benimkileri yakaladı ve hiç düşünmeden bakışlarımın yönünü izledi. Kâğıt yığınını gördüğünde, ne demek istediğimi anladı. \
"Beni tanımıyorsunuz," dedim. "O kâğıtları -benim daktilo ettiğim kendi günlüğüm ve kocamın günlüğü- okuduğunuzda beni daha iyi tanıyacaksınız. Bu amaç için yüreğimden geçen hiçbir düşünceyi yazmakta tereddüt etmedim; ama elbette beni tanımıyorsunuz; henüz ve şimdilik bana güvenmenizi bekleyemem."
Kesinlikle asil bir mizaca sahip bir adam; zavallı Lucy onunla ilgili düşüncelerinde haklıymış. Dr. Seward yerinden kalkıp içinde, siyah balmumuyla kaplı, bir dizi boş, metal silindirin bulunduğu büyük bir çekmeceyi açtı ve şunları söyledi:
"Çok haklısınız. Sizi tanımadığım için size güvenmiyordum. Ama artık sizi tanıyorum ve şunu söyleyeyim ki, keşke sizi daha önce tanısaydım. Lucy'nin size benden bahsettiğini biliyorum; bana da sizden bahsetti. Elimden gelen tek şekilde gönlünüzü alabilir miyim? Bu silindirleri alın ve dinleyin -ilk altı tanesi kişiseldir ve sizi dehşete düşürmeyecektir; o zaman beni daha iyi tanıyacaksınız. Siz dinleyene kadar akşam yemeği hazır olur. Bu arada ben de bu belgeleri okuyacağım ve bazı şeyleri daha iyi anlamaya çalışacağım." Fonografı oturma odama taşıdı ve benim için ayarladı. Şimdi hoş bir şeyler öğreneceğimden eminim; çünkü ba-
-406-
na, bir tarafını zaten bildiğim gerçek bir aşk hikâyesinin öbür tarafını da anlatacak...
DR. SEWARD'IN GÜNLÜĞÜ
29 Eylül - Jonathan Harker'ın o muhteşem günlüğüyle karısının günlüğüne o kadar dalmıştım ki, farkında olmadan zaman akıp gidivermiş. Hizmetçi akşam yemeğinin hazır olduğunu bildirmek için geldiğinde Bayan Harker henüz aşağı inmemişti, bu yüzden "Muhtemelen yorgundur; yemeği bir saat bekletin," dedim ve işime devam ettim. İçeri geldiğinde Bayan Harker'ın günlüğünü yeni bitirmiştim. Çok güzel, ama üzüntülü görünüyordu ve gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Bu durum, nedense beni çok etkiledi. Tanrı biliyor, son zamanlarda gözyaşı dökmek için bir sürü sebebim oldu! Ama ağlamanın getireceği rahatlık benden esirgenmişti ve şimdi, döktüğü gözyaşları nedeniyle parlayan o tatlı gözler yüreğime dokundu. Bu yüzden elimden geldiğince nazik bir şekilde şöyle dedim:
"Korkarım, sizi çok üzdüm."
"Ah, hayır, beni üzmediniz," diye cevap verdi, "ben daha çok sizin acınızdan, anlatamayacağım kadar çok etkilendim. Bu harika bir makine, ama zalimce gerçekçi. Bana sizin sesinizle, yüreğinizin çektiği acıları anlattı. Yüce Tann'ya yakaran bir ruhu dinlemek gibiydi. Bunları bir daha kimse dinle-memeli! Bakın, ben de bir faydam dokunsun istedim. Daktilomla anlatılanların kopyasını
-407-
çıkardım, bundan sonra kimsenin, benim gibi, yüreğinizin nasıl çarptığını duymasına gerek kalmayacak." ___^
"Bilmesi gerekmeyen kimse bilmeyecek," dedim sesimi alçaltarak. Elini elimin üstüne koydu ve çok ciddi bir şekilde şöyle dedi:
"Ah, ama bilmek zorundalar!"
"Zorundalar mı? Ama neden?" diye sordum.
"Çünkü bu da o korkunç hikâyenin, zavallı Lucy'nin ölümünün ve buna yol açan her şeyin hikâyesinin bir parçası; çünkü dünyayı bu korkunç canavardan kurtarmak için vereceğimiz mücadelede bütün her şeyi bilmek ve alabileceğimiz her türlü yardımı almak zorundayız. Sanırım, bana verdiğiniz silindirlerde bilmemi istediğinizden daha fazla şey vardı; ama kayıtlarınızda bu karanlık gizeme ışık tutabilecek bir sürü şey görüyorum. Yardım etmeme izin vereceksiniz, değil mi? Belli bir noktaya kadar her şeyi biliyorum ve günlüğünüzde yalnızca 7 Ey-lül'e kadar olan olayları görüyorum; Lucy'nin nasıl dört bir yandan kuşatıldığına ve korkunç sonuna giden olayların basıl geliştiğine kadar olan kısmı. Profesör Van Hel-sing bizi görmeye geldiğinden beri Jonathan ile ben gece gündüz çalışıyoruz. Jonathan daha fazla bilgi toplamak için Whitby'ye gitti ve yarın bize yardım etmek için burada olacak. Aramızda hiçbir sır olmamalı; birlikte ve mutlak bir güvenle çalışırsak, çok daha güçlü olabiliriz." Bana yalvarır gibi bakıyordu, ama aynı zamanda tavırlarından öyle bir
-408-
cesaret ve kararlılık okunuyordu ki, dileklerine hemen teslim oldum. "Bu konuda istediğiniz gibi hareket edeceksiniz," dedim. "Tanrım, hata yapıyorsam beni bağışla! Henüz öğrenmediğiniz korkunç şeyler var; ama zavallı Lucy'nin ölümüne giden yolda bu kadar ilerlediyseniz, karanlıkta kalmakla yetinmeyeceğinizi biliyorum. Hatta, size sadece sonu -en sonu- biraz huzur verebilir. Gelin, yemek yiyelim. Önümüzdeki görev için güçlü olmalıyız; amansız ve korkunç bir görev bizi bekliyor. Yemeğinizi yedikten sonra gerisini de öğreneceksiniz ve orada bulunan bizler için her şey apaçık ortada olmasına rağmen siz herhangi bir şeyi anlamazsanız, soracağınız her soruya cevap vereceğim."
MINA HARKER'IN GÜNLÜĞÜ
29 Eylül - Akşam yemeğinden sonra Dr. Seward ile birlikte çalışma odasına gittik. Odamdaki fonografı geri getirdi ve ben de daktilomu çıkardım. Beni rahat bir sandalyeye oturttu ve fonografı yerimden kalkmadan uzanabileceğim bir yere yerleştirerek, durdurmak istersem, bunu nasıl yapacağımı gösterdi. Sonra da büyük bir düşüncelilikle mümkün olduğunca rahat davranmam için arkasını bana dönerek bir sandalyeye oturdu ve okumaya başladı. Ben de çatal biçimli metali kulaklarıma taktım ve dinlemeye başladım.
Lucy'nin ölümünün -ve arkasından gelen bütün olayların- korkunç hikâyesi sona erdi-
-409-
ğinde, güçsüz düşmüş bir şekilde arkama yaslanıp kaldım. Neyse ki, öyle hemencecik bayılan biri değilim. Dr. Seward beni gördüğünde korku dolu bir nidayla yerinden fırladı ve dolaptan telaşla bir şişe çıkararak bana biraz konyak verdi; bu beni birkaç dakika içinde kendime getirdi. Beynim durmadan dönüyordu ve sayısız dehşetin arasından, benim sevgili, sevgili Lucy'min en sonunda huzura kavuştuğunu bildiren kutsal ışık gelmeseydi, sanırım, buna bir rezalet çıkarmadan dayanamazdım. Her şey o kadar korkunç, gizemli ve garipti ki, Jonathan'ın Transilvanya'da yaşadıklarını bilmeseydim, bunlara inanmazdım. Şu halde bile neye inanacağımı bilmiyordum ve içine düştüğüm zor durumdan ancak başka bir şeyle ilgilenerek kurtulabilirdim. Daktilomun örtüsünü kaldırdım ve Dr. Seward'a şöyle dedim:
"Şimdi bütün bunları yazmama izin verin. Dr. Van Helsing'in gelişine hazır olmak zorundayız. Whitby'den Londra'ya geldiğinde, buraya geçmesi için Jonathan'a bir telgraf gönderdim. Bu konuda tarihler çok büyük bir anlam taşıyor ve bence bütün malzemelerimizi hazırlayıp her şeyi kronolojik sırasına göre düzenlersek, çok şey yapmış olacağız. Bana Lord Godalming ile Bay Morris'in de geleceğini söylediniz. Geldiklerinde onlara her şeyi anlatabilecek durumda olalım." Böylelikle fonografı yavaş ayara getirdi ve yedinci silindirin başından itibaren anlatılanları daktiloya çekmeye başladım. Kopya kâğıdı kullandım, dolayısıyla diğerlerinde de yaptı-
-410-
ğım gibi günlüğün üç kopyasını çıkarmış oldum. Bitirdiğimde vakit geç olmuştu, Dr. Seward hastaları dolaşmaya gitti; işini bitirdiğinde geldi ve çalışırken kendimi yalnız hissetmeyeyim diye yanıma oturup okumaya başladı. Ne kadar iyi ve düşünceli biri; aralarında canavarlar olsa bile dünya, iyi adamlarla dolu gibi. Yanından ayrılmadan önce, Jonathan'ın günlüğüne yazdığı olayı; profesörün, Exeter'deki istasyonda aldığı akşam gazetesindeki bir şeyi okuyup kaygılandığını hatırladım; bu yüzden, Dr. Seward'in gazetelerini sakladığını görünce, Westminster gazetesi ile Pall Mall gazetesini ödünç alarak odama götürdüm. Daüygraph ve Whitby gazetesinden kestiğim kupürlerin Kont Draku-la'nın gelmesi ile Whitby'de başlayan korkunç olayları anlamamıza ne kadar yardımcı olduğunu hatırlıyorum, bu yüzden, o zamandan beri çıkan akşam gazetelerine bir göz gezdireceğim, belki yeni bir ışık bulurum. Uykum yok ve çalışmak sakinleşmeme yardımcı olacaktır.
DR. SEWARD'IN GÜNLÜĞÜ
30 Eylül - Bay Harker saat dokuzda geldi. Karısının telgrafını yola çıkmadan hemen önce almış. Yüzünden anlaşıldığı kadarıyla sıradışı bir zekâsı olan, enerji dolu bir insan. Eğer günlüğü doğruysa -ve benim kendi olağanüstü deneyimlerim göz önünde bulundurulursa, doğrudur- ayrıca çok cesur bir adam olmalı. O yeraltı mezarına ikinci kez
-411-
gitmesi kayda değer bir cesaret örneğim Bununla ilgili yazdıklarını okuduktan sonra mertliğin iyi bir örneğiyle karşılaşmaya hazırdım, ama bugün buraya gelen, sessiz, işadamı tavırlı beyefendiyle karşılaşmayı neredeyse hiç beklemiyordum.
Daha sonra - Öğle yemeğinden sonra Har-ker ile karısı kendi odalarına çekildiler ve bir süre önce kapının önünden geçerken daktilonun tıkırtısını duydum. Bu işe iyice asılıyorlar. Bayan Harker ellerindeki bütün bulguları kronolojik sıraya dizdiklerini söylüyor. Harker, kutuların Whitby'de gönderildiği nakliyecilerle Londra'da sorumluluğu alan taşıma şirketi arasındaki mektupları almış. Şimdi karısının, daktiloya çektiği günlüğümü okuyor. Acaba ne düşünecek? İşte geldi...
Hemen yanımızdaki evin Kont'un gizlenme yeri olabileceğini öğrenmenin beni hiç şaşırtmaması tuhaf. Tanrı bilir, hasta Renfi-eld'in davranışlarında yeteri kadar ipucu vardı! Evin satın alınmasıyla ilgili mektuplar daktiloda yazılmıştı. Ah, bunlar elimize daha önce geçmiş olsaydı, zavallı Lucy'yi kurtarabilirdik! Dur; bu işin içinde bir delilik var! Harker geri döndü ve yine malzemelerini topluyor. Akşam yemeğine kadar birbiriyle bağlantılı bir metin çıkarabileceklerini söylüyor. Bu arada benim de Renfield'i görmem gerektiğini, çünkü onun, şimdiye kadar Kont'un geliş gidişlerinin bir tür göstergesi olduğunu söylüyor. Ben bunu henüz pek anlayamıyorum, ama tarihler elime geçtiğinde anlayacağımı sanıyorum. Bayan
-412-
Harker'm silindirlerimi daktilo etmesi ne iyi oldu! Aksi takdirde, hiçbir zaman tarihleri bulamazdık...
Renfield'i, odasında kollarını kavuşturmuş, sakin sakin otururken buldum, uysalca gülümsüyordu. O an için, gördüğüm herhangi biri gibi aklı başında görünüyordu. Oturup onunla bir sürü şey konuştum, hepsine doğal tepkiler verdi. Sonra, kendi isteğiyle, eve dönmekten bahsetti, burada kaldığı süre boyunca bana hiç açmadığı bir konuydu bu. Aslına bakılırsa, hemen taburcu edileceğinden oldukça emin bir şekilde konuşuyordu. Sanırım, Harker'la konuşmamış, mektupları okumamış ve Renfield'in kriz geçirdiği tarihlerden haberdar olmamış olsaydım, kısa bir gözlem süresinden sonra taburcu kâğıdını imzalamaya hazır olurdum. Ama şimdi, son derece kuşkuluyum. Bütün o krizlerin, bir şekilde Kont'un yakınlarda bulunmasıyla ilgisi vardı. O zaman bu mutlak inanç ne anlama geliyor? İçgüdülerinin, vampirin nihai zaferi kazanacağından kuşku duymadığını mı gösteriyor? Bir dakika, kendisi bir zoofagus ve terk edilmiş evin şapelinin kapısında çılgınca bağırıp çağırırken hep bir "efendi"den bahsediyordu. Bütün bunlar düşüncemizi doğruluyor gibi. Bir süre sonra yanından ayrıldım; dostum şu anda, kendisini sorularla sıkıştırmam için fazla aklı başında duruyor; düşünmeye başlayabilir ve sonra!.. Bu yüzden yanından ayrıldım. Bu sessiz ruh hallerine hiç güvenmiyorum, bu yüzden bakıcıya onu yakından izlemesini ve
Dostları ilə paylaş: |