Bu çalışmanın konusu, yazılı basının, açık ve fiziksel şiddete konu olan olayları sunma biçimindeki söylemi incelemektedir


Şiddet İçerikli Haberlerin Sunma Biçiminin Yol açtığı Sorunlar



Yüklə 336,58 Kb.
səhifə12/14
tarix25.11.2017
ölçüsü336,58 Kb.
#32830
növüYazı
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14

3. Şiddet İçerikli Haberlerin Sunma Biçiminin Yol açtığı Sorunlar


Bu çerçevede, yaşanan krizlerin, depresyonların, savaşların ve de şiddetin öyküleri bir şok görüntüsü altında seçilerek sunulduğundan (Böylece varolan reel hayatın işleyiş mantığını ve biçimini felaketlerden çıkarsamak durumunda kalırız) hayatı fragmanlar şeklinde yaşayan okurun, bunları kendi yaşam-deneyimleriyle bütünleştirmesi ve sisteme eleştiriyel bir boyut geliştirebilmesi de mümkün olamamaktadır. Okuyucunun bu enforme ediş biçiminde; “Haberin daha çok insanların çoğunu korkutan, toplumsal bir realite içinde yaşanırken ilgi çeken türleri ya kötülüklerin kendi yakın çevremizin dışında olduğunu söyleyen haberlerdir ya da çok garip arada sırada rastlanacak ama ilgi çekici yanları olan haberlerdir” (Oskay 1980: 117).

“Ankara’nın Dikimevi semti son aylarda adeta Teksas’a dönmüş, semt sakinleri her gece patlayan tabancalardan kimleri vurulduğunu düşünerek korkulu dakikalar geçirir olmuşlardır” (Hürriyet 03.02.1976: 3). “Liseliler bile tabanca taşıyor. Bazı yer altı örgütleri ortaöğrenime el atmış... İdeolojik kavganın her geçen gün artarak devam ettiği üniversitelerde gençler otomatik silahlarla savaşırken, lise ve ortaokul öğrencileri de artık tabanca taşımaya başlamışlardır” (Hürriyet 04.04.1976: 1). “Türkiye’ye bir yılda 6 milyon silah girdi. Bunun yüzde 20-25’i yakalanmış, geri kalanı, yurttaşın silahlanmasını sağlamıştır. Türkiye neredeyse Western filmlerinin Teksas’ına dönmüştür. Bir fark vardır; Westernlerde okullarına gidip gelen öğrenciler silah taşımazlar” (Hürriyet 26.05.1976: 1). “30 öğretim görevlisi can güvenliği kalmadığı gerekçesiyle silah ruhsatı almak istedi. 33 kuruluşun başkan ve yöneticileri de aynı gerekçe ile silah ruhsatı almak istediklerini belirttiler. İçişlerine verdikleri dilekçede; ‘Saldırı olayları karşısında yeterli önlemler alınamamış ve failleri yakalanamamıştır. Bu koşullar altında can güvenliğimiz bizzat sağlamak amacıyla Kırıkkale yapısı bir tabancayı taşıyabilmek için gerekli ruhsatın verilmesini’ istemişlerdir” (Günaydın 17.01.1976: 1). “Muhtarlar silah taşımak istiyor. Mahalle ve Köy Muhtarları Derneği Başkanı, ‘Herkeste silah varsa bizde yok. Bu kadar silahlı arasında muhtarların silahsız olamayacağını silah taşıyanlar daha iyi anlar düşüncesindeyiz’ demiştir” (Hürriyet 24.01.1976: 3). “Bedava yaşıyoruz. Bir otomobilden rasgele sıkılan kurşunlar durakta bekleyen vatandaşı yere serdi” (Günaydın 01.06.1976: 1). “Karakoldan 100 metre uzakta adam öldürdü. Halkın telaşından yararlanan katil kaçtı ama Jandarmanın sıkı takibinden sonra yakayı ele verdi” (Hürriyet 11.06.1976: 5). “Talihsiz liseli kızın katilini bulalım. Handan’ın katilini ihbar edene 100 bin lira veriyoruz. Katil belki yanınızda, belki hemen şurada. Katille birlikte dolmuşa, otobüse biniyorsunuz. Yurdun herhangi bir köşesinde belki de yolda sizi çevirip sigarasını yakmak için kibritinizi isteyen katilin ta kendisi. Belki de yurt dışına çıkmaya hazırlanıyordur” (Hürriyet 18.04.1976: 1). “Sapıklar aramızda dolaşıyor. Küçük hızlara yönelik tecavüz ve öldürme olaylarının failleri bir türlü yakalanamıyor. Boş arazilerde ve inşaat çukurlarında cesetleri bulunan küçük çocukların aileleri mateme bürünürken, sapıklar ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyor ve kendilerine yeni kurbanlar arıyorlar” (Milliyet 14.02.1990: 15). “15 dakikada bir suç. Cinayet, tecavüz ve soygunda Amerika’ya yetiştik. Tüm yurtta işlenen suçların büyük bölümü karanlıkta” (Milliyet 13.02.1990: 1). “Vahşete çağrı. Yaralanmalar, cinayetler süratle artarken hızlı bir silahlanma yarışı da sürüyor. Önemli maçlardaki kavgalardan, gece yarısı karanlığındaki soygunlara, yaralanmalara kadar herkesin elinde bıçaklar, usturalar, saldırmalar var” (Günaydın 23.09.1990: 1). “Eyvah! Teröristler 1 ton dinamit çaldılar. Boğaz köprüsünün ayaklarından birine yerleştirilirse köprünün o ayağı çöker” (Sabah 21.04.1992: 1). “Herkes silah peşinde. Terör korkusu çok sayıdaki kişiyi ruhsat kuyruğuna soktu” (Milliyet 04.04.1990: 3).

Bu enforme ediş biçiminin bir başka boyutta sürdürülmesi ise, çevre ülkelerden kitle iletişim araçları ile gönderilen haberler yoluyla olmaktadır. “Ne zaman çevre ülkelerden, kitle iletişimi yoluyla bir haber ulaşsa, bu mutlak ibret alınması, irkilesi bir olayla olur... Merkez ülkelerin medyaları, dikkatlerinin kendi kültürel alanlarının dışına yönelmeye sadece üç ‘C’ lik bir durum –İngilizce olarak; Darbe (coup), Kriz (crisis), felaket (catastrophy)- varsa razı gelirler” (Uğur 1991: 13-22).

Bu durumu somutlaştıran birkaç haber; “Sokaklarda dolaşmak ölüme randevu vermeye benziyor. İlerici Müslümanlar ile sağcı Hıristiyanlar arasında kanlı iç savaş bütün ülkeyi kaplarken, başkent Beyrut alevler içinde yanmaya devam etmektedir” (Hürriyet 27.03.1976: 3). “Beyrut’ta açlık. Bir kedi eti 350 lira. Herkes birbirinden korkuyor. Kadınlar da savaşıyor” (Hürriyet 13.06.1976: 1). “Sırırlarımızın dibindeki savaş açlık ve felaket getiriyor. Lübnan’da savaş ve açlığın getirdiği felaketlere yepyeni biri daha eklendi. Bulaşıcı hastalıkların en korkuncu olan veba Beyrut’ta yayılmaya başladı” (Hürriyet 15.06.1976: 1). “Beyrut’ta caddeler kanla yıkanıyor” (Hürriyet 29.03.1976: 3). Hemen yanındaki haberin bu haberle ilintisi gerçekten düşünülmeye değer; “ ‘Vatanımız gibisi yok’ Beyrut cehenneminden canlarını güçlükle kurtardılar... Uzun süredir devam eden iç savaş nedeni ile, Beyrut cehenneminden kaçan 300 Türk, Nusaybin sınır kapısından adımını atar atmaz ‘Vatanımız gibisi yok’ diyerek sevinç gözyaşları dökmüş ve toprağı öpmüştür” (Hürriyet 29.03.1976: 3). Aynı çerçevede içinde benzer ilişkiyi bize hissettiren bir başka örnek ise, Körfez Krizi sırasında M. Ali Birand’ın makalesi olmaktadır. Körfez ülkelerinde dolaşan ve orada esen ve esmesi beklenen yıkıcı rüzgarları gören Birand, önce Moskova, ardından Ermenistan’ın Başkenti Erivan’daki gelişmeleri ve hayat koşullarını gördükten sonra düşüncelerini şöyle dile getirmektedir; “ ‘Türkiye bölgesin en istikrarlı ülkesi’ dedikten sonra sözlerini şu satırlarla bitiriyor; ‘Haklısınız. İnsanlar kendi içlerinde bulundukları durumla ilgilenirler. Başkalarının güçlüklerine bakıp ‘Çok şükür biz onlardan daha az kötü koşullarda yaşıyoruz demezler. Oysa bugün günlük sorunların bir parçacık dışına çıkıp, global baktığımızda, durumumuzun ne kadar imrenilecek oranda iyi olduğu fark ediliyor” (Milliyet 24.11.1990: 10).

Böylece, insanlara toplumun ve dünyanın gidişatı hakkında bilgilendirme ve düşünebilme yeteneği kazandırmayı arka plana iten bir meslek etiği içinde kalan gazetecinin, gitti yerdeki yaşama üsluplarını görmesi, onların ne gibi insansal değerlerden yoksunlaştırmaya uğratıldığını ve bu temel insanal sorunların, hangi toplumsal sistem tarafından üretildiğinin farkına varması da mümkün olamamaktadır. Böyle bir enforme ediş biçimi yerine, “haberleri öyle vermek gerekir ki insanlara, sorunlar var. Ama bu sorunlar aklımızın ermeyeceği sorunlar değil. Bu sorunlar ne hikmetse –Murat Belge’nin çok güzel bir şeyi vardı- sağım, solum, önüm, arkam, düşman filan diye. Suriye düşman, İran düşman, Bulgaristan düşman, Yunanistan düşman. Her taraf düşman. Kala kala bir kahraman Türk kalıyor tek başına. O kahraman Türk’ün de başı nerde, kıçı nerde, o belli değil. Kim yönetiyor, kim şey ediyor, o belli değil” (Oskay 1980: 117).



Oysaki bunlara rağmen, yazılı ve görsel basında aynı söylemin yine devam ettiği görülmektedir; “Suriye, Irak, İran’daki füzeleri karşılayacak savunma silahlarımız yok. Komşularımız silah deposu gibi” (Hürriyet 06.04.1990: 1). “Tek temiz komşumuz Sovyetler çıktı. 18 ülke Türkiye’deki terörü destekliyor. Eskiden en büyük düşman sayılan Sovyetler, şimdi dostluk gösteriyor” (Hürriyet 18.03.1990: 1). “İşte Azerbaycan Katliamı, çoluk-çocuk kadın-erkek demeden acımasızca kurşunladılar. Azeri halkı, bir yandan canı pahasına Sovyet askerlerine direnmeye, diğer yandan Ermeni militanların ardından Kızıl Ordu’nun yaptığı katliamın yaralarını sarmaya çalışırken, kanlı olayların görüntüleri ilk kez basına ulaştı” (Hürriyet 26.01.1990: 1). “Eyvah! Ermeniler azacak. BDT Genelkurmay Başkanı Mareşal Şapoşnikov, dün şaşırtıcı bir açıklama yaparak, üstü kapalı şekilde Türkiye’yi tehdit etti. Şapoşnikov, ‘Azeri-Ermeni anlaşmazlığına üçüncü bir taraf karışırsa, 3.Dünya savaşı çıkar’ dedi” (Hürriyet 21.05.1992: 1). “Ermeni azdı. Ankara’da müdahale havası. Aliev, ‘Çok ölü var, Türkiye asker göndersin’” (Milliyet 19.05.1992: 1). “Ermeniler tokat atıyor, biz seyrediyoruz. Kabarağ’dan sonra Nahçıvan’da elden gitmek üzere” (Meydan 20.05.1992: 1). Daha çok aklımızın ermeyeceği, gücümüzün yetmeyeceği, devletin ya da toplumu yönetme işini üstlenmiş profesyonel kadroların ancak başa çıkabileceği tehlike ve kötülük dolu haberleri, yoğun ve peşpeşe veren enforme ediş biçimiyle kitle iletişim araçları, varolan realiteyi çarpıtarak yanlış bilincin kazanılmasına yardımcı olmaktadırlar. Böylece kitle iletişim araçları, kitleleri hayatları üzerinde bilemedikleri birtakım toplumsal ve ekonomik güçlerin kontrol kurmuş bulunduğuna inandırmaktadırlar. “Başkan Ford’un Amerikan halkının okumasını istemediği CIA Raporu; CIA’nın son 10yılda yaptığı örtülü işlerin üçte biri dost ülkelerde bazı partileri ve adayları desteklemek” (Milliyet 05.03.1976: 10). “CIA yabancı devletlerin Washington’a çektikleri diplomatik telgrafları toplamış. Amerika’da iki özel telefon ve telgraf şirketinin görevlisi, yabancı ülkelerden Washington’daki temsilciliklerine gelen mesajların ve telgrafların kopyalarını çıkarttıklarını ve Merkezi Haber Alma Örgütüne (CIA) verdiklerini açıklamıştır” (Milliyet 05.03.1976: 10). “İbret, öfke ve heyecanla okuyacağımız bir raporu açıklıyoruz. Bu dehşet verici rapor, binlerce kişiyi ölüme götüren kanlı örgüt PKK’nin, silah almak için eroin pazarladığını ve Avrupa ülkelerinde de milyonlarca insanı uyuşturucuyla zehirlendiğini ortaya koydu” (Hürriyet 21.11.1992: 1). “PKK ve Dev-Sol örgütlerinden sonra... Şimdi de Kızılordu çıktı. Dün sabah 06.15’te İzmit’teki Petkim tesislerinde meydana gelen korkunç patlamalardan sonra gazetelere telefon eden kişiler, ‘Sabotajı biz yaptık. Biz Kızılorduyuz’ dediler” (Meydan 15.05.1992: 1). “Başımızdaki dertlerine biri bitiyor, biri başlıyor. Şimdi de Yunanlılar azdı. Gümülcine’de Yunanlı saldırganlar, soydaşlarımızı dövdü ve dükkanlarını yağmaladı” (Hürriyet 30.01.1990: 1).

Böylesi bir enformasyonu yaparken medyalar, sorunların üzerinde uzun uzadıya duracak vakit yoktur anlayışı içinde şiddeti ve savaş doğuran etkenlerin neler olduğunu bize vermediğinden, böylesi öngörülmez ve acımasız çevreyle bizim gibi sıradan insanların baş edemeyeceği izlenimini yaratırlar. Böylesi haberlerle varolan sistemin mantığı çıkarsamak durumunda kalan bireyle, bir yandan şiddete dayalı sistemin realitesini rasyonalize ederek, realitenin kendisine uygun/laik bulduğu toplumsal konumun ne kadar iyi ve imrenilecek bir şey olduğunu kabullenirken, diğer yandan da kendi geleceğini ve kendi mutluluğunu kendi dışında şekillenen mekanizmalara terk eder, toplumun da, siyasetin de nesnesi oldukları ve toplumu yönetme işini kendilerinin dışındaki “yönetim” görevini üstlenmiş profesyonel kadrolara bıraktıkları bir toplumsal yaşamı kendi elleriyle oluşturmaktadırlar. “Türkiye’de çalışan sınıflar her gün biraz daha yoksullaşıyor. Hem ekonomik, hem de kültürel açıdan demokrasi ve özgürlük istekleri, on yılda tekrarlanmış üç askeri darbe sonunda, toplumunun büyük bir kesiminin gözünden düşmüş, herkes köşeyi dönme ilkesini benimsemiş bulunuyor. Yaşamımızın gelecek boyutu iyiden iyiye itibarsızlaşıyor. Bu yüzden siyaset kitlelere bazı profesyonellerce üstlenilmesi gereken bir işmiş gibi geliyor. Oysa, kitleler siyasetin doğrudan yapıcıları ve üreticileri olmadıkça hiçbir şeyin değişmesi mümkün değil” (Oktay 1991: 58).



Bu çerçeve içinde, sunulan haberleri okuyan kişiler, zaten yaşamı fragmanlar (parça-parça) biçiminde algıladıklarından dolayı söz konusu kişilerin, sunulan haberlerin verili reel hayatla olan dolaylı ya da dolaysız ilişkilerini görebilecek bir eleştiriyel tavra sahip olabilmeleri de mümkün olamamaktadır. Oysa ki dikkatli ve eleştiriyel bir okumayla, ilk anda birbiriyle ilgisizmiş gibi görünen olay ve olguların, gerçekte birbiriyle olan dolaylı ve dolaysız ilişkilerini ortaya koyabilecektir. 12 Haziran 1976 tarihli Hürriyet gazetesinin ilk sayfasına bakalım; 1) “ ‘Ben öldürmedim’. Handan’ın katili sabahtan akşama kadar yargılandı. Savcı, Ahmet Şahin’in idamını istedi”. 2) “Gaziantep’te kanlı çatışma: 3 ölü”. 3) “84 yaşındaki Yugoslavya liderinin dinç yürüyüşü ve kır düşmemiş kızıl saçları dikkat çekti; Tito, ‘Dünyanın gidişi iyi değil’”. 4) Bayiler kar haddini az buldukları için direnişe geçiyor. Tüp gaz sıkıntısı başlıyor”. Aynı gazetenin 6 ve 7’nci sayfaları ise şöyle; 1) “5 yıl önceki 100 lira bugün 260 lira. Ülkemiz hayat pahalılığında dünyada 3’üncü sırada”. 2) “Cebindeki son on lirayla bir ip aldı. Kendini asan ümitsiz aşık sonunda kurtarıldı”. 3) “Gaziantep’te yeni bir hücre evi ortaya çıkarıldı. 16 kişi gözaltına alındı. THKO, silah almak için kaçakçılık yapıyor”. Bir diğer örnek 15 Şubat 1990 tarihli Hürriyet’in ilk sayfası; 1) “Ege bölgesinde tütün fiyatlarını protesto için üreticinin yaptığı gösterilerde sadece Akhisar’da tüccarlara ait 55 işyeri ve büronun tahrip edildiği saptandı”. 2) “Hükümetin tütün taban fiyatlarını protesto için tütün zehiri içerek canına kıymak istedi”. 3) “Tek temiz komşumuz Sovyetler çıktı. 18 ülke, Türkiye’deki terörü destekliyor”. Aynı tarihli gazetenin 3’üncü sayfası; “Şiddet toplumuna doğru gidiyoruz. Sadece kentlerde geçen yıl 12 bin 419 kişi, bıçak ve ateşli silahlarla yakalandı”. Diğer örnekleri ise şöyle; “Ruh sağlığı doktorlarının araştırmasına göre; 1 milyon kişi çıldırmak üzere! Geçim sıkıntısı, işsizlik, parasızlık, kalabalık, gürültü, trafik ve sıcaklar çıldırma riskini artırıyor! Halen 1 milyon dolayında insanın her an çıldırabileceğini dikkat çeken psikiyatristler, ‘Cinnet geçiren kişiler çevrelerine karşı son derece tehlikeli olabilir’ diyorlar”. Hemen yanındaki haber; “Demirel’i kızdıran kadın! Demirel’in gezisi sırasında Zehra Çetin adında bir kadın onun yolunu keserek, ‘Açım, perişanım, herkese aş, iş ve ekmek vaadetmiştin, ben şimdi bunları istiyorum’ dedi. Demirel’in Vali Kozakçıoğlu’na, ‘Bu konuyla ilgilenin’ demesi üzerine Zehra Hanım, ‘Hayır Baba... Ne yapacaksan sen yap. Benim tahammül edecek durumum kalmadı’ diye bağırdı” (Meydan 22.07.1992: 1). “Bir vatandaş böyle çıldırdı. 4 ay önce işten atılan ve hiçbir yerde iş bulamayan Ziya Öztürk, atıldığı fabrikanın dumanı çıkıp çırılçıplak soyunarak elinde balta ve gazla kendini öldürmek istedi. Bir elinde balta, diğer elinde ise bir gaz bidonu olan talihsiz Ziya, “Karnım aç, ölmeden önce bir lokma ekmek verin” diye haykırdı. Kendisini dehşet dolu bakışlarla izleyen vatandaşlara ve kurtarmak isteyen polislere, “Kimse yaklaşmasın, doğrarım, yakarım kendimi” diyen Ziya Öztürk, deli olmadığını, uğradığı haksızlığı protesto etmek istediğini söyledi”. Hemen yanındaki haber ise şöyle; “Çaldıran kiracı evi ateşe verdi. Gaziantep’te, kira ve su parasını almak için gelen ev sahibi ile tartışan Bahri Biçkici adlı kiracı, “Yetti artık herkes para istiyor... her gün her şeye zam geliyor” diyerek cinnet geçirip, evi ateşe verdi” (Meydan 23.07.1993: 1). “Hükümet boşluğu devam ederken... Vatandaş sonunda çıldırdı! “Bir ülke böylesine başsız kalamaz” diye bağıran emekli astsubay, “Başbakanlığımı ilan ediyorum. Kimse aç kalmayacak, kimse sokakta yatmayacak. Bütün politikacılara lanet okuyorum. Zamlardan iki yakamız bir araya gelmedi. Vatandaş, geçim sıkıntısından inim inim inliyor. Emekliler maaş kuyruklarına can veriyor. Beylerimiz ise kokteyllerde, davetlerde, düğünlerde boy gösteriyor” diye bağırdı”. Hemen altındaki haberlere bakalım; “Başbakan Vekili Erdal İnönü, hesap uzmanlarının Ankara’da düzenlediği gecede, garsonun sıcak kalması için altına ispirtolu pamuğun yandığı bir tepside getirdiği kızgın sosislerden birini dalgınlıkla, kürdan kullanmayıp eliyle tutan İnönü’nün parmakları fena yandı. Sosisi fırlatıp elini üfleyen Erdal İnönü, ‘Üff, amma da sıcakmış, elim yandı yav’ diye söylendi”. “Demirel, memleketi Isparta’da krallar gibi karşılandı. Üzerine tonlarca gül serpildi”. “Zamma doymuyorlar! Vay insafsızlar! Daha iki ay önce ağır biz zam yapan ilaç firmaları, Bayram’dan sonra ilaca yüzde 30 arasında bir zam daha yapacak” (Meydan 30.05.1993: 1). “Demirel, “500 günde ülkeyi düzelttik”. Başbakan Demirel, dünkü basın toplantısında, ülkenin günlük gülistanlık olduğunu iddia ederek şöyle oldu, “Enflasyonda düşme başladı, işsizlik azaldı, büyüme hızlandı”. Hemen yanındaki haberler; “Demirel’in şansına bak. Başbakan dün, “500 günde ülkeyi düzelttik” diye basın toplantısı yaparken, işsizlikten kendini öldürmek isteyenler ve yine işsizliğe isyan edip Ankara’ya yürüyenler oldu”. “İşte Baba’nın vatandaşı! İşsiz genç, kendini otobüsün altına atarak ölmek istedi. Başkomiser Salih Aktaş’ın kendisini kurtarmasından sonra güçlükle teskin edilmeye çalışılan işsiz genç Halis Kutay, “Yalvarırım size, öldürün beni. Açlıkla boğuşmaktan usandım artık” diye bağırıyordu”. “Bu üçüncü olay. Tütün üreticisi tütün zehiri içip intihar etti. Balıkesir’in Sındırgı ilçesinde tütün üreticisi olan 3 çocuk babası Ali idi, geçim sıkıntısından ötürü girdiği bunalım sonucu, tütün zehiri içerek yaşamına son verdi”. “Kazığa hazırlanın! Akaryakıt, içki, sigara, şeker, uçak, tren, otobüs ve vapura büyük oranda zam geliyor” (Meydan 15.04.1993: 1). “Bu gidiş kötü! Dün de şeker (yüzde 27) ve demir (yüzde 3.49) zamlandı. İşçi dünyası sancılı. Büyük bir grev dalgası geliyor”. Bu haberin yanındaki diğer bir haber ise şöyle; “Soyan soyana. Hırsıza, kilit para etmiyor. Soygunlarda son günlerde patlama var. Kadıköy Yeşilbahar sokaktaki soygun, aynı sokaktaki üç gün içinde gerçekleştirilen 5.olay. Yetkililere göre, soygunların artmasında ekonomik koşullar rol oynuyor” (Günaydın 07.03.1990: 1). “İşsiz kocadan kurşun yağmuru. Mustafa Gerçel, boşanalım diyen karısına kurşun sıktıktan sonra kayıplara karıştı”. Yanındaki diğer haberler; “Ameliyat parası için oğlunu satıyor. Kıbrıs Barış Harekatı’nda aldığı kurşun yarasından dolayı başında ur oluşan Adapazarılı Hüseyin Akgül, ameliyat parası için 5 yaşındaki oğlunu iyi bir aileye satmak istediğini söyledi”. “Göksel Kortay’ı fena çarptılar. Böyeoğlu’na temiz tutma kampanyasına katılan tiyatro sanatçısı Göksel Kortay yankesicilerin azizliğine uğradı”. “Alacak kavgası cinayetle bitti. Maltepe Beşevler’deki pasaj içinde alacak yüzünden herkesin gözü önünde tartışan iki arkadaş, filmlerdeki gibi bıçaklarını çekip birbirlerine girdiler”. “Ağlatan Reçete. Memur karı-koca; “Biz bu ilaçları nasıl alırız?” PTT memuru İsmail Talaş, kalçası kırılan kayınpederine aldığı 2 milyon liralık platin çubukları ilaçların yetmemesi ve ek reçeteye yenilerinin istenmesi üzerine, hastane kapısında eşiyle birlikte fenalık geçirdi. İsmail Talaş’ın yaşadığı sosyal dram, genel sağlık sigortasının maddi gücü olmayan insanların ne duruma düştüğünü kanıtlıyordu”. “Zeytin, peynir, sucukla oruç açmak ‘Lüks’ oldu... İftar sofrası ateş pahası”. “Yeşil gözlere 5 milyonluk hediye. İstanbul Sergi Salonu’nda Uluslar arası Optik Fuarı’nın açılışını yapan Şişli Belediye Başkanı Fatma Girik, kendisine hediye edilen toplam 5 milyon lira değerindeki biri altın çerçeveli 7 gözlükle fuardan ayrıldı” (Günaydın 23.03.1990: 3). “Erkeksiz köyde PKK barbarlığı. PKK tarihinin en iğrenç katliamını Van’ın Bahçesaray ilçesindeki bir yaylada yaptı. Erkeklerin bulunmadığı sırada baksın yapan 7 PKK teröristi savunmasız 15 çocuk ile 9 kadını delik deşik etti”. Hemen yanındaki haber, “Antalya cıvıl cıvıl. Binlerce yerli ve yabancı turist, Antalya’da bombalı eylemlerle yaratılmak istenen panikten hiç etkilenmedi. 3 otele atılan bombalardan bir gün sonra, Konyaaltı Plajı, yerli ve yabancı turistler tarafından tıklım tıklım dolduruldu” (Hürriyet 20.07.1993: 1).

Yüklə 336,58 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin