SANAT VE BİLİM ÜZERİNE BİR ÖZELEŞTİRİ
Eğer Türk tarihi yanlış yazılmamışsa bizde sanat en az OrtaAsya ile başlar. Soyutlama, stilize, deformasyon, detaydan arındırma sanatımızın özelliği ve güzelliğidir.
Dokumalarımızda geçen motifler, çadır yapımız, mekan fikrimiz, mekanı süsleme özelliğimiz, derin bir özgeçmişi yansıtır. İpekyolu dizisi bizi söyler gibidir. Özde kültürümüz ve kültür birikimimiz bu kadar sınırlı da değildir. Yakın devirler içinde, beylikler, fütuhatlar, Osmanlı’lar ve islam dininin daha değişik görüş ve anlayışları sanat denizine pırıl pırıl kaynaklar halinde boşalmış, sonuç olarak Anadolu uygarlıklarıyla bütünleşmiş, zenginleşmiştir. Dünyada hiçbir ülkenin ulaşamayacağı kadar görkemli ve özlü olmuştur.
Türk ve islam sanatları doğayı enteresan bulmaz. Doğada her görüntünün yanıltıcı olacağını, bulgu, duygu ve sistematik düşünce , geometri ve matematikle zenginleştirilerek, öz sanat, bugünün ve dünün düşünce açısının tavanına ulaşmıştır. Osmanlı’ların labirentlerde gezindiği bir dönemde, rönesans rastlantı olarak Avrupa’da patlamıştır.
Bilim ve sanatta Avrupa karanlık çağlarını yaşarken, biz mekaniği, sibernetiği, balistiği biliyor ve kullanıyorduk. Ancak din anlayışımız bireyselliğe açık olmadığı için, kişisel çıkışlar baltalanmış ve destek görmemiştir. Rönesans ve sonrası düşünceler dizisine bir göz atılırsa, “yaşadığın dünyaya, insanlara, canlılara, kendi gözlerinle bir bak, açık ve seçik olarak gör, hepsini kendi bulacağın bir düzene göre sıraya koy” der. Bu, bize ait olan ölçütler, rönesansın ana teması olmuştur.
Sanat alanında ise, empresyonizm dahil bütün ekoller bu çizgide olmuştur.
Cumhuriyetten sonra biz, önceden tanıdığımız şeyleri Avrupa’ya aramağa gittik. Görüşlerini tabulaştırdık, tabirimi hoş görün, çöl bedevisi gibi, her gördüğümüzü sarıp sarmalayıp yeniliktir diye Türkiye’ye getirdik, empoze ettik. Bazı sağ duyu sahibi Bedri Rahmi, Avni Lifiji gibi sanatçılar “buradan alacağımız bir şey yok” diye yurda döndüler. Sanatı kendi içimizde aramamız gerektiğini savundular. Bazıları ise şövalye kılıklarında döndüler ve uzun süre üstat olarak boy gösterdiler. Bu kargaşa hala sürer gider. Evrensel kanıya göre, sanat, bir hesap kitap işidir, geometri işidir. Mısır ve Elen sanatlarına bakılırsa, durum daha açıklık kazanır. Kuralsız sanat olmaz, rastlantıların sanatta yeri yoktur. Akıl, göznuru, emek, bulgu değişmeyen yaratı yoludur.
Bizler her nedense, hemen hemen her konuda yanılgı içindeyiz. Şehirleşme, ekonomi, betonarme, sanayi, sıpor, zıraat, hep dış ülkelerin yanılgılarından nasibini almıştır.
Türk evi, kendi iç görkemini, kulanışlılığını, apartumanın bir düze ve sağlıksız yapısına terk etmiş; zıraat, yerli, ömürlü ve binbir özellikli bitkilerimizi soysuz, tatsız, dış korunaklı bitkilere terk etmiş; ticaret, düzenbazlıkla eşdeğer bir kavrama ulaşmış; yabancı sıporcular sahalarımızda cirit atar olmuş; nerede ise, güreş için bile Avrupa’dan hoca aramağa başlamışız. Sanki Aliço’lar, Mümin pehlivanlar, koca Yusuf’lar bizden, bizim kısır saydığımız imkanlarımızdan yetişmemişler gibi. Aslında bu denli aşağılık duygusuna düşmemize gerek yok Bir Japon duyarlılığıyla kendimize dönelim yeter.
E. Aydın
(*) HOCAM
Akşam serginizi zevkle izledim.
Sanatçılar özgün yapıtlar koymuşlar hepinizi kutlarım. Bana sorduğunuz soruyu ben de hep kendime sorarım. Özellikle resimde “çerçevenin vazgeçilmezliği nedendir”?
Çünkü çerçeve boşluktaki yapıta sınır kor. Sayısal çoklukta buna gereksinim vardır. Yontuda ise bu kural çok çok önemlidir, Ankara’da olduğu gibi.
Sanat nesnesinin formu, bulunduğu boşlukta uyumlu çevresinde dolaşabilmesi, modeleye olanak tanıması gerekir. Hele böylesi anlamsız salonlarda uygun malzemeyle sınırlamak gereksinimi vardır. Yoksa güzelim yapıtlar uzamda yiter gider.
Saygılar Sevgiler.
E. Aydın, 5Mart2002
SANAT VE İNSAN'IN ÖTE YÜZÜ
Fas'ın güneyinde çölde yaşayan bir göçebe kavim, (Taureqler), kumun üzerine inanılmaz güzellikte, içten gümbür gümbür taşan duyumlar ve onun coşkusuyla resimler çizerlermiş.
Sonra, kavuran sıcaklar, sam rüzgarı, yavaş yavaş veya birden bire resimleri kapatır, ertesi günler yine ve yine yaparlarmış. Yaşamın gerçek anlamı, insandaki bitmez çaba ve değişmeyecek, yok oluşa karşı, sessiz bir direngenlik, ezelden ebede bir ses değilmidir. İnsanın kendine karşı verdiği bir savaşım. İşte bana göre sanat, göstermelik bir damla leke değil pınarlar gibi çağlayışın dinginliklerde erimesi değil mi?
E. Aydın, 26Mayıs1994
BAŞLIKSIZ
Şimdi size sıradan bir düşünü olarak Ethem kardeşinizin şu iletisi, orijinal yeni güncel değildir. Aslında çok geç kalmış, Çukurova geleceğinin portresidir. Sanatla düşünenler, tarih boyu hep tutarsız bulunmuşlardır.! Ancak gelecek zamanlar onların hayal olarak ortaya koyduklarıyla gerçekleri bulmuştur. Sanatçılar tabir iraz amiyane olsa da av köpekleri gibi güzel geleceğin kokusunu alırlar, avcıya hedefe ateş etmek kalır.
Eğer şu organizesinden sorumlu olduğunuz yalın gücün yönünü ovaya döndürecek bir barajı yapabilir, kanalize edebilirseniz, yalın ve görkemli panoromanın seyirlik dekoru olarak Çukurova göklerinde gökkuşakları oluşturmak da benden olacaktır. Dahası bulutları boyayabilir, renkli kar da yağdırabilirim. Yeterki ilk adımı siz atın ve sizler gibi genç dinamik kişiler yolu açsın!
Bilim yarışmaları, şenlikleri, devletin ve devletlerin kültür sorunudur. Adana bunu yapmağa kalkarsa yine tabiri amiyanesiyle ata nal çakıldığını görmüş kurbağa ayanı uzatmış gibi olur.
Unutmayınız amaç: Çukurova’da kültür ve sanattır. Saygılar sevgiler
E. Aydın
SEVGiLi HOCAM.
Ankara’da bir sergimde idi sanıyorum. Genelde olanağımın da yetersizliği nedeniyle çoğunlukla suluboyada yoğunlaşmıştım. Yeni yeni yapılmış yağlıboyalarım da vardı.
İlk yağlıboyamı Kars’ta kağıt üzerine portre bir kaç kar manzarası sergimi oluşturuyordu. Şimdi ismini anımsayamadığım ünlü bir eleştirmeni gezdiriyor, yapıtları kendime görece hikayelendiriyordum.
Eleştirmen salonu terkederken nasıl bulduğunu sordum. Keşke büyümeseydin dedi.
Yıllar sonra öğrenebildimki: resim öykü değildir
Öyleyse resim nedir, ne değildir sorusuna yanıt aradım. Resim nedir sorusuna hala yanıt arıyorum kaynaklardan.!
Pekiyi, resim ne değildir sorusu biraz bana kolay geldi.
Fotoğraf değildir
Öykü değildir.
Karikatür değildir.
Afiş değildir
Gerçeğe öykünmek değildir
Soylu resim nedir? Soylu resim kesin kez yukarda saydıklarımdan arınan “saf yürekle” ortaya konan, sanal gerçeklerin kendine görece, özgün, düşün ve düşüncenin estetik kaygılarla desteklendiği tansığ bir yaratma olayıdır!
Bu son tümce uzun incelemeler sonunda az da olsa anlaşılırlığa yaklaşan evrensel değişmezlerdir.
Soylu resim büyük boyutlarda yapılır diye bir kuralı getirmez. Günümüzün şartları, bilhassa “bir öğretmen ressam” için taşınabilmesi, sergileme kolaylığı bakımından orta ve küçük boyutlarda olması akılcı bir seçim olur. Yeterki içeriği güçlü olsun.
(*)’ciğim, bunları yazarken içtenliğimi bilmeni, inanmanı, inanacağını umduğum için “gurk tavuğun bastığı cülük ölmez” deyişine sığınarak yazıyorum. Seni sevdiğimi bilirsin.
Yapıtlarında, yukardaki parentez içi, şöyle veya böyle hep var. Onlardan arınmanda binlerce fayda var.
Nü ve figürler (ölü yüzlü) melankolik pentürü rahatsız eden yapaylıklardan da uzaklaş. Aslında kompozisyonların genelde yalnız başına bile soylu ve çok çok güzel. Renk kimyası sana görece, tertemiz renkler barok ve kılasik kompozisyondaki üstünlüğün paha biçilemez.
İyi yerdesin kutlarım, öperim.
E. Aydın, 4.Haziran.1998
Dostları ilə paylaş: |