Güneşe ve onun parıltısına andolsun,
Onu izlediği zaman aya,
Onu (güneş) parıldattığı zaman gündüze,
Onu sarıp-örttüğü zaman geceye,
Göğe ve onu bina edene,
Yere ve onu yayıp döşeyene,
Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene',
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
Ve onu örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 1-10)
Ayetlerden de görülmektedir ki, Allah insanı yaratırken onun nefsine (benliğine) hem kötülük, hem de ondan sakınma, yani iyilik ilham etmiştir. İnsanın içinde bu iki güç birden bulunur. İnsanın kurtuluşu (felahı) ise, bu kötülükten sakınmayı seçmesidir. Nefsinde kötülük bulunduğunu kabul etmediği anda da o kötülükten sakınacak bilince sahip olamaz, ayette geçen ifadeyle o kötülüğü "sarıp örter", kendi içinde besler. Dolayısıyla o kötülük, onu yutar. Yalnızca nefsindeki kötülükten ibaret bir canlı haline gelir ki, bu noktada onu insan yapan değerleri de kaybeder. Yalnızca içgüdülerini tatmin etmek için yaşayan bir tür hayvana dönüşür. Bu içgüdülerin tatmini için de kolaylıkla kan dökebilir.
İşte sözde "uygar" materyalist Batı düşüncesinin vardığı nokta, bundan pek farklı değildir.
Materyalist Batı uygarlığının egemen kadrosu olduğu kadar aynı zamanda da bir ürünü olan "gizli el", işte bu nedenle şaşırtıcı derecede zalim, barbar ve kan dökücü olabilmektedir. Sahip olduğu anlamsız uygarlığı koruyabilmek, yani maddesel dünya üzerindeki egemenliğini muhafaza edebilmek için her türlü Makyavelist cinayeti işleyebilir ve bir manevi kültüre sahip olmadığı için bu onu hiçbir biçimde rahatsız etmez. En çok da gerçek bir anlam ve derin bir manevi kültür sahibi olan bir uygarlığı hedef alır ki, bu da İslam'dır.
Bosna'daki kanları da işte bu nedenle hiçbir vicdani rahatsızlık duymadan akıtabilmiştir. "Gizli el"in üyeleri, maddi yönden son derece "uygar" -bilimsel bir eğitim almış, şehirli, "kravatlı"- insanlardır ama manevi kültürden yoksun birer barbardırlar. Sömürgeleştirdikleri topraklarda yaşayan yerlileri katliamdan geçirerek fetheden ataları nasıl uygar birer katil idiyseler, onlar da uygar birer katildirler.
Ve sonuçta şunu da söylemek gerekir: İnsanın "uygar bir barbar" olması, yalnızca Batı medeniyetine özgü bir durum değildir. Batı, bu batağın içine boğazına kadar batmış olduğu için bir örnek teşkil etmektedir. (Batı’yı bunun içine tamamen düşmekten koruyan etken ise, hala sahip olduğu dini inanç ve değerlerdir.) Aynı tehlike, dinden yüz çeviren, dini terbiyeyi ve ahlakı göz ardı eden, kısacası yalnızca "ekmek"le yaşayabileceğini zanneden her toplum ve her birey için geçerlidir.
Bosna'da akan kanların, Batılılara, Doğululara ve tüm insanlığa verdiği en önemli ders bu olmalıdır.
VII. BÖLÜM
Savaşın Karanlık Yüzü
1992-95 yılları arasında tüm dünya, hafızalardan silinmesi zor bir vahşete tanıklık etti. Ve bu vahşet Avrupa'nın hemen yanı başında gerçekleşti. Daha çatışmaların ilk günlerinde yapılabilecek bir müdahale, ancak vahşetin boyutları tüm dünya kamuoyunun dayanma sınırlarını aştığında yapılabildi. Üç yılın sonunda ateşkes sağlanarak savaşa son nokta konuldu.
Ne var ki bu süre zarfında yaşananlar Bosna halkının üzerinde telafi edilemez izler bıraktı. Savaşın bilançosu çok ağırdı; 200 bin Bosnalı Müslüman öldürüldü, 2 milyon Müslüman yurdundan sürüldü, 50 bine yakın kadına tecavüz edildi ve on binlerce insan da Sırp toplama kamplarında işkence görüp, sakat kaldı. Pek çok insan diri diri parçalanıp mezarlara gömülen, topluca kurşuna dizilen ya da evleriyle birlikte yakılıp katledilen insanların korkunç görüntülerine tanıklık etti. Kimisi sevdiklerinin ve yakınlarının işkence ile öldürülmesine, kimisi karısının, kızının ya da annesinin ırzına geçilişine şahit oldu.
Kitap boyunca Batı dünyasının savaş boyunca izlediği politikayı, Balkanlar'ın siyasi ve kültürel yapısını, tarihini ve jeostratejik konumunu göz önünde bulundurarak inceledik. Bu bölümde ise, Bosna'da Müslüman halka yönelik olarak gerçekleştirilen vahşet hakkında bazı detaylar vereceğiz.
Birleşmiş Milletler Denetiminde Katliam: Srebrenica
Srebrenica katliamı, uluslararası gözlemciler tarafından II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa’nın gördüğü en vahşi katliam olarak nitelendirilmektedir. Beş gün gibi kısa bir süre içerisinde yaklaşık 8 bin Müslüman erkek Sırplar tarafından öldürülmüştür. Bu katliamı diğerlerinden ayıran en önemli özellik ise, katliamın, Srebrenica’nın Birleşmiş Milletler tarafından “güvenli bölge” ilan edildiği bir dönemde gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Sırplar Srebrenica’yı 6 Temmuz 1995’de kuşatmaya başladılar. Ancak bölge BM tarafından korumaya alınmış ve mülteciler için özel bir alan haline getirilmişti. Savaştan korunmak isteyen yaklaşık 40 bin kişi bu bölgeye sığınmıştı ve bölgenin korumasını BM’in Hollanda birlikleri sağlıyordu. Tanklar ve ağır silahlar eşliğinde ilerleyen Sırp ordusu 11 Temmuz günü Srebrenica’yı ele geçirdi. Bu sırada Boşnak halkın uluslararası güçlere yaptığı yardım çağrıları cevapsız kaldı.
Srebrenica’da yapılan katliam, hayatta kalanların ifadeleri, NATO ve BM arşivlerinde bulunan belgeler, Bosna, Sırbistan, Washington ve New York’da yapılan araştırmalarla hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlandı. Basında yer alan haberler ve görgü tanıklarının ifadeleri, Srebrenica'nın BM tarafından Sırplara teslim edildiği gerçeğini ortaya koyuyordu.
Örneğin bölgede bulunan bir BM yetkilisi, “Acil! Acil! Acil! Sırplar Srebrenica’ya giriyorlar. Birinin onları durdurması ve bu insanları kurtarması gerekiyor. Binlerce insan hastaneye toplanmaya başladı. Lütfen yardım edin” mesajı ile Cenevre’deki üstlerini yardıma çağırmış, ancak kimseden cevap alamamıştı.1 Srebrenica Sırpların eline geçerken, bölgeyi korumakla görevli Hollanda Birliği'nin komutanı kendi adamlarının güvenliğini garanti altına almak için Srebrenica kasabı Ratko Mladi¡ ile pazarlık yapıyordu. Zaten Hollanda Birliği'nin, BM Bosna Sorumlusu Bernard Janvier’e yaptığı “Srebrenica’yı kurtarmak için hava saldırısı yapılması” yönündeki teklifi de geri çevrilmişti. BM yetkilileri kuşatma altında olan bir şehri korumayı “riskli” bulmuş ve her koşul altında koruyacaklarını vaat ederek bölgeye topladıkları Müslümanları göz göre göre ölüme terk etmişlerdi.
Srebrenica’nın işgalinden bir iki gün sonra ABD uyduları, bölge yakınlarındaki futbol sahalarında toplu olarak öldürülmeyi bekleyen Müslümanların yerlerini tespit etmişti. Ancak ABD’li yetkililer resimlerin uydudan ellerine 4 Ağustos günü geçtiğini açıkladılar. ABD’n1in uydudan resimlerin geldiğini açıkladığı günlerde Müslümanlar çoktan öldürülmüş, hatta toplu mezarlara yerleştirilmişlerdi bile.2 Olaylar bu aşamaya gelene kadar gerek BM gerekse ABD yaptıkları tüm açıklamalarda, Sırpların Srebrenica’yı işgal etmeyi planladığını düşünmediklerini, bu nedenle herhangi bir hava saldırısına ihtiyaç duyulmayacağını açıklamışlardı. İnandırıcı bulmadıkları olay gerçekleştiğinde ise artık müdahale etmek için çok geçti. Srebrenica’yı ele geçiren Sırp Birliği'nin komutanı Mladi¡, BM Hollanda Birliği'nin komutanına, hava saldırısı yapılması durumunda, Müslüman esirlere ne yapacağını yakınındaki bir hayvanın boğazını keserek göstermişti.3
Aslına bakılırsa BM’in hava saldırısında bulunmak gibi bir niyeti hiçbir zaman olmamıştı. Çünkü Bosna Barış Gücü askerlerinin komutanı Fransız general Bernard Janvier Mladi¡’e hiçbir hava saldırısı olmayacağının garantisini çoktan vermişti bile. Ünlü Fransız dergisi Le Nouvel Observateur'de yer alan makalede ‘Janvier de Srebrenicada Yaşananlardan Dolayı Yargılanmalı mı?’ sorusu soruluyor ve Mladi¡’le Janvier arasındaki gizli görüşmeye yer veriliyordu. France 2 televizyon kanalında yayınlanan Envoye Special’(Özel Temsilci) adlı haber programına dayanılarak hazırlanan makalede, general Janvier’nin Srebrenica katliamındaki payından bahsedilirken iki önemli noktanın altı çiziliyordu. Bunlardan birincisi, az önce de değindiğimiz gibi, Sırp ordusundan general Mladi¡ ve general Peri§i¡’le yapılan gizli görüşmelerde, Sırplar tarafından esir alınan Fransız askerlerinin serbest bırakılması karşılığında, Sırplar Srebrenica’ya girerlerse hiçbir şekilde hava saldırısında bulunulmuyacağına söz verilmesiydi. Diğer bir deyişle Fransız General, Srebrenica’yı almaları için Sırplara açık kart vermişti. İkinci önemli nokta ise Sırp saldırısının başladığı 11 Temmuz günü Hollandalı komutanın ısrarlı taleplerine rağmen, Fransız Generalin hava saldırısı için izin vermemesiydi.4
Bu arada Mladi¡’in Hollandalı komutanı tehdit ettiği saatlerde çoğunluğu erkeklerden oluşan, kendilerini ne Sırplara ne de BM’e emanet etmek isteyen, yaklaşık 15 bin Müslüman Srebrenica’dan kaçmaya başlamıştı. Çoğunluğu kadınlardan ve çocuklardan oluşan yaklaşık 25 bin kişi de Poto¯ari’de bulunan Hollanda kampına sığınmayı tercih etmişti.
Ertesi gün otobüsler, kamyonlar ve kameralar eşliğinde Ratko Mladiˆ Poto¯ari’ye geldi. Sırp askerleri, mültecilerin kadınlar ve erkekler olarak ayrılmalarını emrettiler. Barış gücü kuvvetlerinin gözü önünde erkekler bir yana, kadınlar bir yana ayrılıyor ve erkekler kamyonlara dolduruluyordu. Sırp kasabı katledeceği Müslümanları kamyonlara yüklerken “Korkmayın, kimse size zarara veremeyecek” diyor ve kameralara gülümsüyordu.
Kameralara yansıyan bu görüntülerle Srebrenica’da yaşanan gerçekler arasında elbette büyük uçurum vardı. Medecins Sans Frontieres (Sınır Tanımayan Doktorlar)'e bağlı olarak bölgede görev yapan Christina Schmidt, gerçek manzarayı yerel bir radyo aracılığı ile dünyaya şöyle duyuruyordu:
Sırp askerlerinin, mültecileri adeta birer hayvan gibi kamyonlara yüklerken, yüzlerindeki öfke, kin ve nefreti herkesin görmesini isterdim... Bir Sırp askerinin yanında, kucağında bir yaşında oğluyla ağlayarak yanıma gelen bir baba, bakacak kimsesi olmadığı için oğlunu bana emanet etmek istedi. Dehşet bir manzaraydı. Bebeği kollarından aldım ve ismini kaydederken, babanın bir daha oğlunu hiç görmeyeceğini biliyordum.5
Kamyonlarla götürülen erkeklerin neler yaşadıkları ise, bu katliamdan kurtulmayı başaran Hurem Suljiˆ’in anlattıklarına dayanılarak, New York Times gazetesi tarafından şöyle aktarılmaktaydı:
Hurem Suljiˆ, sağ ayağı aksak olan 55 yaşındaki bir marangoz, Sırplar kadınları, çocukları ve yaşlıları BM’e teslim etmek için götürürken kendisinin alıkonulmayacağını düşünüyordu. Ancak karısı, kızı, gelini ve 7 yaşındaki torunu ile birlikte otobüse doğru giderken bir Sırp askeri onu da kenara (otobüse doldurulacakların yanına) ayırdı. Akşam 19:00 gibi General Mladi¡ gelip, “İyi akşamlar” diye esirlere seslendi. İnsanlar neden orada tutulduklarını öğrenmek istiyorlardı. Mladi¡, Bosna Hükümeti tarafından tutuklanan Sırplara karşılık onları alıkoyduğunu söyledi. Erkekler dışarı çıkarıldı ve BM Barış Gücü askerlerinin önünde otobüslere dolduruldu. Sırp sınırında bulunan Bratuna¡’a götürüldüler ve yüzlerce erkek küçük ve pis bir depoya dolduruldu. Sürekli yeni otobüsler geliyordu. Bir Sırp askeri el feneri ile esirlerin yüzlerine bakıyordu, sanki genç ve sağlıklı görünen birilerini arıyor gibiydi. Bir kişiyi alıp dışarı çıktı. Bir müddet sonra dışarıdan “sanki bir hayvan boğazlanıyormuş” gibi haykırışlar geldi. Bir süre sonra ses kesildi. Daha sonra kırk kişi daha dışarı çıkarıldı ve ölünceye kadar dövüldü... Sonra 10 kişiyi daha aldılar. Gidenler geri gelmiyordu... Herkesi tekrar otobüslere doldurdular ve Zvornik’e doğru yola çıkıldı. Karakaj’a gelmeden hemen önce otobüsler sağa döndü ve bir okulun önünde durdu. Erkekler spor salonuna götürüldü. Sulji¡’e göre orada yaklaşık 2.500 kişi vardı. 14 Temmuz gecesi gruplar halinde dışarı çıkarıldılar ve gözleri bağlandı. Kamyona yüklendiler. Taşlı bir yolda ilerleyen kamyon bir müddet sonra durdu ve herkese aşağı inmesi ve dörderli olarak sıraya girmeleri söylendi. Sırplar arkadan ateş etmeye başladılar. Vurulanlardan biri Sulji¡’in üzerine düşünce o vurulmaktan korundu. Yerde yatarken etrafının ölü bedenlerle dolu olduğunu gördü. Sürekli yeni insan dolu kamyonlar geliyordu. Hepsi önce sıraya sonra kurşuna diziliyordu.6
BM askerlerinin gözü önünde otobüslere doldurulup götürülen ve vahşice katledilen Müslümanlardan hayatta kalmayı başaran NedΩad Avdi¡ ise, kendisiyle yapılan röportajda bir Sırp askerinin insan cesetleri ile dolu araziye bakıp “iyi işti” diyerek yaptığı katliamla nasıl övündüğünü anlatıyordu.7 Sırpların yaptıkları bu işle övünmeleri boşuna değildi elbette. Ne de olsa NATO ve BM güçlerinin kontrolü altında bulunan topraklardan, “güvenli bölge” ilan edilmiş bir şehirden binlerce Müslümanı almış ve dünyanın gözlerinin içine bakarak bu masum insanları katletmişlerdi.
Üstelik Srebrenica’da yaşanan iki yüzlülük ve dram bu vahşetle de son bulmuyordu. Savaşın ardından çoğunluğu halen bir türlü yakalanamayan savaş suçlularının, BM ve NATO görevlilerine rağmen aynı bölgede yaşamlarına devam ediyor olması da olayın bir başka yönüdür. Müslümanları katleden Sırplar kadar, bu zulme göz yuman ve zalimlere destek olanların da unutulmaması gerektiğini, ünlü İngiliz gazeteci Robert Fisk ‘Our Shame over Srebrenica’ (Srebrenica’daki Utancımız) başlıklı makalesinde şu şekilde dile getirmektedir:
Bu hafta liderlerimiz yaptıkları konuşmalarda bize Sırp savaş suçlularını hatırlatacaklar. Sırpların suçlu olduğu doğru. Ama masumları ölüme terk eden BM’in Hollandalı komutanını, savaş suçlularının yaptıkları katliamlardan sonra da yıllarca Bosna’da cirit atmasına göz yuman BM askerlerini ve Sırpların bir sonraki kurbanlarını korumayı nasıl şiddetle reddettiğimizi gösteren uygulamalarımızı da hiç unutmamız gerekir.8
Toplama Kamplarının Varlığı Biliniyordu
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan 2 Kasım 1992 tarihli rapor Bosna'daki soykırımdan Batılı devletlerin haberdar olduğunu ortaya koyuyordu. Soykırımın tüm hızı ile devam ettiği bu tarihte, raporu inceledikten sonra yazdığı yazısında ABD Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Lewis K. Elbinger, Batı dünyasının bu zulme tepkisiz kalmaması ve acilen bir şeyler yapılması gerektiğini şöyle dile getiriyordu:
‘Berbat’, ‘korkunç’, ‘trajik’ gibi kelimeler Bosna Hersek’de yaşananları anlatırken en çok kullanılan kelimeler arasında yer alıyor, ne var ki bu kelimeleri kullananlar bile Bosna’da yaşanan savaş suçlarının boyutlarının tam anlamı ile farkında değiller. Biz sabah kahvemizi yudumlayıp gazetemizi okurken orada Adolf Hitler veya Pol Pot’un yaptığı katliamlara benzer katliamlar gerçekleştiriliyor. Yarım yüzyıl önce Hitler katliamlarını gerçekleştirirken belki Amerikalıların yapabilecekleri pek bir şey yoktu. Pol Pot barbarlığı için de Amerikalılar bir şey yapamazlardı, çünkü herşey gözden ırak bir bölgede yaşanıyordu. Ama Sırp kıyımı Avrupa’da şu anda yaşanıyor ve ABD Dışişleri’nin bu konuda hazırladığı sekiz rapor var.9
Elbinger Batı’yı bir an önce Bosna’ya müdahale etmeye davet etmekte son derece haklıydı. Çünkü hazırlanan raporlarda işkenceler, katliamlar, tecavüzler oldukça detaylı olarak ele alınmıştı. Gerek işkenceyi bizzat yaşayanlar gerekse bölgede bulunan gözlemciler Bosna’da yaşananların gerçek bir soykırım olduğunu Amerikalı ve Batılı yetkililere anlatmışlardı. Üstelik ABD tüm bu anlatılanları destekleyen uydu fotoğraflarına da sahipti. Ancak kitap boyunca üzerinde durduğumuz ‘gizli el’, Amerikan yönetiminin Müslümanlara yapacağı yardımı mümkün olduğu kadar geciktirmeye çalışıyordu. Aynı ‘gizli el’ Sırp katliamlarını dünya kamuoyundan gizlemek için de özel bir çaba göstermekteydi. Bu lobicilik faaliyetleri uzunca bir süre etkisini gösterdi ve NATO’nun Bosna’ya müdahele kararının gecikmesinde etkili oldu. O dönemde Amerikan yönetiminin toplama kamplarının varlığına dair bilgi edinmiş olmasına rağmen, müdahelede tereddütlü davranması basına da şu şekilde yansımaktaydı:
ABD toplama kamplarındaki vahşeti bilmesine rağmen harekete geçmiyor. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Richard Boucher, 'Sırpların, Hırvat ve Müslümanlar için toplama kampları oluşturduklarını ve bu kamplarda işkence ve öldürme olaylarının gerçekleştirildiğini bizim raporlarımız da doğruluyor' dedi. Bu durum karşısında, ABD'nin pozisyonunu soran bir gazeteciye karşılık Boucher, "ABD yönetimi, bu konuda özel bir girişimde bulunmayı planlamıyor" yanıtını verdi.10
Bir süre sonra söz konusu ‘gizli el’in yönlendirmeleri nedeniyle Batılı devletlerin, Bosna’da yaşanan drama sessiz kaldıkları ortaya çıktı. Basında yer alan pek çok haber, BM başta olmak üzere uluslararası kurumların, Bosna’da neler olup bittiğini bilmediğinden değil, herşeyi bilmelerine rağmen bir şekilde çekimser kaldıklarından Bosna’ya zamanında müdahale etmediklerini gösteriyordu:
Birleşmiş Milletler kampları biliyordu. Saraybosna'da görev yapan Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün 3 Temmuz tarihli notu, BM'nin toplama kamplarından haberi olduğu halde hiçbir girişimde bulunmadığını kanıtladı. BM'nin kampların varlığını bildiği halde sessiz kaldığının ortaya çıkması şok etkisi yarattı. BM yetkilileri, kampların varlığı hakkında kesin kanıt olmadığı için bir şey yapmadıklarını ileri sürdü.11
‘Gizli el’in Sırplara verdiği destek, savaşın son günlerine kadar devam etti. Batılı devletlerin, BM’in, NATO’nun içindeki uzantıları sayesinde ‘gizli el’, kimi zaman Bosna'da yaşanan etnik soykırımla ilgili bilgilerin BM Güvenlik Konseyi’nden gizlenmesini, kimi zaman toplu mezarların yerlerini gösteren uydu fotoğraflarının, ulusal güvenlik gerekçesi ile, hem kamuoyuna hem de Savaş Suçları Mahkemesine verilmesini engelleyerek Sırplara yardımcı oldu. Buna rağmen, Batı’nın özellikle de ABD’nin tamamen konudan uzak kalmasını sağlayamadı. Amerika’nın desteği ile geç de olsa gelen NATO ve BM harekatı, Boşnak halkı için kurtuluş kapısının aralanması anlamına geliyordu.
Sistemli Etnik Temizlik
Savaş boyunca Sırp ordusunun ve diğer paramiliter birliklerin attığı her adım daha önceden planlanmış gibiydi. Nitekim eski Sırp Demokrat Partisi lideri Vladimir Srebov, bu planı “Bosna’yı ekonomik olarak yıkmayı ve Müslüman halkı tamamen yok etmeyi planlayan” bir etnik temizlik programı olarak nitelendirmişti. Daha sonra kendisiyle yapılan bir röportajda ise şunları söylüyordu:
Plan Bosna’nın, biri Büyük Sırbistan’a, diğeri Büyük Hırvatistan’a ait olmak üzere iki parçaya ayrılmasını öngörüyordu. Müslümanlar için öngörülen kaçınılmaz son ise belliydi: %50’sinden fazlası öldürülecek, geri kalan azınlık Ortodoksluğa dönecek, onlardan da geriye kalan ve maddi imkanı olan bir avuç insanın ise kendi halinde yaşamasına izin verilecekti. Asıl amaç Bosna Hersek’i tamamen Müslümanlardan arındırmaktı.12
Nitekim bu plan doğrultusunda Bosna’yı işgal eden Sırplar ele geçirdikleri her yerde aynı yöntemleri uyguluyorlardı. Köyler aynı yöntemlerle basılıp yağmalanıyor, insanlar aynı korkunç yöntemlerle katlediliyor, farklı toplama kamplarında aynı işkence teknikleri, aynı tecavüz yöntemleri uygulanıyordu. Yapılan insanlık dışı uygulamalar hakkında fikirleri sorulan Sırp yöneticileri, ‘konuyla ilgili herhangi bir bilgileri olmadığını, bu olayların mahalli çeteler tarafından yapıldığını’ söylüyorlardı. Oysa yaşananlar bu açıklamaları yalanlıyordu. Bosna’da hiçbir şey rastlantısal olarak gelişmiyordu. Yapılan işkence ve zulümler de ‘birkaç kendini bilmezin taşkınlığı değil’, Sırpların sistemli bir yok ediş programıydı. Sivil ya da asker olsun savaşa dahil olan tüm Sırplar, Müslümanlara karşı hangi yöntemleri kullanması gerektiği konusunda eğitilmişlerdi.
Üstelik Bosna’daki zulmün rastgele ve kontrolsüz olarak gerçekleştirilmediğini, aksine tüm bunların bir emir komuta zinciri dahilinde, savaş stratejisinin bir bölümü olarak titizlikle uygulandığını Sırp askerleri bizzat dile getiriyorlardı. 21 yaşındaki Sırp militan Borislav Herak’ın "İstenen herşeyi yaptım, çünkü başka seçeneğim yoktu. Emirlere uymak zorundaydım" 13 şeklindeki itirafı bunun bir örneğiydi.
Sırpların savaş stratejisi olarak uyguladıkları yöntemlerden biri de kadınlara yapılan ‘sistemli tecavüzler’di. Sırp askerlerinin çeşitli köy ve kasabalara yaptıkları bu tecavüz saldırılarında dikkati çeken bir şey vardı; toplu tecavüzler, bu amaçla kurulan genelevler, hamile kalanların doğum yapana kadar bu evlerde tutsak edilmeleri gibi pek çok vahşi yöntem her bölgede birbirinin aynısıydı. Sırplar -Sırp ordusuna ait birlikler ya da mahalli çeteler- bir köye girdikleri zaman doğrudan bu yöntemleri uygulamaya başlıyorlardı. Bu durum önemli bir gerçeğe işaret etmekteydi: Tecavüzler aşırı hareketlerde bulunan birkaç kişinin suçu değil, Sırpların önemli savaş stratejilerinden birisi idi. Bir Sırp askerinin aşağıdaki sözleri bu konudaki önemli itiraflardandır:
Biz Bosnalı Müslüman kadınlara tecavüz ediyorduk. Çünkü bizim tecavüz etmemizi bizzat başımızdaki komutanımız istiyordu. Komutanımız bize “her Müslüman kadına tecavüz edeceksiniz, böylece onlar da Sırp çocukları doğuracak” diyor; bunun için bizim de durmadan tecavüz etmemiz gerekiyordu.14
Bosnalı gazeteci-yazar Seada Vrani¡ ise Bosna’daki tecavüz mağdurları üzerine yapmış olduğu araştırmalar sonucu bu konuya şöyle açıklık getiriyordu:
… Kamplarda yaşananlara bir bakın. Askeri güçlerle birlikte kamplara gelen sivil erkeklere bile yarım saat içerisinde “işlerini bitirmeleri” söyleniyor. Hiçbiri işlerinin ne olduğunu sormaya gerek duymuyor, çünkü hepsi biliyorlar. Orduda böyle bir şey üst düzeydeki askeri ve politik güçlerin bilgisi ve onayı olmadan gerçekleşemez. Nitekim tacize uğrayan insanlar konuşmaya başlayıp da bu sessiz anlaşma su yüzüne çıktığında da, Sırp otoriteleri tüm bunların ne demek olduğunu çok iyi biliyorlardı. Zaten hiçbir zaman hesap sormak ve sorgulamak için kimsenin bilgisine başvurmaya gerek duymadılar. Dolayısıyla da aynı olaylar tekrarlandı.15
Pulitzer Haber Ödülüne layık bulunan ABD’li gazeteci Roy Gutman, kamplardan kurtulanlarla yaptığı görüşmelerden derlediği A Witness to Genocide (Bosna’da Soykırım Günlüğü) adlı kitabında savaşın ayrılmaz bir parçası haline gelen tecavüz olayları için “Bosna’daki bu tecavüzler Sırplar tarafından bir savaş taktiği olarak kullanılıyor”, “Genç kadınlara tecavüz edenler verilen bir görevi yerine getirmek zorunda olduklarını ifade ediyorlar” diyordu.16
Tecavüzün Sırplar tarafından bir savaş taktiği olarak kullanıldığını, tecavüz mağduru hastaları tedavi etmiş olan Dr. Melika Kreitmayer ve çalışma arkadaşları ise şöyle dile getirmekteydi:
Öyle gözüküyor ki tecavüzlerin tek amacı; Müslüman kadınların onurunu ezmek, onları rezil etmek, şahsiyetlerini yıkmak ve şoka maruz bırakmak. Bu kadınlara yapılanlar, kadın oldukları için yapılacak doğal duygularla değil, savaşın hedefi olarak yapılmış. Edindiğim kanaat şu: Kesinlikle biri kızlara tecavüz edilmesi için emir vermiş.17
Bu tecavüzlerde mağdur olan kadınlara yardım eden Zagreb’li Kadınlar Grubu ile birlikte çalışan Nina Kadi¡ de yine ‘Sırpların tecavüzleri planlı, askeri bir taktik olarak’ uyguladıklarını ifade ediyor ve ‘tecavüzün bomba kullanımından tasarruf edildiği bir savaş metodu’ olduğunu söylüyordu.18
Kadınları önce kamplara toplayıp, tecavüz edip ardından da öldürdüklerini belirten Sırp militan Borislav Herak ise, tüm bu katliamları emirlere uymak zorunda oldukları için yaptığını ve kendilerine 'herkesi öldürün, hiç kimse sağ kalmasın' şeklinde emir verildiğini açıklıyordu:
21 yaşındaki Sırp militan Borislav Herak, Müslümanları kesmek için canlı domuzlarla tatbikat yaptıklarını ve kadınlara tecavüz ettikten sonra öldürdüklerini itiraf etti. "İstenen herşeyi yaptım, çünkü başka seçeneğim yoktu. Emirlere uymak zorundaydım" diyen Herak'ın ruhi dengesinin yerinde olduğu belirlendi. Herak şöyle devam etti: "Geçen Haziran ayında Sırp kamplarına katıldım. Burada eğitim gördüm. Canlı domuzlarla göğüs göğüse savaş tatbikatı yaptık. Onların boğazlarını kestik. Müslüman esirlerin bulunduğu Donja Bio¡a Kampında 3 mahkumu avcı bıçağıyla paramparça ettim. Geçen yaz Saraybosna'nın kuzeyindeki Ahatovi¡ Köyü'nde kaleşnikofla 20 kişiyi öldürdüm. Bize verilen emir, 'herkesi öldürün, hiç kimse sağ kalmasın' şeklindeydi. Biz de emirleri uyguladık. Boşnak kadınları, Saraybosna'nın kuzeyinde kurulmuş bir kampta toplardık... Kadınlara tecavüz eder, sonra yenilerine yer açılması için onları öldürürdük. Ben de yirmi yaşlarında 10 genç kıza tecavüz ettim.19
Tüm bunlar bazı Batılı kaynakların ve devlet adamlarının iddia ettiği gibi, Bosna’da yaşanan olayların sıradan bir çatışma olmadığını açıkça göstermektedir. Bosna Savaşı Sırpların asırlardır üzerinde çalıştıkları bir planın hayata geçirilişidir. Ve Sırplar savaşın ilk gününden beri sistemli bir soykırım politikası izlemişlerdir.
Dostları ilə paylaş: |