Washington Bağlantısı
Sırp milliyetçiliğinin Batılı güçlerle kurduğu ilişkilerde mason localarının önemli bir aracılık ya da "katalizör" işlevi gördüğüne önceki bölümde değinmiştik. Yüzyılın başından itibaren, Belgrad'daki milliyetçi/masonik örgütlenme ile İngiliz-Fransız ekseni arasında "masonik" ilişkiler kurulmuş, bu ilişkiler 1903'teki "masonik darbe"nin de perde arkasını oluşturmuştu. Masonluk enternasyonal bir örgüt olarak, farklı ülkelerde olmalarına rağmen ideolojik yönden birbirine paralel siyasi grupların birbirleriyle ittifak kurmalarını sağlıyordu.
Çetniklerin masonik kimliği, işte bu enternasyonal bağlantının yeni örneklerini hayata geçirdi.
Zoran Nenezi¡, Masoni U Jugoslaviji 1764-1980 adlı kitabında örgütün bu "katalizör" işlevine değinir ve Çetniklerin siyasi liderliğini yürüten masonların, ABD ve İngiltere ile olan ilişkilerinde masonik dostluklarını devreye soktuklarından söz eder. 10 Ağustos 1944 tarihinde Amerikalılarla görüşmek için bir Amerikan uçağı aracılığıyla Roma'ya uçan Çetnik kadrosu bunun bir örneğidir. Dört masondan; Vladimir Belaj¯i¡, Ûivko Topalovi¡, Adam Pribi¡evi¡, Ivan Kova¯'tan oluşan heyet, Amerikalılarla "biraderlik" bağlarının da etkisiyle sıcak bir diyalog kurmuşlardır.36
Jozo Tomasevich ise, Çetniklerin İngiltere ile olan bağlantısında, Çetnik Merkezi Ulusal Komitesi üyesi Ûivko Topalovi¡'in bazı İngiliz parlamenterle olan kişisel dostluklarının çok önemli bir rol oynadığını not eder.37 Bu İngiliz parlamenterlerin en önemlisi ise, Ernest Bevin'dir. O sıralarda Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmak için kolları sıvamış olan Bevin'in önemli bir özelliği ise, mason oluşudur.38
Çetniklerin ABD bağlantısını yürüten en önemli isim ise, Sürgündeki Hükümet tarafından ABD Büyükelçisi olarak atanan Konstantin Foti¡'ti. Yetenekli bir diplomat olan Foti¡, bu özelliğinin yanına bir de mason kimliğini39 eklemiş ve bu bağlantı sayesinde Washington'daki önemli isimlerle çok yakın bağlantı kurarak bir tür "Çetnik lobisi" oluşturmuştu. Foti¡'in dikkat çekici bir başka özelliği ise, Sürgündeki Hükümet'in politikasındaki değişikliğe rağmen, en sonuna kadar Çetniklerin safında mücadele etmeye devam edişiydi. Sürgündeki Hükümet'in 1944'ten itibaren yavaş yavaş Partizanların tarafına kaymasına rağmen, resmi olarak bu hükümetin temsilcisi olan Foti¡ kendi inisiyatifi ile sürekli olarak Çetniklerin safında yer aldı ve Amerikan yönetimini Çetniklere yardım için ikna etmeye çalıştı. Bunda da başarılı oldu.
Foti¡'in yanına yardımcı olarak atanan diğer Çetnik yanlısı diplomatların ortak özelliği de yine mason oluşlarıydı.40 Bu masonik kadro, ABD'de yaşayan Sırp milliyetçileri ile de bağlantıya geçmiş ve söz konusu "pan-Sırbist" grup, ABD'yi ziyarete gelen genç Kral II. Peter'e sadakatini ifade etmişti. Kral dahil herkesin en çok hürmet ettiği kişi ise, o sıralarda Yugoslavya'da "etnik temizlik" yürütmekte olan DraΩa Mihailovi¡ "birader"di.
ABD'deki bu masonik diplomat kadronun lobi faaliyetleri, propaganda alanında da ilginç bir sonuç doğuruyordu. Çetnikler, Amerika'daki bazı "sivil" çevrelerin de desteğini kazanmışlardı. Bu desteğin en çarpıcı örneği ise, Hollywood'un ünlü film şirketi Twentieth Century-Fox'un 1942 yılının ikinci yarısında çevirdiği The Chetniks adlı propaganda filmiydi. Film, Tomasevich'in belirttiğine göre, tam anlamıyla bir Çetnik propagandasıydı. Filmin teknik danışmanlığı, Sürgündeki Hükümet adına çalışan Dr. Milo§ Sekuli¡ tarafından yürütülmüştü. Ve filmde o denli koyu bir Çetnik taraftarlığı yapılıyordu ki, Hırvat ve Sloven üyelere de sahip olan Yugoslav Enformasyon Merkezi (Yugoslav Information Center) üyelerinin büyük çoğunluğu, 18 Mart 1943 gecesi New York'ta düzenlenen galaya gelmeyi reddetmişlerdi.41
Yugoslav dağlarında bir gerilla hareketi yürüten Çetniklerin "ta Amerika'da" böylesine bir destek bulmaları, Hollywood'un en büyük şirketlerinden birinin, hem de savaş zamanının "kesat" günlerinde, bu denli büyük bir ilgi ve desteğine mazhar olmaları ilginç bir durumdu tabi. İnsan, ister istemez bu Hollywood-Çetnik bağlantısının mantığını soruyordu.
Twentieth Century-Fox şirketinin kimliğine bir göz attığımızda ise, ortaya ilginç bir cevap çıkıyordu: William Fox adlı bir Yahudinin kurduğu Fox film şirketinin 1935'de bir başka Yahudi şirketi olan Twentieth Century ile birleşmesinden doğan şirket, ilerleyen yıllarda da Joseph Schenck ve Darryl F. Zanuck adlı iki Yahudi tarafından yönetilmişti.42 Bir başka deyişle, Çetnik propagandası yapmak için film çeviren şirket, tam anlamıyla bir "Yahudi şirketi"ydi. Çetniklerin mason temsilcilerinin Washington'da kurdukları bağlantılar, Sırbistan dağlarında savaşan ve "etnik temizlik" yapan gerillalar ile Amerika'daki Judeo-masonik çevreler arasında ilginç bir ittifak oluşturmuştu anlaşılan.
OSS Bağlantısı
Çetniklerin masonik kimliklerinin, İngiltere ve özellikle de ABD'den gördükleri desteğin içinde "katalizör" görevi gördüğünü belirttik. Ancak, üstte değindiklerimizin de ötesinde, masonluğun Çetnikler ile Batı arasındaki "katalizör" rolünün en çarpıcı örneği, Mihailovi¡ ile ABD gizli servisi OSS arasındaki yakınlıktı.
OSS (Office of Strategic Services), II. Dünya Savaşı döneminde kurulan Amerikan istihbarat servisiydi. CIA'nın selefiydi bir başka deyişle. Bu servisin başında, General William Donovan yer alıyordu. Donovan, Balkanlar'daki savaşla yakından ilgiliydi, özellikle Yugoslavya'ya yönelik özel bir hassasiyeti vardı. En dikkat çekici özelliği ise, ısrarlı bir Çetnik savunucusu oluşuydu.
Donovan bir Çetnik savunucusu olarak sivrilmişti, çünkü savaşın ortalarından, 1943'ten itibaren, önce İngiltere'de sonra da ABD'de Çetniklere karşı bir soğukluk başladı. Mihailovi¡'in gerillaları, savaşın ilk yıllarında Nazilere karşı cesurca isyan bayrağını açan kahramanlar olarak Londra ve Washington'da büyük sempati toplamışlardı, ancak gerçekte Nazilerle savaşmadıkları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayınca atmosfer de değişti. Özellikle İngiltere, 1943'ten sonra Çetnikleri silahlandırmaktan vazgeçti ve Partizanları desteklemeye başladı. Benzer bir eğilim ABD'de de güçleniyordu. Donovan, işte bu eğilime karşı çıkmış ve ne olursa olsun Mihailovi¡'in sonuna kadar desteklenmesini savunmuştu.
Jozo Tomasevich, The Chetniks adlı kitabında Donovan'ın bu konudaki ısrarını özellikle vurguluyor. Buna göre, Donovan, Mihailovi¡'in yanına yolladığı OSS ajanlarının sayısını 1943'ten sonra daha da artırmış ve onlardan gelen bilgileri kaynak göstererek Dış İşleri Bakanlığı'nı Çetnikleri destekleme konusunda ikna etmişti. Donovan'ın ısrarlı girişimleri sonucunda, Dış İşleri Bakanı Cordell Hull OSS şefine yolladığı 18 Mayıs 1944 tarihli bir mektupta, Çetniklere "askeri istihbarat, özel operasyonlar, lojistik destek, teknik havayolu yardımı" konularını içeren taktik yardımlar verilmesini onaylamıştı.43
Ancak Donovan'ın OSS'si bu desteği sağlamak için bir parça "dezenformasyon" kullanmıştı. Çünkü Donovan'ın Mihailovi¡'in yanına gözlemci olarak gönderdiği OSS subayları, Çetniklerin Almanlarla iş birliği yaptığı şeklindeki istihbaratları yalanlamışlardı. Yüzbaşı Walter R. Mansfield, Yarbay Albert B. Seitz, Teğmen George Musulin, Albay C. D. Armstrong, Albay Robert H. McDowell gibi OSS subaylarından Donovan aracılığıyla Dış İşlerine yollanan raporlarda, Mihailovi¡ ve adamlarının müttefiklere sadık bir biçimde işgale karşı direnmeye devam ettikleri anlatılıyordu.
Oysa OSS subaylarından Washington'a giden bu Çetnik yanlısı haberler, tam anlamıyla dezenformasyon, daha çıplak bir ifadeyle yalandı. Jozo Tomasevich'in vurguladığı gibi, OSS'nin "Çetnikler Almanlarla iş birliği yapmıyor" raporları yolladığı sıralarda, iş birliğiçok aşikar hale gelmişti. OSS'nin bu Çetnik yanlısı tutumu sayesinde, bölgedeki OSS subayları ile Mihailovi¡ arasında çok yakın dostluk bağları da kuruldu. Mihailovi¡, Washington'a Çetnikler hakkında sürekli olumlu raporlar yollayan McDowell için "bizim büyük dostumuz" ifadesini kullanıyordu.44
OSS ve özellikle de onun enerjik şefi William Donovan, zaman zaman bu tür dezenformasyonları da kullanarak, Çetnikler adına lobi yapmayı sürdürdüler. Donovan bu konuda Başkan Roosevelt'i bile ikna etti. Sırp yazar Radoje Vukcevic'in, General Mihailovich adlı kitabında yazdığına göre, Donovan'ın girişimleri üzerine OSS Çetniklere havadan silah, cephane ve yiyecek yardımı yapma yetkisi edinmiş, hatta silah ve erzak dolu paketlerin üzerine Başkan Roosevelt'in "Mihailovi¡'e ve onun cesur savaşçıları Çetniklere selamlarını yollayan" mesajları yapıştırılmıştı.45
Peki OSS ve William Donovan neden bu denli Çetnik yanlısı bir politika izliyor, adeta Çetniklerin gönüllü lobiciliğini üstleniyordu?
OSS Şefi'nin Mihailovi¡'e olan bu yakınlığı "katalize" eden faktör, başta da değindiğimiz gibi masonluktu. Donovan, oldukça üst düzey bir masondu46 ve Yugoslavya topraklarındaki biraderleriyle arasındaki "gönül bağı", Amerikan dış politikasına etki ediyordu.
Donovan'ın—ve muhtemelen diğer OSS elitinin—bu masonik kariyeri, örgütü diğer bazı ülkelerde de masonik bağlar kurmaya yöneltmişti. Inside the Brotherhood'un yazarı Martin Short'un bildirdiğine göre, savaş sonrası İtalya'da masonluğun gelişimi, OSS'nin bu yöndeki etkin çabaları ile mümkün olmuştu. Short'un kendi satırlarıyla;
Masonluğun ilk kez 1730'larda girdiği İtalya'da çalkantılı bir tarihi oldu. Ancak politik gücü, 1925'de İtalya diktatörü olan Benito Mussolini ile son buldu. Mussolini'nin faşist hükümeti masonluğu yasa dışı ilan etti ve locaların faaliyeti sona erdi. Örgüt ülkede 20 yıl sonra yeniden legal hale gelecekti, ancak bu legalleşmede bu konuda İtalya'nın zayıf hükümetine önemli bir baskı yapan Amerikan Gizli Servisi OSS'nin (Office of Strategic Services) büyük rolü olmuştu. OSS, "Sovyet kaynaklı bir destablizasyon ve bir komünist seçim zaferi tehlikesi ile tehdit edilen hasta bir demokrasi olan İtalya'yı adam edebilmek için" ülkede masonluğun hızla kök salmasının önemini vurguluyordu. Nitekim OSS, İtalya'nın en büyük masonik grubu olan Grand Orient'e her yönden büyük bir destek verdi. 1961'den 1970'e kadar Grand Orient'in üstadlığını yürüten Giordano Gamberini, mason milletvekili adayları lehinde propaganda kampanyaları düzenleyerek ya da onlara yüklü maddi destekler sağlayarak İtalyan siyaseti üzerinde rol oynadı.47
Görülen o ki, OSS, komünizme karşı mücadele çerçevesi içinde, Avrupa'nın farklı ülkelerinde masonlara ve masonik örgütlere destek veriyor, masonluğun o ülkelerde kök salmasına çalışıyordu. Bu durumda anti-komünist karakteri son derece belirgin olan ve neredeyse bir "mason locası" görünümündeki Çetnik yönetimi ile OSS arasında bir dostluk ve ittifak kurulması son derece doğaldı. William Donovan ise, Mihailovi¡'le beraber, bu masonik dayanışmanın önde gelen mimarıydı.
Donovan'ın bir diğer özelliği de masonik kimliğini tamamlıyordu; Yahudi sermayedarlarla olan ilişkisi. OSS şefi, İngiliz Yahudi finans hanedanı Rothschildlar'ın pek çok özel işine bakmış, hatta onları temsilen Berlin'e Hitler'le görüşmeye gitmişti. Amerikalı Yahudi Rockefeller hanedanı ile olan ilişkileri ise daha da gerilere dayanıyordu: 1915'te Rockefeller Vakfı tarafından Savaş Yardım Komisyonu'na seçilmiş, daha sonraki dönemde de giderek yükseldiği bürokrasi içinde birçok kez Rockefeller ailesinin hesabına çalışmış, Amerikalı araştırmacı Eustace Mullins'in deyimiyle, her zaman "sadık bir Rockefeller hizmetlisi" olarak kalmıştı.48 Donovan'ın Yahudi finans çevreleriyle olan karanlık ilişkilerinin çarpıcı bir örneği ise, ABD'nin Yahudi mafya babası Meyer Lansky ile arasındaki bağlantıydı. Amerikalı yazar Anthony Summers'ın 1993 yılında yayınlanan ve FBI'ın ünlü şefi J. Edgar Hoover'ın yaşamını konu edinen kitabında açıklandığına göre, Hoover'ın uygunsuz fotoğrafları OSS Şefi Donovan'ın eline geçmiş, o da bunları Meyer Lansky'e vermiş, Lansky ise bunları Hoover'a karşı yaşamının sonuna dek şantaj malzemesi olarak kullanmıştı.49 OSS şefi Donovan, Rockefeller ailesinin olduğu kadar Meyer Lansky'nin de "adamıydı" bir başka deyişle.
Çetnik saflarındaki Yahudilerden, ABD'den Çetniklere verilen "judeo-masonik" desteklere, Kudüs bağlantısından OSS ilişkisine kadar uzanan tüm bu zincir, II. Dünya Savaşı'nın kanlı mirasının içinde, bir "Sırp-Yahudi ittifakı"nın ve bir "masonik dayanışma"nın çekirdeğinin de var olduğunu gösteriyordu. İlk Sırp isyanından beridir süren bu "judeo-masonik" bağlantı, savaş yıllarında ortaya çıkan ortak düşmanların da etkisiyle güçlenmiş ve etkileri bugüne kadar uzanacak olan kalıcı bir ittifakın zemini oluşmuştu.
1990'larda "hortlayacak" olan Sırp milliyetçiliği, bu arka planın üzerinde yine uluslararası masonik kompleksle ve İsrail'le örtülü ancak yakın bir ilişki kuracak, yine ortak bir düşmana, Bosnalı Müslümanların şahsında İslam'a karşı Batılı localardan ve Yahudi Devleti'nden destek bulacaktı. İlerleyen bölümlerde birlikte inceleyeceğiz.
Savaşın İlerleyişi ve Sonu
OSS kanalıyla ABD'den aldıkları destekler, Çetnikleri savaşı kaybetmekten kurtaramadı. Bunda uluslararası konjonktürün Partizanlar lehinde işlemesinin ve Yugoslavya halkının da Çetniklerden çok Partizanları desteklemesinin rolü büyüktü.
Partizanlar savaşa Çetniklerden daha dezavantajlı bir durumda başlamışlardı. Yalnızca Sovyetler Birliği'nden destek görüyorlardı. İngiltere ise Çetniklerin safındaydı. Ancak Çetniklerin gerçekte Nazilere karşı direniş göstermediklerinin ortaya çıkması sonucu, 1943'ün ikinci yarısında Churchill hükümeti Partizanları desteklemeye başladı. Bu şekilde, savaşın ikinci yarısında Partizanların aldığı dış destek Çetniklere göre çok daha etkili hale geldi.
Halk desteği de önemli bir faktördü. Çetnikler, koyu birer Sırp milliyetçisiydiler ve yalnızca Sırplardan sempati topladılar. Buna karşın Partizanların ideolojisi etnik bir temele dayanmıyordu. Yugoslavya içindeki tüm milli ve etnik unsurlar, Partizan saflarına katılabiliyordu. Çetniklerin Nazilerle iş birliği yaptığının ortaya çıkmasıyla birlikte, halktaki Partizan sempatisi daha da arttı.
Müslümanlar, elbette ki Çetniklerle karşı saftaydılar. Ve ülke içindeki tüm anti-Çetnik güçlerle farklı zaman ve bölgelerde iş birliği yaptılar. Müslümanlara Çetniklere karşı kendi safına çekmek için ilk çaba gösteren güç, Ustaşalar, yani NDH olmuştu. Ante Paveli¡, 25 Nisan 1941 yılında Müslüman toplumun önde gelen ismi Fehim Spaho'ya Müslümanların yeni kurulan devlet içinde inanç ve ibadet özgürlüğüne sahip olacaklarını, eşit haklar kazanacaklarını, özerk bir eğitim sistemi bile oluşturabileceklerini yazmıştı.
Ancak, başta da belirttiğimiz gibi, sivil Sırplara karşı Ustaşa birlikleri tarafından gerçekleştirilen katliamlar, Müslüman toplumunu büyük ölçüde rahatsız etti ve bu konuda NDH yönetimini kınama girişimlerinde bulundular. Bunun yanı sıra, bazı Ustaşa birlikleri Bosna'nın bazı bölgelerinde Müslüman halkı rahatsız eden eylemlere giriştiler. Bunlardan dolayı, NDH'nin Müslümanlarla siyasi birlikteliği kısa sürdü.
Müslümanlar, 1941 sonlarında bu kez Partizanlara eğilim göstermeye başladılar. Aslında din adamlarının hemen hepsi ateist komünizmi büyük bir tehlike görüyorlardı, ancak Tito akılcı bir strateji izleyerek bu yönde Müslümanların içini ferahlatacak bir propaganda kampanyası yürüttü. Stalin Rusyası'nda Müslümanların ne denli büyük bir dini özgürlüğe sahip olduklarını (!) anlatan broşürler dağıtılıyor, müstakbel sosyalist Yugoslavya'da Müslümanlar için büyük bir özgürlük ve rahatlık vaat ediliyordu.50 Sonuçta pek çok Müslüman genç, Partizan saflarına katıldı. Bu durum, Çetniklerin Müslümanlara karşı daha saldırgan davranmasına, Müslümanların da Partizanlara daha çok yakınlaşmasına neden oluyordu.
1942'nin ikinci yarısından sonra NDH ile olan ilişkiler daha da bozuldu. Kasım 1942'de Bosnalı Müslüman liderler tarafından Hitler'e yollanan bir mektupta, Ustaşa birliklerinin Müslümanlara karşı çok kötü davrandıkları belirtiliyor ve Bosna topraklarındaki tüm Ustaşa faaliyetlerinin durdurulması isteniyordu. Hitler, bu mektubu aldı ve dahası, Müslümanların bu durumunu kullanmaya karar verdi. Aralık ayında Prinz Eugen adlı SS birliğine NDH sınırlarına daha fazla birlik gönderilmesini ve bölgenin daha iyi denetlenmesini emretti. Şubat 1943'te ise Reichsführer Heinrich Himler'in teklifi ile yeni bir karar alındı: Müslümanlara kendi silahlı birliklerini kurma fırsatı verilecekti. Zagreb'den gelen itirazlara rağmen, söz konusu Müslüman birliği "On üçüncü SS Birliği" sıfatıyla kuruldu. "HandΩar" (Hançer) adı verilen bu sözde "Müslüman" birliğine Nisan 1943'ten itibaren bazı radikal Bosnalı gençler katılmaya başladılar. 51
Ancak Nazizm, Müslüman toplumuna çok uzak ve yabancı bir ideolojiydi ve bu toplumda hiçbir zaman geniş bir sempati toplamadı. HandΩar birliğine katılanlar, yalnızca bir grup radikal gençti. Buna karşın, Müslüman ulema ve eşraf, Nazilere soğuk bakıyorlardı. Bunda haklı oldukları da bir süre sonra ortaya çıktı. 1943 yılında Çetniklerle Almanların gizli bir anlaşmaya vardıkları açıkça görülür hale geldi. Bunun yanında, aynı sırada Türkiye ile Almanya'nın ilişkileri de keskin bir biçimde bozuldu. (Türkiye, savaşı Almanya'nın kazanması ihtimaline karşı o tarihe kadar dengeli bir politika izlemişti). HandΩar birliği de kısa süre sonra kayıplara karıştı.
Bu aşamadan sonra, Müslümanların Partizanların safına katılması daha da hızlandı.
Ancak kaygan ittifaklar üzerine kurulu olan tüm bu karmaşa içinde, Bosnalı Müslümanlar stratejik önemi zayıf ama ifade ettiği anlam açısından son derece önemli bir girişimde bulunmuşlardı. Bosna ve Hersek bölgelerindeki Müslüman halka karşı gerçekleştirilen Çetnik ve Ustaşa saldırılarına karşı, "Yeşil Birlikler" adını taşıyan yerel savunma birlikleri oluşturulmuştu. Bu organizasyonun siyasi liderliğini yürüten Ne§ad Top¯i¡, bir yandan da Bosna'nın otonomisi için kampanya başlatmıştı. Benzer bir girişim, Saraybosna'daki ulemanın önde gelen ismi Muhammed PandΩa'dan gelmişti. PandΩa, Kasım 1943'de Ustaşa yönetimini lağv etme ve otonom bir Bosna devleti kurma çağrısında bulunmuştu. Bu girişimler, Bosnalı Müslümanların, kendileri için bölgede gerçek bir müttefikin asla var olmadığını ve kendi haklarını kendi başlarına korumaları gerektiğini anlamaya başladıklarını gösteriyordu. Savaş sonrasında gelişecek olan "Genç Müslümanlar" hareketi—ve bu hareketin içinden doğacak olan Alija Izetbegovi¡—bu bilincin bir ürünü olacaktı.
1944'ün ardından savaşın tarafları azaldı. NDH etkinliğini yitirdi ve giderek kayboldu. Almanlar önce güçlerini yitirdiler ve sonra da, 1945'in hemen başında, çekildiler. İtalyanlar çoktan gitmişlerdi. Ülkede iki güç kaldı; Partizanlar ve Çetnikler. Partizanlar, "kurtarılmış bölge"lerini giderek genişleterek ülkenin büyük bölümünü Alman yönetiminden devralıp ele geçirdiler. Bu andan itibaren, savaş, Partizanlara karşı Çetniklerin umutsuz bir direnişi haline dönüştü. 1943 kışındaki Neretva Irmağı Savaşı'nda karşılaştıkları hezimetin ardından zaten Çetniklerin çözülmesi başlamıştı. Sonunda Mart 1946'da DraΩa Mihailovi¡, etrafındaki az bir kuvvetle Partizanlara esir düştü. Yargılandı ve 17 Temmuz'da, "ülkeye ve devrime ihanet, düşmanla iş birliği" gibi suçlarla kurşuna dizilerek idam edildi.
Çetnik hareketi sona ermiş ve Sosyalist Yugoslavya kurulmuştu. Ama Çetnik hareketi Sırpların zihninden silinemeyecek ve Sosyalist Yugoslavya'nın ölümü ile birlikte yeniden hortlayacaktı.
Mihailovi¡ ölmüştü ama hatırası hala canlıydı, hem de yalnızca Sırpların değil, aynı zamanda "birader"lerinin zihninde. ABD'nin "üstad mason" Başkanı Harry S. Truman52, 29 Mart 1948'de Mihailovi¡'in savaş sırasında "Amerikan hedeflerine ve özgür dünyaya" yaptığı katkıları minnetle andı ve 100 bin Müslümanı "etnik temizlik"ten geçiren Çetnik liderini, bir "demokrasi kahramanı" ilan etti. Bu "kahramanlığın" hatırına, Mihailovi¡'in anısına Amerikan devleti tarafından bir yabancıya verilen en yüksek paye olan Liyakat Madalyası'nı (Legion of Merit) verdi.53
Mihailovi¡ ölmüştü, ama "biraderleri" onun hatırasını on yıllar boyunca canlı tutmaya devam edeceklerdi. Nitekim ölümünden tam 40 yıl sonra, bu kez ABD'nin bir başka mason Başkanı 54 ona duyduğu yakınlığı kelimelere döktü. Amerikalı Sırplar tarafından Mihailovi¡ için düzenlenen anma törenine katılan Ronald Reagan, "General Mihailovi¡'in hatırasını anmak için toplanırken hissettiğinizin ruhun tüm Amerikan halkı tarafından da hissedildiğine inanıyorum" demiş ve "bu büyük kahraman"ın Batı dünyası tarafından yeterince desteklenmediği için duyduğu üzüntü ve pişmanlığı ifade etmişti.55
Ancak bu pişmanlık yersizdi. Çünkü Mihailovi¡ ölmüştü belki, ama kısa bir süre sonra ortaya onun misyonunu devam ettirecek yeni Çetnikler çıkacaktı ve Batı, bu kez Mihailovi¡'in Çetniklerine verdiği destekten çok daha büyük bir destek verecekti onlara.
III. BÖLÜM
Savaşın Ayak Sesleri
Od Yadrana do Irana ne¯e biti Muslimana!
(Adriyatik'ten İran'a kadar Müslüman kalmayacak!)
— 1990'lardaki popüler bir Sırp sloganı
Tito'nun Yugoslavyası "nevi şahsına münhasır" bir devlet olarak doğdu ve yaşadı. Ülke, II. Dünya Savaşı yıllarındaki iç savaş sırasında birbirini katliamdan geçirerek parçalanmış olan Güney Slavlarının, sosyalizm tutkalı ile birbirine yeniden zoraki yapıştırılması ile kurulmuştu. Bir Hırvat-Sloven melezi olan Tito, ülkedeki etnik kimlikleri, sosyalist ideolojinin ve "Yugoslav" kimliğinin içinde eriterek iç savaşın kanlı mirasını unutturmak istiyordu. Ülke, altı cumhuriyetin federal bir çatı altında birleşmesi ile kurulmuştu: Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ ve Makedonya.1
Bu "zoraki mozaik" içinde, Müslümanların konumu pek de parlak olmadı. Tito, iç savaş sırasında Müslümanları kendi safına çekmek için onlara sosyalist düzendeki "din özgürlüğü"nden dem vuran propagandalar yapmıştı, ama kurduğu rejim ülkedeki Müslümanlara sadece baskı getirdi.
1946 yılında İslami mahkemeleri yasaklayan bir kanun çıkarıldı. 1950'de Müslüman kadınların tesettürünü engelleyen bir başka yasa onaylandı. Aynı yıl, Müslüman çocuklara Kuran öğretmek için kurulmuş olan okullar kapatıldı, çocukların camilerde eğitim görmesi ise kesin biçimde yasaklandı. 1952'de tüm tekkeler ve tarikatlar yasa dışı ilan edildi. Baskılar ilerleyen yıllarda da sürdü. Bazı raporlara göre, orduya alınan Müslüman askerler domuz eti yemeye zorlanıyorlar, devlet memurları da erkek çocuklarını sünnet ettirmemeleri için uyarılıyorlardı. Gajret, Narodna Uzdanica gibi Müslümanlara ait kültürel dernekler kapatıldı, yalnızca 1947'de kurulan ve devletin kontrolündeki İslami Birlik Derneği'nin varlığına izin verildi. Bu dernek, sosyalist devletin ideolojisine uygun "din adamları" ve bir "diyanet" kültürü yetiştirecekti. Saraybosna'daki İslami eserler basan matbaa da kapatıldı, 1964 yılına dek Yugoslavya'da tek bir İslami kitap basılamadı.2
Ancak Müslümanlar bu "yukarıdan aşağıya sekülerleştirme" programına karşı sessiz bir direniş gösterdiler. İslami yayınlar el altından yayılmaya devam etti, çocukların camilerde eğitimi (Kuran kursları) örtülü olarak sürdü, tarikatlar ise eskisi gibi tekkelerde değil, ama evlerde faaliyet göstermeye başladılar.
Hatta örgütlü direniş bile gelişmişti. Müslüman öğrenciler tarafından kurulan "Genç Müslümanlar" adlı örgüt, İslam aleyhtarı politikalara karşı aktif bir direniş başlattı. (Alija Izetbegovi¡, Genç Müslümanlar'ın göze çarpan üyelerinden biriydi o yıllarda.) Ancak 1949-50 yıllarında örgütün yüzlerce üyesi tutuklandı ve hapsedildi. Bu baskı döneminde, Yugoslavya sınırları içinde toplam 756 cami yok edildi ya da kullanılamayacak hale getirildi.3
Ancak sosyalist Yugoslavya'nın bu ilk yıllarındaki anti-İslami baskı, 1950'li yıllardan, özellikle 1950'lerin sonundan itibaren giderek azaldı. Bu durum, Tito'nun 1948'de Stalin'le yollarını ayırmasının bir sonucuydu. İdeolojik ve konjonktürel nedenlerle Sovyet lideri ile çatışan Tito, Kominform'u ve dolayısıyla Stalin'in katı sosyalizmini terk ederek "öz yönetim" adını verdiği nispeten demokrat ve özgürlükçü sosyalizm versiyonunu uygulamaya koydu. Bu, Müslümanlar için de nisbi bir rahatlama oluşturacaktı.
Bununla birlikte, Tito-Stalin ayrımının Müslümanlara olan asıl yararı, biraz daha dolaylı bir yoldan gerçekleşecekti. Tito, Sovyet kampından ayrılarak "tek başına" kalınca, Nasır ve Nehru ile birlikte "Bağlantısızlar" hareketine liderlik etmeye ve böylece kendisine yakın bir blok oluşturmaya çalışmıştı. 1960'larda kök salan Bağlantısızlar hareketinin üyelerinin çoğunluğunu ise Müslüman ülkeler oluşturuyordu. Tito bu nedenle, bu "müttefikleri" ile daha iyi ilişkiler geliştirebilmek için "Müslüman kartı"nı oynamaya karar verdi. Yugoslavya'nın İslam'la "barışık" olduğunu göstermek için ülkedeki İslami organizasyonlar canlandırıldı. Dahası, Yugoslav diplomasisinde ciddi bir Müslüman ağırlığı oluşmaya başladı. İslam ülkelerine yollanan Yugoslav diplomatların Müslüman olması tercih ediliyordu.4
Dostları ilə paylaş: |