Bu kitapta kullanılan ayetler, Ali Bulaç'ın hazırladığı "Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı" isimli mealden alınmıştır. Araştirma yayincilik


IV. BÖLÜM Savaş, Katliam ve Diplomasi



Yüklə 1,8 Mb.
səhifə9/21
tarix29.12.2017
ölçüsü1,8 Mb.
#36365
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   21

IV. BÖLÜM

Savaş, Katliam ve Diplomasi 1992-95

Ûnaite, moyi druzi boyni...

Ta, c nama ye sva Evropa!

(Bilin, ey silah altındaki yoldaşlarım...

Tüm Avrupa bizim yanımızda!)

Milliyetçi Sırp şairi Vlada, Papovi¡, 1914


46 yaşındaki Bosnalı Müslüman Sulejman Besi¡, Bosna'nın kuzeybatısındaki Trnopolje adlı toplama kampında Sırp gardiyanların Müslümanlara yaptıkları işkenceleri anlatırken oldukça zorlanıyordu. Anlattığına göre, bir gün, Du§an Tadi¡ adlı Çetnik, bir Müslüman kadının yanına gitmiş ve önce bağırarak ona kocasının nerede olduğunu sormuştu. Daha sonra kadına soyunmasını, yoksa öleceğini söylemiş, kadın da namlu tehdidi altında bir yandan ağlayarak soyunmaya başlamıştı. Ancak bir dakika geçmeden Tadi¡ tarafından kafasından vurularak öldürülmüştü. Aynı Çetnik, birkaç dakika sonra kadının az ileride ellerinden bağlı olan oğlunu alıp getirerek, ona ölü olan annesine tecavüz etmesini emretmişti. Genç Müslüman bu tehdide kulakları parçalayan bir çığlıkla cevap vermiş ve o da hemen oracıkta Du§an Tadi¡ tarafından vurulmuştu.

Cesetler öldürüldükleri yerde uzun süre kalmışlardı. Ancak bu durum toplama kampındaki genel manzara içinde pek de olağandışı bir görüntü oluşturmuyordu. Sulejman Besi¡'in anlattıklarına göre, kamptaki yaralı bazı Müslümanların durumu korkunçtu; bazıları baygın yatıyorlardı ve açık olan yaralarında kurtlar kaynıyordu. Açıkta bekleyen cesetlerin ve bu tür "kurtlanmış etlerin" kampa yaydığı koku, dayanılmaz bir iğrençlikteydi.

Sulejman Besi¡, Trnopolje toplama kampında kaldığı sürede şahit olduğu bu olayları, eski Yugoslavya topraklarında işlenen savaş suçlarını kovuşturmak ve sanıkları yargılamak için Hollanda'nın Lahey kentinde kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde anlatmıştı. Ve anlattığı bu korkunç olaylar, Bosna-Hersek topraklarında Sırplar tarafından Müslümanlara karşı uygulanan sistematik işkence ve katliamın binlerce çarpıcı örneğinden yalnızca biriydi.1

Bu vahşet, kısa bir zaman dilimi ve küçük bir coğrafya içinde gerçekleşmişti belki, ama kökeni daha eskilere dayanıyor ve çok daha geniş bir coğrafyadan destek görüyordu. Vahşetin arkasında, yalnızca Saraybosna'nın hemen doğusundaki Pale kentinde merkez kurmuş olan Bosnalı Sırp birliklerinin, ya da Belgrad'daki iktidar odağının değil, aynı zamanda Batılı başkentlerin diplomasi koridorlarında gezinen "Anti-İslami Enternasyonal"in de parmağı vardı. Atlantik'in her iki yakasında da etkili olan bu örtülü "Enternasyonal", Bosna'daki savaşı çok ustaca ve sofistike bir biçimde Belgrad lehine yönlendirdi.

İlerleyen sayfalarda, bu yönlendirmenin hikayesini birlikte keşfedeceğiz.

Savaşın Ayak Sesleri
Sırbo-Hırvat savaşı, Almanya'nın Hırvatlar lehine ağırlığını koyması ve onun tarafından sürüklenen Avrupa Topluluğu'nun da Zagreb'in bağımsızlık kararını tanıması üzerine, 1992 başında sona erdi. Hırvatistan'ın doğusundaki Slavonya, "göbeğindeki" Krajina ve Adriyatik sahilindeki bazı bölgeler Sırp işgali altında kalmıştı belki, ama sonuçta akan kan durmuştu. "Kim kazandı?" sorusuna kesin bir cevap vermek mümkün değilse de, ibrenin Belgrad'dan yana olduğu söylenebilirdi. Milo§evi¡, Slavonya ve Krajina'daki kazançlarıyla "Büyük Sırbistan" yolunda önemli bir adım atmış, Hırvatistan ise en azından bağımsızlığa kavuşarak bu "Büyük Sırbistan"dan "kurtulmuştu."

Sırbo-Hırvat savaşının sona erdiği nokta, çanların Bosna için çalmaya başladığı noktaydı aynı zamanda. Milo§evi¡, Hırvat cephesindeki işini tamamladıktan sonra, gözünü Bosna'ya dikmişti. Bosnalılar içinse, her ikisi de aynı derecede kötü gözüken iki seçenek vardı; ya Yugoslavya'nın içinde kalmaya devam ederek "Büyük Sırbistan"ın egemenliği altında yaşamayı kabul edeceklerdi, ya da bağımsızlık ilan ederek Hırvatistan'ın izlediği tehlikeli yolun daha da tehlikesini izleyeceklerdi.

Bosnalı Sırpların düşmanca tutumları da durumu giderek kötüleştiriyordu. 1991'in Mayısı'nda, Bosnalı Sırpların partisi olan SDS, Bosna'da Sırp nüfusun yoğun olduğu dört bölgeyi tek taraflı olarak "Sırp otonom bölgesi" ilan etti. Bu, Krajina'da uygulanan senaryonun ilk basamağının aynısıydı. Daha da önemli bir gelişme ise Temmuz 1991'de yaşandı; Milo§evi¡'in emri ile, Sırbistan İç İşleriBakanı Mihalj Kertes, Bosnalı Sırpların lideri Radovan KaradΩi¡'e yüklü bir silah sevkiyatı yaptı.2 Bu durum, Milo§evi¡'in KaradΩi¡'in "patronu" olduğunun açık bir göstergesiydi. Nitekim, Ağustos ayında Federal Başbakan Ante Markovi¡, Milo§evi¡ ile KaradΩi¡ arasında geçen bir telefon konuşmasının gizlice alınmış ses kayıtlarını ortaya çıkardı. Konuşmada, Milo§evi¡, KaradΩi¡'e bir sonraki silah sevkiyatını Banja Luka'daki Federal ordu komutanı General Nikola Uzelac'tan alması gerektiğini söylüyordu.3 Milo§evi¡'in KaradΩi¡'i uzaktan kumanda ile yönettiğine hiç kuşku yoktu. KaradΩi¡ bile, "haftada en az birkaç kez" Milo§evi¡ ile telefonda konuştuğunu açık açık söylüyordu.4

Eylül ayında ise, Bosnalı Sırplar yeni bir adım daha atarak ilan etmiş oldukları "Sırp Otonom Bölgeleri"ni koruması için Federal ordunun müdahalesini istediler. Buna gerekçe oluşturmak için de söz konusu bölgelerde küçük bir iki silahlı çatışma meydana getirdiler. Bu, Krajina'da denenmiş olan "prova"nın aynen tekrarıydı. Senaryodaki rolünü oynamayı bekleyen Federal ordu ise, tabi Milo§evi¡'in emri ile, Batı Hersek'e yaklaşık 5.000 asker yığdı. Eylül ayının sonunda, bu federal birlikler, "Hersek Sırp Otonom Bölgesi"nin sınırını oluşturmuş durumdaydılar. Burayı halen sürmekte olan Sırbo-Hırvat savaşının önemli bir cephesi olan Dubrovnik'e karşı giriştikleri saldırılar için bir üs olarak kullanıyorlardı aynı zamanda. Hersek'te üslenmiş olan bu Federal ordu birlikleri bir keresinde Müslüman ve Hırvat siviller tarafından durdurulmak istenmiş, bunun üzerine de bu sivillerin üzerine ateş açmışlardı.

1992'ye gelindiğinde Bosna hükümeti işte böylesine kritik bir pozisyonun içindeydi. Bağımsızlık ilanının çatışma olmadan Sırplar tarafından kabullenilmeyeceği açıktı, ama Sırbistan'ın demir pençesi altında yaşamayı kabul etmek de Bosnalılar adına kabul edilebilir gözükmüyordu. Çünkü eğer Soğuk Savaş sonrası yaşanan kabuk değişiminin bir sonucu olan bu karmaşa sırasında bağımsızlık elde edilemezse, bir daha onu elde etmek çok daha zor olurdu. Hem dünyada hem de bölgede yaşanan kaos durulduğu ve Balkanlar'daki siyasi dengeler yerine oturduğu sırada eğer Bosna hala Belgrad'ın egemenliği altında kalmış olursa, bir daha kolay kolay o egemenlikten kurtulacak fırsat bulamazdı.

Hırvatistan fırsatı değerlendirmiş ve "diyetini" (savaşta akan kanları ve -geçici de olsa- Krajina ve Doğu Slavonya'yı vermekle) ödeyerek bağımsızlığını elde etmişti. Bosna da belki bu yolu izleyebilirdi. Ancak Hırvatistan ile Bosna arasında önemli bir fark bulunuyordu. Hırvatların uluslararası topluluk içinde sözü geçen güçlü bir hamileri vardı; Almanya. Bu Cermen desteği, Sırbistan'ı uluslararası topluluk içinde destekleyen "gizli el"i dengelemiş ve Hırvatlara bir çıkış yolu açmıştı. Ama Bosnalılar için böyle bir hami yoktu; Sırbistan'a ve onu destekleyip manipüle eden "gizli el"e karşı tek başlarınaydılar.

Bu "gizli el"in yaptığı müdahalelerden biri ise son derece hayati bir önem taşıyordu. Bu müdahale, Bosna'ya bağımsızlık konusunda verdikleri sahte güvenceydi. Avrupa Ekonomik Topluluğu, bağımsızlık ilan etme konusunda kararsız olan Izetbegovi¡ yönetimine, eğer Bosna bağımsızlık ilan ederse hem AET hem de BM tarafından tanınacağı ve böylece "Hırvatistan formülü" ile, yani birkaç "sıyrık"la, Belgrad'ın gazabından kurtulacağı konusunda garanti vermişlerdi. Bosna hükümetine, bağımsızlık konusunda bir referanduma gitme tavsiyesinde bulunmuşlar, bu "demokratik" yolun Bosna'yı uluslararası topluluğun himayesi altına sokacağı izlenimini vermişlerdi.5

Bu bir aldatmacaydı. Bir yandan Belgrad'ın tüm saldırgan ve yayılmacı politikalarına yeşil ışık yakarken, bir yandan da Bosna'ya "siz bağımsızlık ilan edin, biz sizi tanırız, Sırplar da bir şey yapamaz" mesajını veriyorlardı. Ancak Bosnalılar için alternatif yoktu; uluslararası topluluk içinde, Milo§evi¡'e "biraderlik" bağı ile bağlı olan bir "gizli el"in var olduğunun farkına varmaları o anda mümkün değildi. Bunun yanında, birkaç yüzyıldır kültürel etkisi altında oldukları Batının, "insani değer"leri gerçekten biraz da olsa önemsediğini ve bu yüzden biraz da olsa "ilkeli" davranacağını sanıyorlardı.

Bu, en büyük yanılgılarıydı ve üç buçuk yıllık savaşın sonunda elde edecekleri en büyük ders de, bu yanılgıdan kurtulmak, Batı dünyasının içinde yer alan "gizli el"in gerçek kimliğini tanımak olacaktı.

İlk Kurşunlar
AET tarafından teşvik edilen referandumun sonuçları 2 Mart 1992 sabahı açıklandı. Bosnalı Sırpların büyük bölümü tarafından boykot edilen oylamada, ezici bir çoğunluk bağımsızlık istiyordu. Bu, sonucu bekleyen Bosnalı Sırp paramiliterler için adeta bir başlama vuruşuydu. Hemen Saraybosna'daki Parlamento binasının yakınlarına barikatlar ve "sniper" (keskin nişancı) mevzileri kurdular. Mazeretleri, önceki gün düzenlenen bir düğün töreninde bir Sırp'ın sıradan bir anlaşmazlık nedeniyle iki Müslüman genç tarafından vurulmuş olmasıydı. Bu olay üzerine kendilerini korumak için siper tuttuklarını söylediler. Bosna'daki "iç savaş" görünümlü işgal artık başlamış gibiydi.

Ancak Saraybosnalı halktan binlerce kişinin "barış" adına sokaklara dökülüp Sırp barikatlarının önünde gösteri yapması, tansiyonu biraz düşürdü ve söz konusu işgali birkaç hafta daha geciktirdi.

Fakat bu kısa dönemde Bosnalılar için oldukça tehlikeli bir gelişme daha yaşandı. Mart ayı içinde Hırvat lideri Tudjman ile Milo§evi¡ biraraya geldiler ve Yugoslavya'nın bölünmesi hakkında önemli bir görüşme yaptılar. Gündemdeki en önemli madde ise "Bosna'nın paylaşılması" planıydı. Bu konuda ciddi bir uzlaşmaya varılmadı ama yine de bu zirve, Bosnalıların en büyük kabusunun, yani Sırp ve Hırvatların birleşerek Bosna'yı paylaşmaları felaketinin ilk habercisiydi. Burada atılan bu ilk adım, savaşın ortalarına doğru bir süre için de olsa fiili bir duruma dönüşecek ve Bosna için en zor stratejik pozisyon, yani hem Sırplar hem de Hırvatlarla savaşma durumu ortaya çıkacaktı.

Müstakbel bir Sırp-Hırvat ittifakına zemin oluşturan bu zirveye rağmen, yine de savaşın başında Müslümanlar ile Hırvatlar aynı saftaydılar. Nitekim Belgrad'daki provokatör Sırp medyası da, Bosna'da bir "Ustaşa-köktendinci koalisyonu" kurulduğunu ve yerel Sırpların ölüm tehdidi altında olduğunu yazıp duruyordu.

6 Nisan 1992 günü Bosna-Hersek Avrupa Topluluğu tarafından egemen bir devlet olarak tanındı. Aynı gün, Sırp paramiliter birlikleri bir ay önce referandum sonuçlarının açıklandığı gün yaptıkları şeyi tekrarlayarak barikatlara ve "sniper" pozisyonlarına yerleştiler. Yine halktan çok sayıda kişi, 50 ila 100 bin Bosnalı, Saraybosna sokaklarına döküldü ve bu cepheleşmeyi protesto etti. Bir tanesi, kameralara karşı "bütün Sırp şovenistleri Sırbistan'a, Hırvat şovenistleri de Hırvatistan'a gitsin, biz burada mutluyuz" diyordu ki, sözleri otomatik tüfek sesleri ile kesildi. Sırp milisler, ateşe başlamışlardı. İlerleyen bir iki hafta boyunca, Banja Luka, Bosanski Brod, Mostar gibi önemli kentlerde silah sesleri ve bombalar duyulmaya devam etti. Sırp paramiliterler, Müslüman kentlerinde korku ve terör estirmeye başlamışlardı.

Krajina'da provası yapılan operasyon aynen uygulanmaya başladı. Sırpların ateşlediği çatışmalar üzerine, Federal ordu yine Sırplar tarafından "davet" edildi. Federal ordu generali AdΩi¡, 30 Mart günü, birliklerini "açık saldırganlığa karşı" yerel Sırpları korumak için müdahaleye hazır olduğunu açıklamıştı zaten.

Ancak bu küçük çatışmaların bir Müslüman katliamına dönüşmesi, bu iş için yıllardır Sırbistan'da hazırlanmakta olan neo-Çetniklerin gelmesiyle oldu. Bu işi onlardan daha iyi kim yapabilirdi ki?

Neo-Çetnikler ve Blitzkrieg (Yıldırım Harekatı)
Nisan ayının ilk günlerinde çok önemli bir gelişme yaşandı. Hırvat kenti Vukovar'ı "temizleme" işini henüz yeni bitirmiş olan Arkan'ın paramiliter grubu, kuzeydoğu Bosna'daki Müslüman ağırlıklı Bijeljina kasabasında beliriverdi birdenbire. Oldukça iyi silahlanmış olan grubun üyelerinin hemen hepsi, Bosnalı değil, Sırbistanlı Sırplardı. Mart ayının sonunda Vukovar'dan güneye inerek Bosna'daki en önemli Sırp ağırlıklı kent olan Banja Luka'da bir süre boy göstermişler, ellerindeki AK-47'ler (Kalaşnikof) ve üzerlerindeki el bombaları ile şov yapmışlardı. Şimdi ise, biraz daha doğuya kayarak, Bijeljina'ya ayak basmışlardı.

Şehre girer girmez terör estirmeye başladılar. İlk hedefleri büyük bir hınçla saldırdıkları camiydi. Sokaklarda gezen Müslümanları tartaklamaya, dipçiklemeye başladılar ve bazılarını da herkesin gözü önünde vurdular. Öte yandan şehrin elektriğini de kesmişlerdi. Birkaç gün içinde kasabanın yerlisi olan Müslümanlardan rastgele pek çok kişiyi öldürdüler. Dışarı ulaşan haberlerde, Bijeljina sokaklarında Müslüman cesetlerinin yattığı söyleniyordu. Daha sonra hazırlanan raporlar, birkaç gün içinde yaklaşık yüz Müslümanın katledildiğini haber verecekti.

Amaçları şehirdeki tüm Müslümanları öldürmek değil, aralarından bazılarını "rastgele" öldürerek tümünü şehri terk etmeye zorlamaktı. Bir yandan da şehirde yaşayan Sırplara "Müslümanlar sizi öldürmeye hazırlanıyorlardı" diye hikayeler anlatıyor ve Sırp gençleri paramiliter birliklere katılmaya çağırıyorlardı. Üç-beş gün içinde, Müslümanların tümü kasabayı terk etti. Bijeljina etnik olarak "temizlenmiş"ti.

Kısa süre sonra Bijeljina'nın neden ilk hedef olarak seçildiği anlaşıldı. Bu Müslüman kasabası, Sırpların iki eksen üzerinde devam edecek olan işgallerinin çıkış noktasıydı. Söz konusu eksenlerden biri, Sırbistan'ın kuzeyinden batıya doğruydu; bu yolla Sırbistan'ın, Banja Luka'daki Sırp askeri üssü ve daha sonra da Hırvatistan'ın Sırp işgali altındaki Krajina bölgesi ile birleştirilmesi düşünülüyordu. Böylece, Belgrad'dan Krajina'ya kadar uzanan geniş bir koridor açılacaktı. İşgalin öteki ekseni bu birinci hatta 90 derece dik bir çizgi üzerindeydi; Sırbistan sınırı boyunca uzanan tüm Doğu Bosna'nın işgal edilmesi ve böylece Sırp sınırlarının büyük bir hat üzerinde Batıya doğru genişlemesi planlanıyordu.

Nitekim Bijeljina'nın "temizlenmesi"den birkaç gün sonra, Doğu Bosna'daki pek çok Müslüman ağırlıklı kent ve kasaba daha saldırıya uğradı. Bu iş için, Arkan'ınkilerin yanında öteki neo-Çetnik grupları da devreye girmişlerdi. ~e§elj'in Çetnikleri ve Mirko Jovi¡'in kendilerine "Beyaz Kartallar" denen gerillaları bunların en ünlüleriydi.

Bu "Çetnik" birlikleri, "ince iş", yani Müslüman ahalinin etrafa büyük bir korku salacak şekilde vahşice öldürülmesi için kullanılıyordu. Daha geniş çaplı askeri operasyonlar içinse Federal ordu birlikleri devreye girdi. Nisan'ın ikinci haftasında Zvornik kentine tank ve topçu ateşiyle gerçekleştirilen saldırı bunun ilk belirgin örneğiydi. Federal ordunun işin "kabasını" bombalarla halletmesinin ardından ise, "ince iş" için yine Çetnikler devreye giriyorlar ve şehri, karşılarına çıkan her Müslümanı kadın-çocuk ayrımı yapmadan boğazlayarak etnik yönden "temiz" hale getiriyorlardı. Bu terörün neden olduğu korku dalgası sonucunda, Zvornik, Vi§egrad ve Fo¯a kentlerinin yer aldığı güneydoğu Bosna bölgesindeki Müslüman nüfusun %95'i birkaç hafta içinde evlerini terk ederek orta Bosna'ya doğru kaçtılar.

Tüm bu olayların Belgrad'da planlanan sofistike bir strateji dahilinde yürüdüğüne kuşku yoktu. Nitekim Bosnalı Sırp ahaliyi radikalize ederek onları Çetnik tarafına kazandırmak için yapılan "kara propaganda" da yine Belgrad'dan yayılıyordu; Belgrad Radyo-Televizyonu, Çetnikler Müslümanları boğazlamaya başladığı sıralarda, Bosna'daki Sırpları "Ustaşaların ve köktendincilerin başlattıkları cihadın vahşetinden korunmaya" çağıran yayınlar yapıyordu. Bir yandan da Müslüman Sırpları kesmek için hazırladıkları, ama Çetniklerin "kurtarıcı" müdahalesi ile son anda engellenmiş olan "cihad planı" ile ilgili söylentiler yayılıyordu Bosnalı Sırpların arasında. Çetnik propagandası ile beyni yıkanmış bir kadın, Reuters muhabirine Drina nehri kıyısındaki bir mıntıkayı göstererek heyecan içinde şunları anlatıyordu:

Şu alanı görüyor musunuz? Cihad işte buradan başlayacaktı. Fo¯a da Müslümanların yeni Mekkesi olacaktı. Öldürülmek için seçilmiş olan Sırpların adlarının tek tek yazdığı listeler vardı Müslümanlarda. Benim her iki oğlumun adı da bu ölüm listesinde geçiyordu, domuzlar gibi boğazlanacaklardı. Bense tecavüz edilecek kadınlar listesindeydim.6

Bu kadının ya da onun Sırp komşularının hiçbiri söz konusu "liste"leri görmemişlerdi ama hepsi de bunların varlığına kesinlikle inanıyorlardı. Milo§evi¡, kurduğu etkili kara propaganda yöntemi ile, Çetnik terörünün katlettiği Müslümanların Bosnalı Sırpların önemli bir bölümü tarafından "yeşil tehlike" olarak algılanmasını sağlamıştı.

Bir Doğu Bosna bölgesi bir de Kuzey Bosna'daki Bijeljina-Banja Luka-Krajina hattı olmak üzere iki eksen üzerinde yürütülen bu işgal operasyonunun ilk beş haftası sonunda, Federal ordu ve Sırp paramiliterler (neo-Çetnikler), Bosna-Hersek topraklarının %60'ını işgal ettiler. Kalan %40'lık kısım ise Müslümanlar ve Hırvatların elindeydi. Savaşın başındaki bu blitzkrieg ile elde edilen bu toprak dağılımı ilerleyen aylarda çok büyük bir değişime uğramadı. Sırplar, ele geçirdikleri her iki ekseni de biraz daha genişletmek ve böylece Müslümanları orta Bosna'da kıstırmak için yeni saldırılar düzenlediler, ancak en fazla %10'luk bir toprak daha elde ederek tüm ülkenin %70'ine ulaştılar.

Savaşın ilk birkaç haftasında bu denli büyük bir işgal yaşanmasının ve bu status quo'nun uzun süre -Ağustos 1995'e kadar- ciddi bir değişiklik yaşamamasının en büyük nedeni, Müslümanların askeri durumuydu. Sırplar Nisan ve Mayıs ayları içinde hızla ülkenin büyük bölümünü ele geçirmişlerdi, çünkü herhangi bir orduya hatta ciddi bir silahlı varlığa sahip olmayan Müslümanlar önemli bir direniş gösterememişlerdi. Ancak ilk şok atlatıldıktan sonra, önce paramiliter Müslüman savunma birlikleri, sonra da düzenli Bosna-Hersek ordusu (Armija BiH) oluşturuldu. Sırplar bu sayede durduruldu ve ilk safhasında bir yağma ve katliamdan ibaret olan askeri durum, bir süre sonra iki ayrı cephenin var olduğu bir "savaş"a dönüşebildi.

Ama, Bosna'nın kurtuluşunun en önemli, hatta yegane anahtarı olan Armija BiH'i oluşturmak ve daha sonra da dev Sırp ordusu karşısında etkili hale getirmek, hiç kolay olmadı. Çünkü Milo§evi¡'in biraderlerinin uluslararası topluluk içinde oluşturdukları "gizli el", Yugoslavya topraklarına uygulanan silah ambargosuna Bosna-Hersek'i de dahil etti ve hiçbir zaman bu ambargonun Müslümanlar lehine kaldırılmasına izin vermedi. Müslümanlar ancak, başta İran olmak üzere İslam ülkelerinden gelen ve kendi imkanlarıyla silah tüccarlarından elde ettikleri silahlar ile savaştılar. Gizli yollardan Bosna'ya sokulan bu silahlar, doğal olarak ancak hafif silahlardı. Bosnalılar, Sırp tanklarına karşı kalaşnikoflarla savaşmak zorunda kalıyorlardı. Silah ambargosuna ve bunun savaşa olan etkisine ilerleyen sayfalarda daha ayrıntılı olarak değineceğiz.



Etnik Temizlik mi, "İç Savaş" mı?
Bosna'da yaşananlar, bazı siyasi yorumcular tarafından uzun süre kasıtlı bir biçimde bir "iç savaş" olarak tanımlandı ve öyle gösterilmeye çalışıldı. Oysa yaşanan olay bir iç savaş değil, Bosna-Hersek'in Sırbistan tarafından işgaliydi.

Bosnalı Sırplar tarafından çatışmalardan bir süre önce kurulan "Sırp Otonom Bölgeleri"nde yerel Sırp güçlerinin oluşturulduğu ve bunların Nisan 1992'de başlayan etnik temizliğe katıldıkları doğruydu. Ama operasyonu asıl gerçekleştirenler, Belgrad'ın emrindeki Federal ordu birlikleriyle Sırbistan'dan gelen paramiliter gruplar, yani neo-Çetniklerdi. Milo§evi¡ ve Federal ordu komutanları ise, herkesle alay edercesine, bunun tam aksini savunuyorlardı. Federal ordu uçakları Kupres, Doboj ve Tuzla gibi Müslüman kentlerini bombalarken, onlar ordunun Bosna'da "asayişi sağlamak" ve yerel silahlı güçler arasındaki çatışmaları önleyerek barışı korumak amacıyla bulunduğunu söylüyorlardı. Milo§evi¡, Sırbistan'dan hiçkimsenin Bosna sınırını geçerek bu ülkedeki çatışmaya katılmadığını bile söyleyebiliyordu gazetecilere karşı. Bunun yalan olduğunu ise herkes biliyordu. Sırbistan'da eğitim görmüş paramiliter gruplar ellerini kollarını sallayarak Bosna'ya giriyorlardı, dahası, Sırbistan-Bosna sınırına giden gözlemciler, "büyük konvoylarla silah ve cephane taşındığını, çok sayıda askerin Bosna'ya sevk edildiğini" haber veriyorlardı.7

27 Nisan günü Sırbistan ve Karadağ yönetimleri, bu iki devletten oluşan Yeni Yugoslavya adlı federal devletin kuruluşunu ilan ettiler. Bu gelişme, Bosna'daki Federal ordu birliklerinin gerçekte bir işgal gücü olduğunu açıkça tescil ediyordu aslında; Yeni Yugoslavya'da yer almayan bağımsız Bosna-Hersek devletinin topraklarında Belgrad'ın emrindeki bir Federal ordunun savaş operasyonları yürütmesinin başka bir anlamı yoktu. Milo§evi¡, diplomatik açıdan kendisini zor durumda bırakan bu sorunu çözmek için, Sırbistan'ın Bosna topraklarındaki Federal ordu ile olan bağlarını kesmeye karar verdi; tabi yalnızca göstermelik olarak. Mayıs başında Yeni Yugoslavya vatandaşı olan tüm askerlerin Bosna'dan geri çekileceği Milo§evi¡ tarafından açıklandı. Sırbistan vatandaşı olan subayların boşalttığı yerlere Bosnalı Sırplardan kişiler seçildi, ordunun genel komutası ise Bosnalı bir Sırp olan General Ratko Mladi¡'e devredildi.

Tabi general seviyesinde gerçekleşen bu "devir teslim"in ordu genelinde yapıldığını gösteren ve sayıları 80 bini aşan Sırbistan ve Karadağlı askerlerin gerçekten Bosna'dan çekildiğini belirleyen hiçbir delil yoktu. Mladi¡'in devraldığı ordu, tüm ihtiyaçları hala Sırbistan tarafından karşılanan, tüm silah ve cephanesini Sırbistan'dan alan bir orduydu. Mladi¡'in Milo§evi¡ tarafından atandığı ise son derece açıktı. Kısacası bütün tablo, Sırbistan'ın Bosnalı Sırplar liderliğindeki ordusunu kullanarak Bosna-Hersek'i işgal ettiğini ve etnik yönden "temiz" hale getirmek için sivil halka karşı katliam uyguladığını açıkça gösteriyordu.

Ama bazıları bu açık gerçeği görmemek, daha doğrusu gizlemek istediler. Milo§evi¡'in uluslararası toplululuk içindeki gizli biraderleri, Bosna'da bir katliam, bir etnik temizlik, bir soykırım başlatıldığını değil, bir "iç savaş" yaşandığını savunuyorlardı. Bu mantığa göre, ortada ülkedeki etnik gruplar arasında geçen bir "iç savaş" olunca da, hiçbir etnik grup diğerine göre daha suçlu sayılamıyordu. Bu masalı ilk kez ciddi bir biçimde ortaya atan kişi, İngiliz Dış İşleri Bakanı Douglas Hurd oldu. Hemen ardından İngiliz The Times gazetesinin eski editörü, Bosna'da yaşanan olayın "tipik bir iç savaş" olduğunu savunan bir seri makale yazdı. BBC ise, yayınlarında sürekli olarak, Bosna hükümeti de dahil olmak üzere, ülkedeki her üç tarafı da "savaşan taraflar" olarak tanımlıyordu. Hatta kimi zaman durum, bir "anarşi vakası" gibi anlatılıyor, "kanun ve düzenin ortadan kalkması" diye tanımlanıyordu. 1992 Nisanı'nın sonlarında, altı Birleşmiş Milletler yardım kamyonu Sırp paramiliterleri tarafından yağmalandığında, BBC, herhangi bir "yüz kızartısı" yaşamadan, "kamyonların kanun ve düzendeki çöküntü tarafından yağmalandığını" söyleyebiliyordu. İngiliz Balkan uzmanı Noel Malcolm'un dediği gibi, "bu, tarihte, bir 'çöküntü' tarafından yağmalanan ilk kamyondu".8

İngiltere'deki bu inanılmaz yorumların nedeni, adalıların Bosna'da yaşananları anlamakta güçlük çekmeleri değildi. Çünkü herşey, herhangi bir "yanlış anlama"ya imkan vermeyecek kadar açık bir biçimde yürüyordu. Dolayısıyla, ortada bilinçli bir çarpıtma ve açık bir taraf tutma vardı. Milo§evi¡'in biraderlerinin oluşturduğu Sırp yanlısı "gizli el", en çok masonluğun beşiği olan İngiltere'de güçlüydü çünkü. Lord Carrington tarafından en iyi biçimde temsil edilen bu ekol, Atlantik'in öteki yakasında ise Henry Kissinger ve adamları tarafından sürdürülüyordu.

Bu iki Anglo-Sakson merkez dışında, Milo§evi¡'le masonluk ve "anti-İslamizm" gibi iki önemli ortak paydayı taşıyan başka bazı isimler de bu "gizli el"in birer üyesiydiler. Mısır'ın eski Dış İşleri Bakanı, Kıpti Hıristiyan ve mason olan BM Genel Sekreteri Butros Butros Gali9, bu isimlerin en önemlilerinden biriydi. Mayıs ayının sonunda, Milo§evi¡'in yalanlarına çanak tutarak, "Bosna'daki paramiliter Sırp güçlerinin Belgrad'la hiçbir ilişkileri olmadığını" söylemişti.10

Aynı "gizli el", o sıralarda gündeme gelen Sırbistan'a ekonomik yaptırımlar uygulanması tekliflerine karşı da ısrarla direniyordu. "Majesteleri'nin Hükümeti"nin yanına, "sosyalist mason" François Mitterand11 da katılmıştı; İngiltere ve Fransa, "Bosna'daki şiddeti durdurabilmesi için Milo§evi¡'e biraz daha şans tanınması" gerektiğini savunuyorlardı.12 Orwell'in "çift düşünce" tekniği ile konuşuyor gibiydiler; "Bosna'da daha çok insan öldürebilmesi için Milo§evi¡'e biraz daha şans verelim" diyorlardı aslında. (Söz konusu yaptırımlar 30 Mayıs 1992'de uygulamaya kondu ama Sırbistan üzerinde hemen hiçbir askeri etkileri olmadı. Yunanistan'dan ve Tuna nehri üzerinden Rusya ve Ukrayna'dan gelen her türlü malzeme kolaylıkla Sırbistan'a ulaşabildi.)

Milo§evi¡'in işini çeşitli dolaylı ve diplomatik yardımlarla kolaylaştıran bu enternasyonal masonik "gizli el"in ürettiği dezenformasyonlar, yalnızca Sırpları aklamakla kalmıyor, aynı zamanda Bosnalıları da "suçlu" konuma sokmayı hedefliyordu. Henry Kissinger'in iş ortaklığı, Rothschild'ın akrabalığı, İngiliz localarının "üstadlığı" ve Bilderberg Grup'un üyeliği gibi çok önemli referansların sahibi ve dolayısıyla enternasyonal masonik kompleksin önde gelen bir ismi olan Lord Peter Carrington, bu konuda başı çekiyordu. "Gizli el"in beyin takımından olan Carrington, yine hiç "yüz kızarması" yaşamadan, "Bosna-Hersek'te yaşanan vahşette tarafların hepsinin aynı derecede suçlu olduğunu" söylemiş ve "ateşkesi sağladığımızda ortada suçlanması gereken her hangi bir taraf olmayacak" demişti.13 Bununla hem Sırplara, uluslararası topluluk tarafından suçlanmayacaklarına dair bir garanti veriyor hem de ortaya bir "ateşkes" umudu ve beklentisi atarak onlara zaman kazandırıyordu. Yıl sonuna kadar yaklaşık 100 kez ateşkes ilan edilecek ve bunların hiçbiri birkaç saatten daha uzun ömürlü olamayacaktı. Milo§evi¡, Anglo-Sakson biraderlerinin yönetimindeki "gizli el"in daima kendisini desteklediğini bilmenin rahatlığı içindeydi çünkü.


Yüklə 1,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   21




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin