Bu risale; Kur’an'ın buyruğu gereği başlarını örttükleri için mağdur edilen, zulme uğrayan, hakları gasb edilen ve fakat herşeye rağmen iffetlerini muhafaza eden, vahy-i ilahî'yi herşeyin üstünde tutup izzet ve vakarlarından taviz vermeyen


/b. ‘Küfür ve İffetsizlik’ Suçlamaları



Yüklə 229,73 Kb.
səhifə3/5
tarix30.07.2018
ölçüsü229,73 Kb.
#64491
1   2   3   4   5

3/b. ‘Küfür ve İffetsizlik’ Suçlamaları

Hatemî'nin konuyla ilgili yazılarını bütünüyle okuyacak olanların hemen farkedecekleri gibi, aslında kendisinin başını örten müslüman kadınlarla bir alıp veremediği yoktur: onlar başlarını örtebilirler ve belki örtmelidirler de; zira örtmeleri kendi kavline göre takvâ, verâ ve ihtiyata uygundur. Ne ki asıl sorun; başlarını açan, bugünün standartlarına göre ‘çıplak’ sayılmayacak derecede ve modern tarzda giyinen, fakat müslüman olduklarını, İslâm camiasına mensup bulunduklarını söylemekten de geri kalmayan hanımların durumudur. Çünkü yazdıklarından anlaşıldığı kadarıyla, Hatemî'nin ‘fuzulî kahyalar’, tefeci kulları’, ‘küfür fetvacıları’ gibi sıfatlarla nitelediği birileri (!), bu kadınları tekfir ve taciz etmekte, onları böyle giyinmekle ‘çıplak’, ‘iffetsiz’, ‘kâfir’, ‘mürted’ ve hatta ‘cehennemlik’ saydıklarını söylemektedirler. İşte bütün sorun, bu yaklaşımın önüne geçmek, başlarını örtmeseler de, ‘İslâmî’ olarak bilinen şer‘an mâruf biçimler üzere giyinmeseler de bu kadınların ‘çıplak ve iffetsiz’ sayılamayacağını, kendilerine ‘kâfir, mürted, cehennnemlik’ denilemeyeceğini ortaya koymaktır.

İşte bu gibi düşüncelerle, bedenin zinet yeri olduğu şüphe götürmez bölgelerini, dar ve tahrik edici olmayan bir giysi ile gerektiği gibi gizlemiş olan hanımlar, sırf başlarını örtmedikleri için ‘iffetsizlik’ ile itham edilmemeli, fuzulî kâhyaların fiilî ve kavlî tecavüzlerine maruz bırakılmamalı, ‘artık ağzınla kuş tutsan cehennemliksin’ denmemelidir. (sh. 243-244)

Ahzâb Sûresinin 59. ayet-i kerimesinde, kadına bir tavsiyede bulunulmakta, bu ayet-i kerimede dahi ancak kadının ‘saçının bir teli görülürse dünyada sopa yiyeceği, iffetsiz ve hatta dinden çıkmış sayılacağı, Ahiret'te de cehenneme gideceği’ belirtilmiş değildir.

Apaçık bir nass bulunmayan bir hususda ‘ictihad’a cevaz varsa, ‘tekfîr’e yer yok demektir. Bu hususda tekfîr'e başvuranlar, kendilerini tekfîr etmiyorlar mı? (sh. 266)

Kanaatimizce Hatemî'yi sinirlendiren, hatta hırçınlaştıran taraf işte burasıdır ve görebildiğimiz kadarıyla bu konudaki mesâisinin önemli bir kısmını da bu sorunu aşabilmek için harcamıştır. Nitekim kendisi, Kur’an'da başörtme yasağının açıkça belirtilmediğini, bu hususta açık bir hüküm bulunmadığını, meselenin bir ictihad, bir fetva konusu olduğunu ve bu fetvanın da nihayet yorumlardan bir yoruma dayandığını ifade etmeye çalışmakla, aslında bu kadınların Kur’anî ve İlahî bir emre değil, bir ictihad'a, bir fetva'ya, bir yorum'a karşı gelmiş olduklarını, bu nedenle de ‘kâfir ve mürted’ olmakla suçlanamayacaklarını söylemektedir. Buraya kadar meselenin itika-dî boyutu tartışılmış ve hatta hall u fasl edilmiş olmakta, ancak bu sefer, ‘kâfir ve mürted’ şeklinde suçlanmaktan kurtulan kadınların iffetleri bir sorun halini almaktadır. Hatemî bu sorunu da iffet meselesini ‘asgarî örtünme mahalli’nin içine sıkıştırarak halletmekte, Ahzab/59 ayeti münasebiyle, “... demek oluyor ki kadının  örtünmesi değil!  başını örtmesi, ‘cilbâb’ın kapsamına girse dahi, bir tavsiyedir, bir ahlâk ve iffet sorunu değildir” (sh. 261) diyerek meselenin ahlâkla, iffetle bir ilgisinin bulunmadığını söylemektedir.

Bu tekfîr meraklılarının ikinci bir nâmertliği de, ‘başörtüsü’ ile ‘örtünme’yi kasden karıştırarak, ‘başörtüsü ahlâkî emir değil, kadının sırnaşık erkeklerce rahatsız edilmemesi için bir tavsiye olabilir’ diyenleri, ‘tesettür farz değildir, sadece ihtiyata uygundur dedi!’ tarzında itham etmeleridir. Oysa böyle bir söz söylemek için ahmak olmak gerekir. Ne yazık ki Molla Lütfî gibi erler, tarih boyunca bu gibi söz saptırmaları dolayısı ile şehid edilmişlerdir. (sh. 266-267)

Başörtüsü'nün ‘ahlâkî bir emir’ olmadığını söyleyen Hatemî, burada tesettür (örtünme) kavramı içerisinden ‘başörtüsü’nü çıkarmakla, örtünmenin değil, baş örtmenin vücûbiyetini kabul etmediği, binaenaleyh tesettür'ün (=başörtüsüz örtünmenin!?) vücûbiyetini ikrar ettiği imâsında bulunmaktadır ki zaten yazılarından anlaşılması gereken de budur. Fakat asıl anlaşılamayan, anlaşılmakta zorluk çekilen husus, ‘Kırk yıllık Kâni, olur mu Yani’ demeden tesettür kavramını değiştiren, daraltan, Kur’an'dan başörtüsüz bir örtünmeyi istinbat etmekle tesettür kavramını garip kılıklara sokan, sanki Hatemî'nin bizzat kendisi değilmiş gibi, kelimeyi lugavî değil de ıstılahî (mutad) anlamında kullandıkları için başkalarını (kimse bunlar?) nâmertlik ile suçlayıp Molla Lütfî rollerine soyunmaya kalkışmasıdır.

Esas itibariyle önemli olan  müsebbibi kim olursa olsun  bu îma edişler ya da laf oyunları değildir; asıl önemli olan, bunca laf eğip bükmenin, akıl almaz tevillerle bu işin içinden çıkacağım diye kıvranıp durmanın, Kur’an'a muhatab olan kimselerin Kur’an'la kendi aralarındaki ilişkiyi metnin değil, muhatabın içinde bulunduğu çevre ve şartların etkilediğini, belirleyip yönlendirdiğini göstermesidir. Çünkü bu çırpınışlar, aslında, “Kur’an'a Göre...”, “Kur’an'da...” diye başlayıp biten yazıların, ortaya atılan fikirlerin, hatta “Kur’an'ı asrın idrakine söyletme” çabalarının ardında kalan, bir türlü görülmeyen, görülmek istenmeyen bir manzarayı, bir zaaf kaynağını ibret-âmiz bir biçimde gözler önüne sermekte, hal-i hazır hayatın yol açtığı sorunların ve bu sorunlar karşısındaki tavır-alışın İlahî Kelâm'ı anlamada, yorumlamada nasıl etkili olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Toplumda köle ve cariye statülerinin geçerli olmasının, Kur’an'ın emirlerini yorumlamada bir zaaf teşkil etmesi, ‘cariyenin avretinin, erkeğin avreti gibi olduğunu’ bildiren yorumlara yol açarak anlamı saptırması gibi, çağdaş yorumlarda da içinde yaşanılan hayatın rolü baskın çıkmakta, aynı zaaf bu sefer başka suretlerde boy göstermektedir. Neticede sorular, sorular ve yine sorular... Kur’an'ın çağdaş okuyucusunun (!) anlamadığı, anlayamadığı, belki de anlamak istemediği için kıvranıp durduğu, bir türlü cevabını bulamadığı sorular...

Dudakların ve gözlerin açık kalmasına cevaz verilip de saçın mutlaka örtünmesinin gerektiğinin söylenmesinin hikmeti nedir? Yoksa kadın gözleri ve ağzı gibi, işitmesini engellemesin diye kulaklarını açıkta bırakıp da sadece saçlarını mı örtecek? Cilbâb dış giysi anlamına ise, saçların mutlaka örtünmesi gereği nereden çıkıyor? (sh. 264)

3/c. Saçlar Yüzün Bir Cüz’ü müdür?

Hatemî'nin tesettür kavramına getirdiği yorumların ardındaki sebepler her ne olursa olsun, bu yorumların ancak bazı zorlamalar sayesinde mümkün olabildiği muhakkaktır. Çünkü yanlış sorular, kaçınılmaz olarak yanlış cevapları tevlid edecektir. Nitekim nasıl bir lugat veya anatomi bilgisine ya da nasıl bir akıl yürütmeye dayanıyor bilemeyiz ama kendisi açıkça ve iki kez saçlar için “yüzün cüz’ü” (sh. 243) ve “yüzün fer‘i” (sh. 264) tabirlerini kullanmaktadır. Biz, Arapça'daki vech (yüz) kelimesinin kapsamına saçların girip girmediğini tartışmak yerine, sözkonusu kelime (yüz) Türkçe olduğundan ve metin de Türkçe yazıldığından yine Türkçe bir sözlüğe bakılması gerektiğini düşünerek TDK Sözlüğü'nün (Ankara, 1988) konumuzla ilgili olan ‘yüz’ kelimesine verdiği karşılıkları buraya alıyoruz:

Yüz (II) is. 1. Başta, alın, göz, burun ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat.

Bu iddianın temelsizliğini göstermek için böylesi istişhadlara gerek yoksa da içine düşülen bu garabetin hangi boyutlarda olduğunun görülmesi için  meselenin bir Kur’an ayetiyle ilgili olmasına binaen  Kur’an'dan da bir misal verelim:

Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda, yıkayın yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi ve meshedin başlarınızı... (Mâide/6)

Bu ayette yüzlerin (=vücûh) yıkanması, başların (=ruûs) ise meshedilmesi emredilmektedir. Saçların yüzün fer‘i/cüzü olduğu iddia edildiği takdirde, saçların da yıkanması gerektiği gibi bir sonuçla karşılaşmak kaçınılmazdır. Olabilir ve belki bu bile iddia edilebilir. Ancak o zaman da başın nasıl meshedileceği meselesi ortaya çıkacaktır ki bu meseleyi çözmeye Medenî Hukuk bilgisinin de kâfi geleceğini sanmıyoruz.

Hatemî'yi böylesine tuhaf iddialarda bulunup saçların baş'ın değil de yüz'ün bir cüz’ü olduğunu öne sürmeye sevkeden husus, kanaatimizce, örtünme emrinden istisna edilen yerler içerisine yüz bölgesinin girdiği konusunda geniş bir ittifakın bulunmasından yararlanma ihtiyacıdır. Nitekim yüz bölgesinin ‘illa mâ zahara minhâ’ ibaresinin kapsamına girdiğinde ittifak ediliyorsa ve saçların da yüz bölgesinin bir cüz’ü/fer‘i olduğu bu ittifaka dahil edilecek olursa, geriye tartışılacak ne kalır? Elbette koskocaman bir hiç! O zaman Hatemî de ‘ziynet yerlerinden istisna edilen’ kısımları, ‘ahlâken [aklen] örtünmesi gerekmediği âşikâr olan, ahlâkî örtünme kapsamına girmediğinde insanların birleştikleri beden yöreleri’ şeklinde yorumlamakta haklılık kazanır.

Ne diyelim, haklılık böylesi laf oyunlarıyla kazanılıyorsa kazananlara hoş-âmedi olsun! [Her ne olursa olsun, yine de Başörtüsü Meydan Savaşları'na hakemlik yapmak için, komiklik yapıp bir ayetin anlamını zorla tevile ve saçların, başın değil de yüzün cüz’ü veya fer’i olduğunu iddia etmek şeklindeki birtakım kelime oyunlarına tevessül edilmemeliydi.]



3/d. Hımâr Teriminin Anlamı

Saçların yüz'ün mü, baş'ın mı bir cüz’ü olduğu meselesinin bu denli ehemmiyet kazanmasının, ayette geçen humûr kelimesinin örtü mü, başörtüsü mü anlamına geldiğiyle de yakından alâkası bulunmaktadır. Humûr lafzının örtü mânâsına geldiğini ve ayette baş ve saç kelimeleri geçmediğinden bu lafza başörtüsü anlamının verilemeyeceğini iddia edenlerin içinde bulundukları başlıca zaaf  daha önce belirttik, yine belirtelim  ayetin ilk muhatap çevresini dikkate almamaları ve Kur’an'ın, ilk muhataplarına örtünmelerini emrederken çıplak bir mankeni giydiriyormuşcasına o dönem örfünü dikkate almayan ‘mücerred ifadeler’ kullandığının sanılmasıdır.

Ayet-i kerime metnindeki ‘hımar’ kelimesi ‘başörtüsü’ değil ‘örtü’ (giysi) anlamındadır. (sh. 251)

Herşeyden önce bu örtünme, evde mahremlere karşı da sözkonusu olan ‘ahlâkî örtünme’ demek olduğundan, ayet-i kerime'deki ‘hımar’ terimini ‘giysi, örtü’ değil de ‘böşörtüsü’ anlamına almak, kanaatimce, yukarıda da bir gerekçesi belirtildiği üzere, ma‘kul ve mantıkî değildir. (sh. 263)

İslâm dünyası bunca asır Hatemî kadar “ma‘kul ve mantıkî” davranamamış olmalı ki klasik metinlerde mevcut tüm kayıtlar  ittifakla  o dönem Arap kadınının başını örttüğünü ve fakat örtüsünü ya ensesine doğru bağladığını ya da örtüsünün ön tarafta bitişecek olan yakalarını birbirine kavuşturmayıp gerdan kısmını ve çevresini açıkta bıraktığını, binaenaleyh ayetin bir tesettür emrini ifade etmekten ziyade, tesettürün bir suret-i mahsusasını dile getirdiğini beyan etmektedirler.

Ayrıca o toplumda sadece kadınların değil, erkeklerin de başlarını örttükleri unutulmamalı, bunun sebebi olarak sadece Arab örfü değil, Arabistan'ın sıcak iklimi de dikkate alınmalıdır. Bu takdirde, Kur’an'ın kadınlarla ilgili tesettür (=başı da içine alacak şekilde örtünme) emrinin niçin bazı tafsilatlar içermediği ve fakat buna rağmen bu Kur’anî emrin niçin İslamî gelenek tarafından hilafsız aynı şekilde anlaşılıp tatbik edildiği sarahat kazanacaktır.

Hımar (çoğulu humûr) kelimesinin salt bir örtü mü (döpyes, tayyör ya da şal mı), yoksa başı (saçları) da örten bir giysi mi demek olup olmadığı meselesine gelince, bu sadece aklî istidlallerle (salt düşünceye dayalı yorumlarla) çözülebilecek bir mesele değildir. Bu meselede ibarenin anlamını tayin edecek ölçüt, Kur’an'ın ilk hitab çevresinde aranmalıdır. Çünkü evvelemirde Kur’an Hicaz'da ve Arap diliyle nâzil olmuştur. Bu nedenle sözkonusu kelimenin anlamını tayinde asıl ma‘kul olan, bu dili kullanan ve bu dilin kendi içinden çıktığı çevrede yaşayan insanların otoritesine (hakemliğine) başvurmak ve bu insanların kendi dil ve kültürlerini kendilerinin daha iyi bildiklerini kabul etmektir. Elbette burada kastedilen bugünkü Arap dili ve çevresi değildir; kastedilen, Kur’an'ın nâzil olduğu dönemin Arap dili (kadîm Arapça) ve bu dilin içinde varolduğu kadîm Arap kültürüdür. Nitekim Tefsir tarihinin başından itibaren Kur’an müfessirleri bu ilkeyi gözetmişler ve Kur’an ayetlerinin anlamını (hatta kıraatleri) tayinde kadîm Arap dilinin ve lehçelerinin otoritesine başvurmuşlardır. Dil ve kültür arasındaki iç bağıntının, o dilde yazılı bir metni anlamadaki rolüne gelince, bu bağlamda bu hususa sadece işaret etmekle yetiniyoruz.

İlk hitab çevresi öncelikle Araplardan oluşan ve Arap diliyle nâzil olan bir kelâm'ın anlaşılmasında ihmal edilen mezkûr ilke dikkate alınır ve böylece hımâr, cilbâb ve  siyâb gibi sadece kadîm Arap diline değil, kadîm Arap kültürüne de ait olan olan bu kelimelerin anlamını tayinde, o dönem Arap kadınının örtünme biçimine bakmak akıl edilirse şayet, o zaman anlamsız tevillere, gereksiz laf oyunlarına ve ‘ayette saç, baş ya da başörtüsü kelimeleri geçmiyor, demek ki bu hususta bir sarahat yok!’ gibi ancak düşmanları sevindirecek akıl yürütmelere gerek kalmaz.

Nûr/60 ayetinde, nikâh ümidi kalmamış yaşlı kadınların, bilhassa ziynetlerini göstermeye çalışmamaları (gayra müteberricâtin bi-zînetin) kayd u şartıyla ‘siyâblarını bırakıp koyvermelerinde’ kendilerine bir günah olmadığı bildirilmekte ve fakat bu ruhsata rağmen sakınmalarının (=iffetli davranmalarının) kendileri için ‘daha hayırlı’ olacağı uyarısı yapılmaktadır ki bu ayette geçen ‘siyâb’ kelimesini de basit bir şekilde ‘giysi’ olarak çevirmek mümkündür. Fakat bunun nasıl bir giysi olduğuna hangi yolla karar vereceğiz?  (Elmalılı H. Yazır bu terimi, Türkçe'ye ‘çarşaf’ kelimesiyle çevirmektedir.)

Şayet bu giysi, günümüzdeki anlamıyla ele alınacak olursa, yaşlı kadınların ziynetlerini göstermeye çalışmaksızın ‘siyablarını bırakıp koyvermeleri’ne ne gibi bir mânâ verilecektir? Siyâb, hımâr, cilbâb kelimelerinin ne tür giysilere delâlet ettikleri, aralarındaki farkların ne olduğu, kadınların bu giysilerle nasıl örtündükleri, hangi uzuvlarını nasıl örttükleri ne surette anlaşılacak, bu konuda dileyenin dilediği anlamı yakıştırmasına nasıl mâni olunacaktır?

Kelimenin belli bir uzvu örten bir giysi türü olduğunu anlamak için,  pazı-bent, ser-puş, hatta gözlük, ayakkabı örneklerinde olduğu gibi  muhakkak o uzvun zikredilmesi mi gerekir? Oysa Türkçe'de geçen örtü, çarşaf, ferâce, çember, bürgü, ehram, yeldirme, üstlük, yazma, yaşmak, değirmi, yemenî, harmanî, türban, tülbent gibi kelimelerin hemen hepsi de kadınların kullandıkları ‘başörtüsü’ veya ‘başörtüsü'nün değişik biçimleri’ için; şapka, kasket, takke, külah, sarık, kalpak, bere, kavuk gibi kelimeler ise erkeklerin başlarına taktıkları muhtelif ‘başlıklar’ için kullanılmakta ve fakat buna rağmen hiçbirinde ‘baş’ ya da ‘saç’ kelimeleri geçmemektedir.

Bu bakımdan meselâ yemeni kelimesinin ‘başa bağlanan bir örtü’ olduğunu bilmek için, kişinin oturduğu yerden akıl yürütmesine hiç mi hiç gerek yoktur. Kişinin “yemeni bağlamış telli başına/zülüfleri düşmüş hilal kaşına” mısralarını terennüm edecek kadar bu toplumun diline, kültürüne alâka duyması yeterlidir. Yok eğer kişi, ‘bu kadarını ben de biliyorum’ der, sonra da ‘Yemeni eskitmek istersen, köye muhtar ol’ atasözünden, “eskiden köylerde kadınların da muhtar oldukları, hatta muhtar olmak için yıllarca başa bağlanan yemeni ile dolaşmak gerektiği, dolayısıyla feministlerimizin kadın haklarını boşuna dışarıda aradıkları, vs.” şeklinde neticeler çıkarıp tumturaklı laflarla güyâ birtakım sosyolojik yorumlarda bulunmaya kalkışırsa, o zaman o kişiye ‘bir kültüre alâka duymak, o kültüre vakıf olmak demek değildir’ denir, ardından da kendisine, başa bağlanan yemeni ile ayağa giyinen ve bir tür ayakkabı anlamındaki yemeni'yi birbirine karıştırdığı, dolayısıyla bir kelimenin başı ya da ayağı örten bir ‘şey’e delâlet etmesi için, muhakkak baş ya da ayak kelimeleriyle izafete girmesi gerekmediği söylenir.

İstanbul'un varsıl kesimlerinin yaşadıkları semtlerin dışına çıkmamış yabancı biri, Türkçe bir metinde, sözgelimi bir romanda bu kelimelerden birine rastlasa, sonra da bu kelimenin saç ya da baş kelimesiyle izafete girmediğini, bu nedenle de sadece (herhangibir) ‘örtü’ veya ‘giysi’ anlamına gelebileceğini iddia etse, hiç değilse ne anlama geldiğini nasıl öğrenebileceğini sorsa, herhalde kendisine vereceğimiz cevap; ya bulunduğu yerden çıkıp biraz da İstanbul'un diğer semtlerini gezmesini, halkı gözlemlemesini ya da gidip iyi bir sözlük edinmesini tavsiye etmekten ibaret olacaktır. Eğer soruyu soran kişi anadili Türkçe olan biri ise, ona ablasıyla, eşiyle veya annesiyle değil, büyükannesiyle konuşmasını tavsiye etmenin daha doğru, daha kestirme bir yol olacağında kuşku yoktur herhalde.

3/e. Saîd b. Cübeyr'in Görüşünün Aslı Nedir?

Hatemî, Kur’an'da başörtüsü emrine dair bir sarahatin bulunmadığı şeklindeki görüşün,  bizim iddiamızın aksine  selef'ten de bir mesnedi olduğunu; bu görüşü dile getirmekle aslında, Saîd b Cübeyr'in “kadının başının açık olmasının  haram değil  mekruh olduğu, ancak, başörtüsü konusunda Kur’an-ı Kerim'de bir hüküm olmadığı” şeklindeki görüşünün tekrarlanmış olduğunu ifade etmektedir:

Prof. Dr. Karaman'ın yukarıda anılan kitabında yer verdiği rivayete göre, Cessâs'ın Ahkâm'ul-Kur’an adlı eserinde, Saîd b. Cübeyr'den naklen “kadının başının açık olmasının  haram değil  mekruh olduğu, ancak, başörtüsü konusunda Kur’an-ı Kerim'de bir hüküm olmadığı” görüşü yer almaktadır. Şu halde, bir kez daha soruyorum: Saîd b. Cübeyr'in bu görüşünü tekrarlayan birisi niçin ‘kâfire’ olabilmektedir de, ‘Şeytan ayetleri’ hezeyanını uyduran veya benimseyen değil, bu hezeyanı şiddetle reddedenler yine aynı küfür fetvacılarının oklarına hedef olmaktadır? (sh. 266)

Hatemî'nin bu sözlerinden; a) Cessâs'ın Ahkâm'ul-Kur’an adlı eserinde naklettiği, b) Hayreddin Karaman'ın da kendi kitabında yer verdiği bir rivayete göre, c) Saîd b. Cübeyr adlı tâbiûn'a mensub bir âlimin (Vef. H. 95) kadının başının açık olmasını  haram değil, mekruh gördüğünü, üstelik başörtüsü konusunda Kur’an'da bir hüküm olmadığını söylediği anlaşılmaktadır.

Peki işin aslı nedir? Gerçekten de Saîd b. Cübeyr, böyle bir görüşe, yani kadının başının açık olmasının haram değil, mekruh olduğu şeklindeki bir görüşe sahip midir? Kendisi, “başörtüsü konusunda Kur’an'da bir hüküm olmadığı”na dair bir söz sarfetmiş midir?

Hayır! Bu soruların ikisinin cevabı da olumsuzdur; zira ne Cessâs'ın Ahkâm'ul-Kur’an adlı eserinde (V/174, Beyrut, tsz.), ne Hayreddin Karaman'ın kitabında, ne de  her ne kadar Hatemî zikretmekten imtina etmişse de  iddianın asıl sahibinin sözlerinde (İslâm'da Kadın ve Aile, sh. 149) bu ifadelerin karşılığı bulunmamaktadır. Hatemî, iltibasa yol açacak bir surette hem muhtevası, hem de rivayet şekli bakımından metni doğru nakletmemiş, böyle davranmakla da okuyucunun meselenin aslını anlamasına mâni olmuştur. Nasıl mı, görelim!

ı. İlkin bu rivayet, ‘başörtüsü'ne karşı olan, başörtüsü emrinin Kur’an'da bulunmadığını iddia eden ve bununla birlikte başka şeyler de savunan’ resmî ulema'dan bir zâtın Hollanda'da neşredilen Arayış ve İslâm Dergisi adına, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Mısır Müftülüğü ile birlikte Hayreddin Karaman'a da gönderdiği 17 sorudan oluşan bir yazıda (14. soruda) kendi iddialarına ‘delil’ kabilinden zikredilmektedir.

ıı. Mezkûr zâtın, Hayreddin Karaman hocaya suali aynen şu şekildedir:

Cassâs'ın Ahkâm'ul-Kur’an'ındaki “Saîd b. Cübeyr'den rivayet olunduğuna göre, kendisine bir erkeğin yabancı bir kadının saçına bakması sorulduğunda, bunu mekruh gördüğü, ama “Kur’an'da yok” dediği bildirilmektedir” rivayeti karşısında, başörtüsü ile ilgili emrin vücûb ifade ettiğinde icma vardır diyebilir miyiz? Görüldüğü gibi bu rivayet, saça bakmanın hükmünün Kur’an'da olmadığını bildirmektedir. (sh. 149)

Evet, görüldüğü üzere burada kerih görülen cihet, esasen kadının başının açık olması değil, bir erkeğin nâmahrem bir kadının saçına bakmasıdır. Üstelik sualin sahibi bile bu rivayetten, ‘başörtüsü konusunda Kur’an'da bir hüküm olmadığı’ gibi bir neticeyi değil, ‘saça bakmanın hükmünün Kur’an'da bulunmadığı’ neticesini çıkarmaktadır.

ııı. Hayreddin Karaman, mezkûr zâtın soru haline tahvil edilmiş iddialarını, bu arada sözkonusu nakli ve bu nakilden çıkarılan hükmü büyük bir vukufiyetle ele alıp tenkid etmiş, kendisine gerekli cevabı da vermiştir. Nitekim kendisi bu suali, şu mantık kalıbına dökerek yeniden ifade etmiştir:

a) Saîd b. Cübeyr, erkeğin yabancı bir kadının saçına bakmasını mekruh görmektedir.

b) Saça bakmanın hükmünün Kur’an'da olmadığını bildirmektedir.

c) Bu sebeple ‘Başörtüsü ile ilgili emrin vücûb ifade ettiğinde icmâ vardır’ denilemeyecektir. (sh. 149-152)

‘Kayınvâlide saçına bile bakmayı caiz görmediği’ nakledilen Saîd b. Cübeyr'in burada ne demek istediği, kerih (mekruh) görmenin ne anlama geldiği, neyin olmadığını söylediği, hatta bu ifadeleri aynen kullanıp kullanmadığı, aynı konuda kendisinden yapılan diğer nakillerde (msl. Taberî'de) görüşlerini nasıl ifade ettiği, vb. birçok meseleyi burada yeniden ele almaya gerek duymuyoruz; zira Hatemî'nin, bu meselelerle ilgili yetkin açıklamaları, hiç değilse Hayreddin Karaman hocanın kitabında zaten görmüş olduğunu düşünüyoruz. Ne var ki Hatemî, okuduklarını aslına uygun bir biçimde aktarmamış; yazılanları, kendi yorumlarını destekleyecek şekilde nakletmiştir: Üstelik ne sualin ve iddianın asıl sahibi olan kişiyi ve iddiasının aslını, ne Cessas'ın Saîd b. Cübeyr'den bu görüşü tenkid etmek suretiyle naklettiğini, ne Hayreddin Karaman'ın bu görüşe, eleştirileri sırasında yer verdiğini, meselenin hiç de muhatabının zannettiği gibi olmadığını söylediğini zikretmiştir. Bunların hiçbirini zikretmediği gibi, zikrettiklerini de aslına uygun olarak değil, kendisine mesned teşkil edecek şekilde zikretmiştir.

Biz, Hatemî'nin naklettiği pasajla ilgili olarak Hayreddin Karaman hocanın verdiği bilgileri kısaca zikretmek suretiyle, bu konuda herhangibir kuşku kalmasın istiyoruz:

[Taberî'nin nakline göre], burada Saîd b. Cübeyr açık bir ifade ile ‘ayette açılmasına izin verilen yerlerin yalnızca yüz ve ellerin içi olduğunu’ zikretmektedir. (c. xvııı, s. 83.) Yani Saîd b. Cübeyr'e göre, kadınların başları ve saçları avrettir, açılması caiz değildir ve bu hüküm Kur’an-ı Kerim'de mevcuttur. (...)

Sonuç olarak yine tekrar ediyoruz: Saîd b. Cübeyr de dahil bulunmak üzere bütün müctehidlere göre hür ve müslüman kadınların başları ve saçları avrettir, açılması, bakılması caiz olamayan yerlere dahildir, bu hüküm Kur’an'da ve Sünnet'te mevcuttur, üzerinde ittifak (icmâ) edilmiştir. (sh. 151-152)

Bütün bu izah ve nakillerden sonra, sonuç olarak, biz de Hatemî'nin ayetlerde bir açıklık (!) bulunmadığı iddiasıyla başörtüsü emrini keyfe bırakılmış bir mesele olarak vaz‘etmesinin hiçbir hakikat değeri taşımadığını söyleyebiliriz

4. Cilbâb Ayeti

Nûr/31 ayeti münasebetiyle (bilhassa ‘hımâr’ kavramı çevresinde) söylenenlerin ana hatlarıyla ele alındığı kanaatindeyiz. Şimdi de Hatemî-'nin Ahzab/59 ayetiyle (bilhassa ‘cilbâb’ ile) ilgili yorumlarını aktaralım:

Ahzab/59 ayetinde ise, ‘ev içinde açık olabilecek beden yörelerinin, yüz hariç, sokağa çıkıldığında ‘cilbâb’ denen dış örtüsü ile örtülmesi, iman eden kadınlara tavsiye edilmiştir. (sh. 251)

Ahzâb Sûresinin 59. ayet-i kerimesinde, kadına bir tavsiyede bulunulmakta (...) Şu halde ahlâkî örtünme sınırlarına riayet ettikten sonra, dış örtüsünü (cilbâb) saçlarını da örtecek şekilde bürünmesi, kendisinin taciz edilmemesi için daha uygun bir örtünme biçimi olarak görülmekle birlikte, bu tavsiyeye uymayan veya uyamayan kadın dinden çıkmış olmaz, kendisine ‘iffetsiz’ gözü ile bakmaya da hakkımız yoktur. (...) Çünkü Kur’an-ı Kerim'de ‘baş açma yasağı’ açıkça belirtilmemiştir. (sh. 252)

Hatemî ‘cilbâb’ (çoğulu ‘celâbîb’) kelimesinin yorumunda, ‘hımâr’ (çoğulu ‘humûr’) kelimesine anlam verirken davrandığı kadar serbest davranmamakta, kelimenin ‘başı da örten bir örtü’ olduğu, bir diğer deyişle baş örtmenin ‘cilbâb’ın kapsamına girdiği hakikati  bazı kayıtlarla birlikte  teslim edilmektedir. Ancak Nûr/31 ayetinde başörtüsü ile ilgili bir sarahatın bulunmadığını söyleyen Hatemî, Ahzab/59 ayetiyle alâkalı olarak da ‘kadının, saçların bir telini bile dışarıda bırakmaması gerektiğine ilişkin bir sarahatin bulunmadığını’ (sh 263-264) vurgulamaktan geri kalmamaktadır.

4/a. Emir, Vücûb, Tavsiye, İzin, Ruhsat


Yüklə 229,73 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin