Büyük Selçuklu
Selçuklu Sanatı, İslam dönemi Türk sanatında önemli bir aşamayı temsil eder. İran, Maveraünnehir ve Horasan bölgelerine yayılmış olan bu sanat, Abbasi, Sasani ve Karahanlı dönemlerinin sanat ve mimari geleneklerini geliştirerek klasik formlara ulaştırmıştır. Karahanlıların ve Gaznelilerin yaşadığı bölgelerde başlayan gelişme, Selçuklu egemenliği sırasında daha geniş çaplı denemelerle zenginleşmiş ve ortak çizgiler gösteren gerçek bir üslup belirmiştir. İran Selçuklu sanatının asıl önemi Anadolu Selçuklu sanatı için temel kaynak olmasıdır.
Özellikle tuğlaların değişik düzenlemeleriyle ulaşılan çok zengin geometrik kompozisyonlar, Anadolu Selçuklu mimarisinde de yaygın olarak uygulanan klasikleşmiş bir biçimdi. Bu uygulamanın günümüze kalabilmiş en güzel örnekleri Gazvin ile Hemedan arasında, Harakan bölgesindeki iki kümbettir.
Çıplak tuğla tekniğinin doruğunu temsil eden bu iki yapının özellikleri, köklerini Karahanlı ve Gazneli mimarisinde bulabileceğimiz bir geleneğe dayanır.
Özellikle mimarlık ve süsleme sanatlarında Ortaasya ve Horasan gelenekleri, Azerbeycan ve Doğu Anadolu üzerinden Anadoluya kadar uzanmıştır. Selçuklu mimarisinin bütün özelliklerini ve gelişme sürecini yansıtan Mescidi Cumalar, o döneme kadar yapılmış olan camilerde görülmeyen bazı yenilikler taşıyordu. Bunlar, kubbe olgusunun önem kazandığı ve planın kubbeye göre tasarlandığı ilk camilerdi.
Selçukluların başarıyla uyguladıkları büyük ölçekli cami, medrese ve kümbet gibi yapı tipleri, dönem için klasik diyebileceğimiz biçimler kazandı. Süsleme sanatları da bu dönemde belirli kurallara ve temellere oturtuldu. Moğol ve Timur istilalarının getirdiği yıkım ve Safevilerin yoğun imar faaliyeti Büyük Selçuklu eserlerini silemeyecekti. Seçilen malzemenin ve uygulanan sağlam tekniğin de bunda büyük rolü olmuştur. T.L.
Selçuklular devri sanat ve imar faaliyetini gösteren ve aralarında çoğu şaheser vasfını taşıyan mimari, kitabe, hat, tezhip, süsleme, minyatür, çini, halı ve kilim v.b. san’at eserlerini burada birer birer saymağa imkan yoktur. Kaynaklarımızın ve ayrıca Nasır-i Husrev (ölm. 1061)’den başlayarak son zamanlara kadar yerli, yabancı birçok seyyahların şahadet ettikleri gibi, Diyarbakır’ın Sultan Melikşah devrinden kalma sur bedenlerinde ve diğer Türkmen beyliklerinin eserlerinde bol miktarda tesadüf edilen bozkır sanatı mahsulü hayvan tasvirlerinden başka, Selçuklu hâkimiyeti devrinde Çin sınırlarından Akdeniz’e, Mısır’a ve İstanbul boğazına, Oğuz bozkırlarından ve Kafkaslardan Hind hudutlarına ve Yemen’e kadar uzanan geniş saha üzerinde binlerce saray, cami, mescit, imaret, han, hamam, dar’üş-şifa, medrese, hankah, türbe, kümbet, çeşme, sebil, kervansaray, kale, sur, ribat, mezar sandukası yapılmıştır ki, cepheleri, kapıları, pencere kenarları en güzel ve renkli yazılarla süslenmiş, içleri ince tezyinat ile bezenmiş, bazıları Türk çinileri ile kaplı, kubbe kenarları, minber ve mihrapları, şadırvanları Türk mermer taş işçiliğinin, kapıları ve pencere kapakları Türk kakmacılık ve oymacılığının en güzel örneklerini veren, Selçuklu çağının her hususta üstünlüğü ile paralel vasıftaki bu eserleri yakından tanımak için yalnız Anadolu’yu, hatta yalnız Konya şehrini görmek kafidir kanaatindeyiz.
Bu konuda pek çok eser yazılmıştır. Onun için biz burada Selçuklu Türklüğünün sanat dünyasına getirdiği yeniliklerden kısaca bahsetmekle iktifa edeceğiz: İran sahasına geldiklerinde karşılaştıkları yüzlerce yıllık geleneğe sahip mimariye Selçuklular kendi şahsiyetlerinin damgasını vurdukları gibi, yeni yapı şekilleri de meydana getirmişlerdi.
XI. yüzyıl sonlarından itibaren her tarafa yayılan ve üç büyük Selçuklu devlet medresesinde, —Bağdad, Nişapur, Tüs Nizamiyelerinde— ilk şeklini alan medrese mimarisi yeni Türk yapı sanatının örnekleri olarak Türk - İslam dünyasında hakim bir mevki almış, İran ve Türkistan’da yeni bir cami yapı şekli olan girintili duvarlarla çevrili büyük avlusu ile medrese camii inşaatı ortaya konmuştur. Bu yapı şekli Irak Suriye ve Mısır’da yayılmıştır.
Bugün İsfahan’da kubbesi ile avlusundan bir kısmı halen mevcut Sultan Melikşah’ın Mescid-i Camiinin ana planı İran, Türkistan ve Iraktaki büyük camilerde tatbik edilmiş, böylece Iran cami şeklini Türk mimarisi vermiştir. Esasları itibariyle muazzam otağları andıran tuğla kümbetler de Türklerin İslam dünyasına getirdiği yeni yapı şekillerinden biridir. Kümbetler konik veya çok köşeli çatılı olup, çoğunlukla çini ile kaplı bulunurdu. Üzerlerinde kumaş tezyinatı ihtiva eden bu kümbetler İran’da Selçuklu mimarisinin müstesna eserleridir.
Türkler ayrıca kubbeli türbe inşaatında da değişiklik yapmışlar, kubbe külahı üzerine silindir bir tambur vasıtası ile, ikinci bir kubbe oturtmak suretiyle kubbeyi yükselterek, çok uzaklardan görülebilen birer abidevi yapı haline getirmişlerdir (msl. Merv’de Sultan Sencer türbesi) ve bu yapı şekilli kubbeler Mâveraünnehir, Kirman, İran, Suriye ve Mısır’da yayılmıştır ki, msl. Kahire şehrine esas karakterini veren de bu şekildeki yapılar olmuştur. Nihayet eski dört veya çok köşeli kule biçimi minare yerine silindirik, bâzen yivli, yüksek, ince minare şekli de İslam alemine Türk mimarisinin hediyesidir. Türklerin sanat bahsinde de dini taassuba kapılmadıklarını Sultan Tuğrul Beyin Bağdad’da taç giyme ve kılıç kuşanması münasebetiyle bu törenin hâtırası olarak hazırlatılan, hem sanat tarihi, hem de tarih bakımından mühim, altın madalyadaki sultanı ve etrafındakileri gösteren tasvirlerle, bir Selçuklu prensesini gösteren bir stuk baş ve Türk yapıları üzerinde yer alan kuş, boğa, ejderha, çift başlı kartal v.b. kabartmaları ve Anadolu Selçuklu sultanlarının bastırdıkları, üzerinde insan şekilleri bulunan, paralar da ortaya koymaktadır.
Bunun gibi, İran’da (Rey’de) saray hayatını tasvir eden “stuk pano” da, Selçuklu devri kabartma heykel sanatının bize kadar gelen nadir örneklerindendir. Ayrıca Selçuklular Yakın-doğudaki Grek - Roma ve Bizans sütununa “demet sütun” denilen yapı şeklini, eski sütun başlıklarına da “istalaktit” ve “baklavalı” diye anılan iki ayrı yapı şeklini ilave etmişler ve bu Türk yapı şekilleri Anadolu’da zengin bir çeşitlilik kazanmış, bilhassa XVI. Yüzyılda Mimar Sinan devrinde büyük gelişme göstermiştir. Eski Islam mimarisindeki “yuvarlak” ve “kırık” kemer yerine Selçuklular “sivri kemer” i getirmişler, bu son tarz da Osmanlılarda daha da çeşitlenmiştir.
Camilerde ve diğer yapılarda pencerelerin katlar halinde sıralanması Türk mimari mahsulü olup, başka Islâm ülkelerinde tanınmamıştır. Kubbe inşaatında Selçukluların ortaya koydukları mühim yeniliklerden biri de, ana duvarlardan kubbeye geçişin “üçgen” sahalar ile sağlanmasıdır ki, mimarlık tarihinde “Türk üçgenleri” adı ile anılan bu tarz Osmanlılarda türlü şekiller alarak gelişmiştir. İslam sanatı mihrap inşaatında Türk yapı şekli, bunun dikdörtgen veya beş köşeli olması ve üst kısmın basamaklı bir kemer ile nihayetlenmesidir. Selçuklu üslubunda daha ziyade basık olan bu mihraplar Osmanlı devrinde camilerin azameti ile paralel olarak yükselmiş ve incelmiştir. Minberler bakımından süsleme için yeni sahaların bulunması, çeşitli nakışların meydana konması ve türlü tekniklerin kullanılması hususlarında Türk sanatının yaratma kudreti sonsuz olmuştur. Ortaçağ Türk mimari eserlerinde çeşitli yerlere serpiştirilen âyet ve duaların yazı şekillerinde de Türk zevki kendini göstermiş, bu suretle Selçuklu üslubunda teşekkül eden, “Selçuklu sülüsü” “Selçuklu kufisi” ve “Selçuklu neshi” abidelerin haşmet ve zarafetini arttırmıştır. Burada, eski Uygur - Türk sanatının devamı olarak kitap resmi ve minyatürde birer Selçuklu okulu kurulmuş olduğuna da belirtelim.
İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, MEB
|
Büyük Selçuklu Mimarisi- Türbeler ve Kümbetler
Büyük Selçuklular zamanında camilerde olduğu gibi, türbelerde de gelişme Karahanlılara ve Gaznelilere bağlanmaktadır. İlk yıllardan Tuğrul Bey zamanından iki mezar anıtı kalmıştır. Bunlar, İsfahan’ın güneyinde Abark Kümbet-i Ali ve Damgan’da Cihil Duhteran (40 kızlar) adlı kümbetlerdir. Her ikisi de 448 (1056) yılında yapılmıştır. Abarkûhdaki kümbet birçok bakımlardan daha önce İran’da yapılmış kümbetlerden farklıdır. Burada, yüzeyleri dümdüz alçak sekizgen gövde üzerine halen kubbe ile örtülü bir yapı ile karşılaşıyoruz. Arap Ata türbesi ve diğer Karahanlı yapılarından tanıdığımız tromp şekillerine benzer mukarnaslardan zengin ve geniş bir plastik kuşak, üst kenarın etrafını çevirmektedir. Bunun altında da ince bir kitabe kuşağı vardır. Kubbenin üstünde aslında sekizgen bir piramit külah olup olmadığı kesinlikle belli değildir. İran’daki diğer kümbetlerin hep tuğladan yapılmış olmasına karşılık Kümbet-i Ali’nin taştan bir abide olması ilgi çekicidir.XI. y.y. m ilk yarısından Hazer denizi güneyinde kalan Lacim, Resget ve Batı Radgan’daki kümbetler gibi diğer mezar anıtları yukarı doğru incelmeyen düz silindir biçiminde tuğla yapılar olup, abidevi karakterleri zayıftır. Buna karşılık Kümbet-i Ali daha alçak gövdesine rağmen üstteki iri mukarnas frizi ve kitabe kuşağıyla tamamen abide bir etki uyandırır.
Tuğrul Bey zamanından kalan ikinci mezar anıtı, Damgan’da Cihil Duhteran (Kırk Kızlar), tuğladan silindrik gövde üzerine konik külahlı bir kümbettir. Düz olarak yükselen tuğla gövdenin üst katlarında geniş bir küfi kitabe kuşağı, bunun altında ve üstünde tuğlaların değişik dizilmesinden meydana gelen birer geometrik kuşak ve yukarıya doğru kenarları taştan çift kirpi frizi ve baklavalardan ibaret ince bir kuşakla konik çatıya intikal etmektedir. Türk Sanatı, Oktay Aslanapa
Harakan Kümbetleri
Gazvin-Hemedan arasındaki Harakan bölgesinde bulunan ve İran Selçuklu sanatının pek çok özelliğini biraraya getiren erken tarihli iki kümbet, yöre halkı arasında Koşa İmam (çifte imam) adıyla bilinir. Birbirinden 30 m uzakta yapılan bu iki mezar anıtı sanat tarihine I. ve II. Harakan kümbetleri olarak geçmiştir. I. Harakan Kümbeti’nin girişindeki yazıtta Alparslan döneminde, 1067-1068 yıllarında Ebu Said Bicar ibn Sad takafından Zencanlı mimar Muhammed bin Mekki’ye yaptırıldığı yazılıdır. Tamamiyle tuğladan ve sekizgen planlı olarak yapılan kümbet, köşelerinden silindirik payelerle desteklenmiştir. Üstünü örten külah bugün yok olduğu için sadece alttaki kubbenin tuğla örgüsü görülür.
Her cephede iki yandan silindirik payelerle sınırlandırılan yüzeyler, sivri kemerli yüzeysel nişler, yatay bordürler ve daha küçük elemanlarla bölünerek uyumlu bir düzenleme halinde sunulmuştur. Tuğlaların farklı biçimde dizilmesiyle elde edilen değişik örgüler, her kesimde ayrı bir motif düzeni verir. Kümbetin yedinci cephesindeki büyük sivri kemerli sağır niş, tamamiyle tuğla örgüye dayanan geometrik düzenlemesiyle göze çarpar. Sivri kemerin iki yanındaki üçgen köşeliklerin düz derzli yatay örgülerinden sonra, üstteki kafi yazılı kitabe kuşağına geçilir. Bunun üstünde, altı köşeli yıldızlar oluşturan geometrik bir örgü bulunur. Bu kompozisyona çok benzeyen örneklere Anadolu’daki eserlerde rastlanması, iki aya çevrede gelişen sanatın bağlantısını kanıtlar.
İlkinden 26 yıl sonra, 1093’te yapılan II. Harakan Kümbeti’nin (1093) mimarı, Zencanlı Meali bin Mekki’dir. Tamamiyle çıplak tuğla tekniğine dayanan kompozisyonlar her cephede benzer bir bölümleme şemasıyla uygulanır. Kubbe başlangıcına kadar, sivri kemerli yüzeysel niş, kitabe şeridi ve bunun üstündeki dekoratif panoyla zengin bir düzenleme gösterir. Bu cephenin alt kesimindeki pano, birbirine bağlanan gamalı haçlar ve aralarındaki boşluğu dolduran küçük rozetlerden oluşur. Bu panonun üstündeki yatay dikdörtgen alan, her birinin içi farklı örneklerle dolgulanmış üç küçük mihrap motifiyle zenginleştirilmiştir. Daha üstteki sivri kemerli panonun içinde de birbirine bağlanan gamalı haçlar ve aralarını dolgulayan küçük kareler göze çarpar. Küfi yazıtın üstüne oturtulan yatay pano, üç kollu fırıldak motifleriyle Anadolu Türk sanatına kadar etkileri uzanacak olan bir başka örnektir.
Her iki mezar anıtı da, XI.yy. gibi çok erken bir tarihte yapılmış olmasına rağmen, anıtsallığı ve zengin süslemeleriyle son derece etkileyicidir. Çıplak tuğla tekniğinin doruğuna ulaşan bu uygulamalardaki geometrik kompozisyon çeşitliliği, Karahanlı ve Gazneli mimarisine dayanan köklü bir geleneği yansıtır.
Kümbeti Kabud.
Adını firuze renkli çinilerinden alan Kümbeti Kabud (Mavi Kümbet), Meraga şehrinin en dikkati çeken yapılarındandır. Kesme taş kaide üzerine oturtulan yapı kütlesi, tuğlaların farklı biçimlerde dizilmesiyle zengin bir yüzey dekorasyonu gösterir. Yazıtına göre 1197’de tamamlanmış olan eserin saçaklık kısmındaki zengin mukarnaslı korniş, en seçkin örneklerinden biridir. Bunun altında, çiçekli küfi yazı kuşağı bütün cepheleri çepeçevre dolanır. Cephelerin birleştiği köşeler silindirik payelerle yumuşatılmış, kabartma şeritler halinde yükseltilen geometrik örgü cephelerin alt yarısında ustaca dolaştırılmıştır.
Kümbeti Kabud, gerek cephelere kazandırılan plastik hareket, renk unsuruyla, yeni ve parlak bir üslubun öncüsüdür.
KümbetiAleviyan
XII. yy’da en parlak dönemini yaşayan Selçuklu mimarisinin çok değişik bir kümbet uygulaması Hemedan şehrinde görülür. Kare planlı Kümbeti Aleviyan özellikle cephe mimarisiyle dikkati çeker. Taçkapıyı iki yandan destekleyen yivli kuleler değişik bir uygulamadır. Sivri kemerli uzun nişler en tepedeki kitabeye kadar çıkar ve düşey hareket etkisini güçlendirir.
Üst kısmı yıkılmış olan sivri kemerli taçkapıyı, büyük bölümü geometrik kompozisyonlarla rol gularımış çeşitli kalınlıkta bordürler çevreler. Hafifçe içerlek tutulan sivri kemer aynasında, zemindeki 10 kollu yıldızlarla geometrik bir kompozisyon görülür. Bunun altındaki yazıt frizi, asil girişle çerçeve arasındaki alt aynayı kuşatır. Alt aynanın zengin bi süslemeli alçı kabartmalarıyla yapıya hakim olan geometrik motifler arasında çarpıcı bir karşıtlık vardır. Yüksek kabartma tekniğiyle işlenen iri yapraklar ve rumiler, çok geçmeden Anadolu’da, Divriği Külliyesi’nin taçkapılarında da karşımıza çıkacaktır. Kümbeti Aleviyan, Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu üsluplarını birleştiren bir uygulamadır.
Güney Azerbaycan’da Meraga gibi, Kuzey Azerbaycan’da Nahcivan’da, mezar anıtları, kümbetler bakımından çok zengin bir merkez olarak dikkat çeker. Bu iki merkezin, mimari bakımdan böyle parlak bir gelişme göstermesi 1146 da kurulmuş olan Azerbaycan Atabeklerinin sanat ve imar aşkını açıkça belirtmektedir. Nahcivan’da 1162 tarihli Yusuf bin Kuseyr kümbedi, Selçuklu öncülerine uygun olarak tuğladan sekizgen gövde üzerine sekizgen piramit çatılı bir yapıdır.
Nahcivan’da asıl şahane mezar anıtı, İldeniz’in hanımı Mümine Hatun için oğlu Kızıl Arslan tarafından 1186 da yaptırılan 25 m. boyundaki büyük kümbettir. İçten silindirik, dıştan on köşeli olarak yapılan bu tuğla kümbetin piramid çatısı yıkılmıştır. Kenarları dar ve uzun bir mihrap nişi şeklinde olup dikdörtgen silmelerle kavranmaktadır. Daha yukarıda küfi kitabe kuşağı ve sonra, piramit çatıyı taşıyan mukarnas frizi göze çarpar. Firuze çiniler, örgülü kûfi kitabeleri ve geometrik süslemeleri renklendirir. Süslemeler, hiç boşluk bırakmayacak şekilde bütün yüzeyleri kaplamaktadır. Mimar Acemi bin Ebubekir, asıl şaheserini, ikinci eseri olan bu abide ile meydana getirmiştir. İki tarafında silindirik minarelerle sivri kemerli bir portalden, kümbet çevresi ne giriliyordu. Bu abidevi giriş yıkıldığından, kümbet ortada kalmıştır, Böyle çifte minarelerin, Anadolu Selçuklu medreselerinde ne kadar büyük bir rol oynadığı düşüniilürse, Nahcivan nune Hatun kümbedinin önemi bir kat daha artar. Karahanlılarda, Ayşe Bibi türbesinde, iki tarafında, köşelerdeki minarelerden sonra Azerbaycan yolu ile bu gelenek Anadolu’ya gelmiş en büyük eserlerini orada vermiştir.
Azerbaycan’da kümbetler böyle parlak bir gelişme gösterirken, İran’ın doğusunda Horasan’da Türklerin İran’a getirdikleri diğer kümbet tipleri otağların tuğladan abideler halinde ebedileşmiş şekilleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan Radkan (Doğu) da Mili Radkan adıyle tanınan kümbet, 22 in. boyunda silindirik ve konik çatılı tuğladan bir yapıdır. Oniki köşeli alçak bir kaide üzerinde 36 yuvarlak paye ile yivlenmiş silindirik gövde, üzerinde konik çatıyı taşımaktadır. İçten kubbe ile örtülüdür. Kon külah, firuze renkli dikdörtgen çinilerle kaplıdır. Gövdenin üst kenarında da firuze çiniden kesil kufi harflerle 1,50 m. genişlikte bir kitabe kuşağı dolanmaktadır. Bunun sırları, çok yerde dökülmüş, bazı yerlerde kalmış, kitabenin yandan fazlası da silinmiştir. Bunun altında yuvarlak payelere doğru sarkan, saçak motiflerini andıran bir palmet frizi, payelerin üst kenarını boydan boya çevirmektedir. Yuvarlak payeler üzerinde aşağıdan yukarıya kadar geometrik baklavalar şeklinde sıralanmış firuze çiniler göze çarpar.
Türk Sanatı, Oktay Aslanapa
|
SultanSencerTürbesi
Orta Asya’da Merv kentinde mimar Muhammed bin Atsız tarafından yapılan Sultan Sencer Türbesi’nin, 17m çapında yıldız biçiminde kaburgalı kubbesi, o güne kadar gerçekleştirilen kubbelerin en büyüğüydü. Günümüze ulaşamamış olan dış kubbe, firuze renkli sırlı tuğlayla kaplıydı. Duvarları 6m kalınlığında yapılmış, duvarlardan kubbeye geçiş, tonoz bingiler ve köşelere yerleştirilmiş geometrik düzende tuğla örgülü payelerle gerçekleştirilmiştir.
Büyük Selçuklu Devleti’nin son parlak döneminin hükümdarı Sultan Sencer, melik olduğu 39 yıl boyunca başkent Merv’in büyük bir kültür merkezi olmasında önemli rol oynamıştı. Sultanın ölümünden önce Büyük Selçuklu Devleti’nin görkemini yansıtacak biçimde inşa edilmesini istediği türbesinin adını kendisi koymuştu: “Darül ahiret” (Ahiret evi). Sencer Türbesi “Devlethane” adıyla da anılırdı.
1220’de yaşanan Moğol istilası bu bölgede de yıkımlara yol açtı. Türbenin çevresindeki mimari eserler yıkıldı, dış kubbesi çöktü. Moğollar Merv kentini tahrip ettikten sonra hazine bulmak amacıyla türbedeki sandukayı açtılar ve türbede yangın çıkardılar. Kentteki her şeyin yakılıp yıkılmasına rağmen bu türbenin ayakta kalması Sultan Sencer’in evliya olduğuna ilişkin söylencelerin doğmasına yol açtı.
Büyük olasılıkla yapılırken çevresi duvarlarla çevrilmiş bir alanın ortasında yer alan ve tuğla malzeme kullanılarak yapılan bu türbe, Büyük Selçuklularda çoğu iki katlı olan ve “kümbet” adı verilen türbelerden farklı olarak tek katlı inşa edilmiştir. Mekan, altta, içinde sandukanın bulunduğu kare şeklinde kalın duvarlı gövde üzerine, yukarıda bir kemerli galerinin oturtulduğu ve kubbeye geçiş bölgesinin (tonoz bingiler bölgesi) yer aldığı aşamalar halinde planlanmıştı. Böyle planlanarak kare (küp) şeklindeki bir gövdeden kubbeye geçiş sorunu ustalıkla çözümlenmiştir.
Yapının ölçüleri dıştan 27 x 27 m, duvar kalınlığı 5-6m, zeminden galeriyle birlikte yüksekliği 27m, tüm yüksekliği 8 kadardır. Dış kubbe yıkık olduğu için tam yüksekliği belirlenememiştir. Zeminde türbenin iç alanı 39 m dolayındadır. Günümüze kalabilen kubbenin çapı ise 17 m’dir.
Yapının alt kısmında tuğla duvarın dış yüzeyinde çıkıntı yapıp yapmadığı anlaşılamayan kemerli bir giriş dehlizi, bir eyvan oluşturacak biçimde içeriye açılır. Bunun tam karşısında, yani batıda gene bir eyvan biçiminde olan nişin eskiden camiye bakan parmaklıklı bir pencereye sahip olduğu bilinmektedir. Diğer yönlerdeki duvarlarda da içeriye girinti oluşturan eyvanımsı kör nişler yer almaktadır. Böylece türbenin içi Orta Asya Türk mimarisinde çok yaygın olan dört yön’ temasını ifade etmektedir. Alt kısım dıştan masif ve sağlan bir görünüşe sahiptir.
Kare gövdeden kademeli bir daralmayı gösteren galeri kısmına geçiş ustalıklı bir şekilde ele alınmıştır. İki katlı olarak düzenlenmiş olan galerinin al katındaki geniş ve dar kemerli bölmeler ışığın içeriye sürülere girmesini sağlar.
Galerinin ikinci katında ye alan sistem kubbenin oturduğu on altı kenarlı çokgeni oluşturur. Bu kısımda 8 kemerli bölüm vardır. Galeri kemerleri dilimli ve sivri kemerler olarak alternatif şekilde ele alınmıştır. Tonoz bingi bölgelerinde, sadece süsleme mahiyetinde olmak üzere, mukarnas da kullanılmıştır.
Kubbe görünüşü itibariyle sivrilmeye meyilli, oldukça büyük ölçüde ele alınmış tipik Selçuklu kubbesidir. Yukarıda yer alması gereken ikinci kubbe kabuğunun daha sivri olması ihtimali fazladır.
Türbe zengin bir süsleme programını yansıtır. Süsleme malzemesi olarak tuğla, tuğla hamuru (terra cotta), yalancı mermer (vaktiyle boyalı olduğu anlaşılıyor) ve sırlı tuğla (veya çıni?) kullanılmıştır. Tuğlaların değişik şekillerde dizilmesiyle oluşturulan süslemeler ve öteki bezeme kompozisyonları çok çeşitli geometrik ve bitkisel (rumi, palmet, lotuslu) düzenlemeler halinde ele alınmıştır.
Çoğu yerde derzler de işlenmiştir. Bezeme daha çok galeride duvar yüzlerinde ve kemer içlerinde yapılmıştır. Ancak galerinin içinde de alabastritli (alçıtaşlı kaymaktaşı) sıva üzerine yapılmış süslemeler vardır. Süsleme oluşturan unsurlar içerisinde sülüs veya çiçekli küfi üslupta yazı şeritleri de bulunmaktadır. Bütün Orta Asya’nın İslamiyet’ten sonra geliştirilmiş motif ve kompozisyon repertuvarına uygun olarak ele alındığı anlaşılan süslemelerin, yapının inşa edildiği yıllarda çok daha görkemli olduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklarda kubbenin dışarıdan çinili olduğunun belirtilmesi bu konudaki kanıtlardan sadece biridir.
Türbenin kubbesi içeriden de ilginç bir bezemeye sahne olmuştur. Tonoz bingiler üstünde başlayan, kaburga görünüşü veren kalın silmeler, sistematik bir biçimde yükselerek ortada sekiz köşeli yıldız biçiminde bir düzenleme oluşturmuştur. Bu kaburgaların statik amaçlı olarak ele alınmış olabileceğine pek ihtimal verilmez.
Büyük Selçuklu mezar mimarisinin doruk noktalarından biri olan Sultan Sencer Türbesi’nde Orta Asya mezar anıtları mimarisini oluşturan, özellikle çadır, stupa ve ateşgede mimarisinin etkileri görülebilir. Ayrıca yapının mimarisi, Samanoğlu İsmail Türbesi’nden Maveraünnehir ve Horasan’da yapılan başka çeşitli mezar anıtlarına kadar yaygın bir mezar anıtları grubuyla benzerlikler göstermektedir. Kubbe çadır görünüşünü andırdığı gibi, altyapıyla birlikte bakıldığında stupa görünüşünü de aksettirmektedir. Özellikle Kaşgar bölgesindeki Aksu, Subaşı ve Moritim stupaları ile bu yapı arasında benzerlik vardır.
Sultan Sencer Türbesi’nin 36 metreye kadar varan yüksekliği ve kubbe çapının 17 metreyi bulan genişliği, kalın duvarları, dışarıdan ve içeriden bakıldığında insanı etkilemektedir. Kubbe çapının büyüklüğü bakımından ancak daha sonraki yıllarda yapılan Ahmed Yesevi Türbesi’nin kubbesi bu türbenin çapını aşabilen bir ölçüye sahip olabilmiştir.
Yapının içerisinde kubbeye doğru olan kademelenme çok ahenkli bir biçimde halledilmiştir. Ayrıca süsleme repertuvarının zenginliği de yapının özgün bir eser olduğunu ifade etmektedir. Tüm süsleme motif ve kompozisyonları gene bu bölgede İslamiyet’ten önceki dönemlerde var olan motif dağarcığından kaynaklanmak tadır. İslamiyet’ten önce İç Asya ve Orta Asya’da çeşitli siyasi birlikler oluşturan Türk topluluklarının bu repertuvarda önemli bir payı olduğu bilinir. Nitekim bu mezar anıt üzerinde olduğu gibi, yeni sentezlerle gelişimini sürdüren Orta ve İç Asya mimarisi plan, form ve süsleme özellikleri bakımından etkisini daha sonraki dönemlerde de Orta Asya’da ve İran, Suriye, Irak, Mısır ve Anadolu’da gelişen Türk sanatı örneklerinde de göstermektedir.
Thema Larousse
Büyük Selçuklu Dönemi Kervansaraylar
Türk mimarisinde han ve kervansaray adıyla anılan konaklama yapıları, günlerce, hatta aylarca süren uzun yolculukların kaçınılmaz sonucuydu. Bu yapıların başlangıcı, ribat denen, korunma ve savunma amacıyla yapılmış konak, kasır, ordugâh veya karakol tipindeki yapılara dayanır. Ribatlar, muhafız kuvvetlerinin veya askeri birliklerin yerleştirildiği, avlusunun etrafı bir savunma duvarıyla çevrilmiş, barınakları, ahırları, ambarları ve bir gözetleme kulesi olan sınır karakollarıydı. XI yy’dan itibaren sınırların genişlemesiyle, eskiden sınır boylarında olan bazı ribatlar daha iç bölgelerde kaldı ve işlevi yavaş yavaş değişerek konaklama amacıyla kullanılır oldu. Ribatlar artık ticaret yolları üzerindeki belirli menzillerde, yolcuların, özellikle kervanların konakladığı yapılara,yani kervansaraylara dönüşmeye başlamıştı.
Bu yapıların kısa surede ve ağırlıklı olarak ticaretle ilgili bir nitelik kazanmasında, İpek Yolu’ndan kaynaklanan bir kültür mirasının da büyük payı vardır, Dünyanın en uzun ticaret yolu olan İpek Yolu’nun güzergahı askeri ve dini amaçlı olmasına rağmen, kervanların ve yolcuların da konaklayabileceği mimarlık anıtları sıralanırdı Başka bir deyişle kervansarayların mimar tip olarak ortaya çıkması ve gelişimi, Arap ribatlarının etkisi bir yana, İpek Yolu üzerindeki bu yapılar sayesinde olmuştur İran ve Orta Asya’daki Arap ribatları, başlangıçta Orta Asya mimari geleneğine bağlıydı. İslam dinini kabul eden Türkler, bu mimarlık geleneğini akıllıca bir yorumla değerlendirdiler ve yaptıkları kervansaraylara Arap mimarisinden farklı bir Türk kimliği kazandırdılar.
Genellikle her kervansarayın, bakım, onarım ve işletme ihtiyaçlarını karşılayan bir vakfı vardı. Gelişmiş bir kervansaray yazlık ve kışlık mekânları, mescidi, hamamı, hastanesi, eczanesi, aşhanesi, ayakkabı tamir atölyesi, nalbanthanesi, konaklama yerleri ve ahırlarıyla, hemen hemen her ihtiyaca cevap veren « komple bir tesis » olarak tasarlanırdı.
Büyük Selçuklu dönemi kervansarayları.
Karahanlıların ve Gaznelilerin geliştirdikleri bu yapılar, mimari tarzları ve planlarıyla Büyük Selçuklu kervansaraylarını da etkilemiştir. Damgan-Simnan yolunda, Ehvaz denilen yerde bulunan Ribatı Anuşirvan adlı kervansaray Tuğrul Bey zamanında yapılmış, 72 x 72 m ölçülerinde kare planlı bir yapıdır.
Köşeleri ve duvarlarının orta kesimleri kulelerle takviye edilen yapı, bir revaklı avlunun etrafında bulunan mekânlardan oluşur. Mekânlar birbirine, biri girişi oluşturan dört eyvanla bağlanmaktadır. (İç köşesinde dört kollu eyvanlarla çevrili küçük kubbeler halinde, kendi içerisinde düzenlenmiş mekânlar yer alır.
Nişapur-Sebzevar arasındaki Ribatı Zafarani bugün bütünüyle haraptır. Eser Herzfeld’in çıkardığı plana göre 75 x 75m ölçülerinde, kare planlı, köşe kuleli, dört eyvanlı avlulu bir yapıdır.
Nişapur-Merv yolunda bulunan ve 1154-1155 tarihinde elden geçirilmiş olan Ribatı Şerif kervansarayı, yaklaşık 1114-1115 tarihlerinde inşa edilmiştir. Eyvanlardan birindeki yazıtta Sultan Sencer’ın (1118-1157) ve karısının adı geçmektedir. Yapı değişik bir görüşe göre, 1088 tarihinden itibaren Merv valisi olan Şerafeddin Ebu Tahir bin Sadedin bin Ali tarafından yaptırılmış olmalıdır. Ancak yukarıda belirttiğimiz 1114-1115 yıllarına tarihlenen ilk yapı, Melikşah’ın oğlu Ebuşüca Muhammed dönemine rastlamaktadır.
İki avlulu yapının, ikinci avlusunun girişi, Karahanlılar’ın Dayhatun Kervansarayı’nın girişine benzer. Avluların her ikisinin de revaklı ve dört evyanlı olduğu bu yapıda, eyvanların arkasında küçükkubbeli mekânlar bulunmaktadır. Avlu eyvanı cephesindeki kitabe Ebul Kasım ismi (usta adı) yer almaktadır.
Irak’ta yapılmış olan han ve kervansaraylar, İran bölgesindeki Türk ve diğer İslam hanedanlarının aynı türden yapılarının işlevlerine sahiptir. Bu bölgedeki hanların en eskisi olan Mercan Han 760 (1358) tarihinde Emineddin Mercan Ulukay tarafından yaptırılmıştır. İki katlı olan yapı, kapalı avlulu Bağdat hanlarının en güzel örneklerinden biridir. Irak’ta erken Türk devrine ait örneklerden birçoğu varlığını bugüne kadar sürdürememiştir. Sadece Selçuka Hatun Ribatı’nın kalıntıları vardır. Bugün, Bağdat Hadım Ribatı (1105-1141), Benefşe Hatun Ribatı (1174), Zümrütatun Ribatı (M. 1200) hakkında çok az bilgi olan kervansaraylardır. Sincar-Musul yolundaki El Hafız Kervansarayı çok harap durumdadır.
{ Kasım 28, 2006· { Anadolu Selçuklu,
Anadolu Selçukluları’nda özellikle taş, çini, yalancı mermer üzerine işlenmiş birbirini kesen sekizgenlerden, altıgenlerden, yıldızlardan doğan çeşitli geometrik motifler, dörtlü düğümler, gamalı haçlar, mukarnaslar, rozetler, madalyonlar, palmet, lotus, kıvrık dallar, rûmiler, hataîler, Kûfî ve nesih yazılar yaygın biçimde kullanılmıştır. Bunların yanısıra insan, melek ve hayvan figürleriyle sıkça karşılaşılmaktadır. Uygur Turfan resimlerini hatırlatan insan figürleri, yuvarlak yüzlü, çekik gözlü, küçük ağızlı, ince burunlu tiplerdir. Bir elinde mendil ya da kadeh tutan, bağdaş kurmuş biçimde oturan (Türk oturuşu) hükümdar motifine çinilerde, yalancı mermer kabartmalarda ve maden sanatında rastlanmaktadır.Anadolu Selçukluları’nın saray ve köşkleri, Anadolu dışı örnekler kadar görkemli olmasalar da, özellikle bezemeleriyle dikkat çekerler.dolu Selçuklu da Hanlar ve KervanSaraylar.asım 28
Hanlar ve kervansaraylar
Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu kervansaraylarının ana şemasını sürdüren Anadolu kervansarayları, yazlık denilen açık avlulu, kışlık diye anılan kapalı avlulu ya da bu iki türü birleştiren büyük boyutlu yapılardır. Selçuklu sultanlarınca gerçekleştirilen ve sayıları dokuzu bulan sultanhanlarıAnadolu taş mimarisinin görkemli örnekleridir. Aksaray-Kayseri yolunda Alay Han (XII. yy.’ın ikinci yarısı), Konya-Aksaray arasındaki Sultan Han (1229), Antalya-İsparta yolundaki Evdir Han (1214-1218), Kayseri-Sivas arasındakiSultan Han (1232-1236), Alanya yolundaki Alara Han (1232), Kayseri-Malatya arasındaki Karatay Han (1240-1241), Antalya-Alanya arasındakiŞarapsa Han (1236-1245) Konya-Akşehir arasındaki Horozlu Han (1246-1249), Akşehir-Çay yolundaki İshaklı Han (1249), Akşehir- Afyonkarahisar arasındaki Çay Han (1278-1279) Anadolu’daki yüzü aşkın kervansaraylardan birkaçıdır.
Anadolu Selçukluda Türbeler ve Kümbetler..
{ Kasım 28, 2006 @
Türbeler ve kümbetler
Bir külliyeye bağlı olarak tasarlanan ya da bağımsız olan türbe ve kümbetler, çoğunluk- la çok köşeli plânlı, taştan yapılardır. Bunlar genellikle İran’daki Büyük Selçuklu kümbetleri gibi içten kubbe, dıştan piramit ya da konik çatılardır. İran’dakilerden farklı olarak tabana doğru genişleyen bir kaide üzerinde yükselirler; kaideden , yuvarlak ya da çok köşeli gövdeye geçişte üçgen prizmalar kullanılır. Yalnızca silmelerle yetinilen ya da tümüyle bezemesiz örneklerin yanısıra, ince taş işlemeli olanlar da vardır. Bu dönemden günümüze ulaşan en eski tarihli örnek, Konya Alâaddin Camii’nin avlusundakiKılıçarslan Kümbeti ‘dir (XII. yy.).u Selçuklu da Medrese Mimarisi.
Medreseler
Anadolu Selçuklu mimarlığının en özgün anıtları olarak nitelendirilen medreseler, iki ana şemaya göre gelişmişlerdir; kapalı avlulu ya da kubbeli medreseler ve açık avlulu medreseler. Orta avlunun büyük bir kubbeyle örtüldüğü birinci grup medreseler, hankâh, tekke, zaviye vb. dinsel yapılara örnek olmuştur. Bu grubun en eski tarihlilerinden biri olan Sincanlı Boyalı- köy Medresesi (1210), iki katlı, oldukça simetrik düzendeki dengeli mimarisiyle dikkati çeker.nadolu Selçuklu da Cami Mimarisi.
Camiler
XIII. yy.’ın Selçuklu camilerinin çoğunda, kimi küçük ayrılıklarla, örtü düzeni, çok ayağa oturan şema uygulanmıştır. Dönemin ilk önemli yapısı XII. yy.’ın ortalarından kalma Konya Alâaddin Camii, iki ana bölüme sahip bir eser olarak karşımıza çıkar. Doğu yöndeki çok ayaklı düz damın aksine, batı yöndeki yine düz çatılı olan kısma geçmeden önce, mihrap önü kubbesinin arkasında bulunan bir eyvan (veya eyvana benzer bölüm), ile İran-Türk mimarisi ilişkileri öne çıkar. Abanoz minber, çini mozaik süslemeli kubbe ve mihrap, caminin mimari açıdan en ilgi çeken bölümleridir.
Dostları ilə paylaş: |