Ne örnekler çıkardı nevbenev kaaliçei âteş
mazmunun bedidâr idüb herkes hayretinden biribiren bakarken öküz boynuzu kuşanub Aksaray Şehzade Ekşikaradut Koska Kadıas-kerhamamı civarlarından hamlei cangüdaziye âğaz ve Aksaray tarafından şakki âsai muah-hidin gibi müteferrik olub:
Lehîbi havsele sûzi zemânedir bu şerar
müeddâsınca harikulade olarak bir fırkasını Haseki meyanına tahsis ve fırkai diğerini Tozkoparan semtine terhis ve cevanibi erbaa-sını mugayyerülhâtır iderek harik o vadilere taş dikmiştir. Bir kaç fırkası dahi Kocamus-tafapaşa'ya dökülüb pîrü bernâ engüşt berde-hanı hayret olarak tazarrû ve niyazı Hakka meşgul ve yine ande sağ ve' sol olub Hekim-zade Ali Paşa Camiişerifine aram olunca hademesi ve etrafının sekenesi: Âyâ bunun ilâcı nedir? diye çâre cû olduklarında merhumun ruhaniyetinden sâdır olan:
Ey ehâli âteşi ihrakden azürdeyim Mûmiyâyi tesliyet hergez müfid olmaz bana
mazmunu ile ehaliyi rencide hatır eyleyüb âteş külliyen iltiyam kabul itmeyüb eknâfı har ve yâbis ittiğinden Kocamustafapaşaya pençedirâzı intibah ve Sünbül Efendi hazretlerinin âbi rûyi berekâtı ile hazandidei izmih-lâ! olmuştur
«Bir semti dahi agrebi minelvukuat Si-livrikapusuna hariç ve bir semti dahi Yedi-kule semtine seri ejderi heftser gibi dahil ve bir tarafı dahi Kadıaskerhamamı Ekşikaradut Aksaray Caddesinde etrafile yanarak Lâleli Camiişerifine tarhi alev kuvveti ezhar ve oraları mânendi şekaayikzâr itmişdir. Camii mezkûrun derûnine vaz'ı mameleki ahmalü eşkal ve mefruşat iderak tehassun iden ricalü nisvan sigar ü kibar ekvivaü zuafaa dörtyüz*
den mütecaviz olduğu resîdei haddi tahkik-dir. Camii mezkûrun havalisinde mevzu eşyanın mecmuu birden tutıışub altı mahzen ol-mağile tahminen beş altı bin çeki hatab memlû. olub:
Kurunun yanında yaş da yanar
fehvasınca zîrü bâlâde mültehib olan âteş derûninde bulunanların mecmuunu birden d-gersûzi şahadet ve dili hararet didelerini cami serabı kevser ile irvâ iderek mutevarii mü-kâfati rûzi ceza eylemiştir. Maahâza bsnim efendim işbu nâri mesâibe rey'i sâib kârgir olamayub:
Bu bir gazab, buna kanca tulumba kâr etmez
diye hademei harik nevmid olarak Cenabı Hakdan müteveccihi zuhuri meded ve inayet oldular. Harik dahi Lâleliyi deryâyi âteşe gark edib Koska semtine pâ nihadei şehadet ve Ragib Paşa Hazretlerinin Kütüphanesine ketebesâzi rağbet ve derûni kütübhaneleri mahfuz olmakla müşari ileyhin türbe ve mer-kadlerine özür ile cebin şayi sûzü güdaz olub müşari ileyh dahi kemali hararet ile işbu beyte âgaz ittiler:
Ey çeşmi giryehîz eserin yok nradur senin Âteş içreyim haberin yok mudur senin
Âhir kâr türbe ve merkadden geçüb oyanları hırab ve yebab iderek Langa Bostanına resîde ve vâfir büyüt ve dekâkin ile hisarı Lan-gaya bir âteşden palanga çevirüb yakarak * yıkarak kapusundan dışarı huruç ve bîrunun-da olan kahvehanelere velûc itmesi garaibi ;:emânedendir. Sahilin derya ile beyinlerinde şeker âb olmasından âteşi, zoraver orada müzmahil ve perişan olmuştur. Öteki '-taraf dahi Silivri Kapusuna müntehi olacak mahalde ekmekçi fırını pişgâhında Karaçalı Bostanı denmekle maaruf mahalde gülistanı mezar olmuşdur. Bir canibi dahi Sîmkeşhâne kurbinde reştei irntidadı haddei sükûnden geçirmiştir. Bir canibi dahi Kaptanpaşa Hamamı kurbinde lenger endâzı ikamet olmuşdur. Bir tarafı dahi Sulusaray ve Ayazma ka-pusu dahilinde endaktei ka'ri zemin olmuşdur.
«Ateşi serkeşin evveli zuhurinden hen-gânıı sükûneti -64 saat olmakla neft bihişt olan İstanbul tabakati heft dûzehden nişan idüb tahminen 3000 den mütecaviz hânei sagir ve kebir cevâmi ve mesacid, 36 hânekâ-hi fukara ve meabid ve takriben 260 hamam ve büyüt ve menazil vesair ebniyesi muadili
muhterik olan şeylerin tafsil ve tâbiri dairei imkânde değildir. Hemen Hüdai zîşan ibâdı hakkında şu âlâm ü gumûmi hâtimei mesâib eyliye, âmin.
MuMeriküssüknâ vel eşya .Mehmed ATA».
Bu müdhiş yangında îslanbulun yarısın* dan fazlasının yandığı anlaşılıyor; Mehmed Ata Beyin bu cehennemi'ateş içinde yangın yağmacılarının da görülmuşi: olmasını kaydetmesi pek hazindir. Oruç tutulmaması ve Cuma namazı küınmaması için o gün hemen bir fetva çıkarıldığını da Ata Beyin yazısından öğreniyoruz.
Hicrî 14 rebîülâhir 1249 (M. l temmuz 1833) yangını — Bir Cuma günü öğleden az sonra Cibâli kapusu civarında Tüfenkhâne-den çıkdı ve şiddetli bir poyraz rüzgârı ile İstanbulu mahveden ateş âfetlerinden biri oldu; vak'anüvis Lütfi Efendi şöylece anlatıyor: «... ateş derhal etrafa sirayetle kale duvarı içine tecâvüz etmiş, ve hava rüzgârlı bulunmuş olduğundan kol kol dağılıp bir kolu Üsküblü civarında Çıngıraklı Değirmene, ve bir kolu Âşıkpaşa Mahallesinde Tahirağa Tekkesine, ve bir kolu Fâtihde Deve Hanı semtine, ve diğer kolu Sofular Hamamı ve Horhor ve Kıztaşı ile Hojskadem Mescidi tarafına, ve bir kolu Alâedfdin Tekkesi arkası ile Akarçeşmeye, ve bir kolu Şeyhülislâm kapusu civarında Ayazmakapusu içme, ve Vefa Meydanı ile Süleymaniye Tâbhânesi ve Şehzade Camii şerifi civarına dayanarak ertesi günü gün ağarıncaya kadar pek çok evler menziller ve Saraçhane ve Kavafhâne gibi büyük çarşılar yanarak müzmahil olmuşdur. İstanbulun yarısına yakın mahalleleri yandı, pek çok halk mekansız kaldı ve cami avlularında ağlaşdılar: Bunları münâsib yer. lere yerleşdirmek ve isteyenlere çadır almak üzere İstanbul kadısına yazılan buyuruldu halka da ilân olundu. Harikzedegânm evlerini yeniden yaptırmak için muhtaç oldukları şeylerle amele yevmiyeleri için yeniden narh defteri yapılıp basılarak halka dağıtıldı. Halka ayrıca nakdî yardımda da bulunuldu. «Müverrihi fakir o tarihde Saraçhane karşısında Hüseyinpaşa Medresesinde tahsili ilimle meşgul idim. Hanemiz Unkapam civarında idi. Yangının vukuunda Haydar Hamamı civarında hocam merhumun hocası Kastamonulu Ömer Efendinin konağına gidip eş-
L,
ANSİKLOPEDİSİ
— 3561 —
CİHANBEYLİ (Mustafa)
3560 —
CİBÂLİ YENİKAPU SOKAĞI
ya nakli ile meşgul iken akşamdan sonra o-ralara ateş geldiği sıralarda hanemiz semtinin de yanmakda olduğu haber verilmesi ile derhal koşub haneye varıldıkda valdem ile iki küçük birader ve hemşiremi çıkarıp Zeyrek tarafına çıkar çıkmaz her tarafı ateş sardı, bin korku ve telâş ile medreseye geldik. Medresenin avlusu Saraçhane halkının eşyası ile dolmuş, ve gece yarısı Saraçhane ile Medresenin arkasındaki mahalleler de tutuşmuş olduğundan, ve bir tarafdan da medrese avlusundaki ağaçlar yanmaya başladığından az kalmışdı ki halâsımız müyesser olma-yacakdı. Softaların ağaçları söndürmeleriyle medrese odaları kurtuldu. Rabbim bir daha göstermesin ve cümleyi masun buyursun. Âmin».
CİBÂLİ YENİKAPU SOKAĞI — Fatihin Fener Nahiyesinin Küçük Mustafâ Paşa Mahallesi sokaklarından; Sirkeci Dede soka- . ğı ile Ayakapu Caddesi arasında uzanır; bir araba geçebilecek genişlikde toprak bir yol olup, kagir ahşab evleri arasında bir doğramacı ve bir kaynakçı dükkân - atölyesi vardır; bir harabe hâlinde metruk Ayakapu Hamamı bu sokak üstünde olup kapusu Miralay Nazım Bey sokağmdadır (1963).
Hakkı GÖKTÜRK
CİBİNLİK — Sivrisinek ve tatarcık gibi
haşaratın insanı sokup rahatsız etmesine kar
şı yatağın üstüne çadır gibi kurulup açılan
örtü; Cibinlik adı, âzerî türkcesinde sivrisi
nek ve emsali haşarata verilmiş «cibin» is
minden gelir. ,. ; <
Cumhuriyet devrinde, merhum Dr. Refik Saydam'ın Sıhhiye Vekilliği zamanında bu gibi haşerât ile çok ciddî ve şümullü mücâdele başlamadan, yaz geceleri sivrisinek ve tatarcık, İstanbul halkını korkunç şekilde taciz ederdi, öyle ki, hemen istisnasız, geceleri,, bütün evlerdeki yatakların üstüne bir cibinlik kurulurdu; ekseriyetle yer döşeğinde yatan eski devirlerde, bir büyük cibinlik altına üç dört döşek serildiği olurdu.
Bilhassa sayfiyeler, bu arada Anadolu yakasında Erenköyü ve etrafı azman sivri sineklerinin çokluğu ile meşhurdu, öylesine 'ki, akşam yemeğini, o haşaratın hücumu karşısında ızdırab içinde yiyen bir aile efradı, yemekden sonra huzur içinde oturamaz, cibinliklerin altına can -atılırdı.
İSTANBUL
Cibinlikler alelumum ince dûlbendden, en âlâları da bürüncükden yapılırdı (B.: Bü-rüncük); tek yataklı cibinlikler mahrûtî çadır şeklinden olur, tepesinden tavana asılır, etekleri de yere serilmiş yatağın şiltesi altına sokulur, böylece yatağı içine 'alırdı, bir kaç yatak için, veya karyolalar için büyük cibinlikler ise küb şeklinde, oda gibi dikili, ve dört köşesinden duvarlara gerilerek kurulurdu.
Zamanımızda «filit» ve «D.D.T.» gibi haşarat ilâçlarının .çakması, devlerimizden cibinliği tamamen kaldırmışdır. Belki bir kaç eski İstanbullu ailenin sandığında hâtıra olarak saklanır cibinlik kalrnışdır.
CİCİ (Necdet) — Bankacı ve ses sanatkârı; gençliğinde ünlü futbolcu, Galatasaray takımının ve Türkiye Futbol Millî Takımının sağ açığı; 1913 de İstanbulda doğdu; babasının adı Fazıl Bey, annesinin Meliha hanımdır. Bütün tahsil kademelerini Galatasara-ymda gördü ve 1935 de bu Lisenin bankacılık şubesinden mezun oldu; iki sene kadar da Yüksek Ticaret ve İktisad Okuluna devam etti; 1941 de Kızılay umumî merkezinde memur oldu, 1943 de aynı müessesede müfettişliğe yükseldi, 1950 Emekli Sandığı U-mum Müdürlüğüne bir şeflik ile geçdi, 1952 de Selüloz Fabrikaları muhâberât şefi oldu, 1954 de de Sümerbank İstanbul şubessinde uzman oldu; bu satırların yazıldığı sırada aynı bankada bulunuyordu.
Şarkı söylemeye, çocuk denilecek yaş
lardan hevesli idi; _
ilâhî bir lütuf olan
gaayet tatlı sesi de
daha o zamanlar
dan etrafının dik
katini çekmişdi, ıs
rarlı teşvikler kar
şısında 1937 de Mü
nir Nureddinden,
1949-1960 arasında
da Enîse Can ve
Tulây Akaydmdan
usul ve nota ders
leri aldı; daha ku
ruluşunda ' intisab
ettiği İstanbul Rad
yosunda solist ola- Necdet Clcj
rak okumaya, bu (Resim: s. bîzcom)
satırlarım yazıldığı 1963 yılına kadar devam ede gelmişdir.
Betül Hanımla evlenmişdir, 1953 doğumlu Mehmed adında bir oğlu vardır. Galatasaray kulübü, Galatasaraylılar Cemiyeti, ve Yelken Kulübü üyesidir. Yürümeyi ve yüzmeyi yelkenciliği sever; pul koleksiyoncusudur. Ünlü futbolcu olarak 1934 de Millî Takımla Rusyaya, 1938 Galatarayla Avrupaya, 1936 da Millî Takımla Berlin Olimpiyadlarma, 1937 de Galatasaray kaptanı olarak Yugoslavya ve Rumanyaya gitti. Ses sanatkârı olarak da plâkları vardır.
Hikmet Şinasi ÖNÖL
CİCİ ANNE, CİCİ BABA — İstanbulun eski mahalle ağzında «Büyük Baba», «Büyük Anne» karşılığı kullanılırdı; hatta bu tâbirler, kullanan için, bir kenar mahalleden çıkdığına alâmet bilirdi; misal:
Kişizade kalem efendisi iki gene â-mirleri üzerine konuşurlar:
— Monşer, tahsil başka, görgü başka, Darülfünun mezunu olmak değil, Pa-rise de gitse herii dilindeki cici annesi ile dâima yarım pabuçlu arabacının oğlu... '
Zamanımızda pek kullanılmıyor.
CİĞERİM DEDE TEKKESİ — Ka-
sımpaşada Bedreddin Mahallesindedir; yeri, bu mahalle ile, Çatma Mescid Ma-hallsei arasında bir ada teşkil eder; 1934 Belediye Şehir Rehberinin 18 numaralı paftasında kendi adı ile gösterilmiştir. Harem selâmlık iki katlı kagir bir yapıdır; tekkelerin açık olduğu devirde âyin günü pazartesi gecesi olan bir Saadî Dergâhı idi; banisi Şeyh Cafer Sâdık Efendidir: rivayete göre, Karadenizden gelen gemiciler yolculuğu fırtmasız, kazasız belâsız geçirmişler ise bu tekkenin kapu-suna adak olarak bir takım ciğer asarlar-mış, «Ciğerim Dede» adı da buradan gelmiş. Tekkenin ilk yapısı ahşab imiş, bir yangında yanmış; Şeyh Cafer Sâdık'ın müridlerinden olan Deli Hasan Paşa a-dmda bir zât de hicrî 1270 (milâdî 1853-1854) de hâlen görülen kagir binayı yap-tırmışdır. Son şeyhinin adı Halil Efendidir: tekkeler kapatıldığında Şeh Halil Efendi ölünceye kadar burada oturmuş, onun ölümünde de Vakıflar idaresine
geçmişdir; fakat açılan bir dâvayı, binanın aile mülkü olduğu isbat edilerek tekke Halil E-fendinin vârislerine geçmişdir. 1953 de bağ-çesine üç katlı yeni göktürk
CİHAN — Reteos Berbefyanın ermeni-
ce «İmanlar ve Maddeler» isimli eserinden
(İstanbul, 1885) öğrendiğimize göre 1884 yı
lının sonlarına doğru İstanbulda, ermenice
harflerle türkçe olarak neşredilmeğe başla
nan bir gazetedir. Kimin tarafından çıkarıl
dığı ve nekadar müddetle intişar ettiği tes-
bii edilemedi, Kevork pamukciyan
CİHANBEYLİ (Mustafa) — İsmim Mus-
Mustafa Cihanbeyli (Resim: S. Bozcah)
CİHANBEYLİ (Mustafa)
3562 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSI
CİHANGİR
tafa, .tescil edilmiş soy adım Cihanbeylidir, tarihi tevellüdüm hicrî 1300 (milâdî 1882-1883) ve mahalli tevellüdüm istanbul Sofular Mahallesidir, hâlen seksenin üstünde, pîr-liğin eşiğinde, dünyâ hevesâtenden el çekip bilerek bilmeyerek işlediğim günahlarım için atebei Bârîden af ve mağfiret niyazı ile meşgulüm.
Pederim doksanüç (1876) muhacirlerinden İslimyeli fteeeb Ağa olub Fâtihde yük arabası isiirerdii, bari mihenü meşâki hayat altında zebun, yegâne nahli ummîdi olan oğlu Mustafasının nûri mearif ile iezhibi zihnü ahlâk endîşesinde kendisi de ahlâkı hâmîde sahibi olub dâima rahmetle anarım. Evvelleri zaruret içinde, sonra âlîcenab ve âlî himmet Muzaffer Paşa merhumun cenâhi himayesinde Fâtih Rüştiyesinde tahsil eyledim. Bir zaman hamim olan cennetmekânın vazi-fei kitabetinde bulunub onun vefatından sonra başımdan bir macerayı aşk geçdi, Şûrâyi Devlet âzasından bir zâtın kızını sevdim, küffüm olmadığı için derdimi kimseye açamadım, kendimi içkiye verdim, tahsilimin kadrü kiymetini taşa çalıp kahvecilik, tulumbacılık, faytonculuk yaptım. Meşrûtiyetin ilânında yirmibeş yirmialtı yaşlarında idim, E-büzziyâ Tevfik Beyin matbaasında abone memuru oldum, evlendim, içkiden hele azıcık elimi çekdim, on .sene 'kadar da Dârüşşefaka Mektebinde anbar memurluğu yaptım. Bu arada Balkan Harbine gönüllü olarak iştirak ettim, Kırkkilise ve Çatalca muharebelerinde bulundum. İşgal esnasında çocukluk arkadaşım olan Râzi Bey isminde bir zât ile birlik-de M. M. grubu iemrinde ejalişdım. Sonra kendimi teikrar içkiye verdim, jarzuhalcilik yapdım, Balıkpazarı meyhanelerinden çıkmaz oldum, bu aybım yetmiyormuş gibi, Bo-ris'in meyhanesinde İmroz adalı bir muğbe-çenin zülfü kemendine tutuldum, hele âleme rezîl olmadan o badireden nefsimi kurtarıp yukarda bahsettiğim Râzi Beyin delaletiyle Şeker Fabrikasında bir kâtiblik bularak kendimi Alpulluya attım. Kızımın oğlu olup İs-tanbulda avukatlık iden bir torunum benim kadroda kapucu olarak gösterilip kapucu ücreti ile kâtiblik ettiğimi öğrenmiş, müteessir olmuş, bizzat Alpulluya .geldi, beni buldu, âhir ömrüme kadar bakmak vazifesi olduğunu söyliyerek yanına aldı.
İşte efendim geçenlerde bu torunumun kitabları arasında İstanbul Ansiklopedisi a-dındaki eseri bergüzîdeniz manzûrum oldu. Sayfalarını karışdırdıkça, takdir haddim değildir, hayranlığını cûşu hurûşa geldi, himmetiniz var olsun, ömrünüz müzdâd olsun, Allah sizden râzi olsun, dünyâ ve âhiret iki cihanınız mâmur olsun. Eserinizin 1375 inci sayfasında «Ayak, İstanbulda çıplak, yalın» maddesi) şu kıtayı bulunca ağlamaya 'başladım:
itme mustağrak gûbârü tîne ey nahli semen Bûsegâhı ehli dildir pâyi gülfâmm senin Basma kim toprağa çıplak nazeninim olmasın Hâk ile âlûde vü âzürde akdâmın senin
Bu kıt'ayı dere iderken: «Bir iffet ve ismet timsâli olan merhum Tâhirül M'evlevî İstanbul sokaklarında yalın ayak dolaşan adı meçhul güzel bir genç sânında şu nefîs kıt'ayı ibda etmişdir» buyuruyorsunuz. Muhterem beyefendi oğlum, hakikaten bir timsâli iffet ve ismet olan Tühirül Mevlevi merhumun «Nahli semen» diye iltifatı şairane ve âşıkaa-nede bulunduğu «Nazenin kopuk», o tarihde onbeş onaltı yaşında bulunan burâkimülhu-rûf Mustafadır. Ben ağlamayayım da kim ağlasın. Bu mektubumu güzel bir şiirin matufunun perdei nisyan arkasında kaybolmaması için kaleme aldım.
Aradan altmış küsur sene geçdi, dün olmuş gibi hâtırımdadır. Tâhirül Mevlevî Beyefendinin bendenizi o eyyamı şebâbımda so-kakda yalın ayakla dolaşır iken gördüğü gün, 1315 senei hicriyesi (1897-1898) kurban bay. ramının dördüncü günüdür. Fâtih Rüştiyesinin ikinci sınıfına müdavim talebe idim. Yük arabacılığı yapan rahmetli babacığımın bir atı kazaen ölmüş, köşedeki üç beş kuruşu ile bayramdan bir kaç gün evvel yeni bir at almış, bana bayramlık pabuç alamamışdı, şeker bayramını da eski pabuçlarımla geçirmiş, ve artık onların da giyilecek halleri kalma-mışdı. Üç gün akran ve emsalimle beraber gezib dolaşamadım, eve kapanıp oturdum. Mart yahud nisan ayı olacakdır, bayramın o dördüncü günü gaayetle lâtif bir gün idi, dayanamadım, yalın ayak sokağa çıkıp Yenika-pu Mevlevîhânesi taraflarına doğru âvâre yürürken başında mevlevî sikkesi ve sırtında aba ile genç ve melîhüssîmâ bir dede efendi ile karşılaşdım ı(Tâhirül Mevlevînin doğumu 1877 olduğuna göre o tarihde 20-21 yaşların-
dadır). Yanında sapı altın bastonlu pek kibâ-râne giyinmiş yaşlı bir zât vardı. Her ikisine hürmeten yolun kenarına çekilip durdum. Dede efendi beni tepeden tırnağa şöyle bir süzdükden sonra gözlerinden yaşlar döküldü-ve hemen irticalen ve yüksek sesle:
Basma kim toprağa çıplak nazeninim olmasın Hâk ile âlûdevii âzürde akdâmın senin
beyitini söyledi. Nur içinde yatsın rüşdiyede kitabet ve lisânı osmanî muallimimizin Emin Beyefendiden o yaşda bu ayarda yüksek bir şiirin mânasını anlayacak kadar anadilimizi öğrenmişdim. Hicabımdan yüzüm ateş kesildi, yer yarılsaydı içine girerdim, cebime, sokup saklama imkânından mahrum olduğum ayaklarım üstelik sanki kaldırım taşına mıhlandı, yürüyüp koşup kaçamadım da, bayram günü yalın ayak sokağa çıkdığıma bin peşî-man oldum. Yaşlı kibar zât bana adımı sorub öğrendikden sonra:
— Efendi oğlum., şu mübarek bayram
gününde niçin çıplak ayakla dolaşıyorsun?.,
dedi.
Her ikisinin de yüzlerine bakamıyarak sebebini arzettim. O kibar zât cebinden bir Osmanlı lirası çıkardı:
— Oğlum şu küçük bayram bahşişimi
kabul eyle., dedi.
Almak istemedim, ısrar etti, «Ve hem pederine söyle yarın Koskada Rağıp Paşa Kü-tübhânesi civarında Muzaffer Paşanın konağına gelsin, kime sorsa gösterirler..» dedi. O akşam vak'ayı pederime naklettim, lirayı da kendisine verdim. Ertesi gün babam parayı bozdurdu, içinden ayağıma bir çift kundura almak üzere iki mecidiyesini bana harçlık verdi.
Babamı konağa davet iden o kibar zât Muzaffer Paşanın kendisi imiş, paşa hazretlerinin himâyei pederânesinde rüşdiye tahsilimi ikmal ettim. Pederimin cenazesini dahi o kaldırmışdır.
Yirmi iki, yirmi üç yaşlarında idim, faytonculuk yapdığını sıralar, tulumbacı olub yangınlara koşduğum demler, Kumkapu meyhanelerinde sızıb sabahladığım zamanlar, bir gün sahhaflar çarşısından geçerken o dede efendiyi bir dükkânda otururken gördüm, hemen yanına gidip elini öpdüm, tanıyamadı, kendimi tanıttım, yüzüme dalgın dalgın bakarak «Allah Allah!..» dedi, sahhafa da: «Be-
nim divançeden bir nüsha ver» dedi, ve Di-vançei Tâhirin 152 inci sayfasını açarak bana uzattı, hakkımda sokakda irticalen söylenmiş beytin «Yalın ayak gezen birine» ithafı ile bir kıt'a olmuş bulunduğunu gördüm. O günden sonra evini ve semtini öğrendiğim Tâhirül Mevlevî Beyefendiyi sık sık ziyaret ettim, hattâ faytonculuğu bırakıp gönüllü uşağı oldum, ceb harçlığı ne verdi ise aldım, kabul ettim, dudak açıp azdır demedim. Pek çok misafiri gelirdi, kurdukları meclislerde sohbeti edîbâne ve ârifânelerden feyz alırdım, kendisi gece bir yere gidecek olsa fener çekerdim. Pederden az sonra validem Sâbire Hanım da vefat ettiği için evim barkım yok-du, yatağımı dahi Tahir Beyin evinde alt kat-da küçük bir odaya nakletmişdim. Bir seneden fazla hizmet ettim, ayağımı meyhanelerden çekdim ama akşamları odacığımda yine demlendim, Tâhirül Mevlevî Beyefendi içkiciliğimi bilirdi, ses çıkarmaz, hattâ: «Mustafa, gözlerin yine gül gül kızarmış., çakmış çakış-dırmışsın» derdi. Bir sabah karşıma kaşları çatık çıkarak: «Mustafa!., sen kendine bir yer bul artık ve evimden de ayağını kes!..» diyerek beni kovdu. Hani o anda bana bir tas zehir verip de: «Bunu iç ve geber!..» deseydi, ölüm kovulmakdan ehven gelirdi. Kovulmanın sebebini, kabahatimin ne olduğunu sormadım, o çıkıp vazifesine gitti, ben de yatağımı omuzladım, çıkıp gittim. Hattâ vefat etmiş olduklarını dahi İstanbul Ansiklopedisin-deki «merhum» kaydinden öğrendim. Hakkımı helâl ederim, makaamı cennet olsun. Burada hatmi kelâm eyler, sihhatü afiyetinize dua ile her ne kadar yaşça zâti âlinizden hayli ilerde isem de iki elinizi ak sakallı yüzüm ile feri sönmüş gözlerime sürerek öperim. Hem bu satırlar hem de gönderdiğim resim ile muhalled eserinizdeki «meçhul güzelin» malum güzele tebdilini müsaadei edî-bânenize arz eylerim efendim.
Mustafa CİHANBEYLİ
CİHANGİR — Büyük şehrin meşhur semtlerinden biri, Tophanenin arkasındaki bayır üstünün adı, ki ismini burada Kanunî Sultan Süleymanın oğlu Şehzade Cihangir adına yapılan bir camiden almışdır (B.': Cihangir Camii).
Zamanımızda, bir kısmı hakikaten güzel büyük büyük apartmanlarla dolmuş, ve hal-
CİHANGİR CADDESi
_ 3564 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 3565 —
CİHANGİR CİNAYETİ
kının ekseriyetini hâli vakti yerinde, hattâ zengin aileler teşkil eder tir semt olmuşdur. Cihangirin Limana, Boğaz ağzına, ve karşısındaki Usküdara harikulade bir nezâreti vardır, ki Yahya Kemal Beyatlı «Hayâl Şehir» isimli meşhur şiirinde bu muhteşem manzarayı tesbit etmişdir (B.: Beyatlı, Yahya Kemal).
Git bu mevsimde gurub vakti Cihangir'den bak! Bir zaman kendini karşındaki rü'yâyâ bırak! Başkadır çünki bu akşam biitün akşamlardan; Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan; O ilâh isteyip eğlence hayalhanesine, Çevirir camlan birden peri kâşanesine. Som ateşden bu saraylarda bütün karşı yaka Benzer üçbîn sene evvelki mutantan şarka, 'Mest olup içdiği altın şarabın zevkinden, Elde bir kırmızı kâseyle ufukdan çekilen, Nice yüzbin senedir şarkın ışık mîmân, Böyle mâmur eder ettikçe hayâl Üsküdan. O ilâhın bütün ilhamı fakat anîdir; Bu ateşden yaratılmış yapılar fânidir; Kaybolur hepsi ibir anda kararmakla batı.
Az sürer gerçi fakir Üsküdann saltanatı, Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına; Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına, Ezelî mağfiretin böyle bir ikliminde Altının göz boyamaz kalpı kadar hâlisi de. Halkının hilkati her semtini cennet eden Karşı sahilde, karanlıkda kalan her tepeden, Gece birçok fıkarâ evlerinin lâmbaları En sahih aynadan aksettiriyor Üsküdan.
Yahya Kemalin bu konuşması, Cihangir'in tasviri için kâfidir.
Hikmet Şinasi ÖNÖL
CİHANGİR CADDESİ — Galatanın Pür-telâş Hasan Efendi, ve Taksimin Cihangir mahalleleri yollarından; Aslan yatağı sokağı, Somuncu sokağı ve Güneşli sokak ile teşkil edilen bir dört yol ağzı ile Galatada Pür-telâş Hasan Efendi Mahallesinde Özoğlu sokağı arasında uzanır; iki araba rahat geçecek genişlikde, iki kenan yaya kaldırımlı asfalt yoldur; 2-3 ve çoğu 4-6 katlı apartmanlar arasından geçer; binaların altlarında l kolacı ve elbise temizleyici, l bakkal, l manav, l tekel bayii, l oto tamirhanesi vardır. Kapu numaraları 1-47 ve 2-72 dir; bir de çocuk bağ-çesi vardıîr. Eminönü - Cihangir otobüsleri bu cadde üzerinden geçer (Mart 1963).
Hakkı GÖKTÜRK
CİHANGİR CAMİİ — Tophanenin arkasındaki sırt üstünde kendi adına nisbetle
Dostları ilə paylaş: |