«Civan ağzında râyihai kerîha neûzibil-lâh ruhi habise mukaarındır,. hüsünde Yûsufi Sânı olsa ol civandan hazer gerek.
«Haftada bir kerre istihmam vâcibdir
(Beyit)
Bir himmet ilen ola hammâma gire yâr Ey başı kaba yalın ayak Rûm erenleri
amma arada iktizâi şer'i oldukda hemen sa-
bahı gasil farzdır, civan ki cünüb ola mehli-kaa olsa destinden nesne almak haramdır.
«Civan germâbeye vardıkda dâim hal-vetde yuna taşra sofa kurnasında yunmayalar
(Beyit)
Halvetde nur görmekse kasdl zahidin Hamam içre görsün o mâhi münevveri
Ve peştemalın dirâz eyliye, yâni dâmenin ayakda incik hizasına düşe ve beline muhkem sarub nâfin göstermeye ki civanın edebin gösterir makbuldür
(Beyit)
Yahya su koymaya ayağına ol mehin Güya ki tas edindi felek mihri enveri
Civan ki germâbeye varsa akranından refiki olmak gerekdir, birbirin yunalar ki gayri refik ile bednam olur, zîrâ dilde kemik yokdur. Mesire safâsı dahi böyledir, tâki hattı gele, nevtıraş olub bıyığın bura.
«Dellâk civanlar içün hamam nizamı ayrıdır
(Mısra) Siyeh futayla gör hammâmda ol mâhi tabam
İstanbul Kadısı Efendi nizam defterinde neki yazmışdır ana riâyet iderler
(Beyit)
Ehli ırz olsa da faraza dellâk Câmei ırzına dinmez yine pak
Fırınlarda olanlar dahi öyledir. Kahve fürûs oldukda
(Beyit)
Tahmisi derûnunıda kavurdum taze Ciğerim dânesini bir kahve fürûşi nâze
ya ki berber oldukda
(Beyit)
Olmadıkça leb beleb zânû bezânû bir bire Can ü ser kılmaz feda sûfî o şuh berbere
Civan efendi kapusunda hadim olsa yine öyledir, at sahibine göre eşinür ve uşağının libâsı efendinin namusudur, amma taze uşağının libâsında mübalağa ile ziynet eylese ya-hud ki turfa nümayişler eylese
(Beyit)
Kara kiraz dırağnı Efendi sever uşağnı
derler. Aklâmda kâtib olsa mahlası Yusuf ve Nigârî ve Melihi ve Mâşûkî ve Şemsî dirler ve cümle efendiler ol taze nihâlin feyzü tealisine gayret ve verzeşin selsebîl iderler ve kibar mecilisine bile götürüb esâtîzi elhan ve mûsikiden behremend olmasın isterler, eğer civan hûb şada olsa cüz'î ezmanda şöhret ye şan bulur zîrâ sadâyi hûb letafeti şebâb ile başka renk alur.
«Amma bu şehri îstanbuida nice bin el-
CİVAM
— 3592
ISTAN'SÜL
ANSÎKLOPEDÎSÎ
— 3593 —
CÎVANYAN (ÎŞAN)
vanlar vardır ki kendi kadrü kıymetlerin bil-memiş ve meemai esâfilü eclâf ve dârülned-vei haşerât kahvehanelerde ve bekârhâne odalarda ve hanlarda ve külhanlarda pâ bürehne pîrehen köhne ve külah küsiste keyfi berş ü bade ile mesti müdâm •
(Beyit)
Kahve kesti iştihâmı berş kesdi şehveti Bir kaşınmak kaldı ancak bana dünyâ lezzeti
deyüb baldırıçıplak
(Mısra) Kim baldmcıplakda haya ü edeb olmaz
ve eşkiyâ güruhu pençesinde bâzîçe olub verdi ruhi solunca istihdam olunur. Molla Penâ-hii Azerî altun adın bakır etmiş ol gürûhi nâ-zenîn içün buyurmuş
(Kıt'a)
Hoş halına senin uzun dırnaklu
Balduru çermeklü yalın ayaklu ,
Yorganu yasduğu tozlu topraklu Hemdem iîe herdem sohbet eylersin
«Şehri İstanbul kânı melâik ve kânı şe-yâtindir 01 civan ki fatindir, bu makaalemize kulak tuta. Hem hüsnü ânın ve eyyamı nevci-vânînin şan ve alâyişi yerin bula hem dahi râhi müstakimde nâzik ayağın incitmeye ve bizi dahi hayır dua ile yâd ide».
CİVAN (Kör) — Geçen asrın sonlarında yaşamış ermeni asıllı meşhur piyasa sazendelerinden bir lâvtacı; hayatı hakkında bilgi edinilemedi.
CİVAN KAPUCUBAŞI — (B.: Mehmed Paşa, Civan Kapucubaşı Sultanzâde).
CİVANKAPUCUBÂŞI SARAYI — İs-tanbulun Mimar Sinan yapısı en muhteşem saraylarından biriydi; Kanunî Sultan Süley-manin Veziri ve damadı Rüstem Paşanın sarayı idi; sonra Sultan İbrahimin sadırâzamla-rından Civankapucu Sultanzâde Mehmed Paşaya intikaal etti ki, Mehmed Paşa Rüstem Paşanın torunlarmdandır (B.: Rüstem Paşa; Mehmed Paşa, Civan Kapucubaşı Sultanzâde); yerini tâyin edemedik; Mehmed Paşanın çağdaşı meşhur Cinci Hoca Safranbolulu Hüseyin Efendi muazzam kâşanesini bu Civankapucu-başı Sarayının karşısında yaptırmış idi (B.: Cinci Hoca Sarayı). Mimar Sinan bu muhteşem saray Köprülü Mehmed Paşanın sadâreti zamanında İstanbulun dörtde üçünü kül eden 1660 Ayazmakapusu Yangınında yok oldu (B.: Ayazmakapusu Yangınları).
CİVAN KAŞI — Bilhassa dülbend üzerine gaayet ince altın tel ile yapılır bir nakşın,
işlemenin adı, ki bu dülbendleri de başlarına hassatan gençler, taze civanlar sararlardı; Nedim, basma, kavuğuna civankaşı dülbend (civankaşı işlemeli dülbend) sarmış dilber bir mürâhiki meşhur bir şarkısında şöyle övüyor:
Bir civankaaşı sarık sarmış efendim başına Sürme çekmiş ıtnşâhîier sürünmüş kaaşına Şimdi girmiş dahi tahminimde onbeş yaşma Gül yanaklı gülgülî kerrâkeli mor hareli
Şâirin «sürme çekmiş» demesinden bu şiirin matufunun kız olduğu anlaşılmamalıdır; o devirde erkekler, erkek çocuklar sünneti se-niye olarak gözlerine sürme çekerlerdi (B.: Sürme; Kaş; Itrışâhî; Kerrâke).
CİVAN PERÇEMİ — Bir tutamı fes veya külah altından çıkıp civan alnına dökülmüş saça benzeyen kıvrık yapraklı bir otun adı; bu otun yaprağını taklid ile yapılan bir oya motifine de «civan perçemi» denilmişdir; etrafı civan perçemi oya ile tezyin edilmiş baş yemenilerini, greplerini de İstanbulda bilhassa gönülleri taze kalmış yaşlı nazenin hanımlar, kolları arasında şehbaz yiğit, dilâver oğlan sarmak iştiyakında kart yosmalar kullanır, hiç olmazsa civan adını başı üstünde taşımakla müteselli olurlar idi; aşağıdaki manzume böyle bir istanbul hanımının tasviridir:
Çift otuzu aşmış yaşı Ocakda mercimek aşı Başında civan perçemi Gözler olmuş artık şaşı Şöyle olsun boyu, boşu El ayağı gözü kaşı
Deyüb çeker âguşuna ;
Taze yiğit şâhinbaşı Hacıbektaş Ocağının Pulad hançerli yoldaşı , Ya kalyoncu cunbazı Hamlacı nefer dadaşı Mâni değil bin daltaban Uşak olsa da oynaşı Saka oğlan hamurkânn Pırpırından samurkaşı Zeberdest bir civan olsun Ayırd etmez gül haşhaşı Sorsaîar ger kendi yaşın Kaç yıllık yol suyun başı Duymazlanır semtin söyler Kızkulesi ya Kıztaşı.
ClVANYAN (Mıkırdiç) — Son zamanlara kadar karanlıkta kalmış kıymetli bir ressam ve dekoratördür. Müteveffa ressam ve müdekkik Rafayel Şişmanyan (1885-1959), er-menice «S, Arvest» adlı mecmuanın 1957 Ocak
sayısında, 1907 de kardeşi Arutyun Civan-yan'dan aldığı biyografik notlara istinaden hakkında şu bilgileri vermektedir:
Mıkırdiç Civanyan 1848 de İstanbul'da Beşiktaş'da doğmuştur; «Usta Civan» tesmiye olunan pederi kemanı Ohannes Ağa Sultan Mecid'in gününde Sarayda çalgıcı olarak vazifede bulunmuştur.
İlk tahsilini Beşiktaşdaki Ermeni Mektebinde yapmıştır. Burada Üsküdarlı ressam Apraham Sakayan'ın (vefatı 1876 da) talebesi olmuştur. 1862 de ilk mektebi bitirdikten sonra ressam olmağa karar veren Civanyan, o zamanlar henüz Sanayii Nefise Mektebi açılmamış olduğundan şahsî gayreti ile çalışmağa başlamıştır.
Uzun yıllardan beri Beyoğlunda yerleşmiş olan ve Pangaltıdaki yazlık Tiyatroda pan-tomima ve sirk mahiyetinde temsiller veren canbaz Ohannes Kasbaryan'ın kumpanyası bu sıralarda İstanbulda meşhur imiş; Civanyan bu kumpanyaya intisap ederek, burada sahne perdelerini ve afişleri hazırlamağa başlamış ve bu şubeye nezaret eden genç ve mahir ressam Arutyun Hekimyan'Ia tanışarak kısa bir müddet zarfında onun sayesinde tiyatro ressamlığı sahasında ihtisas elde etmiştir. Kabiliyetini gören Hekimyan mesuliyetti bazı işleri ona tevdi etmiştir. Civanyan, Şark Tiyatrosundaki Avrupalı sanatkârlar ile de tanışarak bu sahada onlardan ;da istifade etmiştir.
Civanyan, Beylerbeyi ve Çırağan Saraylarının inşâsı esnasında tezyinatçı olarak angaje edilmiştir. Önce Ermeni usta dekoratörlerle, sonra da, bilhassa Çırağan Sarayının inşasında, Avrupalı mütehassıslarla birlikde çalışmıştır. Burada, resim branşında ön plânda, usta bir Fransız manzara ressamı olan Mas-son 'bulunmuştur; Civanyan bu şahıstan çok istifade etmiştir. Yüksek kabiliyetli bir sanatkâr olan ve aynı zamanda büyük bir süratle çalışan Civanyan, Çırağan Sarayındaki dekor-lariyle büyük bir şöhret kazanmıştır. Bu başarıdan cesaret alan Civanyan hususî olarak çalışmağa başlamış ve Tekirdağı ile Samatya-daki küçük tiyatroların dekorlariyle, Güllü Agop'un tesis ettiği Osmanlı Tiyatrosunun perdelerini, keza müessisi Sotiraki adlı bir Rum olan Galatadaki «Afrika» adlı büyük tiyatronun dekorlannı hazırlamıştır. Bu eserler kalite bakımından İstanbulda yerleşmiş
olan Avrupalı sanatkârların eserleriyle rekabet edebilmişlerdir.
Civanyan bazı Türk, Ermeni ve Rum zen-ginleirnin köşklerini de tezyin etmiştir. Keza, Boğaziçi ve Haliçten bazı manzaralar da çizmiştir. Eserlerini, İstanbul'un kalabalık semtlerinde ve bilhassa Beyoğlunda Rus Sefarethanesinin duvarının dibinde halka teşhir etmiştir. O aynı zamanda deniz manzaraları da çizmiştir. Bu sahada büyük deniz ressamı Ohannes Ayvazovski'nin (1817-1900) tesiri altında kalmıştır. 1874 de, İstanbulu ziyaret edip bir ay kadar ,Sarkis Bey Baîyan.ın evinde misafir kaldığı zaman, Civanyan onunla şahsen de tanışmıştır.
Civanyan portre ressamlığında da maharet göstermiştir. Bilhassa bu sahada çok süratli çalışma kabiliyetine malikmiş. Bir gün, Güllü Agop'un Tiyatrosunda, meşhur bestekâr Dikran Çuhacıyan'm, keman icra ederken bir portresini çizmiştir.
Civanyan çok güzel tenor bir sese de malik olduğundan. Beyoğlundaki Opera Tiyatrosunun bâzı temsillerine iştirak etmiştir.
İtalyancaya da âşinâ olan Mıkırdiç Civanyan, 1876 dan 1879 yılına kadar İtalyada ikamet etmiştir. İstanbula döndükten sonra 1885 de İtalyan bir kızla evlenmiştir. 1889 da zevcesi vefat edince Itekrar bir İtalyanla evlenmiştir. 1894 de Odesa'ya gitmiş ve yedi sene orada yaşamıştır. Müteakiben dört sene de Petersburg'da ikamet etmiştir. Rusyada geçen ömrünün bu kısmı maalesef karanlıkta kalmıştır. 1905 yılı baharında ailesi ile beraber İstanbula avdetinden takriben bir yıl sonra 14 Şubat 1906 da kalp sektesinden şehrimizde vefat etmiştir.
Eserlerinin bazılarına, bugüne kadar İstanbul'da. Paris'de ve Erivan'da tesadüf edilmektedir,
Kevork PAMUKCİYAN
CİVANYAN (Nişan) — Tanınmış bir muharrir ve Devlet adamıdır. 1851 de Üsküdar'da doğmuş ve 1933 de şehrimizde vefat etmiştir.
Genç yaşından itibaren İstanbuldaki Ermeni basınında birçok didaktik yazıları intişar etmiştir, Bunların büyük bir kısmı lisaniyat bahislerine müteallikdir. Uzun ve derin tetebbulerin mahsulü olan ansiklopedik bir
CİVELEK
— 3594
istanbul
ANSlKLOPEDlSİ
_ 3595 _
CiVELEK
yet çok olduğu için, kadro ihtiyacının kat kat üstünde müracaat karşısında bir de namzed defteri açıdlı; Ocakda yer açılıp acemi nefer kayd olununcaya kadar bu namzedlere de yeniçeri nazarı ile bakıldı, yalnız ulufe, gündelik hesabı ile neferlik maaşı bağlanmadı, fakat kışlalarda yatıp kalkdılar, ve hangi ortaya ayrılmışlarsa o ortanın sofrasından da yemek yediler. Bu namzedlerin bir kısmı mürâhik delikanlılar olduğu için kendilerine «Civelek,
Kabadayı hamisinden hançer alan civelek (Resim : S. Bozcalı)
lügati da vardır. Edebî muhitlerde daha fazla «Horo» rnahlâsiyle tanınmıştır.
Devlet hizmetinde de bulunan Civanyan, önce ûlâ sânisi rütbesiyle 1895 sıralarında Hariciye Nezaretinde müşavir olmuştur. 1900 sıralarında da Babıâlide muavin hukuk müşaviri tâyin edilip uzun müddet bu vazifede kalmıştır. Üçüncü sınıf Osmanî ve üçüncü sınıf Mecidî nişanlariyle taltif edilmiştir.
Kapalıçarşıda uzun seneler antikacılıkla meşgul olan iki erkek evlâd bırakmıştır. Bunlardan birinin adı Oşin'dir.
Kevork PAMUKCİYAN
CİVELEK — Gar'b türkcesinde isim; oynak, kıvrak, cazibeli, alımlı, çalımlı, ele avuca •ve kabına sığmaz delikanlı. Deve yavrusuna da civelek denilrnişdir. Derşirme kanunu kal. •dınldıkdan sonra yeniçeri namzedleri delikanlılar da civelek adını taşımışlardır (B.: Civelek, Yeniçeri Civeleği).
Kelime kendi başına yukarıda sıraladığımız mânâları ifâde eder olmakla beraber ayrıca tasrîhen «civelek genç», «civelek delikanlı», «civelek oğlan» diye de kullanılır; ci-veleklikde cazibe asıl olduğu halde hüsün şart değildir; civelek, bu halleri ve tavırları ile kendini güzelleşdirmiş delikanlıdır.
- CİVELEK, CİVELEĞİN KAHVEHANESİ — Hicrî 1223, milâdî 1808 yılında Galata-ııuı muhafazasına memur 64 üncü yeniçeri ortası yoldaşlarından kabadayı bir şerir; asıl adı unutulmuş, tazelik çağından kalma Civelek lakabı ile anıla gelmiş, bıçağı kuvveti ile açıp işletdiği bir kahvehane de Civeleğin Kahvehanesi diye şöhret bulmuşdur. Alemdar Mustafa Faşa İstanbula gelmeden önce, ki Dördüncü Sultan Mustafa devrinde yeniçerilerin en azgın olduğu zamanlardır bu zorba uygunsuzluk, ahlâksızlık yolunda bir gence ulu orta tecâvüz teşebbüsü ile büyük bir vak'a çıkarmış-dır. Şöyle ki Galatada bir meyhanecinin gaa-yetle mahbub mürâhik bir oğlu vardı; bazı akşamlar, yine Galatanın, hattâ bütün İstan. bulun en namlı zorbalarından Kahvecioğlu Bu-runsuz Mustafa Ağa bir dârülnedvei .haşarat olan kahvehanesinde işret sofrasını kurduğu zaman şarabını bu meyhaneciden aldırtır, o da Kahvecioğluna içkisini mahbub oğlu ile gönderirdi Bir akşam Civelek de, bütün zorba yeniçeriler gibi bu meyhaneciden bâdihava şarab istetti, emre hemen itaat eden meyha-
neci de şarabı bir miçosu ile gönderdi. Civelek gazaba gelip şarabı iade etti:
— Meyhaneci olacak ustana söyle, şarabı oğluna verip göndersin, Kahvecioğluna göndermiş, bize niçin göndermez?!, dedi.
Miçosu şarabla geri dönünce meyhaneci ikinci emre de itaat etti, Civeleğe şarabı oğlu ile gönderdi, fakat, yine o it güruhundan olup da meyhanesinde bâdihava yedirip içirdiği ahbabından bir kaç yoldaşı çocuğu korumak üzere peşi sıra Civeleğin kahvehanesine gönderdi.
Civeleğin kahvehanesi Karaköyde idi, kendi bekâr odası da kahvehanesinin üstünde idi, meyhanecinin oğlunu odasına çıkarınca, meyhanecinin çocuğu korumak için gönderdiği yoldaşları: «Bu makuule hareket ayıbdır» dediler, fakat Civelek hemen tabancasını çekip bunların üzerine ateş etti; onlar da kaçıp hâdiseyi, Galata ve etrafının zabıta âmirlerinden Tersane başağası Kel İbrahim Çavuşa haber verdiler; başağa da 64. üncü ortanın Ka-rakollukeularma haber verdi, onlar da zâten tabanca sesine .kahvehaneye koşmuşlardı; Kahvehane basıldı, meyhanecinin oğlu Civeleğin pençesinden kurtarıldı. Civelek, o zamanın birçok yeniçerileri gibi aynı zamanda Tersanede kalyoncu çavuşu idi, Tersane başağası onu bu sıfatı ile tevkif ederek Tersaneye götürmek istedi; karakullukçular ise: «Yoldaşı-mızdır, biz onu kışlamıza götürürüz» dediler, ve alıp götürdüler. Bunun üzerine başağa Civeleğin kahvesini mühürleyip kapattı, fakat bu sefer de başkarakollukcu ağa gelerek mührü sökdü kahveyi açdı, ve altmışdörtlüler bunun ile de kalmayıp başağa Kel İbrahim Ağanın yine Karaköyde bulunan kahvehanesini taşlayarak bütün camlarını indirdiler. Bu suretle Galata, Tersanelilerle Altmışdörtlüler arasında günlerce süren karşılıklı tecâvüz vak'alarına sahne oldu.
Bu vak'ayı böylece nakleden Câbi Said Efendi Civeleğin akıbetinden bahsetmiyor; eğer edebi ile bir köşeye sinmemiş veya İstan-buldan kaçmamış ise Alemdar Mustafa Paşa tarafından tepelenmiş olacakdır.
Bibi. : Câbi Said Vekaayinâmesi.
CİVELEK. YENİÇERİ CİVELEĞİ — On-yedinci asrın ikinci yarısında devşirme kanunu kaldırılıp Yeniçeri Asker Ocağının kapusu halkın ayak takımına açılınca, heveskârı gaa-
Yeniçeri civeleği» adı verildi. Ocak disiplininin bozulduğu devirlerde yeniçeriler kışlalarında yatmamaya başlamışlar, bekâr odalarında, hanlarda, kahvelerde mekân tutar olmuşlardı; buraları da fahişe avrat kapamak ve daha türiü edebsizlikler ile birer haşarat yatağı olmuştu. Civelekler de, müstakbel yoldaşlık yakınlığı ile namzedi olduğu ortanın bir pençeli kabadayısını kendisine hami bilerek o haytanın koltuğu altına sığındı, ve onun odasında ve yanında yatarak adetâ gönüllü uşağı oldu, ve falan ağanın, filân beşenin filân çorbacının civeleği diye anıldı.
Bir mürâhik genci civelek olarak kanadı altına alan pençeli Yeniçeri kabadayısı, himayeye karar verdiği o küçük delikanlıya bu kararını, bir gün karşısına çıkarak bir hançer hediye etmekle bildirir:
— Benim canım., bıçağımı kabul edip dünya ve âhiretde karındaşını, elin bıyık burana kadar civeleğim olur musun?., derdi.
Böyle bir teklif karsısında kalan gene belki şaşırır, fakat kabadayının teklifini red edemez, hediye edilen hançeri alır, -el öper, hamisinin yanında hemen o gün kışlaya giderek kışladaki Hacı Bektas Şeyhinin huzurunda civelekliği kabul ettiğine ikrar verirdi. Hemen hepsi ayak takımından civeleklerin, nevcivanlık sânından tüysüz, kaşları gözleri yerinde ve elleri ayaklan düzgün olanları kanadı altına almış olan kabadayılar, gündüzle-
CiVELEK
— 3596
istanbul
ANSÎKLOPEDÎSÎ
3597
CtVRE (Yako - Yâkub)
ri beraberlerinde sokağa çıkarır iken, kendilerinden gayrisi güzel çocuğun yüzünü görüp kötü nazarla bakmaması için, civeleğinin yüzüne hasır püskülden peçeler takarlardı. Bâzı yazarlar bütün civelekleri yüzleri püskül peçeli oğlanlar o • , larak gösterirler ki, yanlışdır; Yeniçeri civeleklerinin püsküllüleri, veçhen dilber, mahbub olan gençlerdir; onların böyle peçe altında dolaşdırıl-ması, son Yeniçeriliğin bir şehir şekavesti olduğu devirde Yeniçeri kabadayıları için itlik, rezillok yolunda ayrı bir nümayiş bilindi.
Mehmed Zeki Pakalm «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» adlı eserinin civelek maddesinde şunları yazıyor ki, bizim yukarıdaki tarifimiz ile, hayli farklıdır:
«Yeniçeri efradı arasında delikanlı olanlara civelek denilirdi; civelek yaver demekdir. Civelekler matbahda aşçıbaşı maiyetinde istihdam o-lunurlar, nadiren sokağa çıkarlardı. Genç ve güzel oldukları için münasebetsiz bâzı adamların tecâvüzüne uğramamaları maksadı ile, yüzlerini bir saçak peçe ile örterler idiyse de. gözleri peçenin arasından pırıl pırıl parladığından bu da enzân dikkati celbe kifayet eder, ve belki de bu hal daha ziyâde nazarı dikkati davet eylerdi.
«Bunlar başlarının üstüne çaprasvârî bir sarık sarılı külah takarlar, arkalarına kırmızı salta, bacaklarına mavi şalvar, ayaklarına da kırmızı yemeni giyerlerdi. Bellerine madenî bir kemer bağlarlardı».
Tekrar edelim ki, «civelek». Yeniçeri neferinin gencine verilmiş isim değildir, bahsettiğimiz devirde Yeniçeri namzedlerine verilmiş olan isimdir, ve hepsi püskül peçeli olmayıp, peçe ancak dilber oğlanların yüzlerine takılmışdır. Yeniçeriye yan bakmanın ağır suç olduğu devirde, P. Z. Pakalın'ın yazdığı gibi, genç ve güzel bir Yeniçeri neferinin velevki göz ile olsun tecâvüze uğraması asla vârid olamaz.
Usta unvanını taşıtan Yeniçeri ortalarının aşçıbaşıları. ortanın, çorbacıdan sonra en büyük zabitlerinden biriydi, elbet ki bir veya birkaç civeleği, ve onların arasında, nümayiş yolunda yüzüne peçe takılacak mahbub gençler olacak-dır. Civeleğin mutfaklara tahsisi doğru değildir. O devrin metinlerini çok dikkatle gözden geçirdiğimizi zan ediyoruz; kaldı ki civelekler ortalarına nisbetle değil, kabadayılarına nisbetle anılmışlardır; aşağıdaki iki kıt'a Yeniçeri ağzı ile yazılmış bir destandan alınmışdır:
Kolîukda civelek kuzu yap büyüt Helâldir anasından emdiği süt Öperek severek vir hoşça öğüd Hem unutma sırma püskül peçeyi
Didim oğul çilelidir güzeller Şu gönce topukla şu süzme eller Ahu gözler üzre bu sırma teller Nâra vuram gezdireyim beceyi
Hüseyin Kâzım bey de «Büyük Türk Lügati» adlı eserinin civelek maddesinde şunları yazıyor: «Kadîmen Yeniçeriliğe namzed olan ve devşirme usûlü ile toplanan delikanlı ki, külahlarının üstüne çaprastvâri sarık sarıp arkalarına kırmızı salta, ve bacaklarına mavi şalvar ve ayaklarına kırmızı yemeni giyer ve sokağa çıkdıkları vakit yüzlerini saçakla örterlerdi» diyor. Evvelâ açıkça görülüyor ki M. Z. Pa-kalın, aslında, sâdece bir isimler cedve-li hâlinde neşretmiş olsaydı dahi, pek 'kıymetli olan eseri-
. ne buradan harfiyen naklettiği satırlarda «Yeniçeriliğe
Peçeli Civelek (Resim : S. Bozcalı)
. namzet» kaydını «Yeniçeri neferleri arasında delikanlı olanlar» şekline çevirmekle hataya düş-müşdür. Hüseyin Kâzım Bey ise «Devşirme usûlü ile toplanan delikanlı» diyerek fahiş hatâ işliyor. Devşirme kanununun yürürlükte bulunduğu devirlerde Yeniçeri namzedleri «acemioğlan» adını taşımışlardır ki, Yeniçeri asker ocağına bağlı ve İstanbul Ağası unvanını taşıyan bir kanundan emrinde geniş teşkilâtı ve ayrıca kışlası olan bir asker ocağının efradıdırlar (B.: Acemioğlan); içlerinde âfeti devran güzellikde oğlanlar bulunsa dahi civelek adını taşımamışlar, ve yüzlerini saçak, püskül peçelerle örtmemişlerdir; ama, kelimenin lügat mânası ile, yâni «oynak, kıvrak, alımlı ça-
lımlı, ele avuca ve kabına sığmaz» delikanlılar bulunacağı, ve hattâ çoğunun da bu boydan şeh-bazları olduğu muhakkakdır.
Dil bilgini H. Kâzım Bey «civelek» kelimesinin vukarda sıraladığımız mânalarını, mecazen kullanılır göstermişdir (B,: civelek), bu da hatâdır, o mânâlar kelimenin kendi aslı karşılığıdır, ve mecazen deve yavrusuna da civelek denikniş-dir, devşirme kanunu kalkdıkdan sonra Yeniçeri namzedleri de civelek adını almışdır.
CİVELEK SOKAĞI — Şişlide Pasa Mahallesinde; Avukat Caddesi ve Feriköy Kuyu Sokağı dörtyol ağzı ile Batı Caddesi arasında uzanır; Behrarn Çavuş Sokağı, Atalık Sokağı, Miralay Kâmil bey Sokağı, Ortanca Sokağı, Ortanca Aralığı ve Ferace Sokağı ile kavuşakları vardır; Barutçular Sokağı ile dörtyol ağzı yaparak kesişir. Avukat. Caddesi tarafından gelindiğine göre beş adım genişliğinde bir yol olarak başlar, sağa sola birer kavis çizer; zamanımızda «Gecekondu» denilen birer katlı kagir evceğizler görülür. Barutçular Sokağı dört yol ağzından sonra iki araba geçecek kadar genişler; büyüklü küçüklü kagir ve ahşab evler arasından geçerek ilerler ve böylece Batı Caddesine kavuşur.
Civelek Sokağında 2 bakkal, 3 kahvehane, l ekmek fırını, l kilim dokumacısı, l kalaycı, l kuruyemişti, l manav ve l tatlıcı dükkânı vardır; kapu numaraları 1-75 ve 2-114 dür (Nisan
1963).
Hakkı GÖKTÜRK
CtVELEKYAN (Bikram Efendi) — Katolik mezhebine mensub emekdar bir gazeteci ve matbaacıdır. 1908 yılı Yldikule Ermeni Hastahanesi salnamesine göre 1848 de Kay seride doğmuştur. Teotik Labcinciyan'a (1873-1928) göre ise, Kayserili ana ve babadan 1852 de İstanbul.da doğmuştur. 13 Şubat 1907 de İstanbul'da vefat et-mişdir.
Çocukluğunda İstanbul'a gelerek Viyana'-daki Mihitarist Tarikatına mensup Pangaltı Lisesinden mezun olduktan sonra, önce sarraflıkla iştigal etmiştir. Muharrirliğe, Andon Sakayan'uı «Mimos» adlı gazetesinde başlamıştır. Müteakiben yerli fransızca bir gazetenin neşriyat dairesinde bir müddet çalışmıştır. Bilâhare, Vartan Paşa'nm (1816-1879) neşriyat müdürü bulunduğu «Tercemânı Efkâr» gazetesinin muhasipliğini deruhde etmiî ve birkaç ay sonra da gazetenin müdürü olmuştur. 1877-1885 yılları arasında bu şekilde gazeteyi çıkardıktan sonra 1885 de ermenice harflerle türkçe olarak neşredilen «Ce-
ridei Şarkiye» nin imtiyazını almıştır. Keza, 1889 da intişara başlayan ve l Aralık 1908 de kapanan «Surhantak» (tatar, kuriye) adlı ermenice günlük gazetenin de imtiyaz sahibi olmuştur.
Basına kıymetli hizmetlerden dolayı mütemayiz rütbesiyle ve dördüncü sınıf Osmanî ve Me-cidî nisanlariyle taltif edilmiştir.
1881 tarihinden itibaren Civelekyan matbaasında birçok ermenice eserleı de basılmıştır.
Kevork PAMUKCİYAN
CİVRE (Yako - Yâkub) — Çağdaş değerli bir mücellid, bu satırların yazıldığı sırada Ankara Caddesinde Emniyet Kırtasiye mağazası sahibi: aslen müsevî olup 1911 de Edirne'de doğdu, babasının adı Meşulâm, annesinin adı Sara'-dır; babası Edirnede komisyonculukla meşgul idi, Balkan harbinde B. Meşulâm ailesi ile Adapa-zarına hicret etti, İstiklâl muharebesinde de oradan İstanbula gelerek Hasköyde yerleştiler; ve Yâkub Civre orada Kamando müsevî mektebinde okudu; oradan Kasımpaşaya taşınınca, iki buçuk yıl kadar da Kasımpaşa müsevî mektebine devam etti; bu ikinci mektebdedir ki arab asıllı Türk harfleri ile türkçe okuma yazma, biraz da fransızca öğrendi. B. Maşulânı işi îcabı Kasımpa-şadan Babıâli civarında başka bir eve taşınınca Yâkub Civre tahsilini ikmal için tekrar mekteb ds-ğiştirme zorunda kaldı, fakat sihhatı çok bozulmuş, aslında ailesini geçindirmek için meşâkı hayat altında bulunan babasının ölümü üzerine 9-10 yaşlarında iken (1920-1921) tahsili tamamen lerkederek anasını beslemek üzere iş hayatına î-tıldı. Babıâli (Ankara) Caddesindle mücel-lid Isak Fresko'ya 25 kuruş haftalıkla çırak oldu. İ. Fresko İstanbulun büyük kitaba ve' tâbilerin-den Kanaat Kütübhâneşi sahibi îlvas Behar (İl-yas Bayar) in forma kırmacısı idi, asıl mücellid-liği onun yanında öğrenemeyeceğini gören, ve bu mesleğe karşı büyük bir hevesi olan Yâkub Civre pek az sonra aynı haftalıkla Bâbıâlinin namlı mücellidlerinden Tatar Cemal Ustaya çırak oldu; fakat bu sanatkâr kendisini aşırı derecede içkiye vermiş olduğundan atölyesini kapayıp ve sanatını bırakıp Ankaraya gidince Y. Civre, Vilâyet Konağı karşısında Cumhuriyet Mücel-lidhânesine girdi; ve asıl mücellidliği burada ii-çüncü ustası olan İbrahim Edhem Efendiden öğrendi; Cumhuriyet Mücellidhânesi o zaman çok işi olan ve Babıâli muhitinden en çok kazanan bir * atölye idi. Fakat büyük kazancı karşısında şaşıran, kendisini zevkü safa ve sefâhete kaptıran İbarhim Edhem Efendi; bir ara işleri birden du-
Dostları ilə paylaş: |