Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə36/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   90

Yüzünde ismetin ah var anın

Dü bâlâ eylemiş hüsn ile ânın

Paçalı ayaklar gümüş topuklu

Pek basar zemine müstakim yolu

ÇAKŞÎRCI SOKAĞI — Eminönü İlçesi Küçükpazar Nahiyesinin Yavuzsinan MahaDesin-dedir; Yavuzsinan Camii Sokağı ile Yenihayaf Sokağı arasında uzanır. Bir araba geçecek geniş-likde kaba taş döşeli, adı geçen camiin arkasında bir aralık sokakdır; bir yanında yeni inşâ edilmiş on göz boş dükkân, öbür kenarında da üç ev ile 2 inşaat malzemesi mağazası, 2 hırdavatçı, l terzi, ve Kolaylık otobüs yazıhanesi bulunuyordu (eylül 1963).

ÇALAPALA (Mehmed Rakım) —Muharrir, editör; 1909 da İstanbul'da doğdu; babası İstanbul adliyesi birinci veznedarlığını yapmış Ali Çalapala; annesi, R. Çalapala henüz beş yaşında iken vefat eden Fatma Süedâ Hanımdır ki,

ÇALGI

— 3682 —


İSTANBUL

ANSlKLOPBDlSİ

— 3683

ÇALGILI RAHVEHÂNELE&




Sultanahmed Camii hatîbi ve basmüezzini Hacı Tevfik Efendinin kızı idi: Hacı Tevfik Efendi Türk yazı san'atının. büyük üstadı hattat Mustafa Rakım Efendinin yazılarının âşıklarından, torununa Rakım ismini bu meclûbıyet ile o koymuş-dur; Akşemseddin Numune Mektebinde, İstanbul Erkek Lisesinde okudu, lise diplomasını İstiklâl Lisesinden aldı (1931), İstanbul Üniversitesinin Hukuk Fakültesine devam etti, hukuk diplomasını 1935 de Ankara Hukuk Fakültesinden aldı. Yüksek tahsilini yapar iken kısa bir zaman Osmanlı Bankasında çalışdı, ve o sıralarda, 1932 de muallim Nimet Hanım ile evlendi; muhtelif gazetelerde musahhihlik ve muharrirlik ile basın âlemine girdi; 1934 de, Basma Yazı ve Resimleri Derleme Müdürlüğünün kuruluşunda oraya ilk tasnif memuru olarak girdi; bu memuriyetden de ayrılarak Ankara'ya gidip Hukuk diplomasını aldıktan sonra basını asıl mesleğine tercih etti, 1936 da, Türkiye Yayın Evinin müessisi ve sahibi Tahsin Demiray ile beraber «Yavru Türk» adlı bir çocuk mecmuası çıkarmaya başladı. 1934 -1937 arasında İstanbul Beneberit Musevî Lisesinde, 1938-1945 arasında da İstanbul Alman Lisesinde öğretmenlik yapdı. JBasına intisabı ise yukarda da sözü geçdiği gibi, 1924 yılından, henüz onbeş yaşında iken Yeni Yol mecmuasında çıkan yazıları ile başlar. Türkiye Yayın Evinde muharrir ve muhtelif Jdergilerin yazı işleri müdürü olarak 1936 dan 1952 yılına kadar onaltı sene çalışmışdır; 1952-1955 arasında Doğan Kardeş müessesesinde, 1958 de Pazar Mecmuasında ve Yeni Sabah Gazetesinde îbulunmuşdur. Kırk yıla yaklaşan basın hayatı boyunca da Son Posta, Yarın, Akın, Türkiye, Hürriyet gazeteleri ile Resimli Mecmua, Resimli Ay, Akbaba, Papağan, Karikatür, Yedi Gün, Şeytan, Yıldız, Ateş Çocuklar, Ateş, Cumhuriyet Çocuğu, Yavru Türk, .Amatör (B.: Amatör) Çocuk Haftası, Hafta, Resimli Hayat, Hayat mecmualarında yazmışdır.

Atlas Yayınevini kurdu; bu satırların yazıldığı sırada 1963, bu yayın evinin''(Nûriosmaniye-de Mengene Sokağında) ve Ankara Caddesinde aynı adı taşıyan bir kitabevinin sahibi bulunuyordu.

İstanbul Gazeteciler Cemiyeti, İstanbul Liseliler Cemiyeti ve İstanbul Hemşehrileri Cemiyeti üyesidir. Hüsnühat denilen eski güzel yazı, resim ve posta pulu koleksiyonu meraklısıdır. Bisiklet sporunu sever. Rusyaya (1936), Kıbrısa (1948), Yunanistan, Yugoslavya ve îtalyaya (1956), Por-

tekize, Birleşik Amerikaya, ve Kanadaya (1958) gitti. Fransızca ve az ingilizce bilir.

Kitab hâlinde neşredilmiş İlk eseri, küçük mizahî hikâyelerden mürekkeb «Çapkın» dır. Diğer eserleri şunlardır: Mustafa (telif), Türkiyede Sinema (telif), Ak üstünde Karalar (fransızca-dan terceme), Köye giden gelin (telif), Tarih (ilk okulların 4 ve (5 inci sınıfları için ders kitabı), Yurddaşlık Bilgisi (yine ilk okullar için ders kitabı);' ayrıca otuz kadar da çocuk ve halk kitabı vardır. Bâzı yazılarında «Küçük bey» takma adını kullanmışdır. 1938 senesinde Vloğmuş İpek Fatma adında bir kız evlâd sahibidir.

ÇALAPALA (Nimet) — Muallim, Rakım Çalapalanm zevcesi; kızlık soyadı ' jAkçalı'dır. Zevcinin hem hayat ve hem de okul kitablarında kalem arkadaşıdır. Başarılı bir öğretmen olarak tanınmışdır. Rakım Çalapalanm muvaffakiyetinde hissesi çok büyükdür.

ÇALGI — Zamanımızda «içkisiz saz salonu» deniliyor, meşrûtiyetden, 1908 den önce ramazan geceleri, piyasanın namlı sazende ve hanendelerinin kurdukları topluluklar tarafından ' büyük kahvehanelerde, kıraathanelerde bir ay müddetle verilen alaturka konserlere konmuş isimdir; yine ramazan aylarında tulumbacı kahvehanelerinde kurulan Çalgılı kahveler ile karışdı-rılmamalıdır (B.: Çalgılı kahvehaneler). Kayde lüzum var mıdır bilemeyiz, çalgıya yalnız erkekler giderdi. Ahmed Rasinı «Şehir Mektubları» isimli ölmez eserinde «Çalgıda bir gece» isimli yazısında o âlemi pek canlı tasvir ediyor:

«Bayazıdda teravihi kılıp mahyacının havaya resmettiği üç çifte piyadeyi (piyade denilen üç çifte kayığı) seyrettikden!'. sonra nâzan ve hirâ-man Direkler arasına şitâban olduğunuz var mı?.. Koca meydanda yol bulamadınız mı?.. Buranın her tarafı çamur değil ya!.. (Bir kış ramazanıdır; B.: Çamur). Biraz da yandan gelin. Bizim mem-leketde serpintiyi, zifosu, dam aktarmasını, oluk damlasını, duvar yaşlığını, kundura pastırasıru hesab eden sokağa çıkmaz. Gelin, gelin, Kâğıdcı-lar kaldırımına çıkın; burada olsa olsa dükkân altlarına, bodrumlara düşüb bacağınız kırılır, incinir, şemsiyeniz takılıp kırılır... Hele biraz daha yürüyün, parke kaldırım, Vezneciler Hamamı, Yeniçeriler (Yeniçeri kiyâfethanesi, müzesi?), fotoğrafçı dükkânı. Gelsin Yakominin başı, «Allının Allısı», «Ayvazka Nısfışeb'in muhaveresi», «Âfetin kantosu», «Vasilin taksimi». Muhallebiciler de artık çok oluyorlar, söyleyin, Baba Yâ-ver'e bir tabak tavukgöğsü versinler!.. Vahvah...

başı sarılı, benzi uçuk çehreli bir kişi var, bunlar ne duruyorlar?.. Anladım, Hamdi Beyin Eczâhâ-nesi... Aman, bu geçen ne biçimsiz herif!.. Salapurya gibi ayağı ile az kaldı çiğneyecekdi!.. Of, omuz başım!., al bir kakma daha!.. Canım bu arabalarla hâlimiz ne olacak?.. Caddeyi kaplamışlar!.. Ooooo... hayâli Kâtib Salih!.. «Sahte Sakal» oynuyor.. Madmazel Kâğıd Amalya bir perde, Madmazel Devederisi iki perde kanto söyle-yecekmiş!.. Haydi!., bir sürü insan!., çâre yok, arasına katışacaksınız!.. Osmanlı Tiyatrosu «Sefih Tahsildar» ı oynayacak, işidiyor musunuz?. . Amerikadan «Deniz Canavarı» gelmiş, hem canlı!.. Sahnei Âlem, Handehâne ile karşı karşıya, bir tarafda Mösyö Pati!.. Her taraf çaycı!.. Buyurun beyim, buyurun efendim naraları iskemle lâkırdıları ile beraber cevvi semâya perran!.. Kel Hasan ne kadar şık olmuş, saçlarını dökmüş, ka-punun önünde duruyor.

«Oturmaz mısınız, Hacı Reşidi bırakıp nereye gidiyorsunuz? Çalgıya mı?..

Diyorlar ki, bütün jnegamâtı musikiyemiz
buraya toplanmış., fakat ne kadar kalabalık!..
Çıkarın çantaları, kabunun yanındaki bankalara
üçlükleri teslim edin, alın markaları, ileriye, ile
riye!.. Oh!., hele bir yer bulabildiniz... Mûsikişi-
nâsanımız istedikleri kadar iddia etsinler, herkes
bir telden çalar. '

«İşte saz takımı. Kemânî Memduh: zaif, sivrikoz fes, tütün dumanından gözler ağrımış da siyah gözlük takmış; enli gaytan bıyık, yağızın açığı, gerdan, güleç yüzlü.

«İşte Bogos: kondurma fes, nîm alabros gîsû, o da esmer, kalın dudak, okurken ağzı sulanır gibi meyyali iştihâ.

«Acaba yanındaki kim?., ay.. Karakaş'mış!. altı üstü bir fes, kâküllerini dökmüş, az lihyedar, gözleri fırıl fırıl: simdi kanunîmize bir harf atacak, defteri önünde.

«Şemsi Efendi perda anlatacağım diye tın-gırdıyor, fakat kim dinler?..

«Ûdî Selim hâlâ falso nevada zır zır!..

«Seatik'i sormayın. Gözleri kapalı, sabırlı, mütehammil, ne olacak diye mütefekkir. Memo'-nun dördüncü beytiyle kirize hazırlanıyor.

«Yahu, ne kıyafet!., dörtyüz fesin dörtyüzü de ayrı, paltolu, caketli, latalı, cübbeli, sakallı, bıyıklı, beyaz, habeşî, esmer, zencî, çopur, bodur, şemsiyeli, bastonlu, hepsinden birer ikişer numune var. Bakın su merdi deryadile!, hem uyuyor,

hem dinliyor. Yanındaki esnemek üzere dihen kuşa. Garsonun bini bir paraya!

«Hava gazlan salkım söğüd fanusların içinde dumandan hâledar. Derin bir gürültü kıraathanenin duvarlarına vurdukdan sonra ön ve ard kaplılardan fırlıyor. Artık dinleyin, size bir rast faslı!..Mdeve katarı gider ,gibi.

Herkes güme güme olmuş, mûısiki bahsi öne sürülmüş, Fisagor'un gamından, Aristo'nun damından, Bayazıd Hamamından, gözlük camından, ötekinin piyasada hirâmından, Dede Efendinin hüzamından, halaâ yılbaşı akşamından, ö-nümüzdeki şeker bayramından, aşkın ekdârü âlâ-mından, tontonların çarhı bî ârâmmdan, Köprünün son vapur hengâmından tutturarak İzmir Gazetesinin muhbidi pedebîrûnunu, Abdürrezzakm vefatı haberi keduret nümununu, Osmanlı Tiyatrosunun derununu, Sahnei Âlemin meymununu, Hayalhanedeki Madmazel Eteninin çehrei gülgû-nunu... konuşuyorlar... (Ahmed Rasim, Şehir Mektubları, I; 1910).

ÇALGICIYAN — Onsekizinci , asırda İstanbul'da yaşamış usta bir Ermeni ressamıdır. Hayatı hakkında bir bilgi edinilemedi. Ancak, şehrimizde neşredilmiş 29 Mayıs 1904 tarihli «MASİS» adlı mecmuada tesadüf ettiğimiz Hayk Nikoğosyan imzalı bir yazıda, onsekizinci asrın başlarında, Çalgıcıyan tarafından, Kitabı Mukad-dse'den alınan bir tema üzerinde çizilen bir tablonun, 1904 yılı başlarında İstanbul'da bir Amerikalı tarafından yüksek bir fiatla satın alınıp New York'a gönderildiği bildirilmektedir.

Kevork PAMüKCUYAN

ÇALGILI KAHVEHANELER — Eski yangın tulumbacılığı .âleminde, çok önemli hatıra bırakmış, tulumbacılık edebiyatının gelişmesinde, yazılmasında, tulumbacılar arasından mâ" ni, semaî, koşma, destan söyleme, okuma yolun-* da pek çok büyük şöhretleri yetiştirmiş olan çalgılı kahveler dâima bu ismi taşıyan kahvehaneler olmayıp, müşteri ayak takımı, bu arada tulumbacılar olan kahvehanelerde senede bir defa ramazan ayında kurulur, yapılırdı. Bu satırların yazarı Üsküdarlı Destancı Vâsıf Hiç, yirmi ramazan, tam yirmi sene Üsküdarda, Galatada ve istanbul'da çalgılı îkahve yapdım, hamdolsun hepsini arife akşamı yüzümün akı ile kapamışım-dır. Tulumbacılığın çalgılı kahveleri üzerine, çok yazı okudum, hemen hepsi, şundan bundan dinlenilerek kaleme alınmışdır, hepsi yanlışdır, hattâ içlerinde pervasız kalemlerden çıkmış uydur-



ÇALGILI KAHVEHANELER

3684 *-

tSÎANBÜL

ANSİKLOPEDÎSİ

— S685 —

ÇALGILI KAHVEHANELER




ma olanları vardır. Bu İstanbul şehri kütüğüae bu maddenin tesbiti nâçiz kalemime nasîb olduğu için Cenabı Hakka fahr ile hamdederim; bilmediğini bilip, görmüş gibi anlatan muharrirlere de hem şaşar, hem acırım.

Ramazanlarda çalgılı kahve yapmak İstaıı-bulumuza, İstanbulda kia tulumbacıların çıkıp oturdukları ^kahvehanelere has bir âdet idi. Çalgılı kahve yapma âdetinin evvelâ Selanik şehrinden çıkıp İstanbula geldiğini, ve İstanbulda da tulumbacı kahvehanelerine yerleşdiğini söyleyenler vardır. Ne dereceye kadar doğrudur bilemem, Selânikden çıkmış olsa da inkişâfını, şatafat ve revnakını İstanbul'da bulmuşdur.

Bir tulumbacı kahvehanesini ramazanı şerif-de yalnız bir ay için çalgılı kahve Mline koyup işletecek kimsenin o kahvehanenin kahvecisi olması şart değildi. Bu işde kendisine güvenen, görgüsü ve.tecrübesi olan herhangi bir kimse kahvehaneyi işleten kahveci ile anlaşır, ona da açıkdan bir menfaat, pay temin eder, bir ay sürecek çalgılı kahveyi açardı. Hattâ çalgılı kahveyi açanın tulumbacı olması da şart değildi; tulumbacılarla ülfet ve aşinalığı olması kâfi idi. Meselâ ben, ömrümün nice yıllarını tulumbacılarla düşe kalka geçirdim, ve tulumbacılardan cânımdır diye sevdiğim nice dilâver şehbazlar olduğu halde, tulumbacılığa heves etmedim, akran ve emsalime uymadım, mintan ve dizlik giymedim, sandık kolu altına girmedim ve tam yirmi ramazan çalgılı kahve yapdım.

Çalgılı kahvehaneyi işletecek olan kimse «Surre» alayının ertesi günü hazırlanmağa başlardı. Elvan kâğıtlardan zincirler ve güller yapılır, ve kahvehanenin tavanı, tek tahtası bile gö-rünmiyecek kadar güllü göbekler, yahut beşik örtüsü tarzında kâğıt zincirlerle donatılırdı. Bir köşede çalgıcılara mahsus bir yer ayrılır, buraya da, yerden yüksek, şanomsu bir sed yapılır, güzel resimler asılırdı; meselâ «Uyuyan sultanı öldürmeye gelen arab delikanlı (Othello)», .«Maşukasını gemiye bindiren kız (gibi oğlan (Helenayı kaçıran Paris)», «Maşukasını kucağına alıp dereden geçiren çoban (Paul ve Virginie)», «Isfahan Pâdişâhının şehzadesi Kamercan (B.: Çakmakçılar yokuşundaki resimci dükkânı)», «Su başında yüzünü seyreden güzel çoban (Narcisse, Narsis)», «Kız kulesi», «Fener bağçesi»; bu arada semtin tulumbacılarını sandık etrafında toplu gösteren büyütülmüş bir fotoğraf da unutulmazdı; muhakkak bulunurdu. Ayrıca en azdaû üç, dört dâ-

ne büyük ayna asılır, bu resimlerin ve ayna ların
etrafı da rengârenk kâğıd güller ve zincirlerle süs
lenirdi. :

Ramazanı şerif olduğu için kahvehanedeki masaların hepsi kaldırılır, ufak iskemleler hazırlanarak kahvehaneyi bir tiyatro gibi o iskemleler dizilirdi.

Piyasada nam yapmış olanlarından en az dört çalgıcı (klarinet, Darbuka, Çifte nakkare, Zurna) ile anlaşılır, peyleri verilip, çalgıları ellerinden rehin gibi alınır ve kahvehanede kendilerine mahsus yapılan yerin arkasındaki duvara çakılmış çivilere asılırdı. Geceleri çalgı paydosunda çalgıcılar sazlarım alıp götüremezlerdi; çünkü mesleklerinde üstâd dahi olsalar, çalgıcıların çoğu huy edinmişdi, evvelce aldığı peyi kâr sayıp çalgılarını koltuk altı eder etmez ertesi akşam uğramazlar, çekilen bunca zahmetler boşa gider, yenileri bulununcaya kadar da kahvehane çalgısız kalırdı; çalgılı kahve yapdım diyen de halka karşı mahcub olurdu.

Ramazanın birinci günü akşamında, çalgılı


kahvehanelerin meraklıları ve tiryakisi müşteri
leri, teravihden sonra gelmeğe başlayıp yerlerini
tutarlardı. .

Çalgı, oyun havaları, şarkı ve türkü ile başlardı. Kahvehanenin çığırtkanı olan zat bir semai yahut divan okuyarak bir ramazan sürecek olan çalgılı kahveyi açardı; burada müşterilere hoş geldin yollu bir iki de mâni söyler ve kahveyi takdim ederdi; yani çalgılı kahvenin kimin tara-fmdan hazırlanıp işletileceğini/söylerdi; bu îşde hüner ve iktidar sahiplerinin şöhretleri o zamanlar bütün İstanbulu tutmuştu ki, isimlerinin zikri müşteriler üzerinde çok iyi tesir yapar idi, aslında ise çalgılı kahvenin kimin tarafından hazırlandığı, semtçe, ramazandan haftalarca evvel malûm olduğu gibi, tulumbacılık âleminde, ramazanlarda, kinlin nerede çalgılı kahvehane yaptığı da bilinirdi.

Çığırtğanm tulumbacı, tulumbacının da rı-çarlı kaçarlısı, afilisi, çalımlısı, bıçkını, dilbazı, vücud yapısı ve çehreden yana da erkeğin dilberi olması, hemen şart gibiydi.

Çalgılı kahvehanelere, şabıemred (yüzüne ustura değmemiş) bulunmamak şartile arzu buyuran her sınıf halk gelebilirdi; fakat has müşterileri tulumbacı, araba sürücüsü, sandalcı, kayıkçı, hammal, hamam ve fırın uşakları gibi ayak takımı ile bunların uçarı çapkın ve kabadayı kısmı idi. Ağırbaşlılar, kahveciye ve etrafa usulden o-

lan selâmı verdikten sonra bir köşeye çekilip okuyanları sükûnetle dinlerlerdi. Kapıda bulunan karşılayıcılar kendisini kurtarmamış gençleri içeri sokmazlardı.

En ele avuca sığmaz bıçkınlar ise, caketler omuzda, fesler yar tekmesi (bir tarafı çukurlaş-tırılmış) yahut yardan ayrıldım (üç köşesi kırık), kuşakların uçları bir karış kadar sarkıtılmış, ve daha ileri gidilerek bıçağın sapı "kuşağın içinde a üç dört santim çıkarılmış, oturanları süzerek ve o ağırbaşlı, feleğin çemberinden geçmiş kâmillere istihkarla bakarak yerlerini alırlardı; ki bu takımdan çoğunun peşinde bir zabıta memuru dolaşır ve bir vakaya sebep olmaması için göz hapsinde tutulurdu; fakat aslında da onlar kuru patırtıdan başka birşey yapamazlar ve umumiyetle çıkardıkları«çıngar» da kendileri rezil olurlardı.

Çalgılı kahvehanelere kibar ve ricalden de nice kimseler gelirlerdi ki, kendilerini göstermiye-cek bir köşeyi tutarlar, söyliyenleri arifane dikkatle dinliyerek, okuyanı takdirle - kalkarlar takdir mevkiinde de bir temenna ile taltif edip giderlerdi.

Çalgılı kahvehanelerde çığırtğan söyledik-den sonra ağır başlılardan, ya kendilerinden ya-hud yanlarında getirdikleri bir söyîeyici varsa semaî, divan, koşma, mani her ne ise birşey okurdu, ö muhitin tâbiridir, «el elden üstündür arşa varınca», kendisi çığırtkandan daha kudretli olsa bile «irfan icabı» çığırtkanı takdir ile karşılayan bir kaç sözü de okuduklarına karıştırırdı, kopuk kabadayı güruhu ise;

Karanfilsin kararın yok. Konca gülsün umarın yok.

gibi söylene söylene bayatlayıp çürümüş mani ve koşmalarla benlik ;iddiasmda bulunanlar, taklid yollu düzdükleri mânâsız şeylerle kendilerini dev aynasında görerek bir gürültü, hır çıkarmağa yel-tenirlerdi. Gerçi yapmak istedikleri yolsuzluklar kendilerine pahalıya mal olur, fakat nice emeklerle ve fedakârlıklarla kurulan çalgılı kahvehanede, henüz masrafının dörtte birini bile çıkarmadan zabıtaca kapatılır, müessisi cezaya çarptırılırdı.

O zamanlar, görenek icâbı, İstanbulda binlerce manici vardı. Mektep çocukları arasında bir iki semaî ve mani düzmeğe özenmeyen yok gibiydi. Hatırlayabildiğim en şöhretli isimler şunlardır:

Mektebi Harbiyeli Emin Şah, Üsküdarlı ke-tebeden Hakkı Bey, Tıbbiyeli İsmail Hakkı, Haddehaneden Kulaksızlı Mustafa Refik, Haddehane-

Unkapanlı Bodur Tevfik ve kardeşi Bodur Şevki, yine Haddehaneden Yusuf ile Balatlı Ed-hem, Tersane Sibyan Taburundan Arap Şerefed-din, Baytarlı Haşmet, Defterdarh tulumbacı Çiroz 'Ali, Zeytinburunlu Zil İzzet, Mustafa Râzi, Üsküdarlı Arab Hüsnü, Beşiktaşlı Muammer, Bey-kozlu Kâtip Salih.

Mekteb görmemiş ezberci manicileriu meşhurları: Hârâbat Halil, Üsküdarlı Arab Şükrü Reis, Kayıkçı İbrahim, İshak Ağa, Bekçi Ahmet, Kulaksızlı tulumbacı Çıtak, Hasköylü ermeni Ham-par, Üsküdarlı Karebet, Balat hamamından An-don.

Manicilik kolay görünürse de, fakir beceremediğinden olacak ki (bana zor gelir. Ezbere ma-nicilik fikrimce hiç bir kıymeti haiz değildir. Söyler söyler biter, sarfedecek sermayesi bitince de hem mat, hem de pişman olur.

İrticalen mani söylemeğe gelince, karşılıkh açılan «ayak» her ne ise, hava yapılıncaya kadar satırı zihninde tecelli ettirir ve söyler, bu da umman gibi tükenmez bir sermâyedir. Güreş meydanında mağlûp olan bir pehlivan alayın bir köşesinden iz bulur çıkar amma kahvehanede mat olan bir manici derhal kaçayım dese bile kapıdan çıkıncaya kadar, izzeti nefis sahibi ise hayli ter döker.

Çalgılı kahvehanelerde bir çerçeve içinde, bir de maammâ tanzim edilip asılırdı; halledecek zâte de bir mükâfat vâdedilir ve bu mükâfat da mutlaka verilirdi; fakat şu şart ile ki «maammânız şudur!» demek kâfi değildi, maammayı asan zâti mâni Ue de mat etmek gerekti. Bir asır kadar evvel Demirkapıda ve Çenberlitaşta sıra ile saz âşıklarının maammâ kahvehaneleri de yapılırmış. Yetişip görmedim, görenlerden dinledim; saz âşıklarının maammalarını'bilirim. Astıkları maammalara müşterileri taşlamak, yani medhüsenâ etmek gibi usullerle para toplarlar ve bu paraları balmumu ile maammanın çevresine yapıştırırlardı. Açıktan halleden olursa toplanan bu parayı alırdı, olmazsa diğer bir yere giderlerken aralarında taksim ederlerdi. Maniciler gibi, bunların da çoğu ezbercilerdi.»

Adam aman... arife

Bir işaret kâfidir hakşinasan arife

Vâkıf olmaz her kişi hakkıile meârife!..

Çalgılı kahvehanelerde duhuliye madenî para zamanında 20 para idi, fakat yirmi para veren, koca kahvehanede yirmi kişi çıkmazdı. O zamanın örf ve âdeti veçhile yirmi para bırakmak ayıp sayılırdı. Bir kuruş, ikilik-çeyrek bırakanlar çok o-

ÇALGILI KAHVEHANELER

3686 —


ISTAJSlBÜL

ÂMSİiLLOPEDlsİ

368? --r

ÇALIM



iurdu. Hattâ bir semtten toplanıp birkaç kişi gelenler üç beş gümüş mecidiye bırakıp çıkarlardı ki, bu da kanaatle çok para idi,

Meşrûtiyetden evvel ramazanlarda çalgılı kahve yapılan en meşhur tulumbacı kahvehaneleri şunlardı:

Defterdar İskelesinde Kâhya İsmailin kahvesi, Balat tulumbacı kahvesi, Küçük Mustafapaşa-da tulumbacı kahvesi, Cibâli tulumbacı kahvesi, Unkapanı kahvehaneleri, Bayazıdda köşklülerin kahvesi, Direklerarasındaki çalgılı kahvehaneler, Gedikpaşada arabacılar kahvesi, Çukurçeşmede Taşhan kahvesi, Yusufpaşada Cimbon Alinin kahvesi, Şehremini Saraymeydamnda Pehlivanın kahvesi, Mevlevihane tulumbacı kahvesi, Karagüm-rükte Uzun Ahmedin kahvesi, Kasunpaşada Kâtip ömerin kahvesi, Horhorda Abdullahın kahvesi, Horhorda Kürd Şerifin kahvesi, Uzunyolda Tosunun kahvesi, Çeşmemeydanmda Hurşidin kahvesi, Yüksekkaldırımda umumhaneler karşısında Yüksek Kahvehane, Hendek tulumbacı kahvesi, Beşik-taşta Paşanın kahvesi, Samanpazarı kahvehanesi, Üsküdar iskelesi meydan kahvesi, Pangaltıda Kalfanın kahvesi.

Bunların içinde en namlısı da Hendek kahvehanesi idi. Faik Bey adında bir tulumbacı tarafından donatılırdı. Güzellik ve ferahlık itibarile de Paşanın kahvehanesi üstüne yoktu.

O hır gür ocağının, her yıl, Hakkın inayeti ve müdavimlerinin bu nâçize olan hüsnü muhabbetleri sayesinde gürültüsüz ve lekesiz olarak sona ermesi müyesser olmuştur. Ekser kahvehanelerde ramazanı şerifin ortasına bile varmadan bir kavga çıkar, zabıta kapatırdı. Zira müdavimlerinin ekseriyetini çapkın teşkil ederdi. Aşağıdaki dîvan ve ayaklı maniler bir ramazan gicesi, bu Vâsıf ile boy ölçüşmeye kalkan ezberci manicileri mat ettiğim irticalen söylenmiş şeylerdir, biri «aşk» üzerine, öbürü de «göz» üzerinedir:

| _

DÎVAN


Bende benlik koymadı hiç zerreveş cananı aşk Eylemez asla tekebbür kimde var imânı aşk Kasn dilde bir virane hükmü kalmaz devr ile Böyledir bezml ezelden hazret! fermanı aşk

*

Her gönülde başka başka cilveler eyler zuhur Fetheder varlık hlsar'm hâcel fermanı aşk Terki candır yâr için âşıkların âh etmesi Böyle bir pâzan sırdır kâmile meydânı aşk



*

Men areften ders alanlar her ne varsa boş görür Kâmil eyler şeş cihetten âdemi tekim aşk

Ağlamaktan ağla Vâsıf çâresi bu yârenin Gösterir muhlislere didânnı sultânı aşk

MÂNİ


Adam aman... Aşkı var... Habîbinin yüzünden kıldı Allah aşkı var Feryâd eder ben gibi kimin dilde aşkı var...

, 2

DÎVAN


Nazarsâz oldukça farukaane gâhi gözlerin Münhasif eyler gider hurşîdü mâhı gözlerin Bir nlgâhı âteşîininden alır âteş kulûb Nerden almış bu runıuzüfken nigâhı gözlerin

*

Hem güler, hem tir atar üftadekânın bağrına Aşık öldürmek ile olmuş mubahî gözlerin.. Tîri müjgân âh... Mazlûmana döktü kaanımı Hiç zâlim bilmiyor havh ilâhî gözlerin Kaatili can olduğun ispata hacet var mıdır Gösterir hûnîliği zîrâ kemâhi gözlerin



MANi

Adam aman gözlerim... Ağlamaktan boyandı al kanlara gözlerim O al kanlı gözler ile gözlerini gözlerim i..

Yirmi yıl boyunca yanımda gezdirdiğim çığırtkanlar lâkabiarı ile dahi güzel güzel tulumbacı "civanları olmuşdur; yukarda da kaydettim, çığırt-ganm cazibesi çalgılı kahvehaneye ayrı bir havâyi muhabbet, verir içli ki o hava da şâirleri coşdurur-du. Birinin çağı azıcık geçdikde yenisi yerini almak yedi nefer çığırtgammın isimleri şunlardır: Baygın Mehmed (LYsküdarh araba sürücüsü), Telli Meh-med (Üsküdarlı yorgancı kalfası), Fesleğen Hasan (Boşda gezer, şuna buna çıraklık yapar, Şum-nu muhacirlerinden bir çocuk, Toygartepesi sandığında uşak idi), Topuklu Ali (Üsküdarlda Balaban büyük iskelede kayıkçı), Filiz Ahmed (Tophaneli, Yamalı Hamamın kahve ocağında çırakdı, Hendek sandığı uşaklarından), Yavrum Ahmed; (Haddehâneli, aslı Kadırga Meydanlı), Güllü Mustafa (Aslı İneboiulu, Azabkapusu kayıkçılarından, Balkan Harbinde şehid oldu).


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin