Azmzâdeler'den bazıları çerde* baş-buğluğu, mutasarrıflık, mîrâhur*luk ve vaiilik görevlerinde bulunmuşlar, emîrü'l-hac olarak hizmet etmişlerdir. Vak'anü-vis Ahmed Vâsıf Efendi, 1725'ten 1800'e kadar bu aileden otuzdan fazla vezir ve mîr-i mîran* çıktığını kaydetmektedir {Târih, I, 230). Azmzâdeler'den ilk Şam valisi ve emîrü'1-hac olan kişi İsmail Pa-şa'dır. Onun babası ise "vezîr-i ekber Azm" olarak anılmaktadır. İsmail Paşa'nın ardından kardeşi Süleyman Paşa 14 Ocak 1734'te Şam valisi oldu. Daha sonra İsmail Paşa'nın oğlu Esad Paşa 1743'-ten 17S7'ye kadar Şam valisi ve emîrü'l-hac olarak görev yaptı. Fakat vazifesini suistimalden dolayı 17S7'de idam edildi. Yine bu aileden olup Halep ve Say-da valiliklerinde bulunan Mehmed Paşa 1771'de Şam valiliğine ve emîrü'1-hac makamına getirildi. 1772-1773 yılları arasında ise bir yıl kadar Karaman valiliği yaptıktan sonra tekrar eski görevine tayin edildi ve ölümüne kadar burada kaldı.
Azmzâdeler genellikle Suriye bölgesinde olmak üzere Şam, Halep. Bağdat, Rakka, Kudüs, Sayda, Trablusşam, Yafa, Cidde ve Mısır'da; Anadolu'da Karaman, Konya, Maraş, Sivas, İçel, Trabzon, Diyarbakır, Afyonkarahisar'da, ayrıca Rodos, Limni, İstanköy ve Rumeli'de görev yaptılar. Suriye bölgesinde uzun süre bulunmalarından dolayı arşiv vesikalarında "Arabistan vüzerâsı", 1725'ten 1807'ye kadar aralıklarla emîrü'l-hac olarak çalışmalarından dolayı da "ced-be-ced emîrü'l-hacdırlar" şeklinde anılmışlardır. Azmzâdeler Suriye'de görev yaptıkları sırada göçebe Arap kabilelerinin
350
çıkardığı huzursuzlukları önlemişler, ayrıca Lübnan'da Zahir el-Ömer. Mısır'da Bulutkapan Ali Bey ve Mehmed Zeheb isyanlarına karşı mücadele etmişlerdir. Bundan başka Napolyon'un Suriye harekâtı sırasında Azmzâde ailesinden Abdullah Paşa'nın bölgeyi savunmada hizmeti geçmiştir.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra ailenin Araplaşmaya başladığı ve Arap milliyetçilik hareketleri sırasında aile mensuplarının bazı teşebbüslerde bulundukları görülmektedir. Bununla birlikte bu davranışı tasvip etmeyen ve karşı çıkan Azmzâdeler de vardır. 1915'te Osmanlı Meclis-i Meb'ûsanı'nda Şam mebusu olarak bulunan Azmzâde Mehmed Paşa buna bir örnek teşkil eder. Onun, Arap milliyetçilik hareketlerinde önemli rol oynayan Refik Bey el-Azm ve Hakkı el-Azm'ın idamı üzerine ilâhî adaletin yerini bulduğunu söylediği ve aile fertlerinden böyle utanç verici davranışlarda bulunanların çıkmasından dolayı duyduğu üzüntüyü dile getirdiği bilinmektedir. Yine bu aileye mensup olup 1956'-da Suriye Savunma bakanı olan Hâlid el-Azm ihtilâlden sonra Şam'daki Türk elçiliğine sığınmıştır. Suriyeli tanınmış edip ve şair Cemil el-Azm (o. 1933i da bu aileye mensuptur.
Bazı aile mensupları halen Suriye'de yaşamakta olan Azmzâdeler, görev yaptıkları yerlerde hanlar, hamamlar, çeşmeler, kuyu ve kulelerle pazar yerleri ve daha başka hayır eserleri meydana getirmişlerdir. Şam'daki Azmzâde Esad Paşa Köşkü bugün müze olarak kullanılmaktadır. Aynı şehirde bulunan Türk elçiliği binasının bir bölümünün mülkiyeti de daha önce Azmzâde Hâlid'e aitti.
BİBLİYOGRAFYA:
BA. Cevdet-Dâhiliye, nr. 329, 770, 898, 1202,4827.9963, 10116, 10671, 15860, 16541, 17099, 25699; BA. HH, nr. 777, 826, 978, 981, 1031, 1169, 1192, 2288, 3766, 3847, 4692, 5069, 5161, 5174, 5183, 5189, 5318, 5319, 5321, 8228, 8409, 9811, 10316, 10717, 11748, 12333; Şem'dânîzâde, Mûri't-teuârih (Aktepe), U/A, s. 11, 13-14, 38; U/B, s. 102; Enverî, Târih, İÜ Ktp., TY, nr. 5994, vr. 231", 232Bb, 233a, 335"-b, 336ab, 350"; Vâsıf. Tarih, I, 230; II, 177-178, 267; a.tnlf.. Târih (ilgürel), s. 43-44, 136-137; Cevdet, Tarih, I, 248; II, 32. 38-39, 114, 295-393; Âliye Dîuân-ı Harb-i Örfîsinde Tedkîk Olunan Mes'eie-i Siyâsiyye Hakkında îzâhât, İstanbul 1332, s. 20, 40; Cemal Paşa. Hâtıralar, İstanbul 1977, s. 316-317; Abdülke-rim Râfiq, The Proumce of Damascus, 1723-1783, Beyrut 1966, s. 56, 85-94, 108, 160-161, 200-295, 301-315; Shimon Shamir, "As'ad Pasha al-'Azrn and Oltoman Rule in Damascus (1743-58)", SSOAS,XXVI (1963), s. 1-28.
m Ali Karaca
azrA
(bk.VAMlKveAZRÂ).
AZRAİL
Dört büyük melekten can almakla görevli olanı.
Ahd-i Atîk'te Ölüm Tann'nın gönderdiği bir meleğin faaliyeti olarak kabul edilmektedir. Rab ile İsrâiloğullan arasındaki diyalogu sağlayan "rabbin meleği" (Yahve'nin meleği) insanların ölümle cezalandırılmasında zaman zaman görev almakta (11. Krallar, 19/35; 1. Tarihler, 21/ 15), bu işi yapan melek bazan da "helak edici" (Çıkış, 12/23; 11. Samuel, 24/16) diye adlandırılmaktadır. "Ölüm melekleri" (mal'ake ha-mawet) ifadesi ise sadece bir yerde zikredilmektedir (Süleyman'ın Meselleri, 14/ 16). Rabbiler (yahu-di din bilginleri) "ölüm meleği" (mal'ak ha-mot) kavramını Mezmurlar'daki (89/48) ifadeyle temellendirmişlerdir. Rabbiler'e ait eserlerde ondan fazla ölüm meleği adı yer alır ki bunlardan biri de Azrael'-dir. Yahudilik'te ölüm meleğinin yaratılışın ilk gününde var edildiğine inanılır. Mekânı göklerde olup on iki kanadı vardır. Ölüm anında kılıcını çekmiş olarak kişinin baş ucuna gelir. O, Mesih tarafından yok edilecektir. Yahudi geleneğine göre Ölüm meleği, ruhunu almak üzere Hz. Musa'ya geldiği zaman Mûsâ onu reddetmiş ve onun ruhu Tanrı tarafından alınmıştır (JE, IV, 480-481). Daha ayrıntılı olmak üzere benzer bir rivayet de hadislerde yer almaktadır (Buhâ-rî, "Cenâ'iz", 69, "Enbiyâ3", 31 ; Müslim, "Fezâ'ü", 157, 158). Hıristiyanlık'taki umumi melek inancı Yahudilik'ten alınmadır. Bu sebeple onlarda da Ölüm meleğinin varlığına ve görevlerini ifa edişine Yahudilik'te olduğu gibi inanılmaktadır (Michl,l, 511).
Azrail kelimesi muhtemelen İbrânîce asıllı olup Kur'ân-ı Kerîm'de ve sahih hadislerde geçmemektedir. Secde sûresinde (32/11] insanların canını almakla görevli olan melekten "melekü'1-mevt" (ölüm meleği) diye bahsedilir. Hadislerde de "melekü'1-mevt" tabiri geçmektedir IBuhârî, "Cenâ'iz", 69, "Enbiyâ3", 31; Müslim, "Fezâ'il", 157, 158; Tirmizî, "Tefsir", 7; İbn Mâce, "Cihâd", 10; Müsned, 11, 269, 351; IV, 287; V, 395). Ancak ilk iki halife döneminde müslüman olan Kâ'b el-Ah-bâr ile Vehb b. Münebbih gibi şahıslardan nakledilen İsrâiliyat arasında Azrail
ile ilgili bazı rivayetler de tefsir kitaplarına girmiştir. Ebü'l-Leys es-Semerkan-dfnin ölüm meleği hakkında verdiği bilgiler {Hakâ3tku'd-deka3ik, s. 507) bu nevi rivayetlerdendir. Secde sûresinde ve öteki bazı âyetlerde can almakla görevli melekten tekil sigasıyla bahsedildiği halde diğer âyetlerde (el-Enfâl 8/50; en-Nahl 16/32-33) çoğul şekliyle (melâike) bahsedilir. Bu sebeple Azrail'in ruhları almakla görevli melekler topluluğunun reisi olduğunu veya meleklerden yardımcıları bulunduğunu söylemek mümkündür. Nâziât sûresinin baş tarafında geçen (79/1-2) "nâziât" (çekip çıkaranlar) ve "nâşitât" (incitmeden alanlar) kelimelerinin ölüm melekleri (nâziât kâfirlerin ve günahkârların, nâşitât da müminlerin canlarını almakla görevli melekler) mânasına geldiği görüşü kesin değildir. Çünkü mü-fessirlerin kanaatine göre aynı kelimelerin ruhları, yıldızları, gazileri veya onların atlarını nitelendirmiş olması da mümkündür.
Kur'an'da ölüm meleğinin can almakla görevli olduğu açıkça belirtilmekle birlikte (es-Secde 32/11) bu fiil, her işin gerçek faili olan Allah'a da nisbet edilir (ez-Zümer 39/42). Nitekim başka âyetlerde (el-En'âm 6/61; el-A'râf 7/37) ölüm meleklerinden "elçilerimiz" (rusulünâ) diye bahsedilmektedir. İbn Mâce'nin rivayet ettiği bir hadise göre ise ("Cihâd", 10) ölüm meleği bütün ruhları almakla görevlendirilmiştir. Yine Kur'ân-ı KerînY-de belirtildiği üzere ölüm melekleri, kötülüklerden korunan müminlerin ruhlarını alırken şefkat ve nezaketle hareket ederler ve kendilerine selâm verirler (en-Nahl 16/32); kötülük işlemek suretiyle kendilerine zulmedenlerin canlarını alırken de yüzlerine ve arkalarına vururak onlara karşı sert ifadeler kullanırlar (el-Enfâl 8/50; Muhammed 47/27; en-Nisâ 4/97; el-A'râf 7/37).
Kur'an ve sahih hadislerde Azrail hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. Bundan dolayı A. J. Wensinck gibi bazı âlimlerin ölüm meleğini tasvir biçimi, onun gücü, bulunduğu yer, canlıların ruhunu alış şekli ve zamanı hakkındaki iddiaları (bk. ÎA, II, 156-157; E!2 |İng;|, IV, 292-293) İslâmî değildir. Ölüm gibi çok önemli bir hadise etrafında insanlık tarihi boyunca oluşan ortak yorum ve yakıştırmalardan ve kısmen de İsrâiliyat'tan İbaret olan bu tür rivayetler bazı müslüman müellif ve ediplerin eserlerine de girmiştir. Nitekim Türk edebiyatında ve halk hikâyelerinde de Azrail motifi aynı unsurlarla işlenmiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
Müsned, II, 269, 351; IV, 287; V, 395; Bu-hârî, "Cenâ3iz"r 69, "Enbiyâ5", 31; Müslim, "Fezâ'ü", 157, 158; İbn Mâce, "Cihâd", 10; Tirmizî, "Tefsir", 7; Mukâtil b. Süleyman, et-Tefsîrü'i-kebîr, Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp., Hüseyin Çelebi, nr. 27, vr. 1283, \89-b, 266"; Taberî. Tefsir, Kahire 1388, I, 203; XXI, 97-98; XXX, 27-29; Ebü'l-Leys es-Semerkandî, Hakâ'iku'd-dekâ* ik (lohn Mac-donald, "The Angel of Death in Late fslamic Tradition", içinde), AS, 111/4 (19641, s. 507-513; krş. Abdürrahîm b. Ahmed el-Kâdî, De-kâ*iku'l-ahbâr ft zikri'l-cenneü ue'n-nâr, Beyrut 1404/1984, s. 9-16; Zemahşerî, el-Keşşâf Kahire 1387/1968, III, 242; IV, 212; Fahreddin er-Râzî. Tefsir, II, 163; XXXI, 27-32; Beyzâvî, ■ Enuârü'L-tenzîl, Kahire 1388, II, 536; Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, Ankara 1979. s. 248, 300; L. B.. "Death Angel of", JE, IV, 480-482; "Azrail", TA, IV, 446-447; J. Mİchl. "An-gels", hem Cathotic Encydopedia, Hew York 1967, I, 509-514; A. J. VVensinck, "'Izrâ'ıl", E\? (ing.l, IV, 292-293; a.mlf. - [İdare], "'îzrâ'îl", UDMİ, XII], 314-315; a.mlf. - Halim Sabit Şi-bay, "Azrail", İA, II, 156-157.
ttl Ahmet Saim Kılavuz AZRİYYE
Hâricîler'den İbn Azre'nin
fikirlerini benimseyenlere verilen ad
(bk. HARİCİLER).
AZUDÜDDEVLE
(bk. ADUDÜDDEVLE).
AZZÂM, Abdurrahman
Abdurrahman b. Hasen
b. Salim b. Azzâm
(1894-1976)
Mısırlı ilim, fikir ve devlet adamı.
8 Mart 1894'te Mısır'ın önemli yerleşim merkezlerinden Cîze'nin Sübek köyünde doğdu. Ailesi daha sonra kendisini okutabilmek için Hulvân'a yerleştiğinden ilkokulu orada bitirdi. On beş yaşında İken babasını kaybetti. Orta öğrenimini Cîze Saîdiyye Medresesi'nde tamamladı (1912).
İngiliz işgali altında bulunan ülkesinin fakirlik, cehalet ve hastalık gibi düşmanlarını yenmeden hürriyete kavuşamayacağına inanan Abdurrahman Azzâm, tıp tahsil etmek üzere aynı yıl Londra'ya gitti. Ancak ders yılının sonlarına doğru gazetelerden. Balkanlar'daki Bulgar, Sırp ve diğer hıristiyanlann vahşice cinayet-
ler işlemeye başladıklarını, buralardaki camilerin kiliseye çevrildiğini, müslüman halkın yerlerinden ve yurtlarından kaçmak zorunda bırakıldığını, hatta binler-cesinin öldürüldüğünü okuyunca tahsilini terketti ve devam etmekte olan II. Balkan Harbi'nde Osmanlı ordusu saflarında yer almaya karar verdi. Arnavutluk yoluyla İstanbul'a, oradan da Edirne'ye geçti. Burada Enver Paşa ile tanıştı ve kendisinden yakın ilgi gördü. 1913'-te Edirne'nin Bulgar işgalinden kurtarılmasında önemli hizmetleri görülerek askerî nişanla taltif edildi. Bir ara İstanbul Üniversitesi'ne kaydını yaptirdıysa da devam etme fırsatı bulamadı. 1. Dünya Savaşı'nın başlamasından birkaç ay önce Mısır'a döndü. Kısa bir süre sonra İtalya'nın İtilâf devletlerine katılmasıyla Trablus Harbi'ne iştirak etmek üzere Libya'ya (Berka) geçti Iİ915) ve orada çeşitli savaşlarda bulundu. Emir İdrîs es-Senûsî, Ömer el-Muhtâr ve bölgenin istiklâlini ilân eden diğer liderlerle sağlam dostluklar kurdu. Onların müşterek gayretleriyle Trablus Cumhuriyeti ilân edilince italya bu yeni devlete savaş açtı (1918). Abdurrahman Azzâm, silâh temin etmek maksadıyla bu sıralarda birkaç defa.Almanya'ya ve İstanbul'a gidip geldi. Bu faaliyetleri sebebiyle İngilizler onun Mısır'a girmesini yasaklarken İtalyanlar da hakkında idam kararı çıkardılar. Mısır istiklâlini ilân ettikten sonra, sekiz yıl savaştığı Libya'dan Ömer el-Muhtâr ile birlikte ülkesine döndü (1923). İki yıl misafir ettiği Ömer el-Muhtâr, ileri yaşına rağmen vatanına gidip cihad etmek isteyince ona gerekli silâh ve malzemeyi temin ederek Libya'ya geçmesini sağladı.
351
Mısır anayasasının ilânından sonra yapılan ilk milletvekili seçimlerine katıldı ve parlamentonun en genç üyesi oldu. Mecliste özellikle askerî meselelerde otorite olduğunu kabul ettirdi. Çeşitli temaslarda bulunmak üzere bir parlamento heyetiyle Rio de Janeiro'ya (1927), bir iktisat heyetiyle Brüksel'e (1929), bir ziraat heyetiyle de Romanya'ya gitti (1930), Mısır'ı temsilen katıldığı Kudüs'te toplanan Filistin Konferansı'nda (Aralık 1931) yaptığı ve büyük bir ilgiyle karşılanan konuşmasında, Trablus'u işgal eden ve Ömer el-Muhtâr'ı uçaktan atarak şehid eden (16 Eylül 1931) İtalya'yı ağır bir dille kınadı. Bu sırada Filistin'i mandası altında bulunduran İngilizler bu konuşma sebebiyle onu Kudüs'ten çıkardılar. Bu olay üzerine Arap birliği fikri konusundaki çabalarını yoğunlaştırdı ve büyük yankılar uyandıran bazı yazılar kaleme aldı.
Mısır'ı temsilen İslâm ülkelerinde çeşitli görevler yaptı. 1936'da İrak, İran ve Suudi Arabistan'a, 1937'de Afganistan'a orta elçi tayin edildi. 1938'de Vakıflar ve Sosyal İşler Bakanlığı'na getirildi. Londra'da toplanan Filistin Konferansı'na katıldı (1939]. Aynı yıl Türkiye'ye orta elçi olarak gönderildi.
Abdurrahman Azzâm'in ingiltere'nin yanında yer almak isteyen Mısır hükümetine engel olması ve böylece devletin II. Dünya Savaşfna katılmasını önlemesi, Vakıflar ve Sosyal İşler bakanlığı sırasında iyi bir ordu kurmaya başlaması, önemli hizmetlerinin başında gelmektedir. 1942 yılına kadar başkumandanlığını bizzat yürüttüğü el-Ceyşü'I-murâ-bıt adlı bu ordu kısa bir süre sonra İngiliz entrikaları ile ilga edildi (1944).
Aynı yıl Dışişleri bakan yardımcılığına getirilen Azzâm 22 Mart 1945 tarihinde Arap Birliği'nin kuruluşunda önemli rol oynadı ve birliğin ilk genel sekreteri oldu. Bu sahadaki çalışmalarını yürütürken başta Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Roosevelt olmak üzere pek çok devlet başkanı ve devlet erkânı ile görüşmeler yaptı. I. Dünya Sava-şı'nda ve sonrasında cephede savaşarak savunduğu Libya'yı II. Dünya Sava-şı'ndan sonra da büyük devletlere karşı himaye etmeye çalışarak parçalanmasına engel oldu ve istiklâline kavuşuncaya kadar devletler arası düzeyde onu müdafaa etti. Abdurrahman Azzâm. Şîa ile Ehl-i sünnet arasında müsbet bir diyalogun kurulması için ciddi gayretler de gösterdi.
352
Abdurrahman Azzâm, Cemal Abdünnâ-sır ve Mısır ordusunun bazı kumandanları ile ihtilâfa düşünce Arap Birliği genel sekreterliğinden istifa ettiğini açıkladı (9 Eylül 1952). Bu istifa Arap âleminde büyük üzüntü ile karşılandı. Daha sonra Suudi Arabistan'ın Birleşmiş Milletler temsilciliğinde siyasî müsteşarlık görevini kabul etti. Önce Melik Abdüla-ziz, sonra da Melik Faysal'ın müsteşarı olarak uzun yıllar Suudi Arabistan'da kaldı ve bu ülkede önemli hizmetler gördü. Bazı diplomatik görüşmeler yapmak üzere gittiği Fransa'nın Cannes şehrinde 2 Haziran 1976'da vefat etti. Cenazesi Kahire'ye getirilerek Hulvân'daki mescidinde toprağa verildi.
Mısırlı tanınmış âlimlerden Abdülveh-hâb Azzâm'ın amcası olan Abdurrahman Azzâm, güçlü şahsiyeti, askerî, idarî ve siyasî dehasıyla tanınmış, İslâm ülkeleri arasındaki birçok önemli anlaşmazlığı çözmedeki başarısı sebebiyle de "Şey-hü'1-Arab" diye anılmıştır.
İngilizce, Fransızca ve Türkçe'yi iyi bilirdi. Yankılar uyandıran pek çok yazısı arasında el-cArab dergisinde yayımlanan "Geleceğin Milleti Araplar" (el-eArab ürnmetü'l-müstakbel) adlı ünlü makalesi daha sonraki yıllarda pek çok gazete ve dergi tarafından iktibas edilmiştir. Siyasî makaleleri el-Cihâd, ez-Ziyâ'', Mısır, Kevkeb, eş-Şark, ei-Belâğ, el-cArab ve Ehram gibi çeşitli gazete ve mecmualarda yayımlanmıştır.
Eserleri. 1. Botalü'l-ebtâi Hz. Peygam-ber'in hayatı ile ilgili olan ve Azzâm'ın Mısır radyosunda yaptığı konuşmalardan meydana gelen bu eser Kahire'de yayımlanmış (1357/1938) ve Büyükler Büyüğü Resûl-i Ekrem'in Örnek Ahlâkı ve Kahramanlığı adıyla Hayreddin Karaman tarafından Türkçe'ye de tercüme edilmiştir (istanbul 1971). 2. er-Risâletü'l-hâlide. İslâm'ın insanlık için yegâne saadet kaynağı olduğu ana fikrinden hareketle kaleme alınan bir eserdir (Kahire 1365/1946]. Pek çok dile çevrilen, Endonezya, Pakistan ve bazı Arap ülkelerinde ders kitabı olarak okutulan bu eser Hasan Hüsnü Erdem tarafından Ebedî Risâlet adıyla Türkçe'ye çevrilmiş ve Ah-med Hamdi Akseki'nin uzun bir mukad-dimesiyle birlikte yayımlanmıştır (Ankara 1948). Azzâm'ın bu eseri, Caesar E. Fa-rah tarafından The etemal message of Muhammed adıyla İngilizce'ye de tercüme edilmiştir (London 1979). 3. Müzek-kirâtü cAbdirrahmân cAzzâm (Kahire, ts.). Yakın dostu Cemil Arife bütün ay-
rıntılarıyla anlattığı ve bazı bölümlerinin ölümünden sonra yayımlanmasını istediği hâtıralarıdır.
BİBLİYOGRAFYA:
Abdurrahman Azzâm. Batalü'l-eblâl, Kahire 1357/1938; a.e., Büyükler Büyüğü Resül-i Ekrem'in Örnek Ahlâkı ue Kahramanlığı (trc. Hayreddin Karaman), İstanbul 1964; 1971; a.mlf.. er-Risâletü'l-hâlide, Kahire 1365/1946; a.e., Ebedî Risâlet (trc. Hasan Hüsnü Erdem), Ankara 1948; İstanbul 1961; Eşref Edib. Meh-med Akif-Hayatı, Eserleri oe 70 Muharririn Yazıları, İstanbul 1938, I, 139, 543; Vahîd ed-DâlF, Esrârü'l-câmi'ati'l-'Arabiyye üe *Abdur-rah.iy.an 'Azzâm, Kahire 1982; Cemil Arif, Mü-zekkirâtü cAbdlrrahmân cAzzâm, Kahire, ts. (el-Mektebetü'1-Misri'i-hadîs); Ahmed Atiyye-tulları, ei-Kâmûsü's-siyâsî [baskı yeri ve tarihi yok|, s. 777. m
ffil Fuat Güneı.
AZZÂM, Abdülvehhâb
Abdülvehhâb b. Muhammed
b. Hasen b. Salim b. Azzâm
(1894-1959)
Mısırlı edip, yazar ve doğu dillen âlimi.
Mısır'ın önemli yerleşim merkezlerinden Cîze'nin Sübek köyünde doğdu. Tahsiline dinî eğitimle başladı ve küçük yaşta hafız oldu. Bir süre Ezher Üniversite-si'ne devam etti, daha sonra Medrese-tü'l-kazâi'ş-şer'î'ye geçerek 1920 yılında buradan mezun oldu ve aynı okula hoca olarak tayin edildi. Bu sırada Kahire Üniversitesi'ne de devam ederek 1923'te Edebiyat ve Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Aynı yıl Londra'daki Mısır sefaretine imam olarak gönderildi. Burada görevliyken Londra Üniversitesi Doğu Dilleri Bölümü'ne girdi. Farsça, Türkçe ve Urduca öğrendi; 1928'de "Ferîdüddin At-târ'a göre tasavvuf" konulu bir mastır çalışması yaptı. Mezun olduğu Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde hocalık yapmak üzere Mısır'a döndü. Burada Fars edebiyatının önemli eserlerinden Şehnâme'nm Arapça tercümesi üzerine doktora çalışması hazırladı (I932|. Önce aynı üniversitenin Arap Dili ve Doğu Dilleri Bölümü başkanlığına, 1945 yılında da Edebiyat Fakültesi dekanlığına getirildi. Bir yıl sonra da Mecmau'1-luga-ti'l-Arabiyye (Arap Dil Akademisi) üyesi oldu. 1948'de Suudi Arabistan'a orta elçi olarak gönderildi. Sonra Pakistan'a, oradan da tekrar Suudi Arabistan'a büyükelçi tayin edildi (1954). Suud hükümeti tarafından Riyad Üniversitesi'ni kurmakla görevlendirilen Abdülvehhâb Azzâm
burada başarılı çalışmalar yaptı. Azzâm Riyad'da vefat etti. Cenazesi Mısır'a götürülerek Hulvân'da toprağa verildi.
Seyahatleri sırasında pek çok edip, şair ve âlimi yakından tanıma imkânını bulan Abdülvehhâb Azzâm bu sayede geniş bir bilgi ve kültür birikimine sahip oldu. Mısır'dan başka Suriye ve İrak Arap Dil akademilerinin de üyesi idi. Fransızca, İngilizce, Farsça, Urduca ve Türkçe'yi çok iyi biliyordu. Fars ve Türk dili ve edebiyatlarını Kahire Üniversitesi'nde i!k defa o okuttu.
Mehmed Akif Ersoy Hulvân'da bulunduğu sırada Abdülvehhâb Azzâm'ın onunla yakın komşuluk şeklinde başlayan ilişkileri giderek dostluğa dönüşmüştü. Nitekim o bu durumu, "Mehmed Akif'in Hulvân'da merhum prens Abbas Halim Paşa'nın yanında ve evime yakın bir yerde ikameti benim için büyük bir bahtiyarlıktır" şeklinde dile getirir. Akif'in bazı şiirlerini Arapça'ya çevirip neşrettiği gibi onun vefatı üzerine er-Risâle mecmuasında "İslâm Şairi Mehmed Akif" başlığı ile bir dizi makale neşretti. Mehmed Akif'i ve Muhammed İkbal'i ilk defa Arap dünyasına tanıtan da o olmuştur. Tâhâ Hüseyin, Kahire Üniversitesi'nde Farsça Öğretiminin onun sayesinde yerleştiğini ve oradan diğer üniversite ve enstitülere geçtiğini söyler.
Bir sûff olan Abdülvehhâb Azzâm'ın tasavvuf anlayışı, inziva hayatı yaşamak şeklinde değil aksine cemiyetin içinde İslâmiyet ve müslümanlar uğrunda mücadele vermek tarzında idi. İnanç esas-
ları, ibadet şekilleri ve hayat görüşü itibariyle İslâmiyet'in ifrat ve tefritten uzak ve insan benliğine en uygun din olduğunu söyler, müslümanların bu vahdet dininden uzaklaşmaması ve bütün insanlara örnek bir hayat tarzı sunması gerektiğini belirtirdi. Müslümanların kardeş olduğuna gönülden inandığı için Cem'iy-yetü'l-uhuvveti'l-İslâmiyye adlı bir cemiyet kurdu ve başkanlığını kendisi yaptı. Bu sebeple XX. yüzyılın ikinci çeyreğinde Mısır fikir hareketinin dinî, siyasî ve edebî sahalarında önemli hizmetler vermiştir.
Eserleri. Çeşitli sahalarda pek çok eser kaleme alan Abdülvehhâb Azzâm'ın eserleri şöyle sıralanabilir: Telifleri. 1. Zik-râ Ebi't-Tayyib bacde eli câm (Bağdad 1936; Kahire 1956], Mütenebbî'nin ölümünün bininci yıl dönümü dolayısıyla kaleme almıştır. Z. Muhammed İkbâl sî-retühû ve ielsefetühû ve şi'ruh (19541. 3. et-Taşavvuî ve Ferîdii'd-dîn cAttâr (Kahire 1945). 4. Rahalâîü 'Abdilveh-hâb 'Azzâm (Kahire 1939|. S. eş-Şevd-rid ev Hatarât câm (Karaçi 1953). Tasavvuf açısından dinî, ahlâkî ve içtimaî konulara dair yazdığı bazı makalelerden meydana gelmiştir. 6. Mehdü'l-'Arab (Kahire 1946). 7. Mevkı'u cUkâz (Kahire 1950). 8. el-Evâbid (Kahire 1942). 9. en-Nefehât (Kahire 1953). 10. Dîvânül-Meşûnî (Kahire 1954). Ömer Hayyam'ın rubailerine benzer 300 rubâîden oluşan bu eser onun felsefî görüşlerini yansıtmaktadır.
Tercümeleri. Farsça'dan yaptığı tercümeler: 1. Peyâm-ı Meşrık (Karaçi 1951, İkbal'den). 2. Darbü'l-kelim (Kahire 1952, İkbal'den). 3. Dîvânü'l-esrar ve'r-rumûz (Kahire 1956, İkbal'den). 4. Fuşûl mine'l-Meşnevî (Kahire 1946). S. Çehâr Makale (Kahire 1949, Arûzî'den, Yahya el-Haş-şâb ile birlikte). Türkçe'den yaptığı tercümeler: Celâl Nuri İleri'nin İttihâd-ı İslâm (İstanbul 1331) adlı eserini Hamza Tâhir ile birlikte İttihâdü'l-müslİmîn adıyla tercüme etmiştir (1920). Ayrıca Farsça ve Türkçe şiirlerden yaptığı seçmeler (muktetafât) muhtelif dergilerde yayımlanmıştır.
Tahkik Ettiği Eserler. 1. eş-Şehnâme (Kahire 1932], Bündârî tarafından Arapça'ya tercüme edilen Şehnâme'yi neşre hazırlamış ve esere değerli bir mukaddime yazmıştır. 2. Dîvânü'l-Mütenebbî (Kahire 1944). 3. Mecâlisü {resâ'ilü) eş-Şâhib b. cAbbâd (Kahire 1947, Şevki Dayf ile birlikte). 4. el-Varaka li-Muhammed b. el-Cerrâh (Kahire 1953, Abdüssettâr Ferrâc ile birlikte). S. Mecâlisü's-Sultân el-Ğavri (Kahire 1360/1941). 6. Keke ve Dimne (Kahire 1941).
Araştırmaları. Çeşitli ilmî kongrelerde tebliğ olarak sunduğu ve Mecelletü'l-Ma'hedi'l-*ilmî''nin muhtelif sayılarında neşrettiği (bk. Muhammed Mehdi Al-lâm, s. 188-189) başlıca araştırmaları şunlardır: "Şılâtü'l-luğati'l-cArabiyye ve'l-lu-ğâti'l-İslâmiyye" (Arapça ile Farsça, Türkçe ve Urduca'nın yakın ilgisi hakkındadır); "Esmâ'ü'l-'uşb ve'ş-şecer fî bevâdi'l-cArab"; "el-Elfâzü'l-Fârisiyye ve't-Türkiy-ye fi'Muğatn-'âmmiyye'l-Mışriyye"; "el-Elfâzü'l-'Arabiyye fı'l-lugâti'l-İslâmiyye ğayri'l-cArabiyye"; "Ahkâmü'l-kavâfîfi'l-inşâd"; "Te'şîru 'ulümi'l-lugati'l-'Arabiy-ye fi'1-bilâdi'l-İslâmiyye ğayri'l-cArabiy-ye"; "el-Fârisiyye fî kitabi Sîbeveyhi"; "eş-ŞiVü'l-^âmmî fî Necd".
BİBLİYOGRAFYA:
Eşref Edib, Mehmed Akıf-Hayatı, Eserleri ne 70 Muharririn Yazdan, İstanbul 1938, I, 138-144; el-KâmÛsü'i-lslâmî, V, 367; Ziriklî, el-A'lâm (Fethullah), IV, 186; Muhammed Mehdî Allâm, el-Mecma'iyyûn fî hamsine 'âmen, Kahire 1406/1986, s. 187-189; Mi3e şahşiyye Mışrİyye ve şahşiyyetü Şükrt el-Kâdî (nşr. el-Hey'etü'1-Mısriyyetü'l-âmme li'l-kitâb), Kahire 1987, s. 178-180; Yahya el-Haşşâb. "cAbdüI-vehhâb cAzzâm", Meceüetü KüUiyeti'l-Âdâb, XIX/1, Kahire 1957, s. 3-9; Tâhâ Hüseyin, ■''Abdülvehhâb "Azzâm", MMLA, XX (1967), s. 341-345; Atâ Ahmed Kefâfî, 'Tacrîf bi-matbû'â-ti'l-Mached (Abdülvehhâb Azzâm)", Mecelle-tü'l-Ma'hedi'l-Buhûş ue'd-dirâseti'l-cArahiyye, IV, Kahire 1973, s. 410-411; Mahfuz Azzâm. "cAbdülvehhâb 'Azzâm: Edîbü'l-İslâm", ME,
Dostları ilə paylaş: |