1-17,70-217. fTl
al
Ahmet Yaşar Ocak
BABAİYYE
(bk. BABAİLİK).
BABAİYYE
Abdülganî Pîr Babaî'ye
(ö. 870/1465-66)
nisbet edilen bir tarikat
(bk. TARİKAT).
BABANZADE AHMED NAİM (1872-1934)
L
Müderris, mütercim, fikir adamı ve yazar.
Bağdat'ta doğdu. Babanzâdeler'den Mustafa Zihni Paşa'nın oğludur. Galatasaray Sultanîsi ve Mülkiye Mektebi'nde okudu. Bir ara Hariciye Nezâreti Tercüme Kalemi'nde çalıştıktan sonra Maarif Nezâreti Yüksek Tedrisat müdürlüğüne getirildi (1911-1912). Galatasaray Sultanîsi'nde Arapça okuttu [1912-1914) ve Maarif Nezâreti Telif ve Tercüme Odası üyeliğinde bulundu (1914-1915). Daha sonra Darülfünun Edebiyat Fakültesi'nde felsefe, mantık, ruhiyat ve ahlâk dersleri müderrisliğine başladı (1915); bu görevini Dârülfünun'un lağvedilmesine kadar (1 Temmuz 1933) aralıksız sürdürdü. Bu tarihte üniversite yeniden kurulurken açıkta bırakıldı.
Ahmed Naim İstanbul'da 13 Ağustos 1934 Pazartesi günü öğle namazının ikinci rek'atında secdede vefat etti. Meh-med Akif, "Naim'in vefat haberi üzerime dağ gibi yıkıldı" diyerek üzüntüsünü dile getirirken aynı zamanda onun kaybının büyüklüğüne de işaret etmiş oluyordu. Kabri Edirnekapı Mezarlığında, dostu Mehmed Akif Ersoy'un mezarının yanındadır.
Arapça, Farsça ve Fransızca'yı çok iyi bilen, Doğu ve Batı kültürünü tam mana-
sıyla hazmetmiş olan Ahmed Naim, Arap edebiyatından seçtiği parçaların tercüme ve şerhlerini Servet-i Fünûn dergisinde "Bedâyiu'l-Arab" başlığıyla neşrederek yazı hayatına başladı (1901). Edebiyat ve mûsiki dostu, Garp ilminin âşığı, fakat maddeciliğin amansız düşmanı bir felsefe âlimi İdi. Velûd bir yazar değildi ama yazacağı konuyu Doğu ve Batı kaynaklarından inceledikten sonra kaleme alırdı. Taklitçi ve kuru bir mütercim olmayıp tenkit ve tercihler yapan bir düşünürdü. Özellikle tercümelerinde terimlerin tam karşılığını bulmak için büyük bir titizlik göstermiştir. Felsefe alanında değerli bir mütercim olduğunu, Georges Fonsgrive'in birçok terim ihtiva eden psikoloji kitabını İlmü'n-nefs adıyla Türkçe'ye çevirmekle ispat etmiştir. Telif ve Tercüme Odası'nda üye iken de aynı hassasiyeti gösterir, kabul ettiremediği fakat doğru olduğuna inandığı terimleri kendi eserlerinde kutlanırdı. Tecrid-i Sarih Tercemesi'nde, Türk dilini kullanmadaki ustalığı yanında Arapça kelimelerin en uygun karşılığını bulmadaki mahareti de açıkça görülmektedir. Ahmed Naim, maddeciliğe ve belli bir hizbe bağlılık gösterenlere karşı çıkarak onlarla mücadele ettiği gibi eski usulle Arapça öğretimine de cephe aldı. Ayrıca hadis okutma usulünün ıslaha muhtaç olduğunu ortaya koydu. Türk dilinin istiklâlinin korunmasına dair yazılar yazdı; ilmî terimlere dokunulmadan Türkçe'nin arındırılmasını ve üslûbun sadeleştirilmesini savundu. Kendisine "Arapçacı" denmesine rağmen yazılarında Türkçe'yi ustalıkla kullandı. Hatta onun Mehmed Akif'le birlikte Âsim Efen-di'nin Kamus Tercümesi'ndeki Türkçe kelimeleri seçerek bir Türk lügati yapmaya çalıştığı, ancak bu teşebbüsün yarım kaldığı da bilinmektedir.
Ahmed Naim, tarihî ve millî hâtıraları övmenin insanı ciddi surette yanıltacağını ve hurafelere düşüreceğini savunarak Yahya Kemal ile yaptığı bir münakaşadan on yıl kadar sonra onunla karşılaştığında, Yahya Kemal'in deyişiyle, müminlere yakışır samimi bir üzüntüyle kusurunun bağışlanmasını dilemiş ve böylece onu hayretler içinde bırakmıştı. 0, meziyetlerini gizleme, düşmanının bile değeri varsa o değeri tanıma, dostlarını onların gıyabında da sevme meziyetlerine sahipti. "Sormazsan malumatını söylemeyen", "dinlemesini bilen", "sözü senet teşkil eden" güvenilir adam özellikleriyle Mehmed Akif'in "ashaptan
sonra en sevdiği kişi" olan Ahmed Naim'in İslâm'a bağlılığı tamdı. İlim ve irfan erbabı kimselerle sohbet etmekten çok hoşlanırdı. Kayınpederi Fâtih türbe-darı Ahmed Amiş Efendi'ye intisap etmişti. Şafiî mezhebine mensuptu. İslâm birliği ve kardeşliği konusunda çok titiz ve dikkatli olup bu birliğe zarar verme ihtimali bulunan her harekete karşı çıkmıştır. Türkçülük cereyanlarına Türk olmadığı için cephe aldığı ileri sürülen Ahmed Naim, İslâm birliği açısından sakıncalı bulduğu Arap İttihat Kulübü'nün isim ve kuruluşunu da tenkit etmiştir. Kavmiyet ve cinsiyet davası gütmeyi İslâm'ın varlığı için kanser kadar tehlikeli bulmuş, bunu "yabancı bir bid'at", "Frenk hastalığı" olarak nitelendirmiş ve bu davanın faydalı ve zararlı taraflarını Kur'an ve Sünnet'e dayanarak izah etmeye çalışmıştır.
Eserleri. 1. Temrînât Sarf-ı Arabi'ye Mahsus Temrinât (İstanbul 1316) ve Mekteb-i Sultânî'ye Mahsus Sarî-ı Ara-bî ve Temrînât (İstanbul 1323) gibi adlarla basılan eser, Galatasaray ders nâzın Mustafa Cemil Bey'in Arapça sarf risalesinin uygulama ve alıştırma kitabı haline getirilmiş şeklidir. Medrese usulü ile Arapça öğretimini bu kitabın mukaddimesinde tenkit etmiştir. 2. Hikmet Dersleri (İstanbul 1328 r./ 1329). 3. Felsefe Dersieri (İstanbul 1333]. 4. Mebâdî-i Felsefeden İlmü'n-nefs (İstanbul 1331). G. Fonsgrive'den birçok dip notu ekleyerek tercüme ettiği bu eserin sonuna 1900 felsefî terim için hazırladığı Türkçe karşılıkları da eklemiştir. 5. İlm-i Mantık (Elie Rabier'den tercüme, İstanbul 1335 r./ 1338). 6. Tevfik Fikret'e Dair (İstanbul 1336). Dr. Rıza Tevfık'in Türk Ocağı'nda verdiği bir konferansta Tevfik Fikret'i savunarak başta Mehmed Akif olmak üzere İslâmcılar'ı tenkit etmesi üzerine bu kitapçığı kaleme almıştır. 7. Ahlâk-ı îs-lânüyye Esasları (İstanbul 1340 r./1342). 1912'de Lahey'de toplanan Ahlâk Terbiyesi Kongresi'ne sunmak üzere hazırladığı bir tebliğ olup Ömer Rıza Doğrul tarafından sadeleştirilerek İslâm Ahlâkının Esasları adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1963). 8. İslâmda Da'vâ-yı Kav-miyyetiİstanbul 1332). Eser daha sonra Abdullah İşıklar tarafından bazı kısımları eksik olarak İslam Irkçılığı Menet-mistir adıyla (İstanbul 1963), bazı açıklayıcı notlarla Ömer Lütfi Zararsız tarafından İslâmda Irkçılık ve Milliyetçilik adıyla (Ankara 1979), ayrıca Ertuğrul Düz-dağ tarafından Türkiye'de İslâm ve Irk-
375
çılık Meselesi adlı çalışmasının içinde (İstanbul 1983, s. 33-117) yayımlanmıştır. 9. Kırk Hadis (İstanbul 1341 r./ 1343). Nevevî'nin el-Erba'ûn adlı eserinin tercümesidir. 10. Sahîh-i Buhâri Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi (İstanbul 1346, ilk üç cilt; daha sonraki ciltler Kâmil Miras tarafından tercüme edilmiştir), Tecrid tercümesine giriş mahiyetindeki bir ciltlik mukaddimesi son derece önemli ve oldukça geniş bir hadis
USUlÜ kitabidir (bk. et-TECRÎDÜ's-SARÎH).
Ayrıca çeşitli dergilerde, özellikle 5i-rât-ı Müstakim ve Sebüürreşâd'da birçok makalesi yayımlanmıştır.
BİBLİYOGRAFYA:
Tecrid Tercemesi, III, 402 (dipnot); Muallim Cevdet [İnançalp], Müderris Ahmed Naim, İstanbul 1935; Mithat Cemal [Kuntay], Mehmet Akif Ersoy - Hayatı ■ Seciyesi - Sanatı, İstanbul 1939, s. 114-128; Yahya Kemal Beyatlı, Siyâsî ue Edebî Portreler, İstanbul 1968, s. 51-58; Mahir İz. Yılların izi, istanbul 1975, s. 38, 86, 128, 144-145, 161, 176, 254, 261-262. 358; M. Er-tuğrul DüZdağ, Türkiye'de İslâm ve Irkçılık Meselesi, İstanbul 1976, s. 27-133; İsmail Kara, Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul 1986, I, 273-308; TDEA, I, 274-275.
Kİ İsmail L. Çakan
r , ~ı
BÂBEK
( ^ ) (ö. 223/838)
Me'mûn ve Mu'tasım zamanında
Azerbaycan'da ciddi bir tehlike teşkil eden
dinî-siyasî mahiyetteki Hürremiyye hareketinin lideri.
Kaynaklarda Bâbek'in menşeine dair çeşitli rivayetler mevcuttur. Ancak bu rivayetlerden hangisinin doğru olduğunu tesbit etmek zordur. İsyan etmesinden sonraki başarıları, hayatı hakkında çeşitli rivayet ve efsanelerin uydurulmasına sebep olmuştur.
Kadın ve mülkiyette ortaklığı savunan Mazdek'in İslâm'dan önce İran'da ortaya atmış olduğu sapık fikirler İslâmî dönemde değişik adlar altında yeniden zuhur etmiştir. Bunlardan biri, Bâbek'in mensup olduğu Hürremiyye hareketi idi. Bu hareketin bir kolu daha sonra ona nisbetle Bâbekiyye adıyla devam etmiştir. Faaliyetlerini gizlice sürdüren Hür-remîler'in reisi Bâbek isyan etmek için uygun bir zaman bekliyordu. Emîn ile Me'mûn arasındaki hilâfet mücadelesi, Emîn'in katli, Hz. Ali evlâdından Ali er-Rızâ'nın Me'mûn tarafından veliaht gösterilmesi sebebiyle Bağdat'ta karışıklık-
376
ların çıkması, Herseme b. A'yen'in öldürülmesinden sonra Azerbaycan valisi olan oğlu Hâtim'in isyan hazırlıklarına başlaması üzerine beklediği zamanın geldiğine inanan Bâbek 816 yılında isyan etti.
Bâbek. isyanının merkezi olan Bezz'in çevresindeki müslüman halka saldırarak kadın, çocuk demeden herkesi kılıçtan geçirdiği gibi mallarını da gasbedi-yordu. Kendilerini müdafaadan âciz olan müslümanlar canlarını kurtarmak için Merâga'ya kaçıyorlardı. Durumun gittikçe kötüleştiğini gören Halife Me'mûn 820 yılında Yahya b. Muâz'ı Azerbaycan valiliğine getirerek Bâbek ile mücadeleye memur etti. Yahya başarılı olamayınca azledildi ve aynı göreve birbiri arkasından îsâ b. Muhammed, Zürayk b. Ali, Muhammed b. Humeyd et-Tûsî, Abdullah b. Tâhir, Uceyf b. Anbese ve Ali b. Hi-şâm tayin edildiler. Ancak bunların hiçbirisi Bâbek tehlikesini ortadan kaldırmaya muvaffak olamadı. Me'mûn'un bilhassa son yıllarında Bizans seferleriyle uğraşması sebebiyle bu bölgeye gereken önemi verememesi. Bâbek'e daha rahat hareket imkânı sağlamıştır. Nitekim Mu'tasım halife olduğu zaman Ci-bâl, Hemedan ve İsfahan bölgelerindeki halkın büyük bir kısmı Hürremiyye'yi benimseyerek isyan etmiş, Mu'tasım'ın bunlar üzerine bir Türk kumandanının idaresinde gönderdiği ordunun mağlûp olması üzerine tehlike daha da büyümüştü.
Halife Mu'tasım, yirmi yıldan beri devam etmekte olan ve artık devleti tehdit etmeye başlayan Bâbek isyanını bastırmak için, kendisinin Mısır valiliği sırasında yanında bulundurduğu, askerî bilgi ve kudretine şahit olduğu Türk asıllı kumandanı Afşin'i 2 Cemâziyelâhir 220'de (3 Haziran 835) Cibâ! ve Azerbaycan bölgelerine vali olarak gönderdi ve isyanı bastırmaya memur etti. Afşin Ba-bek ile mücadeleye girmeden önce karargâhını kurduğu Berzend ile Bağdat arasındaki kalelere asker yerleştirerek hem merkezle olan irtibatını hem de erzak ikmal yollarını emniyet altına almış oldu. Mu'tasım yine bir Türk kumandanı olan Boğa el-Kebîr'i de Afşin'e yardıma gönderdi. Afşin hazırlıklarını tamamladıktan sonra beklemediği bir anda Bâbek'e saldırarak onu mağlûp ve Bezz'e çekilmeye mecbur etmiştir. 835 kışını Berzend'de geçiren Afşin ilkbaharda tekrar Bâbek'e karşı yeniden harekete geçti. Boğa idaresindeki birlikleri Heştâdser
üzerine gönderirken kendisi de Bezz'e doğru ilerleyerek buraya 9.5 km. mesafede bulunan Dervez'de karargâh kurdu. Fakat bu sırada Afşin'in haberi olmadan Boğa Bezz'e doğru yürüyüşe geçmiş ve şehre oldukça yaklaşmıştı. Boğa'nın ilerlediğini öğrenen Bâbek ansızın saldırarak onun birliklerine ağır zayiat verdirdi. Canını güçlükle kurtarabilen Boğa Afşin'den yardım istedi. Afşin de kardeşi Fazl kumandasında takviye kuvvetleri gönderdi.
Boğa'nın mağlûbiyetinden sonra Bâbek'e karşı 836 yazında tekrar bir umumi hücum yapıldı. Afşin kuvvetlerini iki kısma ayırıp bir kısmını Boğa'nın idaresine verdi, diğer'- kısmının başında ise kendisi olduğu halde iki koldan Bezz'e doğru harekete geçti. Şiddetli bir fırtınanın başlaması üzerine Boğa Afşin'den habersiz karargâha döndü. Ertesi gün Afşin Bâbek'in karargâhına hücum ederek çok miktarda esir ve ganimet ele geçirdi. Esirler arasında Bâbek'in karısı da bulunuyordu. Afşin bu başarısından sonra Dervez'deki karargâhına döndü.
Mu'tasım, 836 kışını Berzend'de geçiren Afşin'e ilkbaharda Inâk et-Türkî ve Ca'fer b. Dînâr idaresinde takviye kuvvetleri, erzak ve para gönderdi. Bunu haber alan ve durumunun gittikçe kötüleştiğini farkeden Bâbek'in Bizans İmparatoru Theophilos'a mektup yazdığına ve onu Abbasî İmparatorluğu'na karşı sefer yapmaya teşvik ettiğine dair kaynaklarda bazı rivayetler vardır. Halifeden aldığı kuvvetlerle ordusunu takviye eden Afşin Berzend'den ayrılarak Bez yakınlarında bulunan Kelânrûz'da karargâh kurdu. Bâbek de mukabil harekete geçerek Âzın adlı kumandanını Afşin'e karşı gönderdi ise de Afşin bir gece baskınında Âzîn'in kuvvetlerini bozguna uğrattı.
İki yıldan beri Bâbek ile savaşan Afşin, 837 yılı başlarında ağır kış şartlarına rağmen Bez önünde ordugâh kurdu ve şehri muhasaraya başladı; bir süre sonra da kumandanlarına şehrin etrafında muhtelif kesimler tayin ederek taarruza geçti. Beşîr et-Türkî emrindeki bir birlik de şehrin karşı tarafında mevzi almış olan Âzîn'in üzerine gönderildi. Beşîr âni bir hücumla Âzîn'i mağlûp ederek Bezz'i arkadan sıkıştırmaya başladı. Artık sonunun yaklaştığını anlayan Bâbek Afşin'den eman diledi. Bu teklifinin Afşin tarafından kabul edilmesine rağmen o, zaman kazanmak için eman fermanının bizzat halife tarafından imza
edilmesi şartını ileri sürdü. Bu teklifi de kabul eden Afşin, kumandanlarına savaşı durdurmaları için emir gönderdiği sırada Beşîr et-Türkî idaresindeki Fer-ganalılar'm şehre girdiğini öğrendi. Bunun üzerine bütün ordu hücuma geçerek Bezz'e girdi. Şehir içinde şiddetli sokak çarpışmaları başladı ve Bâbek'in sarayları yakıldı. Bu karışıklıklardan faydalanan Bâbek kaçmaya muvaffak oldu. Bez üç gün süreyle yağma ve tahrip edildi.
Bezz'in ele geçirilmesi tarihini kaynaklar gün farkı ile vermektedirler. Taberî 20 Ramazan 222 (26 Ağustos 837) tarihini kaydetmekte. Ya'kübî umumi hücumun 9 Ramazan'da (15 Ağustos) başladığını yazmakta, Mes'ûdî İse gün belirtmeden Bezz'in Ramazan (Ağustos) ayında ele geçirildiğini bildirmektedir.
Bâbek'in kaçtığı anlaşılınca Afşin onu takibe 500 kişilik bir biriik gönderdiği gibi geçmesi muhtemel bölgelerin idarecilerine mektuplar yazarak Bâbek'i yakalayanlara büyük mükâfatlar vereceğini bildirdi. Bâbek Bizans imparatoruna sığınmak istiyordu. Kendisini takip eden birlikler onu bir yerde kıstırdilar-sa da ellerinden kaçırdılar. Nihayet Sehl b. Sımbat adlı bir Ermeni'nin yanına sığınan Bâbek, Afşin'e gönderilen haber neticesinde bir av partisi sırasında yakalandı. Afşin Berzend'e döndüğü sırada Bâbek de oraya getirildi. Durum halifeye bildirilip ondan alınan emir üzerine Sâmerrâ'ya hareket edildi. Bâbek 3 Safer 223 (4 Ocak 838) tarihinde halifenin huzurunda ve halkın önünde Önce kol ve bacakları kesilmek suretiyle idam edildi.
Bâbek'in yakalanıp idam edilmesi İslâm âleminde umumi sevince vesile olmuştur. Halife Mu'tasım müslüman hükümdarlara zafernâmeler göndererek (Kalkaşendî, VI, 387 vd.) bu büyük tehlikenin bertaraf edildiğini bildirmiştir. Yirmi yıldan beri devletin başına büyük gaileler açmış olan Bâbek'in yakalanmasında gösterdiği büyük askerî kabiliyet Afşin'e halife nezdinde büyük itibar sağlamış ve kumandanlar arasında birinci sırayı almasına yardım etmiştir.
Bâbek'ten önceki Hürremîler ve bunların devamı olan Bâbekîler'in inançları hakkında, bizzat kendilerince yazılmış eserler bulunmadığından, bu konudaki bilgiler İslâmî kaynaklara dayanmaktadır. Bu kaynakların hepsinde bu kişinin "Bâbek el-Hürremî" şeklinde anılması,
Bâbekiyye'nin, Hürremiyye'nin devamından ibaret olduğunu gösterir. İbnü'n-Ne-dîm'in, Hürremiyye'yi Muhammire ve Bâ-bekiyye adlarıyla ikiye ayırması, itikadı farklılığa dayalı bir ayırımdan çok, lider değişikliğine göre yapılmış bir ayırım olmalıdır. Nitekim el-Fihrist'te (s. 406) Bâbek'in Hürremiyye'de ihdas ettiği şeyler diye gösterilenler, Bâbek'in ilâhlık iddiası hariç (aş. bk.) itikada taalluk etmeyip, şiddet yolunu benimseyen siyasî taktik değişikliklerinden ibarettir. Abdülkâhir el-Bağdâdî ise Muhammire diye de adlandırdığı Hürremiyye'yi Bâbekiyye ve Mâzyâriyye adlarıyla iki kola ayırmış, ancak bu iki kol arasında itikadî bir ayrılık olduğuna işaret etmemiş; sadece Mâz-yâr'ın Muhammire'yi Cürcân'da ihdas ettiğini belirtmiştir {el-Fark, s. 266-269). İb-nü'n-Nedîm, Mu ham mi re" nin ilk temsilcisinin Mezdek olduğunu belirtirken {el* Fihrist, s. 406), İbn Hazm ve KazvTnî gibi başka müellifler de Bâbek'in Mezdekiy-ye'yi ihya etmek için çalıştığını kaydetmişlerdir.
Bâbekîler'in itikad ve yaşayışları hakkında İslâmî kaynaklarda verilen malûmata göre bunlar tenâsuh'a inanırlardı (Makdisî, IV, 30). Selefleri olan Hürre-mîler'in, yeryüzünde daima bir peygamber bulunacağı, peygamberliğin irsiyet ve hulul* yoluyla intikal ettiği şeklindeki inançlarına uygun olarak Bâbek'in peygamber olduğunu da öne sürmüşlerdir. Osman Turan, Bâbekîler hakkındaki bu son bilgiyi (Makdisî, IJI, 8; IV, 30-31], İb-nü'n-Nedîm'in, Bâbek'in ilâhlık iddiasında bulunduğu şeklindeki kaydına göre {el-Fihrist, s. 406) gerçeğe daha yakın bulmaktadır (İA, II, 173). Bağdâdî'nin verdiği bilgiye bakılırsa Bâbekîler, çocuklarına Kur'an'ı öğretmekle birlikte kendi aralarında namaz kılmaz, ramazan orucunu tutmaz, kâfirlerle cihad etmeyi gerekli görmezlerdi {el-Fark, s. 269). İçki içmeyi ve zora dayanmaması şartıyla gayri meşru cinsel ilişkiyi mubah gören Hürremîler, bu ve benzerî uygulamalarıyla hedonist (kaba hazcı) bir ahlâk felsefesi benimsemişlerdi. Gerek Bâbek gerekse onun selefi olan Câvidân, birer Fars milliyetçisi olup. Arap ve İslâm kültürünün İran'da yayılmasını önlemek için çalışmışlardır. Bu sebeple müslümanlara kar-şt Bizans'la iş birliği yapmışlar, İslâmî fetihleri kin ve nefretle karşılamışlar, devleti içten çökertmek ve hâkimiyeti ele geçirmek için, müslümanlann gayri müslimlerle savaş durumunda olduğu zamanlardan daima yararlanmışlardır.
BİBLİYOGRAFYA:
Belâzürî. Fütûhn'!■büld&n (nşr. M. ]. de Goe-je), Leiden 1866, s. 329; Dîneverî, el-Ahbârü't-tıuâl, s. 402; Ya'kübî. Târih, II, 473, 47~4, 477, 575-579; Taberî, Târth (de Goeje), III, 1175-1233; Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb (Meynard), IV, 58; VII, 123-126; a.mlf., et-Tenbîh, s. 353; Makdisî, el-Bed' ve't-târth, IH, 8; IV, 30-31; VI, 114-118; Malatî, et-Tenbth ue'r-red, s. 22; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 406-407; Bağdadî, el-Fark (Abdüihamîd), s. 266-269; Nizâmülmülk, Siyâ-setnâme (Köymen), s. 250, 251, 258; Şehristâ-nî, el-MHel (Vekîl), II, 54; İbniH-Esîr. el-Kâmil, VI, 447-472; Ebü'l-Ferec [İbnü'l-İbn], Târthu muhtaşari'd-diiuel (nşr. A. Sâlihânî), Beyrut 1890, s. 139-140; Deylemî, Mezhebut-Bâtıniy-ye, s. 24-25; Kalkaşendî. Şu.bhul-acşâ, VI, 387-391; Gholam Hossein Sadighi, Les Mou.oemen.is religiOLut Iraniens, Paris 1938, s. 186-229; Sald Naflsi, Bâbake Korramdırı, Tahran 1342 hş./ 1963; Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ue Türkler, İstanbul 1976, s. 142-148; Hasan İbrahim. Tûrîhu'l-İslâm, Kahire 1983, li, 108-111; İzmirli İsmaü Hakkı, "Dürzi Mezhebi", DİFM, sy. 2 (1926), s. 47; Abdul Haq. "Historical poemps in the Divan of Abi Tammam", IC, XIV (1940], s. 17-29; E. M. Wrighte, "Babak of badhâh and al-Afshin during the Years 816-841 A.D.", MW, XXXVIII (1948), s. 43-59, 124-131; Ehsan Yarshater, "Mazdakİsm", CHİr., III/2, s. 1004-1015; Faruk Sümer. "Abbasiler Döneminde Orta Asya'h Bir Prens: Afşin", TTK Belleten, LI/200 (19871, s. 654-657; Osman Turan. "Bâbek", İA, II, 170-174; D. S. Margo-liouth, "Hurremiyye", İA, V/l, s. 596; D. Sour-del. "Bâbak", E!2 (Fr.), I, 867; Ğ. H. Yösofl, "Bâ-bak Korrami", Ek., III, 299-306.
ffil Hakkı Dursun Yıldız
bAbekiyye
f aÂUI )
İslâm dışı bazı inançları benimseyen
Bâbek el-Hürremî'nin
görüşlerini benimseyenlere verilen ad
(bk. BABEK).
bAbertî
( Jbi-V )
Ekmelüddîn Muhammed
b: Mahmûd b. Ahmed el-Bâbertî
er-Rûmîel-Mısrî
(ö. 786/1384)
Tanınmış Hanefî fakihi.
710'dan (1310) sonra doğdu. Memleketi olan Bayburt'a (Arapça kaynaklarda Bâbirt) nisbetle Bâbertî, Anadolu'ya nis-betle Rûmî, Mısır'da (Kahire) vefat etmiş olması sebebiyle de Mısrî nisbeleriyle anılmaktadır. Süyûtî ve ondan nakilde bulunan Şah Veliyyullah ed-Dihlevî ile Leknevî gibi âiimlerin onu Bağdat yakınlarındaki Bâbertâ köyüne nisbet etmeleri, buradan yetişen âlimlerin de Bâbertî nisbesiyle anılmış olmalarından kay-
377
naklanmaktadır. Rûmî nisbesi de onun Bâbertâ'ya değil Bayburt'a nisbet edilmesi gerektiğini teyit etmektedir.
Tahsil hayatına Anadolu'da başlayan Bâbertîdaha sonra Halep'e, oradan (740'-tan |1339| sonra] Kahire'ye giderek Kâkî, Ebû Hayyân el-Endelüsî, Mahmûd b. Ab-durrahman el-İsfahânî ve İbn Kudâme el-Makdisî gibi meşhur âlimlerden ders okudu. Fıkıh ilminde hocası olan Kâkî kanalıyla Ebû Yûsuf'a kadar uzanan bir zincir içinde yer almaktadır.
Fıkıh, hadis, kelâm ilimlerine, ayrıca Arap dili ve edebiyatına bu alanlarda eser verecek kadar vâkıf olan Bâbertî, aralarında Seyyid Şerif el-Cürcânî, Molla Fe-nârî ve Bedreddin Simâvî gibi tanınmış âlimlerin de bulunduğu birçok talebe yetiştirmiştir. Hanefi mezhebinin muhakkik âlimleri arasında önemli bir yere sahip bulunan ve kaleme aldığı beş ayrı risalede bu mezhebin tercih ve taklit edilmesi gereğini savunan Bâbertî {Şerhu ""AktdeÜ Ehli's-sünne ve'l-cemâ'a, s. 17), aynı zamanda Mâtürîdî itikad ekolünün de güçlü muhakkik ve sarihlerinden biridir.
Kendisine defalarca yapılan kadılık tekliflerini reddetmesine rağmen devlet yöneticileriyle iyi ilişkiler kurmuş, Sultan Berkuk ve Emîr Şeyhû'dan büyük saygı görmüştür. Nitekim Emîr Şeyhû tarafından, yaptırdığı hankahın (Şeyhûniyye) me-şihatlığına getirilmiş ve ömrünün sonuna kadar burada öğretim faaliyetleriyle meşgul olmuştur. 19 Ramazan 786'da (4 Kasım 1384) öldüğünde de bu hanka-ha defnedilmiştir. Bununla birlikte Bayburt yöresi halkı kabrinin Aşağıkırzı (Bayburt) köyünde olduğuna inanmaktadır.
Eserleri. BâbertTnin kırkı aşkın eseri bulunmaktadır. Bunlardan yayımlananlar şunlardır: 1. el-cİnâye. Merglnânî'-nin meşhur eseri eî-Hidâye'nm önemli şerhlerinden biri olup başta Siğnâki'nin en-Mfrdye'si olmak üzere çeşitli el-Hi-dâye şerhlerinden faydalanılarak hazırlanmıştır. Dil, gramer ve fıkıh usulü yönünden tahlillerin yapıldığı, delillerin değerlendirildiği eserde yer yer diğer şâ-rihler tenkit edilmiştir. Şerhte zaman zaman diğer mezheplerin görüşlerine temas edildiği gibi Ebû Hanîfe ve talebelerinin ictihad ve delilleri değerlendirilirken sonraki Hanefî âlimlerin tercihlerine de yer verilmektedir. Sadî Çelebi ve Muhammed b. İbrahim ed-Dürûrî'ye ait iki haşiyesi bulunan eserin çeşitli baskıları yapılmıştır (Kalküta 1831, 1837, 1840; Bulak 1315-1318; Kahire 1356 [İbnü'1-Hü-mâm'ın Fethu'l-kadır'i, Kurlânî'nin el-Ki-
378
fâye'si, Sadî Çelebî'nİn haşiyesi ve Ahmed Şemseddin Kadızâde'nin Fethu'l-kadîr tek-miiesi Netâ3 icü'l-efkâr \)e birlikte sekiz cilt halinde]; Kahire 1319 [aynı eserlerle birlikte dokuz cilt halindel; Kahire 1970 [Fet-hu'l-kadîr, Sadî Çelebî haşiyesi ve Kadı-zâde tekmilesi İle birlikte on cilt halindel}. 2. Şerhu 'Aludeti Ehli's-sünne ve'l-ce-mâca. Tahâvî'nin el-"Akîdetü't-Tahâ-viyye diye de meşhur olan cAkidetü Ehli's-sünne ve'!-cemâccı adlı eserinin şerhi olup kelâm ve akaidle ilgili dokuz telifinden en önemlisidir. Eser Arif Aytekin tarafından neşredilmiştir (Kuveyt 1409/ 1989). 3. Şerhu't-Telhis. Ebû Ya'küb es-Sekkâkî'nin belagatla ilgili meşhur eseri Miftâhu'l-Culûm'a Hatîb el-Kazvînî'nin yaptığı Telhîşü'1-MiMh adlı hulâsa ve şerhin şerhidir (nşr. M. Mustafa Ramazan, Trablus 1983). A. Şerhu Vaşıyyetil-İmâ-mil-Acmm. Ebû Hanîfe'ye ait el-Vaşiy-ye adlı risalenin şerhidir (İstanbul 1289).
Bunlardan başka fıkıh, usûl-i fıkıh, hadis, tefsir ve kelâmla ilgili Önemli bazı eserleri de şunlardır: Şerhu Telhîşi'1-Câ-mici'î-kebîr; Teîhîşü't-Telhîş; Şerhu's-Sirâciyye; et-Takrir 'ala Uşûh'l-Pezde-vî; en-Nükûd ve'r-rüdûd îî şerhi Mün-tehe's-sûl ve'1-emel fî cilmeyi'l-uşûl ve'1-cedel; Şerhu Menâri'l-envâr-, Tuh-fetü'l-ebrâr fî şerhi Meşâriki'l-envâr ii'l'Cem' beyne's-Sahîhayn; Hâşiye-tü'1-Keşşâî; el-İrşâd fî şerhi'l-Fıkhi'l-ekber; Şerhu. 'Umdeti'l-'akâ'id li'n-Nesefî; el-Makşad ti'1-kelâm [bu eserlerin yazmaları için bk. Brockelmann, GAL, I, 443, 460, 466-467; 11, 97, 250; SuppL, I, 285, 287, 508, 538, 637; II, 89-90; Sezgin, I, 138,411,412,417,427,442; Bâbertî, Şerhu "Akldeti Ehli's-silnne oe'l-cemâ'a, s, 15-17).
BİBLİYOGRAFYA:
Bâbertî, el-'İnâye (İbnül-Hümâm, Fethu't-kadîr içinde), Kahire 1389/1970, I, 5-6; a.mlf., Şerhu ^Akîdeti Ehli's-sünne ue'l-cemâ'a (nşr. Arif Aytekin), Kuveyt 1409/1989, s. 11-18; Sem'ânî. el-Ensâb, II, 9; Yâküt, Mu'cemü'l-bül-dan, I, 307; İbnül-Esîr, el-Lübâb, 1, 99; Mak-rîzî, ei-Hıtat, II, 421; îbn Hacer. ed-Dürerü'l-kâmine, IV, 250-251; a.mlf., İnbâ*ü'l-ğumr, II, 179-181; İbn Tağrîberdî. en-Fiücûmü'z-zâhire, X, 304; XI, 302-303; İbn Kutluboğa. Tâcü't-te-râcim, Bağdad 1962, s. 66; Süyûtî, Buğyetü'l-uu'ât, I, 239-240; Taşköprizâde, Mittâhu's-sa'â-de, II, 269-270; Keşfüz-zunCln, II, 2035; İbnü'l-İmâd, Şezerât, VI, 293-294; Leknevî, el-Feuâ'i-dü'l-behiyye, s. 127, 195-198; Osmanlı Müellifleri, 1, 221-222; Serkfs, Mu'cem, I, 503-504; Brockelmann, GAL, I, 443, 460, 466-467; II, 97, 250; SuppL, I, 285, 287, 508, 538, 637; II, 89-90; Sezgin, GAS, 1, 138, 411, 412, 417, 427, 442; Hediyyetü'l-'ârifîn, I, 171; Ziriklî, elA'lâm, VII, 271; Kehhâle. Mu'cemü't-mü'etliftn, XI, 298-299. r-ı
Dostları ilə paylaş: |