MEKTUP 87 Tarih: 9 Rebiül-evvel 1330
(Bu musibetin üzerinde yapılabilecek Münkaâa ve ona mâzeret aramak).
Olabilir ki, Peygamber (s.a.a) onları kağıt kelam getirmeye emir buyurmakla, hiç bir şey yazmayı kasdetmemiştir. Bu sözleriyle sadece onları denemek istemiştir. Ve o anda Cenab-ı Allah diğer sahabelerin dışında Hz. Ömere bunu anlama ilhamını verir ve kağıt kalem getirmelerine mâni olur. Bununla birklikte, bu davranışını, Allahına uyduğu hususların cümlesinden biri olarak saymak gerekir. Hatta bu onun kerâmetlerinden biri de sayılabilir... Bazı Âlimler buna böyle cevap veriyorlar. Oysa aleyhisselam: “Ondan sonra dalâlete düşmeyesiniz” demesi, insaf yönünden iddiayı reddeder. Zira emrin ikinci cevabıdır, manası şudur; “Eğer bana kağıt kalem getirirseniz, ve ben size o kağıdı yazarsam, hiç bir zaman dalâlete düşmezsiniz.” Şüphe yok ki sırf deneme gaysiyle böyle bir haberi vermek bir yalan çeşididir ki, Peygamberleri böylesinden tenzih etmek gerekir. Şu halde başka bir ma’zeret aramak lazım. Söylencek bir şey varsa oda şu: Emir, mutlaka yapılması gereken kesin bir emir değildi. Ancak istişâri bir emirdi... Öyle kabul etmek lazım ki, onu reddetmek câiz olmasın ve reddeden de âsi sayılmasın. Zaten bazı meselelerde onun emirlerini tekrar gözden geçirmesini hatılatırlardı. Bilhassa Ömer, kendini doğruyu bulmakta başarılı sayardı. Zira o Allah, tarafından kendisine bahşedilmiş bir ilhama sahipti. Ve belki peygmber’in (s.a.a) bu kağıdı yazamakla yorgun düşeceğine inanmış ve ona acıdığından böyle bir duruma mâruz kalmamsını daha uygun görmüştür. Yahut belki Peygbmerin (s.a.a) Halkın, altından kalkamayacağı şeyler -emirler- yazacağından korkmuş; ki, o zaman millet bu sebeple cezaya uğramayı hakkedecek. Zira nassedilmiş olduğu için onunla ictihat etmekten başka çare kalmayacak... Veya münâfıkların bu yazı hakkında yapacakları yerme ve olumsuz propagandadan korktu. Çünkü hastalık esnasında yazılmış olduğu için fitneye sebep olabilirdi. Onun için “Allahın kitabı bize yeter” dedi. Belki o anda Cenab-ı Allahın Kitabında şöyle dediğini hatırlamıştı: “Kitapta, hiçbir şey eksik bırakmadık” “Bu gün size dininizi ikmal ettim (tamamladım.)” Sanki (Ondan allah razı olsun) Ümmetin, da-lâletten korunduğuna emin olmuştu. Zira cnab-ı Allah o ümmete, Dinini ikmal ettiğini ve onun üzerine nimetini tam olarak indirdiğini müjdelemiştir.
Evet cevapları budur ve gördüğünüz gibidir... Muhtemel bazı kişiler şu mazereti de ileri sürerler. Diyebilirler ki: Ömer (r.a) O yazının, fertlerden herbirinin dalal’dan korunmasına sebep olacağını anlamamış, ancak anlamış ki; “Bu yazı yazıldıktan sonra hepiniz to yekün birleşip dalâlete düşme-yesiniz ve dalâlet her ferdinzie tek tek sirâyet etmesin...” Zaten o, (r.a) Dalâlet üzerinde hiçbir zaman birleşmeyeceklerini iyi biliyordu. İşte onun için bu kâğıdın yazılmasında hiç fayda görmemiş ve Peygamberin (s.a.a) maksadını sadece ihtiyâti zannetmiş ve bu muârazayı yapmıştır... Bu bâbirenin mâzretleri üzerinde ençok söylenenler bunlardır. Bnları dikkatlice tetkik eden herkes hakikatten uzak odluğunu görür. Buna cevâben söylenecek en doğru söz şudur: Bu vâki olmuş bir kaziye ise de diğer davranış ve gidişatlarına terstir. Sâbık olmuş bir aşırılık, “İstemeyerek aceleye gelmiş ender bir daranış” gibi birşey, ama tam sıhatli olarak tafsilatını bilmiyoruz. Doğru yola sevkeden sâdece Cenab-ı Allahtır, vesselam.
MEKTUP 88 Tarih: 11 Rebiül-evvel 1330
“Bu mâzeretlerdeki iddiâları çürütmek.”
Hak’la batılı birbirinden ayırma yeteneğine sahip olan kimseye elbette hakikatı ikrâr etmek ve doğruyu konuşmak yakışır.
Bu mâzeretlerinin reddedilecek bazı yönleri daha kalıyor. Onalrı da size arz etmek istiyorum ki, üzerinde hüküm verme salahiyeti size ait olsun.
Birinci cevapta dediler ki; “Muhtemelen, divit getirmelerini emretmesi (s.a.a) herhangi bir şeyi yazmak maksadını taşımayıp, sadece onları denemek istemişti, o kadar...” Sizin ifade ettikerinize ilâveten Ben de derim ki: Bu vâkıa, hadiste de apaçık olduğu gibi, Onun (s.a.a) ölümüne çok yakın olduğu bir anda olmuştur. Yâni zaman deneme zamanı değil, tevsiye ve nasihat zamanıdır. Aynı zamanda ölüme yakın olan kimse, mizah ve şakalaşmak bir yana, kendi nefsiyle olduğu gibi, yakınalrını ilgilendiren mühim meselelerle mühimmatla meşguldür. Bilhassa o kimse Peygamber ise...
Sonra sıhhatli olarak bütün yaşadığı müddet onları denemeye yetmediyse, şu ölüme yakın olduğu zaman mı yetecek? Halbuki, (s.a.a)’in: “kalkın yanımdan” demesi, onların çıkardıkları gürültüden rahatsız olup gücendiği açıktır. Eğer mâni olmakta isâbetli olsalardı, onların yaptıklarını beğenir ve neşelenirdi...
Bu hadisi etraflıca inceleyen, bilhassa “Peygamber ezeyean ediyor” dediklerini gözönünde tutan herkes kesin olarak, onların hoşuna gitmeyecek bir şey açıklamak istediğini anlamışlardı ki, buna mâni olmak için âniden görülü çıkarmışlardı diye düşünür. Kaldı ki, daha sonra İbni Abbas’ın bu hâdiseyi hatılayınca ağlaması ve bunu büyük bir musibet sayması da, onların cevabını iptal etmeye yeterli bir delildir.
Mâzeret ileri sürenler diyorlar ki: Ömer, doğruyu ve daha faydalıyı seçmekte muvaffak ve başarılı olduğu gibi Cenab-ı Allah tarafından ilham sahibi idi... Bu da, bu bahsimizde üzerinde durulacak bir önem taşımaktadır, çünkü bu vâkıada doğrunun Pygabmerin (s.a.a) tarafında değil onun tarafında olduğuna ve o günkü ilhâm, Sâdık ve emin olan Peyagamberin (s.a.a) vahyinden daha doğru sayılması gerekir ki, biz bu iddiaya kulak asmak istemiyoruz.
Ve diyorlar ki: Peygamber’e (s.a.a) acıdığından yazı yazmakla maruz kalcağı yorğunluğu hafifletmek maksadıyla mâni olmak istedi... Oysa siz de biliyorsunuz, esasen Pygbmerin rahatı ve huzuru o yazıyı yazmakla gerçekleşecekti. Habluki ona muhâlefet edip, huzurunda kargaşa çıkarmaları, kendisine o yazıyı yazmaktan daha ağır ve daha meşakkatli olmuştur. Sonra, ona bir yazıyı yzmakla yorulacağını düşünüp şefkat gösteren şahıs, nasıl olur da ona muârız olur ve âniden “hezeyân ediyor” demekle karşısında çıkar?... Bu garâbetlerin en garibi, acâyiplerin en acâyibi değil midir? Peygamber getirilmesini istediği halde, terkedilmesi nasıl daha uygun oluyor? Acaba Ömer Peygamberi, terkedilmesi daha uygun olan şeyleri emreden biri olarak mı görüyordu?
Ve daha garibi diyorlar k: “Belki Ömer, Peygamberi halkın tatbik etmekten âciz kalcağı şeyelr yazarar ve onu terkettikleri için cezalandırılmayı hekkederler diye korktu.” Peygamber, “Ondan sonra dalâlete düşmeyeceksiniz” dediği halde nasıl korkar? Yoksa Ömer’in, âibetleri Peygamberden daha iyi bilir, ümmetine daha müşfik olduğuna mı inanıyorlar?..
Ve dediler ki: “İhtimal, Ömer münâfıkların o yazı’nın sıhhati hakkında yerme ve tâ’n kampanyası açmalarından, dolayısıyla fitneye sebep olmasından korktu.” Siz de, allah sizi Hak yolundan ayırmasın biliyorsunuz ki, Peygamberin (s.a.a) “Dalâlete düşmezsiniz” demesinin mevcudiyeti, bu ihtimali muhâl kılmaktadır. Zira bu söz, o yazının emniyete neden olacağına bir”nas”tır. Münafıkların yermesiyle, nasıl fitneye neden olabilir? Sonra, münâfıklar’ın yermesinden korkan bir insan, neden Peygamber muârız olup “Hezeyan ediyor” diyerek, onlara asıl yerme tohumunu bizzat kendisi ekiyor?..
Ve; “Allahın kitabı bize yeter, zira Cenab-ı allah şöyle diyor: “kitapta hiç bir şey eksik bırakmadık” ve diyor ki: “Bugün size dininizi ikmâl ettim”..
Dediğini tefsir edereken dedikleri ise, hiç doğru değil. Çünkü her iki âyet, dalâletten dolayı emniyeti ifâde etmediği gibi, insanlara da hidâyeti garanti etmiyor. Şu halde bu ayetlere güvenerek o yazıyı yazma girişmini terk etmek nasıl câiz olur? Şayet Kur’ân-ı Kerim’in mevcudiyeti dalâletten korumayı mûcip kılıyorsa, neden bu ümmet’te dalâletten dolayı bertaraf edilmesi imkânsız bir parçalanma vukû buldu?
Son cevaplarında dediler ki: “Ömer bu hadisten, o yazının ümmetin her ferdini korumaya sebep olacağını anlamadı. Ancak Bütün ümmetin dalâlet üzerinde toplanmasına neden olacağını anladı. Zaten bu kağıt yazılsa da yazılmasa da ümmetin hiç bir zaman dalâl üzerinde toplanmayacağını biliyordu. Onun için, o gün bu muârazayı yaptı.”
Sizin işâret ettiklerinize izâfeten diyoruz ki: Hz. Ömer, anlayıştan bu kadar uzak değildi. Ve bu hadisten çıkan mânâ herkes için açık olup, kendisine göre gizli değildi. Zira köylüsü de, Bedevi’si de anlamıştır ki o kağıt yazılsaydı, her ferdi ayrı ayrı dalâletten koruyan tam bir “sebep” (hazırlayıcı hal) olacaktı. Hz. Ömer Peygamber (s.a.a) ümmetinin dalâl üzerinde birleşmeyeceğini ve böyle bir korkusu olmadığını yakinen biliyordu. Çünkü: “Ümmetim, hiç bir dalâlet üzerinde birleşmez” dediğini defalarca duymuştur. Muhakkak şu söylerini de duymuştur:
“Ümmetimden en az bir fırka, devamlı halka beraber olup hakka arka çıkacaktır”.
Mutlaka şu âyeti kerimeyi de okumuştur: “Sizden imam edip Sâhih amel işeyenleri, kendilerinden evvel gelenleri (İsrailoğullarını) bu dünyada halife kıldığı gibi onları da halife kılacaktır. Onlara, kendileri için seçtiği dini pekiştirip, korkudan onları emniyete kavuşturacaktır.” Buna benzer Kitap ve Sünnetten bir çok sarih nass’lar, ümmetin top yekün dalâlet üzerinde toplanması imkansız olduğunu açıklamaktadır.
Ömer’e yakışan, bu hadisi zihinlere intikal ettiği gibi anlamak, Sünnet sahihlerinin ve Kitap muhkem’lerinin menfi kıldığı şekilde değil... İnsaflı konuşmak gerekiyorsa, bu musibet özrün hiç bir kalıbına sığmayacak kadar büyük. Eğer dediğiniz gibi: vukû bulan bir kazıyye, sâbık bir aşırılık veya istemeyerek aceleye gelmiş ender bir davranış olsaydı, sorun daha kolay olacaktı. Hatta zamanın en büyük gâilesi, bel kıranı olduğu halde... İnnâ lillah ve innâ ilayhi raciûn... velâ-havle ve lâ kuvvete illâ-billâh’il-aliyyil azim.
Dostları ilə paylaş: |