MEKTUP 97 Tarih: 30 Rebiül-evvel 1330
“Vârid olan bütün haberleri rica etmek”.
Gelin lütfedip geri kalan haberleri uzun sürse bile, hiçbir kaynağını bir daha ki sefere bırakmadan takdim edin, vesselam.
MEKTUP 98 Tarih: 26 Rebiüs’sâni 1330
1 - Varid haberlerden bir cümle
2 - Diüer mevridlere işâret etmek
1 - Sizi tatmin etmeğe yetecek mevridlerden; örneğin Hudybiye Barışı; Huneyn Ganimetleri; Bedir esirlerinden fidye alma meselesi; Tebük gazvesi esnasında açlıkla karşı karşıya gelince Peygamberin (s.a.a) bazı develerin kesilmesini emretmesi; Uhud vak’asında bazı hareketleri; O mahut munâfık’ın namaz kılma meselesi; Hums (Beşte bir) ve zekat ayetlerini te’vil etmek. Müt’a ve Talâk âyetlerini, keza te’vil etmek. Yine, sünnetle vârid olan ramazan ayının nâfilelerini nicelik ve nitelik yönünden te’vil etmek. Ezân keyfiyeti ve cenâze namazındaki tekbirlerin niceliği ve buna benzer buraya sığmayacak daha bir çok olay... Örneğin, Hâtib Bin Beltea olayındaki Muâraza. Ve Peygamberin (s.a.a) Hz. İbrahim makamında yaptıklaırna muârız olmak. Ve Nasr bin Haccac-ı Sülemi’yi sürgün etmek. Cûde bin Selim’e verilen ceza.(1) Köylülere vergı koyma meselesi ve azınlıklardan, haraç vergi almayı tertip keyfiyeti ve herkesçe mâlum olan, hilafeti altı kişi arasında şûra’ya (daınşmaya bağlı olaak tavsiyet etme keyfiyeti. Geceleri gezip suçlu aramak, gündüzleri de insanların kusurlarını araştırmak.. Neticede bunlara benzer olayları içeren, saymakla bitmeyen vârid olmuş haber ve hadisler. Hepsinde de satvet, kuvvet ve menfaati tercih etmişlerdir.
2 - Kaldı ki hilafet naslarından başka Hz. Ali ve mutahhar aşiretine mahsus başka naslar da vardır ki, onlarla da hiç amel etmemişlerdir. Aksine onların tam zıttını yapmışlardır. Bunu araştırıcılar iyi bilmektedir. O halde hilafet nassını te’vil etmeleri hiçte garip olmasa gerekir. Herhalde o te’vil ettikleri ve onlarla amel etme yerine kendi görüşlerine göre taabbüt ettikleri naslar herhangi birinden farklı değil, vesselam.
DİPNOT:
1 - İbn Sa’dın (Tabakat)ında, Ömer’in hayat tercemesine bakın. Cü’de nasıl Şahitsiz. delilsiz zinayla itham edilip ukabete uğratılıyor.
MEKTUP 99 Tarih: 5 Rebiüs’sani 1330
1 - Vârid olan bu haberler, maslahatı tercih ettiklerini gösteriyor.
2 - Bunlardan artaklanı rica etmek.
1 - Hiçbir fikir sahibi iyi niyetlerinden ve umûmi maslahatı tercih ettiklerinden şüphe etmez. Bütün bu mevridler, onların ümmete en yararlasını araştırdıklarını gösteriyor. Demek ki, bütün bu yaptıklarında nasslarla taabbüt etseler de, onları te’vil de etseler hiç bir günahları yoktur.
2 - Size bütün mevridleri sonuna kadar zikretmenizi teklif etmiştik. Siz ise yalnız istediklerinizi irad etmişsiniz. Ayrıca imam ve aşireti hakkında, hilâfet naslarından mâda nas’lar olduğunu ve seleflerimizin onlarla amel etmediklerini zikretmiş-siniz. Keşke tafsilatlı olarak irad etseydiniz de, onlrı tekrar istemekten gına getirseydik. Vesselam.
MEKTUP 100 Tarih: 8 Rebiüs’sani 1330
1 - Münâzaracının bahis konusundan sapması.
2 - Talebine icâbet etmek.
1 - Bu mevridlerdeki haleften selefe intikal etmiş nasları te’vil ettiklerini ve onları ileri geri, istedikleri gibi kullandıklarını teslim eidyorsunuz. Allah çok şükür.... Fakat maksatlarının iyi oluşu, umûi maslahatı tercih etmeleri ve daha iyiyi araştırmaları, sizde biliyorsunuz ki bahsimizin dışında kalıyor.
2 - Son mektubunuzda, Hz. Ali’ye hilâfetten başka meselelerde konmuş olan nas’ları ve bunlarla taabbüt etmedikleri gibi önemesemediklerini de ihtiva eden sahihlerin tafsilatını istemiştiniz... Siz ki bu devirde sünnetin imamsınız, İcmal ettiklerimizin tafsilatını bilmeyeceğinizi kim düşünebilir? Sünnet ilminde sizinle yarışa çıkmaya cesaret edecek kimse var mı? Fakat ne demişler? “Nice kimseler meseleyi bidikleri halde, sormayı yeğ tutarlar.”
Biliyorsunuz ki, sahabelerin çoğu Hz. Ali’ye kin ve düşmanlık gizlerledi. Ondan ayrılıp ona eziyette bulundular; ona sövdüler, onunla savaştılar. Onun, Ehl-i Beyti’nin ve onu sevenlerin yüzlerine kılıçlarıyla çarptılar. Oysa Resûlüllah (s.a.a), “Bana itâat eden Allaha itâat eder, bana isyan eden de Allaha isyan eder; Ali’ye itâat eden bana itâat eder, ona isyan eden de bana isyan eder” Demişti. Ve der ki, (s.a.a): Benden ayrılan allahtan ayrılır, senden de ayrılan Yâ Ali benden ayrılmış olur...” Ve der ki (s.a.a): “Yâ Ali, sen dünyada seyyidsin (efendi) ahirette de, senin habibin benim habibimdir, benim habibim de Allahın habibidir. Senin düşmanın benim düşmanımdır. Ve benden sonra sana buğz edenin vay hâline...”
Ve der ki (s.a.a): Ali’ye söven bana söver, bana söven ise Allaha sövmüş olur... Keza: “Ali’ye eziyet eden bana eziyet eder, bana eziyet eden de Allah’a eziyet etmiş olur... Ali’yi seven beni sever Ali’ye kin bağlayan bana bağlamış olru... Ya Ali, Seni ancak mûmin olan sever, ve ancak münâfık olan sana buğz eder. (kin bağlar)... Ve: Ya Allah Ona dost olana dost, düşman olana da düşman ol; yardım edene yardım et, onu terk edeni terk et...” Bir gün Ali, Fâtıma ve Hasan’la Hüseyin’e bakarak; Der ki; Sizinle savaşana karşı ben savaşım, barışana karşı da barışım. Onları abayla öttüğü zaman da şöyle der: Bunlarla svaşana karşı ben savaşım, barışana karşı da barışım. Kendilerine düşmanlık yapana da ben düşmanım...” Ve hiç biriyle sahabelerin çoğunun amel etmediği buna benzer daha birçok sünenler... Aksine kendi arzularını ön planda tutarak tersini yapmışlardır. Ve her basiret-sahibi iyi bilir ki, Hz. Ali’nin faziletlerini içeren atalardan evlatlara intikal etmiş bütün sünenler, -ki bunlar yüzleri aşar- onun velâyeti ve dosltuğunun vâcip olduğunu gâyet sahih nasslarla vurgulamıştır.... Zira geçen mektuplarımız’da, bunlardan bir bölük irat ettiğimiz mâlum, îrâd etmediklerimiz ise bunlardan kat kat daha çoktur. Siz de -Allaha hamoslun- Sünenleri çok iyi bilen kimselerdensiniz. O sünenlerde ona karşı adâvet beslemekle, müslüman minberlerinin üstünden ona sövmekle uygun düşecek olanı gördünüz mü? -Ki, ona cuma ve bayram namazlarında da sövmeyi sünnet haline getirmişlerdi- Hayır görmediniz..
Fakat bu günahı işleyenler hiç umursamadıkları gibi onlara mâni olack herhangi biri de çıkmamıştır. Halbuki Peygamberin kardeşi ve velisi, vârisi ve sırdaşı, ümmetinin hârûnu ve zürreiyetinin babası olduğunu biliyorlardı. Ve biliyorlardı ki, İslam da hepsinin ilki, îmanda en hâlisi, ilimde de en zengini, amelde en fazlasına sahip olanı, Resûlüllah’a en yakın olanı olduğunu da çok iyi biliyorlardı. Hatta siret, ahlak ve vakarda Peygambere en çok benzeyen; fiil, kavil ve sükünette onun yolundan en çok giden yine kendisi olduğu da meçhulleri değildi.
Fakat şahsî menfaat ve maksatlar onlarca her hususta başta gelmiştir. Şu halde imâmet meselesinde kendi görüşlerini “Gaidr” nassı ile taabbüt etmekten daha üstün tutmakta hangi acayiplik vardır? “Gadir” nassı, şahsi maslahatların tercih etme uğruna tevil ettikleri yüzlerce hadis’in sadece bir tanesi değil midir? Halbuki Peygamber (s.a.a) demişti ki: “Size onlara tutunduğunuz takdirde hiç dalâlete düşmeyeceğiniz iki şey bırakıyorum, bunlar: Allahın kitabı ve Ehl-i Beyt’imdir” Ve demişti ki: “Ehl-i Beyt’imin sizin aranızdaki misâli Hz. Nuh gemisi gibidir; ona binen kurtular, binmeyen ise batıp boğulur.” Ve demişti ki: “Ehl-i Beytimin sizde ki misâli, isrâil oğulları’nda “Hitta” kapısı gibidir. Cenab-ı Allah o kapıdan girenin günahlarını affedeceğini vâ’d etmişti... Ve bu üslup üzerine hiçbir taraf ile taabbüt etmedikleri daha bir çok sünenler. Vesselam.
Dostları ilə paylaş: |