MEKTUP 101 Tarih: 10 Rebiüs’sani 1330
“İmam (a.s) Sakife günü neden hilafet ve Vasiyet naslarıyla ihticâc’da bulunmadı.”
Allaha şükürler olsun, hak özünü açığa vurdu... Ancak alâmetleri belirsiz tek bir mesele kaldı. Size zikredeyim de üzerindeki örtüyü kaldırasınız. O da şudur: İmam-Sakife günü Sıddık’a ve ona biat edenlere karşı sizin üzerine eğildiğiniz hilafet ve vasiyet nasslarının hiç biri ile ihticac etmemiştir. Acaba siz onların hakikatini kendisinden daha mı iyi biliyor sunuz? Vesselam.
MEKTUP 102 Tarih: 10 Rabiüs’sani 1330
1 - İmamın Sakife günü ihticacta bulunmasına mâni olan sebepler.
2 - Mâni olan sebepler bulunduğu halde kendisinin ve ona sadık kalanların iticacta bulunduklarına işârette bulunmak.
1 - Herkes biliyor ki, İmam ve Hâşim oğulları ve başkalarından olan, bütün sâdık dostları, o gün ne sakife’de bulundu ne de bîat’a şâhit oldular. Hepsi oradan ve orada olup bitenlerden uzakta, Peygamber’in (s.a.a) vefâtıyla başlarına gelmiş olan felaketin vahâmetine külliyetleriyle yönelmiş, onun techizinden başka bir şeye ehemmiyet vermiyorlardı. Zaten mukaddes kabrine onu yerleştirip tevriye edinceye kadar, sakife kahramanları işlerini bitirmişti. İmam Sakife’nin neresinde bulunuyordu ki onlara karşı ihticacta bulunsun? Sonra biat aktedildikten sonra nasıl ihticâc edebilirdi ki Bilhassa emir ve nehiy sahipleri, o mâlum şiddetlerini ilân ettikten sonra... Şimdi bu devirde dahi sulta sahiplerinin saltanatını kaldırmak veya devletlerini lağvetmek kimin haddine? O böyle bir girişimde bulunsa bile onu keyfine bırakırlar mı? Heyâhat... Geçmişi şimdiki zamana kıyaslayın, insanalr her devirde insan, zaman da zamandır...
Bununla bilikte Hz. Ali ihticacın fitneden başka ihçibr işe yaramaycağını anlamış ve hakkının kaybolmasını, onun yüzünden doğacak olan fitneye tercih etmiştir. Zira o günkü ortamda böyle bir fitneden İslam’ın bütünlüğünü zedelemesinden korkuyordu. Daha öncede söyeldiğimiz gibi: O günlerde başına iki felaket gelmişti; Bir yanda hilâfet, nass’ları ve vasiyetleri ile yüreği kanatan şikayetle ve ciğeri paraçlayan bir şefkatle onun yardımını ve himâyesini diliyor; diğer bir yanda azmış olan fitneler onu Bedevi Arapların dönmesinden sa-kınmaya çağırıyor. Kî böyle bir hareket onu İslam’ın mahvına sebep olmaktan korkutuyor, bilhassa Medinedeki münâfıklar ve onların etrafındaki bir kısım araplar, onu fazlasıyla ürkütüyordu. Zira onlar “Kur’anın da tasdikiyle” nifaka alış-mış ve onun üzerine yetişmişlerdir. Hatta “Onlar küfür ve nifak bakımından diğer Araplardan daha şiddetlidirler. Ve Allah’ın Resûlüne indirdiği hükümlerin hududnu bilmemeye müstehaktırlar.”(x)
Nitekim Peygamberin (s.a.a) vefatı ile sultaları kuvvetlenmiş, hatta “Museylime el-Kezzâb” “Tulayha bin Huveylid el-Effâk”ve “Secah bint el-Haras” gibi peygamberlik iddia eden ve İslam’ın mahvını amçalayan bazı sahtekârlar harekete geçmiş, Rmenler, Kaysarlar, Kisralar ise tetikte beklemekte idi. Htta bunlara benzer daha nice unsurlar Hz. Muhammet ve akrâba ve ashâbına olan öfkelerinden, İslam kelimesine kin ve nefretlerinden dolayı Müslümanlığı temelinden yıkmak istiyorları. Aynı zamanda bu husuta pek te gayretli idiler. Çünkü şimdi durum müsâitti. Bu karışıklıktan istifade edip fırsatı kullanmak lazımdı. Evet Hz. Ali bu iki tehlikenin arasında kalmıştı. Müslümanlığın ve Müslümanların yaşaması için kendi hakkın kurban etmesi gâyet tabii idi (1)
Ancak hilâfetteki hakkını, müslüman topluluğunu ayırmayacak bir şekilde muhafaza edip, kendisini dışlayanlara karşı ihticacda bulunmak istemiştir. Ama nasıl? Çekilip evinde oturarak. Tâ ki evini basıp onu dövüşsüz ama zorla evinden çıkarıncaya kadar. Eğer hemen onlara koşup dediklerini yapsaydı, kedisinin hiç bir kanıtı olmaycaı gibi şiasının da hiç bir kanıt ve delil’i olmayacaktı. Fakat ypmış olduğu hareketle hem dinin muhafazasını hem de hilâfettki hakkını korumuş oldu. Dini muhafaza etmekle din düşmanlarına karşı koymanın, o günlerde ancak başa geçmiş olanlarla barışmakla sağlanacağını görünce, ümmetin vahdeti, milletin selâmeti ve dinin korunması için şer’an ve aklen mühimden daha mühim olanı önde tutarak vâcip ne ise onu yapmıştır. Zira o günlerde şartlar ne kılıçla ne de hüccetle mukâvemette bulunmaya elverişliydi.
2 - Bununla beraber kendisiyle birlikte çocukları, akraba ve dostlarından âlim olanlar, (araştırmacılarca bilindiği gibi) vasiyet tahsisinde ve açık nasların neşrinde, her zaman akıl ve hikmeti kullanmayı tercih ederlerdi. Vesselam.
DİPNOT
1 - Bunu, Mısır’a Vâli tayin ettiği Malik Eşter’”le Mısırlılar’a gönderdiği mektupta çok açık bir şekilde dile getiriyor: Amma Baad Allâhü teâla Muhammedi (s.a.a) bütün insanlara doğru yolu göstermek için elçi olarak göndermiştir. O Aleyhisselam gidince Müslamanlar makam kavgasına düştüler. Allah yemin ederim ki, Araplar’ın onun Ehl-i Beytinden şaşıp, bu görevi başkalarına verme ihtimalleri hiç hatırımdan geçmemişti. Hatta ondan sonra benden başkasına yöneleceklerini hiç düşünmemiştim. Ancak insanların Filana biat etmeğe koşuşması beni ürkütmüştü. Elimi tuttum, birde baktım ki bir çok kimse islam dininden dönüyor, Muhammed (s.a.a) dinini çökertmeğe kalkışıyor:
O anda İslam’ı korumaya yardımcı olmazsam, onda herhangi bir, çöküntü görmekten korktum. O zaman karşılaşacağım musibet, vilayetinizin sağlayacağı bir kaç günlük faydanın kaybından çok daha ağır gelecek. İlah.. (x) Ayet: tevbe Süresinin 97. ayeti
MEKTUP 103 Tarih: 12 Rebiüs’sani 1330
“Kendi ve yakınlarının ihticâcından bahsetmek.”
İmam ve yakınlarından ne zaman böyle bir şey görülmüş? Bize bazı örnekler sunun lütfen, vesselam.
MEKTUP 104 Tarih: 15 Rebiüs’sani 1330
1 - İmamın iticaclarını içeren kaynaklardan bir demet.
2 - Zehra’nın ihticacı.
1 - İmam (a.s.) kendisiyle ilgili nasları açıklarken dâima sekinet ve sükûneti seçer, İslam bütünlüğünün muhafazasını düşünerek o nasları hasımlarının başına çalmazdı.
Belki bazen bu sükûtuna ve hakkını istememesine mâzeret ileri sürdüğü olurdu, o zamanda şöyle derdi: “İnsan hakkını istemekte gecikmeten dolayı ayıplanmaz. Ayıplanması gereken, hakkı olmayan şeye sahip çıkan kimsedir.” Ayrıca o nasları neşrederken öyle yöntemleri vardı ki, orada hikmet bütün berraklığı ile açığa çıkardı. O mâhut “Saha”da ne yapmıştı, görmediniz mi? Halifeliği zamnında halkı “Gadir Günü”nü anma dolayısıyla nasıl orada toplamış ve onlara: Cenab-ı Allah’ın hakkı için “Gadir-u Humm günü” Resûlüllah’ın söylediklerini duyan her müslüman ayağa kalksın ve duyduklarını açıkça söylesin” dediği zaman arlarında önikisi Bedir vak’asında bulunan otuz kişi kalkıp duyduklarını ikrar edip şâhtikik yapmamışlar mıydı?(1) Zaten o zamanki kritik durum karşısında ancak bu kadarını yapabilirdi. Zira Hz. Osman öldürülmüş, Basra ve Şam’da fitne alıp yürümüştü.
Ve sünen sahiplerinin kendi hadisinde tahric ettikleri “Velime” hadisi de sizi tatmin edeck mhiyette. Hani Resûlüllah (s.a.a) amcası Ebu Talib’in evinde bir ziyâfet verip kendi aşiretlerinden en yakınlarını inzâr etmişti.”
Hadis uzun ve muhteşemdir; (2) halk onu hep Nübüvvet alâmetlerinden ve İslam’ın ibretlerinden saymış ve hâla syamaktadır. Çünkü kalabalık bir cemâati gâyet az bir yemekle doyurduğundan “Nübüvvet mûcizeleri”nin tümünü şâmildir. Sonunda, kolunu boynuna dolayıp şöyle dediğini anlatırdı: “Sen benden sonra bütün müminlerin velisinin...” Ve, “Sen benim yanımda, Harun Musa’nın yanında hangi derecede ise o derecedesin, ancak benden sonra peygamber yoktur....”
Ve kaç kere Resûlüllah’ın (s.a.a) Gadir-u Humm’daki şu sözlerini tekrarlamıştır: “Ben müminlerin nefislerinin üzerinde kendilerinden daha çok yetkiyesahip değil miyim?” sor-duğunda hepsi “evet” diye cevap vermişler ve kendisi şöyle devam etmişti: “Ben kimin velisi isem bu da (Ali) onun velisidir” Ve bunun gibi daha nice inkâr edilemeyecek naslar... Daha önce de söylemiştik, o günlerde bundan daha fazlasını söyleyemezdi. Şûra günü, az mı inzâr ve ihtarda bulunmuştu? Kendisine ait, ileri sürüp onunla ihticac etmediği hususiyet ve menkîbe bırakmamıştı.... Ya hilafeti günlerinde, kaç kere zulme uğradığını dile getirdiği oldu, minberin üzerinden elemle kaç kez şikayette bulundu; şöyle diyordu: “Allah yemin ederim ki, filan onu elbise giyer gibi giyindiği halde, benim ondan yerimin, iğ’in değirmenden olan yeri gibi lduğunu gayet iyi bilmektedir. Ama ben, buna rağmen, onunla rama bir perde çekip ona sırt çevirdim. Gözümdeki çörçöpe, boğazımdaki kılçığa rağmen sabrettim.
Ve “Şıkşıkiyye” (3) ismiyle mâruf hutbesi buna benzer sözlerle devam ediyor. Kaç kez şöyle dediği de olmuştu: “Allahım, Kureyş ve onlara yardımcı olanlara karşı, senden yardım diliyorum. (4) onlar benimle akrabalık bağlarını kestiler, yüksek makamımı alçaltmaya çalıştılar. Bana ait olan bir hak üzerinde benimle münâzaaya giriştiler. Sonra dediler ki: “Hak’ta, onu almakta var, vermekte...” Birisi ona der ki: “bu meseleye çok düşkün ve hırslı görünüyorsun yâ Ebâ Tâlib’in oğlu...” Ona şu cevabı verir: Bilkais siz daha düşkün ve hırs-lısınız. Ben bana âit olan bir hakka tâlip oluyorum, siz ise benimle o hakkın arasına girmek istiyorsunuz... Ve buna benzer söylediği bir çok sözler... Bir kere de şöyle der: “Bir de baktım ki, etrafımda evimin halkından başka hiç bir yardımcım yok. Onları ölüme sürüklemeye kıyamadım. Sabrettim, tadı, “Ebu cehil karpuzu” kadar acı olan bir meselenin acısına sabrettim...” Ve der ki: “Nerede bizden başka ilimde kökleşmiş olduklarını iddia edenler. Eğer bunu iddia edenler varsa onlar bize karşı yalan söyleyenler ve zulüm tasarlayanlardır. Zira Cenab-ı Allah bizi yüceltip onları alçaltmış, bize vermiş, onları mahrum etmiş, bizi içeri geçirmiş, onları dışarı çıkarmıştır. Hidâyet bizimle elde edilir, kör gözler bizimle açılır. Kureyşten gelecek olan imamlar Haşim’den olan şu karın’a dikilmiştir. Onlardna olmyaan kimseler vâli olmaya salâhiyetli değildir,” ilah...(5)
2 - Ayrcıa Zehrâ’nın (s.a) gayet beliğ hüccetleri var bu hususta. Bunlardan çok yaygın iki hutbe var ki Ehl-i Beyt, onları çocuklarına öğretmeyi, Kur’an-ı öğretmek kadar gerekli görürlerdi. Der ki birincisinde: “Zavallılar, acınacak kimseler, onu Risâletinin pâyidarlığından, Nübüvvetin temelinden nasıl uzaklaştırdılar? (Halifeliği kasdediyor) bu apaçık büyük bir hüsrandır. Ab’ul Hasan’dan - Hz. Ali - Neyin intikamını almak istediler? Allah yemin ederim ki, onların intikamına neden olan sadece onun hak mes’elelerindeki çabuk davranışı, şiddetli ve ağır basış’ı ve cenab-ı Allah’ın zâtından yana şiddeti ve taassubudur. Vallahi Resûlüllâh’ın ona bırakmış oludğu dizginde edit bir şekilde idare edilmeyi kabul etselerdi, dizgini eline aldığı gibi, onları öyle akıllı ve yumuşak bir şekilde idare ederdi ki, kati sûrütte ne burunları kanar, ne de ayakları tökezlerdi. Onları öyle bir kaynağa götürür dü ki, geniş, gayet bol olan suyu her iki kıyısından taşmaktadır. Onları geriye çevirdiği zaman tam kanmış olacaklardı. Onlara yerde ve gökte berekt yolları açılacaktı. Hangi sığınığa sığınıdılar, hangi tutamağa tutndular? Bu ne kötü hısımlık ve ne fena komşuluktur... Bu ancak zâlimlere layık olan kötü bir bedeldir. Vallâhi “Kanatlarının tüylerini” kuyruklarla değiştiler. Fakat çok iyi hareket ettiklerini zanneden kimselere rağmen, yine de müfsit olan kendilerdir. Ama onlar farkında değiller.... Zavallılar, hak yoluna irşat eden mi peşinden gidilmeye layık, yoksa etmeyen mi, hangisine hükmediyorsunuz?..” Hutbe böyle devam ediyor... Ve bu hutbe “tahir zürriyet”in bu mevzudaki örnek kelâm’ından sayılır, diğerlerini de buna kıyas edebilirsiniz. Vesselam.
DİPNOT
1 - Mektup 56’da zikrettiğimiz gibi.
2 - Mektup 20’de irad etmiştik.
3 - (Nehcül’belâpa; C.1; S.25; Hutbe,3)
4 - Aynı kitap (C.2; S.103)
5 - Yazar bunları Necül, belağadaki hutbelerden aktarmıştır. Biz bu kadarlıkla iktifa ediyor, diğerlerini tercüme etmeğe lüzüm görmüyoruz.
MEKTUP 105 Tarih: 16 Rebiüs’san 1330
İmam ve zehrâya ait olmayan iticacların naklini lütfetmenizi ve böylece fâidenin tamamlanmasını rica ediyorum. Fazilet yine sizindir. Vesselam.
MEKTUP 106 Tarih: 18 Rebiüs’sani 1330
1 - İbn Abbas’ın ihticacı. 2- hasan ve Hüseyin’in ihticacı.
3 - Sahâbe’den olan kahraman şia’ların ihticacı.
4 - Vasiyyetle ihticac ettiklerine dair işarette bulunmak.
1 - Dikkatinizi, İbn Abbas ile Ömer’in arasında geçen mahâvereye çekmek isterim. Ömer demişti ki: “(Aralarında geçen uzun bir konuşma esnasında) “Ey Abbas oğlu, biliyor musun Muhammet’ten (s.a.a) sonra kavminiz sizden neden çekindi?” İbn Abbas diyor ki: Sorusuna cevar vermek istemedim, dedim ki: “Ben bilmiyorsam Müminlerin Emir’i bilir, dedi ki: “Nübüvvet ve hilâfeti sizde birleştirmek istemediler. Zira kavminize yukarıdan bakıp onlara taşıyamayacakları külfetler yükleyerek bundan sevinç duymanızdan çekindiler. Onun için Kureyşliler kendilerine en muvafık olanı seçip isâbet ettiler. “İbn Abbas diyor ki: O zaman, şöyle deim: “Eğer bana öfkelenmeden konuşmama izin verirseniz konuşurum. “Konuş” deyince dedim ki; “Önce Kureyş kendine muvafıl olanı seçip isâbet etti” demenize karşı derim ki: Şayet Kureyş, kendine Cenab-ı Allahın seçtiğini seçseydi, o zaman elde etmiş olduğu isabet reddedilmez ve hasede yer bırakmaz cinsten olurdu. Nübüvet ve hilâfitin bizde birleşmesini istemediler” demenize karşı ise diyeceğim şu: Cenab-ı Allah, bir kavmi kerâhet hususunda vasfeder şöyle der: “Onlar Allah’ın indirdiği âyetlere karşı kerâhet hususunda vasfeder şöyle der: “Onlar Allah’ın indirdiği âyetlere karşı kerâhet duydukları için, amellerini boşa çıkardı.” Ömer şöyle dedi: “Heyhat ya İbn Abbas... Bana senin hakkında bazı söylentiler iletiliyordu. Onların gerçek olduğunu kabul etmek istemiyorum. Aksi halde yanımdaki itibarın azalır” Deim ki: “Nedir yâ Emirel-mümi’nin benim hakkımda sana söylenen? Eğer, hak ve doğru ise nezdindeki itibarımın azlaması gerekmez. Yok. Eğer bâtıl ve hakikat dışı ise, benim gibi olan bir kendini batıl bir iddiadan müdâfaa etmesini bilir herhalde...” Ömer: Bana, “Hilâfeti bizden haset, fesat ve zulüme dyanarak uzaklaştırdılar” dediğini söylediler, dedi. İbn Abbas diyor, dedim ki: Ya Emire-müminin, “Zulüm’e dayanarak” demişsem, bu gerek cahil, gerek akıllı herkesin göreceği bir şekilde meydana çıktı. “Haset’ten dolayı” da demiş isem, Âdem dahi haset’e maruz kaldı. Bizde onun haset’e uğrayan evlatlarıyız... Ömer: “Heyhât heyhât, siz Haşim oğulları kalpleriniz “hiçbir zaman hasetten arınmayacaktır” deyince: “Yavaş, ağır oluna Müminlerin emiri; Cenab-ı Allah, onlardan her türlü çirkin, günah, murdar ve benzerini uzaklaştırıp kendilerini tâhir, pak ve temiz kılan kimselerin kalplerini bu şekilde vasıflandırmayın.” ilah...(1)
Kendisiyle, bir muhâvere daha yapmıştı, demişti ki ona: Amcanın öğulunu ne halde bıraktın? İbn Bbas diyor ki: Abdullah bin Câferi kast ediyor sandım; “Ondan ayrıldığımda yaşıtlarıyla beraberdi” dedim. “Onu kasdetmiyorum, ben en büyüğünüzü kasdediyorum” dedi. Dedim ki: Ondan ayrıldığımda kuyudan su çekerken Kur’an okuyordu. dedi ki: Ya Abdullah! “Üzerine kan bulaşsın, benden gizlersen” Hilafet üzerinde herhangi bir umudu ve arzusu kalmış mıdır?” “Evet” dedim. Dedi ki: “Resûlüllah’ın üzerine nass koyduğunu mu iddia ediyor?.. İbn Abbas diyor ki: Ona: “Ve size dahasını anlatayım; Bu iddiasını babama sordum, babam; Evet doğru söylüyor, dedi” dediğim zaman, Ömer şöyle dedi: Resûlüllah (s.a.a) onu her zaman zirveye çıkarmak istediğini içeren sözler söylediyse de, bunlar hiç bir hücceti ispat etmemiştir. Ayrıca uzun bir zaman onu halka takdim ederken ona senâ edip halkın tepkisini anlamak istemiştir; hatta hastalığında onun adını açıklamak dahi istemiştir, fakat ben ona mani olmuştum,” ilah... (2)
Aralarında geçen üçüncü muhâvere’de, Ömer der ki: Ey Abbas’ın oğlu! Bana kalırsa amcanın oğlu zulme uğramıştır. İbn Abbas diyor ki, ona şöyle dedim, “Ey müminlerin emirir! Öyleyse ona hkkını geri ver.” dedi ki: Yâ Abbasın oğlu sanırım ki kavminin ona mâni olmasının yegâne sebebi, yaşını küçümsemeleridir. Diyor ki; Ben şöyle cevap verdim: Vallahi Allah ve Resûlü, onu “Berâ’a” -Tevbe- süresini senin dostundan almasını emrettikleri zaman hiçte yaşını küçümsemiş değillerdi... İbn Abbas; “Ömer bu sözleri duyuar duymaz kalkıp yanımdan uzaklaştı. Bende üzerine varmadım” diyor. (3) Haşimi’lerin lisanı ve Peygammerin (s.a.a) amacasının oplu olan İbn Bunların çoğunu daha önceki mektuplarımızda zikretmiştik.
2 - Haşimoğulları ileri gelenlerinden çoğunun o günlerde, bahsettiklerimize benzer kaç ihticacı olmuştur. Hatta bir defasında Ali oğlu Hasan, Ebu Bekir,* Resûlüllahın minberindeyken gelip ona; “İn Babamın minberinden” diye bağırır... Yine bir defasında Ömer minberde iken buna benzer bir tepkiyi kendisine karşı Hüseyin gösterir. (4)
3 - Haşimiler ve yandaşlarının bu husuta bir çok ihticacları var ki, İmâmiyye kitapları hepsini tespit eder.
Arzu eden onları yerlerinde mütâala etsin. Bunlardan İmam Tabarsi’nin “İhticac” isimli kitabındakiler hepimizi tatmin etmeye yterlirdir. Burada Emevi Halit Bin Said Bin El-As, (5) Selmân El-fârisi, Ebu-Zer el-Gaffâri, Ammâr Bin Yâsir, Mikdâd, Bureyde el-Eslemi, Ebi, El-Heysem bin Et-Teyhân, Huzeymete bin Sâbit, Ebû-Eyyüb El-Ansari ve başkalarının sözlerine şahit olabilirsiniz. Kaldı ki Ehl-i Beyt’in haberlerini izleyen herkes görecektir ki ihticacta bulunmalarına elveren hiç bir fırsatı kaçırmamışlardır. Bu fırsatları duruma göre; tasrih, telmih, şiddet, yumuşaklık, hitâbe, yazı, şiir, nesir gibi muhtelif çeşitleriyle değerlendir-mekten geri kalmıyorlardı.
4 - Vasiyet üzerinde ısrarla durup onu fazlasıyla zikrettiklerini, haberlerini izleyenler iyi bilmektedir. Vesselam.
DİPNOT
1 - İbn’il-esir’in “Kâmil” isimli tarih’inden sözlerini aynen naklettik. (C.3; S.24) Ayrıca Mütezili allâme “Nehcül-belâğa” şerhinin Ömer bahsinde irad etmiştir. (C.3; S.107)
2 - İmam Ebul’fadl Ahmed bin ebi Tâhir “Bağdat Tarihi” kitabında İbn Abbas’a isnâd ederek tahric etmiştir. Ayrıca Mütezile Allameside irad eder.
3 - Bu mahavereyi siyer sahiplerinin çoğu nakletmişlerdir. Biz ise Müstezile Allâmesinin “Nehcül-belağa” şerhinden naklettik (C.3; S.105) Bakabilirsiniz.
4 - Bu her iki meseleyi İbin Hacer (Savâik) kitabında nakleder. (S.105 Ayrıca Dar’kıtni, Hasan’ın Ebu-Bekir’le cereyan eden dava’yı ihrac ettiği gibi İbn Sa’d de “tabakat”ında Hüseyinin Ömer’le olan davasını Ömer’in tercemesinde tahric eder.
5 - Halit bin Said, Ebu-Bekir’in Hilâfetini ilkin kabüllenmeyenlerden biriydi Ona ancak üç ay sonra biat etmişti. Bu haberin üzerine tarihçilerin çoğu Nas koymuştur. Bunlardan biri İbn Sâd (Tabakat; C.4 S.70) Halit’in tercemesinde şöyle yazar: Ebu-Bekir, Şama göndereceği ordunun başına onu tayin etmek istemiş, hatta sancağı eliyle evine kadar götürmüştü. Bunu haber alan Ömer Ebu-Bekir’e: Halit’e nasıl böyle bir vazife veriyorsun? Onun konuştuklarını bildiğin halde. der ve Ebu Bekir’i caydırır. Ebu-Bekir ona Ebu-Ervâ bin Ed-Devsi’yi gönderir, Ebu-Erva: Halife; “bize sancağımızı geri ver” diyor, deyince Halit sancağı çıkarıp verir ve şöyle der: Bize verdiğiniz bu vazifeye sevinmediğimiz gibi, bizi azletmenize de hiç üzülmedik... Ve Ebu-Bekir onun evine kadar gidip ondan özür diler, Ancak Ömerin bu olayla ilgisinden hiç bahsetmemesini bilhassa rica eder. B. AKYOL
Dostları ilə paylaş: |