Ch’ing Çini’nin Zungarya ve



Yüklə 4,65 Mb.
səhifə33/42
tarix08.01.2019
ölçüsü4,65 Mb.
#93293
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   42

Romenler Güney Dobruca’ya indiler ve bugünkü Makedonya toprakları Sırbistan’ın hakimiyetine geçti. Bulgaristan Dedeağaç ve civarında Ege’ye bir çıkış temin edebildi. Bunların dışında aşağı yukarı bugünkü Balkan ülkelerinin sınırları Balkan Savaşları sonunda çizilmiştir denilse yanlış olmaz. Balkan Savaşlarının sonunda Makedonya’nın Osmanlı hakimiyetinden çıkması ile bugünkü batı sınırlarımız Meriç nehrine çekilmiştir. Bir başka tanımlama ile bugün Balkanlar’da Türkler olarak kendilerinden bahsettiğimiz kitle bu iki savaşla kaybedilen yerlerde her şeye rağmen kalan Türklerdir.

1699 Karlofça Antlaşması’ndan 1912-13 Balkan Savaşlarına gelinceye kadar Osmanlı İmparatorluğu Balkanlar’da kaybettiği bütün savaşlarda bir miktar insanını savaş yerinde kaybetti, bir miktar insanı bir miktar daha geriye yani Osmanlı hakimiyetinde bulunan topraklara göç etti, bir miktar insanını da kaybettiği topraklarda bıraktı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1912-13 Balkan Savaşları gerek savaşta kaybedilen sivil Türk insanı, gerek Anadolu’ya yönelen Türk göçleri ve gerekse kaybedilen topraklarda bırakılan Türk kitleleri bakımından öncekilerle karşılaştırılamayacak boyuttadır. Çünkü 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1912-13 Balkan Savaşları ile bir müddet hakim olunan bir yerlerden öte, nüfusun en az yarısını Müslüman Türklerin teşkil ettiği bir vatan toprağı kaybedilmiştir.

Balkan Savaşları öncesinde bu savaşlara sahne olan üç Osmanlı vilayetinin nüfus durumu tablo I’deki gibidir. Bu tabloda, o zamanlar Bulgar olarak kaydedilen nüfusun büyük bir kesimi daha sonraki yıllarda Makedon olarak anılır olmuştur. Görüldüğü gibi Müslümanlar Selanik vilayeti’nde en büyük grubu teşkil etmektedirler. Sayıları toplam nüfusun üçte biri kadardır. Manastır vilayetinde de Müslümanlar toplam nüfusun üçte birini teşkil etmekte, buradaki en büyük grup olan Rumlara çok yakın bir rakama ulaşmaktadırlar. Kosova’da ise hem en büyük grup hem de toplam nüfusun dörtte üçü Müslümanlardır. Görüldüğü gibi Makedonya bölgesi üzerinde hak iddia eden Rumların, Bulgarların ve Sırpla

rın hiçbiri bu bölgede çoğunluk değildir. Bundan dolayıdır ki, yukarıda Panslavistlerin Bulgaristan yaratmak için başvurulan metotları, her bir topluluk, başta Müslümanlar olmak üzere diğerleri için uygulamıştır.11



Tablo I: Balkan Savaşları Öncesi Vilayet-i Selase’nin Nüfusu (1905)

Selanik Vilayeti Manastır Vilayeti Kosova Vilayeti

Müslüman 485.555 260.418 752.536

Rum 323.227 291.238 13.452

Bulgar 217.117 188.412 170.005

Ulah ve Sırp - 30.116 169.601

Toplam 1.025.899 770.184 1.105.594

Kaynak: Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912-1913), s. 9; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılap Tarihi, C. I, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1983, s. 152; Ezel Kural Shaw-Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.II, İstanbul, 1983, s. 259.

Balkanlar Osmanlı hakimiyetinin son döneminde her bakımdan İmparatorluğun diğer bölgeleri ile kıyas edilemeyecek kadar ileri bir durumdaydı. Hem İmparatorluğun merkezine hem de Avrupa’ya yakındı. Bu bakımdan önemliydi, zengindi. Bugünkü Bulgaristan topraklarının büyük bir kısmını teşkil eden Tuna vilayeti, İmparatorlukta reformların ilk tatbik edildiği pilot bölge idi. 1860’lı yıllarda, Mithat Paşa döneminde gerçekleştirilen reformlar hâlâ Bulgarlar tarafından bile saygıyla anılmaktadır.12 Bu dönemde Makedonya, İmparatorluğun Balkanlar’daki diğer çok önemli bir bölgesidir. Selanik ve Manastır sadece Balkanlar’ın değil İmparatorluğun en önemli siyaset, düşünce, ticaret ve kültür merkezlerindendir.13



Bulgaristan

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Berlin Antlaşması ile kurulan Romanya Krallığı, Sırbistan Krallığı, Bulgaristan Prensliği ve Şarki Rumeli Eyaleti’nde önemli bir miktarda Türk nüfus kalmıştır. Romanya’da Türkler Dobruca bölgesinde yaşamaktadırlar. O zaman kurulan Sırbistan’da önemli sayıda bir Türk nüfus kalmamıştır. Bulgaristan Prensliği’nde Türkler bilhassa Dobruca ve Deliorman bölgeleri olarak anılan Kuzeybatı Bulgaristan’da yaşamaktadırlar. Bu bölgede nüfusun yarısından çoğu hâlâ Türktür. Ruscuk, Şumnu, Razgrad ve Varna, Türk nüfusunun önemli ölçüde yaşadığı yerlerdir. Şarki Rumeli Eyaleti’nde de nüfusun dörtte birini Müslümanlar yani Türkler teşkil etmektedirler.14

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, Bulgaristan Türklerinin yapısını değiştirmiştir. Savaş esnasında canını, malını ve namusunu koruyabilmek için Türkler, İstanbul yollarına düzülmüşlerdir. Her şeye rağmen Bulgaristan’da kalan Türkler artık köylü bir toplumdur. Fakir ve cahil insanlardan oluşmaktadırlar. Toprakları ellerinden alınmıştır. Bulgaristan Türkleri üstelik toplum önderlerinden mahrumdurlar ve kendi tabirleri ile “başsız bir gövde” durumundadırlar. Dinî, sosyal ve siyasal hiçbir hususta birlik içerisinde değillerdir. Aydınlar İttihatçı-Abdülhamidci olarak ikiye ayrılmışlardır. Birbirlerini kıyasıya eleştirmekte ve yıpratmaktadırlar. Hâttâ birbirlerini Bulgar yönetimlerine şikayet ve ihbar etmektedirler.15

Osmanlı hakimiyetinin Balkanlar’dan çekilmesinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun ve daha sonra onun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu toprak

larla ilgili olarak büyük devletlerle veya bu topraklarda kurulan devletlerle imzaladığı hemen bütün anlaşmalarda buralarda kalan Türklerin hakları ile ilgili özel hükümler konulmuştur. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya, İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile imzaladığı Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878) bu tür anlaşmaların ilkini teşkil eder. Antlaşmanın beşinci maddesi Bulgaristan’da yaşayan azınlıklarla ilgilidir. Buna göre Bulgaristan’da din ve mezhep ayrımı yapılamaz. Azınlıklar Bulgar çoğunluk gibi siyasi ve medeni haklardan yararlanabilirler. Din ve ibadet özgürlüğü ve dini hakları garanti edilmektedir. Türkler Bulgaristan’da yaşayan en büyük azınlık oldukları için bu maddede doğrudan da Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan’da kalan Türklerin siyasi, dini ve medeni hakları ve söz konusu ülkelerde kalan Türklere ait şahsi mallar ve vakıf malları da garanti edilmektedir.16

Sokollu Mehmet Paşa’nın yüzyıllar önce belirttiği gibi “ahdnameler ölü doğmuş birer vücuttur. Onlara hayatiyet bahşedecek olan şey, tarafların bunları yaşatmak için duydukları arzu ve azimdir.”17 Yani antlaşmalar, bu antlaşmaları imzalayan tarafların arzu ve gayretleri nispetinde yaşarlar. Berlin Antlaşması, Bulgaristan Türklerinin sosyal, siyasal, medeni, dini haklarını garanti etmiştir. Bulgaristan Anayasası bu hükümleri Bulgaristan’ın iç hukukunun temeli olarak tanımlamıştır. Hiç bir anayasa maddesinin veya sonradan çıkarılacak kanunun bu hükümleri değiştiremeyeceği tasrih edilmiştir. Bununla birlikte Bulgaristan Prensliği, Berlin Antlaşması ile Türklere verdiği sözlere uymamıştır. 1878-1908 yılları arasındaki Bulgaristan Prensliği döneminde Bulgaristan Türkleri her alanda büyük sıkıntılar çekmişlerdir. Bulgaristan Prensliği’nde 1880 ve Şarki Rumeli Eyaleti’nde 1884 yılında yapılan ilk sayım sonuçlarına göre bugünkü Bulgaristan topraklarında 800.000 civarında Türk yaşamaktadır. Türkler toplam nüfusun yaklaşık olarak %27’sini teşkil etmektedirler. Şarki Rumeli Eyaleti, 1885 yılında Bulgaristan Prensliği ile birleştirildiği için burada her iki bölge birlikte değerlendirilmektedir. 1908 yılında Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra 1910 yılında yapılan ilk nüfus sayımına göre Bulgaristan Türklerinin sayısı 600.000 civarındadır ve toplam nüfusun %13’ünü teşkil etmektedirler. 30 yıl içerisinde Bulgaristan Türklerinin sayısı 800.000’den 600.000’e inmiş, Türklerin toplam nüfusu nispetleri de %27’den %13’e düşmüştür. Yüksek doğurganlıklarına rağmen Bulgaristan Türklerinin gerek sayılarındaki gerekse toplam nüfusa nispetlerindeki azalışın tek sebebi tahmin edileceği gibi Türk topraklarına olan göçlerdir.

Bulgaristan Türklerinin yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları toprakları terk edip Osmanlı topraklarına göç etme sebeplerinin başında can, mal ve namus emniyeti arayışı gelir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında yaratılan büyük dehşet ve teröre rağmen bu topraklarda kalan insanlar veya Berlin Antlaşması’nın verdiği garantilere güvenerek savaş zamanında terk ettikleri topraklarına geri dönenler artık bu topraklarda istenmediklerini çok açık bir şekilde görmüşler

dir. Bulgar yönetimler, sosyal, siyasal, ekonomik, dini ve kültürel alanlarda yaptıkları yeni düzenlemelerle Türklerin bu topraklardan gitmeleri için ne mümkünse yapmışlardır. Devlet destekli çetelerin ve jandarmanın baskısı, ağır vergiler, evlerine ve arazilerine el konulma, sistemli olarak mallarının çalınması, olur olmaz bahanelerle verilen ağır cezalar, Türklere karşı verilen zararların takip ve tanzim edilmemesi, ayrımcılık ve diğer türlü baskılara dayanamayan Türkler, artık bu topraklarda şerefleriyle yaşamaktan ümitlerini keserek başta İstanbul olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu topraklarına doğru göç yollarına düzülmüşlerdir. Prenslik döneminde Bulgaristan’dan Türkiye’ye doğru yaşanan Türk göçü hiç bir zaman kesilmemiştir. Bununla beraber Prensliğin kuruluşundan 1893 yılına kadar olan dönemde takip eden yıllara nispetle daha yüksek oranda bir göç gözlemlenmektedir. Göçenler en ucuz fiyatlarla mallarını satarak, satamadıklarını güvendikleri insanlara emanet ederek bir daha dönmemecesine Bulgaristan’ı terk etmişlerdir.18

Richard Crampton’un tespitlerine göre, Bulgaristan’ın kuruluşundan 1888 yılına kadar, yani on yıl içinde dört buçuk milyon dekar ekilebilir arazi el değiştirmiştir. Elbette ki bu toprakların tamamına yakını Türklere ait idi. Bu miktar Bulgaristan’daki ekilebilir arazinin dörtte birini teşkil etmektedir. 1900’lü yıllara gelindiğinde Bulgaristan’da çoğunluğu Müslümanlardan Hrıstiyanlara olmak üzere el değiştiren toprakların miktarı yedi milyon dekara ulaşmıştır. 1876’da Rumeli’de Türklerin elindeki topraklar toplam toprakların %50’si iken, 1885’te bu oran %28’e düşmüştür. Müslüman küçük çiftçinin elinde olan ise bunun da yarısı, yani %14’üdür. Kuzey Bulgaristan’da durum daha da kötü, bu nispetler çok daha düşüktür. Eski Zağra’da, tamamına yakını Türklerin elinde olmak üzere, savaştan önce 100 kadar çiftlik vardır. 1884 yılında bu çiftliklerin sayısı 46’ya, 1886 yılında ise dörde düşmüştür. Bu dört çiftlikten sadece bir tanesinin sahibi Türktür.19

1877-78 Savaşı esnasında Bulgaristan’daki Türk varlığına karşı her manada yürütülen tahribat Prenslik döneminde de devam etmiştir. Dini yapılar bunların başında gelir. Savaş esnasında büyük ölçüde yok edilen camilerden kalanların yıkılmasına bu dönemde devam edilmiştir. Örneğin Tuna Vilayeti Salnamesi’ne göre, savaştan önce Sofya şehrinde 44 tane cami mevcut iken, 1902 yılında şehirde kalan tek camiyi plan gerekçesiyle yıkılmaktan Fransız Konsolosluğu’nun teşebbüsleri önleyebilmiştir. 1897 tarihli bire rapora göre Ruscuk’ta bulunan 29 caminin yedisi yıkılmış, şehir planını bozduğu gerekçesiyle 16 tanesinin de yıkılması kararlaştırılmıştır.20 Berlin Antlaşması ile kuruluşundan 1 Ekim 1879 tarihine kadar Doğu Rumeli Vilayeti’nde 756 İslami eser tahrip edilmiştir.21 Camiler gibi şehir planları gerekçesiyle İslam mezarlıkları da yok edilmiştir.22 Bulgaristan Müslümanlarının dini yönetimine müdahale edilmiştir. Müftülüklerin seçimine müdahaleler edilmiş, müftülüklerin o dönemdeki en yüksek dini mevki olan Halifelik ile irtibatına müdahale edilmiştir.

Savaş müddetince Bulgarlarca el konulan ve talan edilen vakıf malları, Prenslik döneminde de çok keyfi kullanılmıştır. Berlin Antlaşması’nın 12. maddesi, Bulgaristan’da bulunan İslam vakıf malları meselesinin çözümü için Bulgarlardan ve Osmanlı hükümetinin temsilcilerinden bir komisyona havale etmiştir. Böyle bir komisyon kurulmuş ve 1 Nisan 1880 tarihinde Sofya’da çalışmaya baş

lamıştır. Ancak Bulgar üyeler usul ve kavram tartışmalarıyla komisyon çalışmalarını kilitlemişler ve yıllarca bir karar alınmasını önlemişlerdir. Bu şartlarda söz konusu komisyon çalışmaları 20 Ocak 1885 tarihinde sona ermiştir.

Bulgar hükümeti, gerek bu dönemde gerekse komisyon çalışmalarının tatil edilmesini takip eden yıllarda İslam vakıflarının yönetimini ellerinde tutmuşlar, söz konusu vakıfları istedikleri gibi kullanmışlar, almışlar ve satmışlardır.23

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın olumsuz bir tesiri olarak Bulgaristan Türklerinin yapısının değiştiğini, fakir, köylü ve cahil insanlardan oluşan bir topluluk haline geldiklerini belirtmiştik. Bulgaristan resmi istatistiklerine göre, 1900 yılında bu ülkede bulunan topluluklar arasında okuma-yazma oranı en düşük topluluk Müslümanlardır. Protestanlarda okuma-yazma oranı %66,3, Gregoryan Ermenilerde %52,6, Yahudilerde %48,5, Katoliklerde %31,8, Ortodokslarda %27,6 ve Müslümanlarda sadece %3,9’dur. Takip eden yıllarda söz konusu bütün topluluklarda okuma-yazma oranları yükseldiği halde Müslümanlarda azalmıştır. 1900 yılı itibariyle şehirlerde yaşayan Müslümanların %11,45’i, köylerde yaşayan Müslümanların ise %2,34’ü okuma-yazma bilmektedir. Tahmin edileceği gibi okuma-yazma bilen Müslümanların %20,1’i kadın gerisi ise erkeklerdir.24 1905 yılı Bulgaristan resmi istatistiklerinde, milliyetlerine göre Bulgaristan ahalisinin okuma-yazma durumu şöyledir: Ermeniler %54,3, Yahudiler %53,8, Rumlar %35,2, Bulgarlar %32,3, Gagavuzlar %23,6, Tatarlar %7,8, Türkler %4, Çingeneler %2,3, Pomaklar %2,2.25

Osmanlı salnamelerine göre 18877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan evvel Bulgaristan Prensliği’nin kurulduğu bölgede Türklere ait 2.500 civarında ilkokul, 40 rüştiye ve 150 civarında medrese vardır. Savaşta ve savaşı takip eden yıllarda bunların 1.500’ü yıkılmış, yakılmış, iyi durumda olanları Türklerin elinden alınmıştır. Filibe şehrinde savaştan önce 29 Türk okulu varken savaştan sonra bunların sayısı ikiye düşmüştür. Diğer şehirlerdeki durum da bundan farksızdır. Mevcut okul binaları da bakımsız ve kötü durumdadırlar. Bulgaristan Prensliği’ne ait istatistiklere göre 1894-95 öğretim yılında bu ülkede 1.284 Türk ilkokulunda 1.460 öğretmen ve 72.028 öğrenci, 16 rüştiyede ise 57 öğretmen ve 691 öğrenci bulunmaktadır. Aynı öğretim yılında Bulgar okulundaki bir öğrenci için yılda 2.485 Leva harcanırken, Türk okulundaki bir öğrenci için 208 Leva harcanmaktadır.26

Bulgaristan Prensliği dönemi, eğitim ve kültür bakımından da Bulgaristan Türkleri için sıkıntılarla geçmiştir. Savaş yıllarında Bulgaristan Türklerine ait okul binaları yakılmış ve yıkılmış, en iyilerine ise başka maksatlarla kullanmak için el konulmuştur. Savaştan önce Filibe’de Türklere ait 29 tane mektep ve medrese mevcut olduğu halde 1879 yılında sadece iki tane kalmıştır. Diğer yerlerdeki durumda bundan farklı değildir. Savaşı takip eden yıllarda da bir şekilde Türklerin elinde kalmış iyi durumda bulunan okul binaları çeşitli gerekçelerle ellerinden alınmıştır. Pravadiya’daki beş Türk okulunun dördü askeri barakaya

çevrilmiş, biri ise postahane yapılmıştır. Vidin’deki Rüştiye binası tiyatroya dönüştürülmüştür. Sofya’daki Osmanlı Komiseri Nihat Paşa, Mart 1880’de Türk mektep ve medrese binalarının yıkılmasının durdurulması için Bulgaristan Prensliği nezdinde teşebbüse geçmiş, ancak Sofya’da bulunan Sakallı Ahmet Ağa Medresesi, Osmanlı komiserinin gözü önünde yıkılmıştır. Bilal Şimşir’in tespitlerine göre 1877-1886 yılları arasında yıkılan ve yakılan Türk mektep ve medreselerinin sayısı 1.500 civarındadır.27

Bulgaristan Prensliği döneminde Türk okulları özel okul statüsündedir. Eğitim dilleri Türkçedir. Her okul müstakil bir yapıya sahipti. Her bir okulun seçimle gelen eğitim kurulları vardır. Bu kurullar, okulları finans, eğitim ve öğretim bakımından idare ederlerdi. Okul binasının bakımı, onarımı, öğretmenlerin bulunması, bu öğretmenlere verilecek maaşın miktarının belirlenmesi ve temini ve okutulacak derslerin seçimi hep bu kurulların vazifesi idi. Bu okulların harcamaları vakıflardan gelen gelirler, bağışlar ve Bulgaristan hükümetinin yardımları ile karşılanırdı. Bu dönemde Bulgaristan Türklerinin eğitim faaliyetlerinin desteklenmesi maksadıyla Osmanlı yönetimi kitap, diğer ders araçları ve öğretmenler göndermiş, Bulgaristan Türklerinin çocuklarının bir kısmını İstanbul ve Bursa gibi merkezlerde eğitilmesini sağlamıştır. Bununla beraber yetiştirildikten sonra Bulgaristan Türklerine hizmet vermesi beklenen bu öğrencilerin büyük bir kısmının daha sonra Bulgaristan’a geri dönmediklerine dair kayıtlar ve şikayetler mevcuttur.

Prenslik döneminin ilk yılları, Bulgaristan Türklerinin azınlık olarak yaşamaya başladıkları ilk yıllardır. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve bu savaşta yaşanan acı olayların etkisi bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Bu dönem Bulgaristan Türklerinde siyasal ve sosyal bir birlik düşüncesi bile yoktur. Kendi haklarını savunacak, bunun için teşebbüslerde bulunacak donanımlara sahip değillerdir. Sofya’da bulunan Osmanlı komiserinin gayretleri ile ne elde edilebilirse onunla yetinmektedirler. 1900’lü yıllar ise Bulgaristan Türklerinin yavaş yavaş kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştıkları yıllardır. 1905 yılının sonundan itibaren Bulgaristan Türklerinin eğitim alanında bazı çalışmalara girdiklerini görüyoruz. Bulgaristan Türklerinin çocuklarının modern eğitime geçmelerini sağlamak ve fakir öğrencileri desteklemek üzere Cemiyet-i Hayriye-i İslamiyeler kurulmuştur. Cemiyet-i Hayriyeler geceler düzenleyerek, müsamereler tertipleyerek ve kurban derileri toplayarak fakir öğrenciler için destek sağlamaya çalışmışlardır. O zamana kadar birbirinden kopuk ve ortak bir amaç ve program takip etmeyen okullarda eğitim birliğini sağlamak, öğretmenler arasında dayanışma ve irtibatı kurmak maksadıyla 1906 Temmuzu’nda ilk kongresini yaparak kurulan Cemiyet-i Muallimin-i İslamiye’nin, Bulgaristan Türkleri’nin eğitimine önemli hizmetleri olmuştur.28

Bulgaristan Türklerinin eğitimsiz, köylü ve güçsüz insanlardan oluşması sebebiyle Bulgaristan nüfusunun önemli bir kısmını teşkil ettikleri halde Bulgaristan yönetiminde temsil edilmemişlerdir. Buraya kadar anlattıklarımız, bu durumun sebebi olarak da gösterilebilir. Bunlara Bulgar hükümetlerinin seçim bölgelerini Türklerin aleyhine olacak şekilde düzenlemeleri, seçimler esnasında yapılan baskılar, hileler ve Bulgaristan Türklerinin siyasi bir organizasyonun olmayışı da eklenebilir. Bu çerçevede Bulgaristan Türklerinin oyları Bulgar partilerine

dağılmıştır. Her şeye rağmen bu dönemde Bulgaristan Parlamentosu’na 5 ile 13 arasında Türk milletvekili girebilmiştir. Fakat bunlar da Bulgaristan Türklerinin meselelerini Parlamentoda savunabilecek, donanımlı, dil bilen insanlardan oluşmamaktadırlar. Bulgaristan Türklerinin kendi aralarındaki şahsi ve ideolojik ayrılıklar ve Abdülhamid yanlısı veya karşıtı olmadan kaynaklanan çekişmeler ve kavgalar Bulgaristan Türklerinin siyasi manada bir birlik teşkil edememelerine sebep olmuştur.29

Bir çelişki gibi görünse de, Bulgaristan Türkleri, eğitimsiz insanlardan teşekkül etmesine rağmen, Prenslik döneminde bu ülkede önemli sayılabilecek bir Türk basını vardır. Bu durumun birkaç sebebi vardır. Belki bunların başında her şeye rağmen Bulgaristan Türklerinde mevcut olan gazetecilik geleneği gelir. Mithat Paşa’nın Tuna Valiliği döneminde, 1865 yılında ilk defa çıkardığı Tuna gazetesi 1877 yılına kadar Türkçe ve Bulgarca olarak yayınını sürdürmüş, Bulgaristan’da Türkçe basın geleneğini başlatmıştır. Vilayet gazetesi olan Tuna, vilayetinin merkezi olan Ruscuk’ta çıkıyordu ve bu şehirde kurulmuş olan Tuna vilayeti matbaasında basılıyordu. Bu matbaa pek çok Türk ve Bulgar gencinin gazeteciliği, yayıncılığı öğrendiği bir okul fonksiyonu görmüştür. Resmi bir hüviyeti olan Tuna’nın yanı sıra Beratlı İsmail Kemal tarafından çıkarılan Mecra-i Efkar, 1867 yılında yine Ruscuk’ta çıkarılan ilk özel gazete olmak özelliğine haizdir.30

Prenslik döneminde Bulgaristan’da çıkan ilk Türkçe gazete, 1880-82 yılları arasında çıkan Tarla’dır. Bulgaristan Resmi Gazetesi Tercümesi, Dikkat, Şark Yıldızı, Hilal, Çaylak, Vakit, Balkan, Varna Postası, Serbest Bulgaristan, Başlangıç, İttifak, Sebat, Gayret, Rağbet, Muhbir-i Şark, Emniyet, Malumat, Resimli Emniyet, Hamiyyet, Şems, Şark, Sada-i Millet, Hakkaniyet, Bedreka-i Selamet, Muvazene, Sada, Doğru Yol, Mecra-i Efkar, Resimsiz Emniyet, Nadas, Balkan, Le Courrier des Balkans, Kamer, Islah, Müsademe-i Efkar, Müdafaa-i Hukuk, Uhuvvet, Temaşa-i Esrar, Efkar-ı Umumiye, Ahali, Tuna, Feryad, Rumeli, Rumeli Telgrafları, Temaşa-i Efkar, Balkan, Şark Muhbiri ve Edirne Sadası bu dönemde Bulgaristan’da çıkmış Türk gazetelerinin isimleridir. Bu gazetelerin toplam sayıları 50’dir. Bunların bazıları sadece bir kaç sayı çıkmış, bir kısmı ise bir kaç yıl yayınını sürdürmüştür.31

Yukarıda temas ettiğimiz gazetecilik geleneğinin yanı sıra, 30 yıllık bu dönemde burada 50 Türk gazetesinin çıkmasının önemli sebeplerinden birisi de, Bulgaristan’ın coğrafi olarak İstanbul’un kontrolünde olmayan fakat İstanbul’a en yakın bir yer oluşudur. II. Abdülhamid’in her şeyi, fakat bilhassa basını son derece sıkı kontrol altında tuttuğu yıllarda Bulgaristan, Sultan’ın muhaliflerinin gazetelerini basabildikleri bir yer olmuştur. Burada basılan Türkçe gazeteler genellikle yabancı postalar vasıtasıyla İstanbul’a ve İmparatorluğun diğer önemli merkezlerine bir şekilde ulaştırılmıştır. II. Abdülhamid yanlıları ve karşıtları Bulgaristan’da çıkardıkları gazetelerle birbirlerini acımasızca eleştirmişler, hatta

birbirlerini Bulgar makamlarına ihbar etmekten çekinmemişlerdir. Bununla beraber söz konusu Türk gazeteleri Bulgar yönetimlerini eleştirirken mutedil bir dil kullanmaya son derece özen göstermişlerdir.32

24 Temmuz 1908’de Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Meşrutiyet ilan edildi. Anayasa yürürlüğe girdi. II. Meşrutiyet’in kargaşası devam ederken ortaya çıkan yönetim boşluğundan istifade etmek isteyen Bulgaristan, 5 Ekim 1908’de bağımsızlığını ilan etti. Ertesi gün Avusturya ve Macaristan İmparatorluğu, Bosna ve Hersek’i ilhak etti. Girit Meclisi Yunanistan’a iltihak ettiğini ilan etti.

Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra bu ülke ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 19 Nisan 1909 tarihinde İstanbul Protokolü ve Sözleşmesi imzalandı. Bu şekilde Osmanlı İmparatorluğu, Bulgaristan Krallığı’nı tanırken, Bulgaristan Türklerinin dini, siyasi ve medeni hakları garanti altına alınmıştır. Buna göre Bulgaristan’da bulunan Müslümanlara din ve mezhep serbestliği, ibadet ve dini tören hürriyeti verilmiştir. Müslümanlar Bulgaristan’da diğer din ve mezheplere mensup topluluklarla eşit siyasi ve medeni haklara sahiptirler. Camilerde Halife-Padişah adına hutbe okunacaktır. Bulgaristan Müslümanlarının en yüksek dini mercii Sofya’daki Başmüftülüktür. Başmüftü İslam kuralları çerçevesinde müftülerin işlemlerini, dini kurumları, bu kurumlardaki imam, hatip, müezzin ve kayyım gibi görevlileri ve vakıfların mütevellilerini kontrol eder. Başmüftü, Bulgaristan’daki müftüler tarafından beş yıl için seçilir. Bulgaristan Mezhepler Bakanlığı yeni seçilen başmüftüyü Sofya’daki Türk Büyükelçiliği marifetiyle İstanbul’daki Meşihat’a bildirir. Oradan gelen yetki belgesi ile başmüftü çalışmalarını yürütür. Başmüftü, Bulgaristan’daki İslam okullarını ve medreseleri teftiş eder ve gerekirse yeni okulların açılması için gerekli teşebbüslerde bulunur.33

Bulgaristan Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Balkan Savaşlarından sonra 29 Eylül 1913 tarihinde imzalanan İstanbul Antlaşması34 bu ülkedeki Türklerin dini ve siyasi haklarını tekrar garanti etmektedir. Aşağı yukarı bir önceki İstanbul Protokolü ve Sözleşmesi’ndeki Bulgaristan Türkleri ile ilgili hükümler tekrar edildi. Bir öncekine ilave olarak başmüftü ve müftülüklerdeki personelin maaşlarının Bulgar hükümetince ödeneceği ve başmüftülük teşkilatının başmüftü tarafından yapılacak bir tüzük ile belirleneceği hususu getirildi. Eğitim ile ilgili olarak bu antlaşmaya Bulgar hükümetinin masrafları kendine ait olmak üzere Müslüman ilkokulları ve rüştiyeleri açacağı, Bulgaristan’da eğitim ve öğretmenlerle ilgili bütün kanunların Müslümanlara da uygulanacağı, Bulgaristan’da nüvvab yetiştirmek üzere bir okul açılacağı hükmü yer alıyordu.35


Yüklə 4,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin