Çocuklara öYKÜlerle kirk hadiS


) BAŞARMAK İÇİN: İŞ BİLMEK, KENDİNİ İŞE VERMEK ŞARTTIR



Yüklə 394,91 Kb.
səhifə3/6
tarix15.01.2018
ölçüsü394,91 Kb.
#38437
1   2   3   4   5   6

15) BAŞARMAK İÇİN: İŞ BİLMEK, KENDİNİ İŞE VERMEK ŞARTTIR

"Yaptığı işi güzelce yapanı Allah (c.c.) sever." (1)

Yapılan işi güzel ve sağlam yapmak önemlidir. Yapı­lan iş, o işi yapanın kimliğini ve kişiliğini, karakterini, becerisini, kabiliyetini ortaya koyar. O işi yapanın işini ne kadar önemsediğini, işini ne kadar bildiğini ve sevdiğini gösterir.

1972 olimpiyatlarında yüzme dalında yedi altın madalya alan yüzücüye gazeteciler bu inanılmaz başarısının sırrını sor­dular. Yüzücünün cevabı şöyleydi: "Normal olarak, insan yüz­meye başladığı an ve yüzerken düşünür. Halbuki ben gezerken, uyurken, yemek yerken yani her an yüzmeyi düşünüyor ve yüzüyorum." "Kendini işe kaptırmak" diye buna denir. Yüzücü işini ne kadar önemsiyor ki, hep yüzmeyi, yüzmede başarı elde etmeyi kafasına koyuyor ve başarılı oluyor.

Bir de iş bilme, işi bilme vardır. Yani oyunu kurallarına göre oynama, işin kurallarını, başarının yollarını bilme vardır. Başarı ve güzel iş için bunlar şarttır. İşte bu durumu anlatan öy­kümüz:

İki arkadaş bir ormanda yaşlanan ağaçları kesiyorlardı. Birincisi, sabahtan erken kalkıyor, ağaçları kesmeye başlıyor, bir ağacı devirir devirmez hemen ötekini kesmeye başlıyordu. Din­lenmek bir yana, öğle yemeği için bile kendine zaman ayırmı­yordu. Akşamları ise arkadaşı eve döndükten sonra da çalışma­sını sürdürüyor, ondan birkaç saat sonra dönüyordu.

İkinci adam, ağaç keserken zaman zaman dinleniyor, öğ­leyin güzelce karnını doyuruyor, ibadet vakitlerinde ibadetini yapıyor, akşam üzeri de hava kararmadan evine dönüyordu. Bir hafta sonra ikisi de kestikleri odunları istiflemeye/ bir araya toplayıp düzenlice yığmaya başladılar.

Size göre hangisi çok iş görmüş olabilir? Sonucu merak etmişsinizdir! Sonuç şaşırtıcıydı: İkinci oduncu, çok çalışan ar­kadaşından neredeyse iki kat fazla odun kesmişti. Çok çalışan oduncu hayretler içinde:

"Nasıl olur, anlamıyorum. Halbuki ben senden daha çok çalıştım, "der.

Öteki oduncu gülümseyerek açıklar: "Doğru, sen dur­madan çalıştın. Ben ise arada oturup dinlendim. Dinlenirken bir yandan da baltamı biledim. Baltası keskin olunca insan daha az çabayla, daha çok odun kesebiliyor."

Başarılı olabilmek için hem işini bilmek, hem sevmek hem de kendini işe vermek gerekir. Kurallarını bilmeden bir pas­ta bile yapılamaz. Numaraları doğru kodlamazsak, telefon et­tiğimiz hedefe ulaşamayız.

Ders çalışırken, ders dinlerken de öyle değil mi? Bir anda birkaç işle birden uğraşırsak, bedenimiz sınıfta, kafamız başka yerlerde olursa başarabilir miyiz?

Yaptığımız işi hem güzel hem bilerek hem severek hem de kurallarına uyarak yapalım. Motivasyonu tam sağlayalım. Ba­şarı sadece çalışmayla değil, "etkili ve verimli çalışmayla" etkili ve verimli çalışma yöntemlerini bilip uygulamakla elde edile­bilir.



"Yaptığı işi güzelce yapanı Allah (c.c.) sever."

Kaynaklar:

1. Taberani, Mu'cemül-Kebir 19/200; Münavi, Feyzul- Kadir 6/ 464.

16) KALİTELİ İNSAN OLMALIYIZ

"Allah (c.c.) sizin suretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar."(1)

Herkes kaliteli şeyleri sever, onları almak ister, kaliteli olanını seçer. Kaliteli olan şeyler daha değerlidir. Bu, insanlar için de böyledir. Her işte kaliteli insanlar seçilir.

Çokluk önemlidir. Ancak kalitesiz birçokluğun pek de kıymeti yoktur. Onun içindir ki, milletlerin iyi yetiştirilmiş, kaliteli insanlara ihtiyacı vardır. Çünkü milletleri yükselten ve medeni­yet sahibi yapan, tarihin altın sayfalarına yazdıran kaliteli, sa­mîmi ve değerli insanlardır.

Can dostlar, şimdi öykümüze kulak verelim: Hayvanlar kendi aralarında konuşuyorlar, ne kadar çok yavru doğurdukları konusunda kendilerini methediyorlarmış. Birisi bir seferde üç tane doğurduğunu anlatırken, diğeri övü­nerek beş tane, öbürü daha fazla doğurduğunu söylüyormuş. On, on beş diyenler bile olmuş. Aslan bir köşede sessiz sessiz oturuyor, âdeta bu konuşulanlara hiç aldırmıyormuş. Sonunda ona da kaç yavru doğurduğunu sormuşlar. Aslan sakin bir sesle: "Sadece bir tane, ama ben aslan doğururum, aslan." demiş.

Aslolan bizlerin de Hz. Peygamberin iftihar edeceği in­sanlardan olabilmemizdir. Bakınız Peygamber Efendimiz ne bu­yuruyor: "Evleniniz, çoğahnız. Çünkü ben çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar edeceğim. "(2)

Şairin dediği gibi, altın ile gümüş tartıda bir olsa dahi, tartıda aynı gelmeleriyle değerleri bir olmaz. Altın daha kıymetli ve pahalıdır. On gram altınla bir ton kömür alırız, insanlar da böyle farklıdır. Hz. Mevlânâ'nın ifadesiyle:

"Eğer Adem evladı (insanlar) suretle (sadece görünüşte, bedeniyle) insan olsaydı, Hz Muhammed (s.a.v.) ile Ebu Cehil bir olurdu."

İnsanları insan yapan değerler vardır. O değerlerden uzaklaşanlar, insanlıktan da uzaklaşırlar. Onun için Yüce Rabbimiz: "Onlar hayvan gibidir, belki yolca hayvandan da aşağıdırlar." (7 Araf, 179) buyurmuştur. İnsan Allah (c.c.) ile irtibatını güçlendirdiği oranda kâmil insan olur. Allah (c.c.)'tan uzaklaştığı, kulluğu terk ettiği ölçüde de hayvanlığa yaklaşır.

Sultan Gazneli Mahmut'un, Ayaz isminde özel bir hiz­metçisi vardı. Bir gün beyleri, Sultan Mahmut'a: "Ayaz denen bu hizmetçinin ne hüneri, ne marifeti var ki siz ona otuz kişinin ücreti kadar maaş veriyorsunuz?" dediler.

Sultan Mahmut o anda bu soruya cevap vermedi. Birkaç gün sonra beyleri ile birlikte ava çıktı. Ava giderlerken uzaktan bir kervanın geçmekte olduğunu gördüler. Sultan Mahmut, beylerden birine: "Git, sor bakalım, bu kervan nereden geli­yor?" dedi. Bey atını sürerek gitti. Bir süre sonra geriye döndü: "Efendim kervan Rey şehrinden geliyor." dedi.

Sultan Mahmut: "Peki nereye gidiyormuş?" diye sorun­ca, bey susup kaldı. Bunun üzerine başkasını gönderdi. O da gidip geldi. "Efendim Yemen'e gidiyormuş."dedi. Padişah: "Yükü neymiş?"diye sorunca, o da susup kaldı. Bu defa Pa­dişah bir başka beye: "Sen de git, yükünü öğren."dedi. Bey gitti geldi: "Her cins mal var. Ama çoğu Rey kâseleri."dedi. Padişah: "Peki kervan Rey'den ne zaman çıkmış?" diye sorunca, bey susup kaldı, cevap veremedi.

Padişah böylece tam otuz beyi gönderdi, otuzu da iste­nen bilgileri tam olarak getiremediler. Padişah, Ayaz'ı çağırdı: "Ayaz, git bak bakalım şu kervan nereden geliyor?"

Ayaz hürmetle, saygıyla padişahın huzuruna gelerek konuşmaya başladı: "Efendim, kervan görünür görünmez sizin merak ederek soracağınızı tahmin ettiğimden gidip gerekenleri öğrendim. Kervan Rey'den geliyor, Yemen'e gidiyor. Yükü şu­dur, şu kadar at, şu kadar deve, şu kadar katırdan oluşuyor. Kervanda şu kadar insan var, onlardan şu kadarı silahlı." diye­rek kervan hakkındaki bilgileri, en küçük ayrıntıya varıncaya kadar anlattı. Bütün bunları beyler, o sırada ağzı açık dinliyor­lardı.

Böylece Ayaz, tek başına otuz beyin edinemediği bilgileri edinmiş, işi başarmıştı. Padişah beylerine döndü: "Sadık ada­mım Ayaz'a neden otuz kişinin ücretine denk maaş verdiğimi anladınız mı? Görüyorsunuz ki, bu bile onun hizmetine karşı az geliyor."dedi. Böylece Ayaz'ı çekemeyerek aleyhinde konuşan beyler utandılar, yaptıklarına pişman oldular.

İşte kaliteli insan böyle olur, böyle fark edilir. Ya bizler!. Biraz kendimizi hesaba çeksek...

"Allah (c.c.) sizin suretlerinize/görünüşünüze ve malla­rınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar."

Kaynaklar:

1.Müslim, Birr 33. İbni Mace, Zühd 9.

2.Beyhaki, Sünenül-Kübra 7/78 Münavi, Feyzul-Kadir 3/242.

Ahmed, Müsned 3/ 158, 245.

17) HER SÖZE KULAK VERMEMELİ

"Her duyduğunu söylemesi, kişiye yalan olarak yeter" (1)

Anlatılacak sözlerin doğruluğunu tespit etmeden ve duyduğu her sözü herhangi bir araştırma yapmadan nakleden insanın bu yaptığı, yalan söyleme anlamına gelir. Bu sebeple insanın, duyduklarını başkasına nakletmeden önce, on­ların doğru olup olmadığını iyice araştırması, doğruluğunu tes­pit ve tahkik etmesi gerekir.

"Ben duyduğumu söylüyorum." savunması bizi sorum­luluktan kurtarmaz. Herkes her duyduğunu anlatacak olursa, ortalık yalan dolandan geçilmez hale gelir. Onun için Sevgili Peygamberimiz (s.a.v): "Her duyduğunu söylemesi, nakletme­si, anlatması kişiye günah olarak yeter." (2) buyurarak bizleri uyarmıştır.

Bir gün bir kişi, tanıdığı bir bilgeye rastladı ve dedi ki: "Ar­kadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?" "Bir dakika bek­le." diye cevap verdi bilge kişi. "Bana bir şey söylemeden önce senin küçük bir testten geçmeni istiyorum."

"Üç filtre mi?" der o kişi. "Doğru" diye devam etti bilge.

"Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söylediğini filtre etmek, iyi bir fikir ola­bilir"

Birinci filtre: " Gerçek filtresi."

"Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla ger­çek, doğru olduğundan emin misin?"

"Hayır," dedi adam. "Aslında bunu sadece duydum ve…"

"Tamam," dedi bilge, "Öyleyse sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci filtreyi dene­yelim ..."

" İyilik filtresi."

"Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?"

"Hayır tam tersi" dedi adam.

"Öyleyse onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin. Çünkü geriye bir filtre daha kaldı"

"İşe yararlılık filtresi."

"Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işi­me yarar mı?"

"Hayır gerçekten değil."

"İyi, eğer bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar, faydalı değilse bana niye söyleyesin ki?"

Adam şaşırıp kalmış ve mahcup olmuştu. Sözünü şöyle tamamladı bilge kişi:

"Sen dostumla ilgili bir söz nakletmekle hem beni, hem kendini hem de dostumu huzursuz ve rahatsız etmiş olursun. Üçümüze de zarar verirsin. Ben duyduğum sözden dolayı üzü­lürüm, dostuma kırılırım, dostuma olan güvenim zedelenir, sa­na olan güvenim de yara alır. Çünkü ben seni aklı başında bir adam sanıyordum..." Adam iyice şaşırıp afalladı ve hatasını anlayıp başını öne eğdi. Bilge şöyle dedi:

Rabbimiz ne güzel buyurmuş: "Ey iman edenler! Fasık (İslam'ın koyduğu sınırlardan dışarı çıkmayı âdet haline getiren) biri, size bir haber getirirse, ona inan­madan önce doğru olup olmadığını iyice araştırın. Yok­sa bir topluluğa yanlışlıkla, bilmeden kötülükte bulu­nur, incitirsiniz de sonra yaptığınızdan pişmanlık du­yarsınız." (49 Hucurat, 6)

" Her duyduğunu söylemesi, kişiye yalan olarak yeter."

Kaynaklar:

1.Müslim, Mukaddime 5.

2.Münavi, Feyzul-Kadir 5/2.



18) TATLI DİL, YILANI DELİĞİNDEN ÇIKARIR

"Siz mallarınızla bütün insanları memnun edemezsiniz. Öyleyse güler yüzlülüğünüz ve güzel huyunuzla memnun ediniz."(1)

Tatlı dilli, güler yüzlü olmak gerekir. Zira güzel yüzlü olmak elimizde olamasa da, güler yüzlü olmak eli­mizdedir. Bir güzel söz var:

"Bir aileyi haylaz evlat, bir esnafı asık surat, bir yiğidi huysuz avrat, bir şoförü aşırı sürat yıkar."diye insanlara değer veren değerli olur. Tepeden bakan ve surat asan tepetaklak gider. Şimdi öykümüze bir bakalım:

Köylünün biri ufak bir küpe bal doldurur, sırtına yükleyip pazarda satmaya çıkarmış. Ancak bir kaşık bile satamadan akşam eve dönermiş. Babası bu durumu merak etmiş. Neden oğlunun balını kimse almıyor? diye düşünmüş. Bir sabah oğ­lunun peşine takılmış ve takip etmiş. Çok geçmeden oğlunun neden balını satamadığını anlamış.

Asık bir suratla "Bal, bal!" diye bağırdığı için, kimsenin ondan bal almadığının farkına varmış. Oğlunun yanına varmış ve: "Ben senin balını niye satamadığının sebebini buldum, demiş. Senin dilin bal satıyor, ama suratın sirke satıyor... Oğul­cuğum, asık suratlılık, soğuk durma, buz gibi olma, duvar gibi durma insanları kişiden uzaklaştırır."

Şu hikâye de bunu ne güzel ispatlıyor: Adamın biri şapkasını ve ceketini iyice giyinmiş, yolda gidiyormuş. Güneş ile rüzgâr iddiaya girmişler: "Bu adamın şapkasını ve ceketini kim çıkarabilir?" diye. Kura çekmişler, ön­celik rüzgâra düşmüş. Rüzgâr estikçe esmiş. Adam, rüzgâr arttık­ça şapkasına ve ceketine daha sıkı sarılmış. Rüzgâr fırtınaya dönüşmüş, adamı yerden yere savurmuş. Nafile... Adam ceke­tini ve şapkasını kaptırmamak için var gücüyle mücadele edi­yormuş, sonunda rüzgâr pes etmiş.

Daha sonra sıra güneşe gelmiş. O biraz görününce adam sıcaktan bunalıp şapkasını çıkarmış, güneş biraz daha sıcaklığını arttırınca ceketinin düğmelerini çözmüş. Güneş iyice ısıtınca da ceketini çıkarmış. Rüzgâr, güneşe: "Tamam, davayı sen kazan­dın, adamın ceketini ve şapkasını çıkartmayı başardın." demiş.

Burada güneş, tatlı dili ve güler yüzü temsil ederken, rüzgâr, sertliği ve asık suratlılığı, yüzü soğukluğunu temsil ediyor ve sonunda, tatlı dil güler yüz galip geliyor.

Sevgili arkadaşlar, şunu unutmamalıyız: Tatlı dil yılanı deliğinden, kötü söz insanı dininden çıkarır. Tatlı dil ve güler yüz, insan kalbine en çok tesir eden ve kalbi harekete geçiren en önemli psikolojik unsurdur.

Herkese verecek, memnun edecek malı, maddî gücü bu­lamayabiliriz, ancak tüm insanlara yetecek tatlı dil ve güler yüze sahip olabiliriz.

Tatlı dil ile söylenen söz mutlaka etkisini gösterir ve kişileri istenilen hedefe ulaştırır. Acı sözler ile kırıcı davranışlar ve kötü huy ise insanları olumsuz yönde etkiler ve olacak işleri bile bozar. Acı surat, acı söz ve huysuzlukla hiçbir hedefe ulaşmak mümkün değildir.

"Siz mallarınızla bütün insanları memnun edemezsiniz. Öyleyse güler yüzlülüğünüz vegüzel huyunuzla memnun ediniz."

Kaynaklar:

1. Münziri, Et-Terğib vet-Terhib 3/411. Münavi, Feyzul-Kadir 2/557.



19) DAVRANIŞLARA DEĞER KAZANDIRAN ŞEY NEDİR?

"Davranışlara değer kazandıran niyetlerdir" (1)

Dinimize göre "Ameller niyetlere göredir." Kişiler bir işi hangi niyetle yaparsa, sonuç da o niyete göre or­taya çıkar. Niyeti hayırlı olan iş mutlaka hayır ile sona erer. Art niyetle, bozuk düşünceyle yapılan işler ise o insanın bozuk ni­yetini, samimiyetsizliğini, riyakârlığını, menfaatçiliğini gösterir. Bakınız bu öykülerimizde nasıl ortaya çıkıyor:

Çevrede inceleme yapan zamanın sultanının yolu, bir nar bahçesine düşer. Bahçe sahibi gelen misafire nar ikram eder. Narlar, sultanın hoşuna gider. İçinden :

"Bu bahçeyi sahibinin elinden alayım" düşüncesini geçirir. Bahçe sahibinden bir nar daha ister. Bu kez, aynı ağaç­tan alınan nar, zehir gibi acı gelir. Sultan sorar, mal sahibine:

"Aynı ağaç, aynı nar nasıl oluyor da birisi tatlı, diğeri acı..."

Bahçe sahibi gülerek cevaplar soruyu:

"Sultanım! Ağaç aynı, ama niyet aynı değil. Siz içinizdeki niyeti değiştirdiniz, nar da değişti."

İnsanlar; niyetlerini düzgün tutmalı, iyi niyetli olmalı, ni­yetini bozmamalıdır. Yaptıkları işlerde de Allah (c.c.)'ın rızasını unutmamalıdır.

Vaktiyle bir derviş, bir ramazan akşamı iftara davetliydi. Derviş, yatsıya yakın evine döndü. Hanımından mümkünse kendisi için sofra hazırlamasını istedi. Hanımı:

"Sen davette değil miydin? Ne yemeği?" deyince, der­viş:

"Sorma, çok yersem, arkamdan 'İyi derviş değilmiş.' diye konuşmalarından korktum, pek bir şey yiyemedim, karnımı doyuramadım." demiş. Bunun üzerine hanımı:

"Tamam, sen akşam namazını kıl da, ben sofrayı hazırlayayım." Derviş:

"Ama, ben akşam namazını orada kılmıştım." der. Hanı­mı cevap verir:

"Sen arkamdan kötü konuşurlar diye pek yemek yeme­diğine göre, arkamdan iyi konuşsunlar diye namazı uzatmışsındır. Hadi akşam namazını bir daha kılıver de, o arada ben de sofrayı hazırlayayım."

Hanımının bu uyarısından sonra derviş aklını başına alıp niyetini düzeltmiş, riyakârlıktan, gösterişten kurtulup samîmi, halis bir derviş olmuş.

Şimdi hadisimizin tamamını hatırlayalım:



"Ameller niyetlere göredir. Kişi için ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır. Şu halde kimin hicreti Allah ve Rasülü için ise, o kimsenin hicreti Allah ve Rasülü'nedir. Kimin de hicreti elde edeceği bir dünyalık veya nikahlayacağı bir kadın için ise, onun da hicret ettiği o şeyedir."

Niyetimiz Allah (c.c.)'ın rızası olmalıdır. Çıkar için, başkalarını aldatmak, sömürmek maksadıyla veya övünmek, övülmek için yapılan hayırların insana bir faydası olmaz ve ahirette de bundan dolayı kendisine sevap verilmez.

Niyet hayır, akıbet hayır,

Niyet bozuk, yanarsın cayır cayır.

Peygamberimiz ne güzel buyurmuş:

"Güzel niyet sahibini cennete sokar. "(2)

Kaynaklar:

1. Buhari, İman 41; Müslim, İmare 55; İbni Mâce, Zühd 26.

2. Münavî, Feyzul-Kadir 6/ 301.



20) ANA GİBİ YÂR OLMAZ

"Bir adam: Ya Rasülallah! Anne babanın çocuğu üzerindeki hakkı nedir?' diye sordu. Sevgili Peygamberimiz: 'Onlar (annen-baban) senin ya cennetin ya da cehennemindir.' buyurdu." (1)

Canlılar içinde en merhametli olanlar, analık duygu­sunu tatmış olanlardır. Bunun için kişinin derdini yürekten paylaşan tek varlık analardır. Anneler şefkat kahra­manlarıdır.

Dünyaya gelmesi, doğması yaklaşan bir bebek:

"Allah'ım ben o kadar güçsüzüm ki, dünya da nasıl yaşa­yacağım?" demiş

"Senin için bir melek seçtim. Seni o koruyacak, merak et­me, korkma!" demiş, Rabbimiz.

Bebek: "Ey Rabbim ben onların dillerini bilmiyorum?"

"O melek sana konuşmayı, sevgiyi öğretecek."

"Dünyada kötülerin olduğunu duydum. Onlardan beni kim koruyacak?"

"O melek, hayatı pahasına seni korur." Dünyaya gözlerini açmak üzere olan küçük yolcu:

"Allah (c.c.)'ım, benim meleğimin adı ne?"

"İsimlerin önemi yok. Sen onu "Anne" diye çağıracaksın."

Yüreğimi senin kokun,

Burcu burcu bürür anne...

Nereye baksam uzak yakın,

Gözüm seni görür anne.

Has bahçenin bal arısı,

Sevgilerin en durusu,

Bir kez istese yavrusu,

Yüreğini verir anne.

En duygulu türküler,

Annemin ninnileridir.

En hüzünlü şarkılar,

Annemin ağıtlarıdır.

En kutlu ocak,

Annemin ocağıdır.

En güvenli kucak,

Annemin kucağıdır.

Niye demişler: Anne gibi yâr olmaz! Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar, diye. Anne babayı çok sevmek ve onları üzmemek gerekir. Yüce Yaratıcımız: "Onlara öf bile demeyin." (17 İsra, 23) buyuruyor.

Abdullah ibni Ebi Evfa anlatır: "Rasülullah (s.a.v.) ile beraberdik. Birisi gelerek:

"Ya Rasülallah! Genç birisi ölmek üzere. Ona "La ilahe illallah" telkin edildi, ama bunu söyleyemedi."dedi. Rasülullah (s.a.v.): "Namaz kılıyor muydu?" diye sordu. Adam: "Evet!" di­ye cevapladı.

Rasülullah ile birlikte kalkarak o gencin yanına gittik. Hz. Peygamber, ölmek üzere olan gence: "La ilahe illallah de, dedi. O da: "Söyleyemiyorum, dedi. Hz. Peygamber: "Niçin?"diye sorunca, birisi:

"Annesine isyan ediyordu, diye cevap verdi. O zaman Hz. Peygamber: "Annesi yaşıyor mu? diye sordu. "Evet" dedi­ler. "Çağırın onu." buyurdu.

Çağırdılar. Kadın gelince Peygamber (s.a.v.): "Bu senin oğlun mu?" diye sordu. Kadın : "Evet" dedi.



"Kızgın alevlerle yanan kocaman bir ateş gördüğünde sa­na: "Eğer oğlunu bağışlarsan biz de bırakırız, yoksa onu gör­düğün bu ateşe atacağız, "denilse bağışlamaz mısın?

"Ya Rasülallah! Öyleyse onu bağışlıyorum."dedi ağ­layarak. Hz. Peygamber (s.a.v.), delikanlıya dönerek:



"Ey delikanlı! Lâ ilahe illallah de, diye telkinde bulundu. O da aynısını söyledi. Rasülullah (s.a.v.):

"Şefaatim sebebiyle onu ateşten kurtaran Allah (c.c.)’a hamd olsun." dedi. (2)

Öyleyse anne ve babamızı üzmeyelim. Onları sevelim, sevindirelim. Onlara itaat edip seversek, sevindirirsek cennete gireriz. Üzersek Allah (c.c.) korusun cehenneme düşeriz.

Kaynaklar:

1. İbni Mâce, Edep 1. Münziri, Et-Terğib vet-Terhib 3/331-332.

2. Münziri, age 3/316.

21) YOLDAN EN GÜZEL ŞEKİLDE GEÇEBİLMEK

Yoldan insanlara sıkıntı veren şeyleri gider. Çünkü bu senin için bir sadakadır.” (1)

Yolların temizliği ve gelip geçeni rahatsız etmeyecek şekilde olması bir medeniyet göstergesidir. Topluma yönelik bir hizmet ve iyiliktir, bir kamu hizmetidir. Toplumu ilgi­lendiren hizmetler ise önemlidir. Öneminden dolayı sevabı da çoktur.

Çevreyi, yolları kirletmek lânetlik bir iştir. Peygamberimiz dikkat çekici şeyler anlatırdı. Bir gün Hz. Peygamber ashabına: "Lanete uğramış olmaktan sakının." buyurdu. Onlar da: "Bun­larda kim ey Allah'ın Rasülü?" diye sordular. O da şu cevabı ver­di: "Halkın gelip geçtiği yollara ve gölgelendikleri yerlere abdest bozanlardır." (2)

Müslümanlar dünyanın en medenî ve çevreci insanları­dır. Çünkü temiz olmak, temiz kalmak, temizlemek, temiz bırak­mak Müslümanların işidir. Cennete de ancak temiz olanlar gire­cektir. Ayrıca Peygamber Efendimiz (s.a.v.): "Rahatsız edici, ezi­yet verici şeyleri yoldan atıp kaldırmak imanın yetmiş küsur şu­besinden bir bölümdür." (3) buyurmuşlardır.

Can dostlar, hemen öykümüze geçelim:

Kralın biri halkı için, geniş bir yol yaptırdı. Yolu insanların hizmetine açmadan önce bir yarışma düzenlemeye karar verdi. Böylece yoldan en güzel şekilde geçecek olan kişiyi belirleyecek ve ödüllendirecekti.

Yarışma günü gelip çattı, insanlar bu işe çok ilgi gösterdi­ler. Bazıları en güzel elbiselerini giymiş, bazıları da süslü fayton­larla gelmişti.

Nihayet insanların tamamı yoldan geçtiler. Yolu katedip kralın yanına dönenler hep aynı şikâyette bulunuyorlardı. Yo­lun bir yerinde büyükçe bir taş ve moloz yığını vardı. Bunlar yürüyüşü zorlaştırıyordu. Halkın kimi taşların üzerinden atlıyor, kimi kenarından dolanıp geçiyordu.

Günün sonunda yalnız bir yolcu, üstü başı toz toprak içinde kralı selamladı. Elinde bir altın kesesi vardı. Keseyi krala uzatarak:

"Yolculuğum sırasında, yolu tıkayan taş ve moloz yığın­larını kaldırmak için durmuştum. Bu altın kesesini o taşın altın­da buldum. Bu altınlar size ait olmalı."

Bilge kral, tebessüm ederek cevap verdi: "O altınlar se­nin." Adam: "Hayır, bunlar benim olamaz. Benim hiç bu kadar param olmadı."

"Evet." dedi bilge kral: "Bu altınlar senin. Yarışmanın ga­libi sensin. Yoldan en güzel şekilde geçen kişi sensin. Çünkü, yoldan en güzel geçen adam, arkasından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir."

İşte böyle dostlar! Yollardaki, çevredeki bütün engelleri kaldırmak, bu kadar önemlidir. Ve sadakadır, sevaptır.

Onun için elimizdeki, evimizde biriken çöpü sokağa, sa­ğa- sola değil, çöp kutusuna atmalıyız. Yollara atılan pislikleri, engelleri kaldırmalıyız. Hani öyle derler ya: "Herkes kendi evi­nin önünü temiz tutsa, çöpçülere gerek kalmaz." diye.

Hepimiz çevreci olmalı ve temiz toplum olmak için çalış­malıyız.

Kaynaklar:

1.Buhari, Cihad 72, 128, Sulh 33. Müslim, Müsafirin 84, Zekât 56.

Münavi, Feyzul- Kadir,2/195. 2.Müslim, Taharet 68.

3.Müslim, İman 58; Buhari, İman 3; Ebu Davud, Sünnet 4.



22) KARA GÜN DOSTU

"Allah'ım! Gözleri üzerimde, kalbi beni gözetleyen, bir iyiliğimi gördüğünde örtbas edip gizleyen, bir kötülüğümü, kusurumu gördüğünde etrafa yayan hilekâr, sahtekâr dosttan sana sığınırım."(1)

Dostsuzluk, yoksulluktur. En yoksul insan dostsuz in­sandır. Dostluk önemli olduğu gibi, dost seçimi de çok önemlidir. Onun için dost seçimine çok dikkat etmek ge­rekir.

Dost (iyi dost) kara günde belli olur. Sevinçli, mutlu, var­lıklı günlerinde insanın dostu çok olur. Böyle anlarda dostluk çok kolaydır. Asıl zor olan dostluk kara günde, zor anlarda or­taya çıkar. Bazıları böyle zor duruma düşenin çevresinden kay­bolur. Kara günde dost kalmak; üzüntüyü, sıkıntıyı paylaşmayı, onu gidermek için maddî manevî fedakârlıkta bulunmayı gerektirir. Bu duruma katlananlar, böyle zor dönemlerde arkadaş­larının yanında yer alanlar, gerçek dost olduğunu kanıtlarlar.

Bunları öykümüzde görelim:

Parlak, yüksek bir mevkide/ makamda bulunan devlet adamlarından birine,"Gerçek dostlarınız kimler?" diye sorul­duğunda, şöyle cevap verir.

"Şimdi bilemem. Çünkü yüksek bir mevkideyim. Gerçek dostlar sıkıntı ve ihtiyaç zamanlarında belli olur."

Vaktiyle Akşehir'e bir kadı tayin edilir. Daha göreve baş­lar başlamaz halk, kadı efendiyi tebrik etmeye giderler. Her gi­den, bir iki hoşbeşten sonra sanki söz birliği etmişçesine lafı döndürüp dolaştırıp Nasreddin Hoca'ya getirirler. Bilhassa ona saygı ve sevgilerini dile getirirler.

Birkaç gün sonra Nasreddin Hoca da kadı efendiyi tebriğe gider. Kadı bu ziyaretten çok memnun olur ve söz sırasında Hoca'ya:

" Çok bahtiyarsınız Hocam. Hemşehrileriniz sizi ne kadar çok seviyorlar. Beni tebrik ve ziyarete gelen hemen herkes sizi methetti. Bu kadar çok dosta sahip olmak doğrusu herkese nasip olmaz. Kıskanmadım desem yalan olur.. .der. Hoca da:

"O kadar acele hüküm ve karar vermemeli kadı efendi! Asıl dost kara günde belli olur." cevabını verir.

Nüktedan Hoca, gelen ziyaretçilerin etkisinde kalarak acele karar veren kadı efendiyi böylece uyarır.

Arkadaşının ayıp ve kusurlarını görmek, bunları yaymak doğru değildir. Arkadaşımızın kusurları varsa onları en güzel şe­kilde kırıp dökmeden gidermeye çalışmalı, kusurlarını başkala­rına anlatmamalıdır. Dostumuzun iyi taraflarını, iyiliklerini gör­meli, başkalarına dostumuzun iyi ve güzel yanları anlatılmalıdır.

Ayrıca zor zamanda denenmeyen, sıkıntılı durumlarda ne yapacağı belli olmayan kişilere asla güvenilmemelidir. Menfaatçi, gösterişçi, hilekâr, kötü ahlâklı kişilerle dost olunmamalıdır.

Dostluğumuzu devam ettirmeli, basit şeylerden ötürü birbirimizden vazgeçmemeliyiz. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şu tavsiyede bulunur:



"Allah (c.c), eski dostluğu devam ettirmeyi sever. Öyley­se dostluğu devam ettiriniz. "(2)

"Bir kişi ile dostluk kurduğunuzda, onunla münakaşa et­meyin, birbirinize kötülük yapmayın. O da onda olmayan bir şe­yi söyler de aranızı bozar. "(3)

Dostluk sadece başkasından beklenmemeli, kişi kendisi de samîmi dost olmalı, dostluk göstermeyi bilmelidir. Sürekli ayıp araştıran, güzelliklere kör davrananlardan uzak durmalıdır.

Kaynaklar:

1. Münavi, Feyzu'l-Kadir 2/145.

2. Münavi, age. 2/291.

3. Münavi, age. 1/248.



Yüklə 394,91 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin