ÇOCUKLARDA SUSKUNLUK VE KORKU NEDENLERİ
KİŞİLİK BOZUKLUKLARI Kişilik Bozukluğunun Tanımlanması: Kişilik bozukluğunun tam geçerli bir tanımını yapmak güçtür. Psikiyatride tanı tartışmasına en çok yol açan sorun kişilik bozukluklarıdır. Çok çeşitli kişilik bozuklukları vardır. Kişilik bozukluklarında genellikle görülen ortak özellikler şöyle özetlenebilir: 1. Davranışların benliğe yerleşmiş olması fakat uyum amacıyla esneklik göstermemesi. 2. Belli bir toplum içinde uyumlu sayılabilmek için geçerli ölçütlerden sapması. 3. Çocukluktan beri süregelmesi 4. Toplum içinde ve iş yaşamında belirgin bozulmaya yol açması. 5. Genellikle benliğe uyumlu, yani benimsenmiş olması ve değiştirilmek istenmemesi; bazen de benimsenmemiş olsa bile değiştirilememesi. 6. Genel olarak çevre ile çatışma ve sürtüşmeye yol açması; kendisini çevreye değil, çevresini kendisine uydurmaya çalışması. 7. Kişinin bilişsel yetilerinde, temel duygulanımı ve düşünce yapısında belirgin bozukluk yoktur. Zaman zaman bunaltı ve çökkünlük belirtileri ve somatik yakınmalar değişik şekillerde bulunabilir. Kısaca, kişilik bozuklukları kişilik özelliklerinin esneklikten yoksun bir nitelik kazanarak, kişinin çevresiyle ilişkilerinde zorlanması ya da kendi içinde sıkıntılara neden olacak boyutlarda yaşanmakta olmasını tanımlar. Kendisini ve çevresini algılamasında ve ilişkisinde katı bir değişmezlik gösteren bu özellikler nedeniyle kişi, yaşadığı durumlara uygun tepkiler vermek yerine, her türlü duruma birbirinin bezeri tepkiler verir. Bu özellikler, çoğu kez ergenlik döneminde bazen de yetişkinliğin ilk yıllarında ortaya çıkar ve giderek belirginleşir. Kişilik bozukluğu gösteren insanlar, genellikle bu özeliklerini doğrudan şikayet konusu etmezlerse de yaşamlarında etkin olmamaktan ya da ilişkilerindeki aksaklıklardan ötürü rahatsızdırlar. Kişiliğin Muayenesi: Psikiyatrik görüşme sırasında kişiliğin muayenesi için özgün sorular ve yöntem yoktur. Öykü alırken hastanın genel yaşam biçimi, yaşam olaylarına karşı tutumları, değer yargıları öğrenilmeye çalışılır. Hastanın ses tonu, yüz anlatımları, duruşu da, önemiş ipuçları verir. Psikiyatrik görüşme dışında aileden edinilen bilgiler ve projektif testler, tanı koymakta çok yardımcı olurlar. AYIRICI TANI: A. Psikonevrozlar: Kişilik bozukluğu olanlarda bunaltı, çökkünlük, somatik yakınmalar, saplantılı düşünceler ve başka nevrotik belirtiler görülebilir. En önemli ayırım kişilik bozukluğunda kişinin kendisinde değil, çevresinden yakınması; kendisinin çevreye uyması değil, çevrenin kendisine uyması beklentisi olmasıdır. Nevrotikler ise kendilerinden yakınırlar ve bu rahatsızlıktan kurtulmak isterler. Nevrotik bir belirti eğer benliğe yerleşmiş ve benliğe uyumlu olmuşsa, yani kişi bu belirtiye yenmek, iyileştirmek yerine çevresindekilerin bu belirtiyi kabullenmesini, buna uyum yapmasını bekliyorsa ve belirtiden yakınmıyorsa bu durum artık bir nevroz değil, kişilik bozukluğudur. B. Psikozlar: Psikozlarda gerçeği değerlendirme yetisi bozulur. Düşünce, algı ve duygulanımda ağır bozukluklar, sapmalar olur. Kişilik bozukluklarında bunlar bulunmaz. Yalnız, şizotipal ve paranoid kişilikte zaman zaman psikolojik belirtiler ortaya çıkabilir. Bu olgularda kişilik bozukluğu ve psikoz ,tanısı birlikte konur. Psikotiklerde savunma düzenekleri ilkel ve regresiftir: Yadsıma, içe-atma, bölünme, somutlaştırma. Kişilik bozukluklarında savunmalar daha çok akla uygunlaştırma (rasyonalizasyon), bilinçli yalanlama, çevreyi suçlama, çevredekileri oyuna getirme ve kullanma biçimindedir. C. Organik :ruhsal bozukluklarda görülen bilişse yetilerde bozulma ve yıkım, kişilik bozukluklarında olmaz. D. Kişilik Bozukluğu Süreğendir: Nevrozlar, psikozlar ve organik ruhsal bozukluklar birden ya da sinsi başlayabilir. Kısa süreli ya da süreğen olabilir. E. Alkol ve Başka Psikoaktif Maddeler: aşırı tutku ve bağımlılık gösterenlerin çoğunda kişilik bozukluğu vardır. OLUŞ NEDENLERİ: 1. Kalıtım:İkizler ve evlat edinilenler üzerinde yapılan araştırmalara göre kimi kişilik bozukluğu türlerinde soyaçekiminin rolü vardır. Evlat edinilenler üzerinde yapılan soyaçekim araştırmalarında, şizofreni spektrum bozuklukları arasında sayılan şizotipal, paranoid kişilik ve anti-sosyal kişilik bozukluğu gösterenlerde soyaçekimin etkinliği gösterilmiştir. 2. Kişisel Etkenler: Beden yapısı ile kişilik arasında bir bağ saptanamamıştır. Ancak doğumdan önce, doğum sonrasında ve doğum sırasında merkezi sinir dizgesini etkileyen durumlar, kişilik bozukluğuna zemin hazırlayabilir. Örneğin çocuklukta dikkat eksikliği gösteren hiperkinetik minimal beyin disfonksiyonu olan çocuklarda sonradan kişilik bozukluğu riskinin,daha yüksek olduğu bilinmektedir. Bedensel sakatlıklarda kişilik oluşumunda önemli rol oynayabilirler. Fakat bunların özgül bir neden olduğu söylenemez. 3.Çevresel Etkenler:Kişilik bozukluğunun gelişmesinde aile ve toplumsal çevrenin önemli etken olduğu bilinmektedir. Psiko-analitik kurama göre belirli ruhsal-cinsel gelişme dönemlerinde saplanmaya yol açacak aile koşulları, belli kişilik yapılarının ve bunlara bağlı kişilik bozukluklarının ortaya çıkmasına yol açar. Örneğin, edilgin-bağımlı (pasif-dependenc) kişilik, oral dönemde, aşırı doyurulma ya da aşırı doyumsuzluk nedeniyle oral saplanmaya;obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu anal saplanmaya; histerik kişilik, oedipal saplanmaya bağlıdır. Sosyopatik kişilik bozukluğunun çelişkili değer yargıları ve tutumları olan, ya da sorunları olan toplum kesimlerinde (horlanmış, azınlık gruplar) daha çok sosyopatik kişilik bozukluğu oluştuğu görüşü oldukça yaygındır. Anne yoksunluğu koşullarında (yuvalar, yetiştirme yurtları) yetişmiş çocuklarda sosyopatik kişilik bozukluğunun daha çok görüldüğü bilinmektedir. SIKLIK VE YAYGINLIK: Kişilik bozukluğunda sıklık ve yaygınlık oranları toplumdan topluma ve bir toplum içinde farklı kesimlere göre değişiklikler gösterir. Geleneksel yaşam biçimini koruyan kırsal bölgelere göre kentlerde daha yüksek oranlarda görülür. Sanayileşme, kentleşmiş kentlerde de sosyo-kültürel-ekonomik düzeyi düşük hıza değişen, töre ve gelenekleri çürük ya da sarsılmış toplum kesimlerinde daha çok görülür. Sanayileşmiş toplumlarda yapılan araştırmalarda yaygınlık oranı %10-20 arasında değişmektedir. Erkeklerde kadınlara oranla en az dört-beş kat daha fazladır. Gelişmekte olan ülkelerin çok hızlı sosyo-kültürel değişme ve çalkantılara uğrayan kesimlerinde de yaygınlık oranının yüksek olması beklenebilir. KİŞİLİK BOZUKLUĞUNUN TÜRLERİ: Kişilik bozukluğu türleri üç ana kümede toplanmaktadır. Küme A (Kişiliğin yapısındaki bozukluklar): - Paraniod kişilik bozukluğu - Şizoid kişilik bozukluğu - Şizotipal kişilik bozukluğu Küme B (Sosyopatik kişilik bozukluğu): - Antisosyal kişilik bozukluğu - Sınırda (borderline) kişilik bozukluğu - Histerionik kişilik bozukluğu - Narsistik kişilik bozukluğu Küme C (kişilik treylerindeki bozukluklar) - Kaçınan kişilik bozukluğu - Bağımlı kişilik bozukluğu - Obsessif-kompulsif kişilik bozukluğu - Pasif saldırgan kişilik bozukluğu Tedavi: Kişilik bozuklukları olan kişiler, tedaviye dirençlidirler. Bunların bilinen bir somatik tedavisi yoktur. Kişilik bozuklukları için önerilen tek tedavi yöntemi psikoterapidir. Kişilik bozuklukları psikoterapiden de en az yararlanan gruptur. Bir bölümü (örneğin paranoid ya da antisosyal olanlar) tedavi önerilerine karşı koyar. Eğer hasta, tedaviye motive olurlarsa, tedavi daha iyi sonuç verir. Borderline ve narsistik kişilik bozuklukları tedaviye olumlu sonuçlar da vermişlerdir. Ancak bu terapiler, zor, uzun ve zahmetli olduğu gibi sonuçlar da tartışmalıdır. Türkiye koşullarında eğitim ve araştırma amaçları dışında, bu psikoterapilerin pratik değeri azdır. Kişilik bozuklukları, başka nedenlerle hekimin karşısında sık çıkarlar. Bu nedenler arasında en sık görülen bir intihar girişimi, geçici psikotik ataklar, anksiyete, öfke ya da bağımlılığı, kendini yaralama davranışı ve evlilik sorunlarıdır. Bu sorunlar, tedavi edilirken, zeminde yatan kişilik bozukluğu gözardı edilmemeli ve bu bozukluk da tedavi edilmelidir. KİŞİLİK BOZUKLUKLARI: 1.PARANOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU Paranoid kişi, ilk yetişkinlik yıllarından başlayarak çevresindeki insanların kasıtlı olarak kendisini küçük düşürücü ya d tehdit edici davranışlarda bulunduğuna inanır. Paranoid kişi, yeterli bir dayanağı olmaksızın başkaları tarafından sömürüleceği ya da kendisine zarar verileceği inancı içindedir. Ortada bir neden yokken arkadaşlarının sadakatini ve güvenirliğini sürekli soruşturur. Sıradan konuşmalar ya da olaylardan kendisini tehdit edici ya da küçültücü anlamlar çıkarır. Başkalarına anlatılacağından korktuğu için kendisiyle ilgili konuları kimseyle paylaşmazlar. İnsanlarla ilişkilerinde süreklilik yoktur. Yalnızca yaşanılan an algılanır. Güvensizliği nedeniyle yakınlarına karşı saldırgan ve suçlayıcıdır. Aşırı gururlu ve kincidirler. Kıskanç olduklarından hep aldatıldığından kuşkulanırlar. Duygusal bakımdan soğuk, katı ve ciddidirler. Bu nedenle şaka kaldıramazlar. Kendileri de pek şaka yapmazlar. İnsanlara güvenmediklerinden karşılıklı güvene dayanan ilişkilere girmezler ya da bu tür ilişkileri yürütemezler. Sosyal ve mesleki ilişkileri ileri düzeyde bozuktur. Genellikle inatçı, tartışmacı, katı ve anlaşmaya yanaşmayan yönleri nedeniyle başarısız olurlar. Hastalığın nedeni ve tedavisi : Paranoid kişilik bozukluğunun psikodinamik nedeni kuşkucu tutum ve düşüncenin hastanın iç dünyasını açığa çıkması korkusundan ve incinme duygularından kaynaklanır. Bu kişiler kişilik özellikleri nedeniyle hekime pek başvurmazlar. Zaten kendilerinde ruhsal bir bozukluk olduğunu kabullenmezler ve tedavi önerilerine kızarlar. Hekime güvenmedikleri ve sırlarını vermek istemedikleri için terapötik bir ilişki kurmak zordur. 2. ŞİZOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU : Şizoid kişilik, yetişkinliğin ilk dönemlerinden başlayarak yapılaşan ve insanlara ilgisizlik ve duygusal yaşantılardan küntlükle belirlenen bir kişilik bozukluğudur. Bu kişiler insanlarla ilişkiye girmekten kaçınır ve yalnızlığı severler. Aileleri dahil sosyal ilişkilerden hoşlanmazlar. Bu nedenle yalnız yapılan etkinliklerden hoşlanırlar. İnsanlara karşı soğuk ve uzaktırlar. Kendilerine yakınlık gösterenlere aynı yakınlığı gösteremezler. Duygularını belli etmediklerinden soğuk görünürler ve içe dönük kişilerdir. Duygusal küntlük yaşarlar. Öfke, sevinç, bağırma gibi duygusal tepkileri ya hiç göstermezler ya da siliktir. İnsanlara yakın olmadıkları için cinsel ilişkiye girmekte de isteksizdirler. Kur yapma, flört gibi sosyal davranışları göstermezler ve evlenmek istemezler. Ancak ülkemizde özellikle geleneksel kesimlerde ailelerince evlenmeye zorlanırlar. Evlenince eş ve çocuklarının beklenen duygusal yakınlığı göstermezler. Hayali arkadaşları ya da aşkları olabilir. Zamanının önemli bölümünü hayal kurarak geçirebilir, yalnız yapılan işleri tercih ederler. Çevrelerine zarar vermediklerinden çevrelerinde önemli bir sorun gibi görülmeyebilir. Yine de aile, hastanın duygusal soğukluğundan yakınabilir. Ağır stres karşısında kısa psikotik dönemler yaşayabilirler. Hastalığın nedeni ve tedavisi : Nedeni açık değildir. Şizofreniyle genetik bir ilişkisinin olduğu iddia ediliyor. Ancak bu şizotip hallerde belirgin değildir. Kişilik özelliği olarak içedönüklüğün genetik geçir göstermeye eğilimli olduğu bilinir. Psikodinamik açıdan erken dönemlerde anne yokluğu ya da yetersizliği sonucu obje ilişkilerinin normal gelişim basamaklarına erişememesinin şizoid kişiliğe yol açtığı ileri sürülmüştür. Bu hastalar pek tedavi içi başvurmazlar. Ancak başka bir hastalık ya da tablonun ağırlaşmasına neden olan bir yaşam sorunu olarak hekime gelir ya da getirilirler. Küçük dozda nöroleptikler kısa bir süre için denenebilir. Dinamik yönelimli psikoterapiyi tolere edemezler. Psikoterapi denenecekse, hastanın hekimle arasıda dilediği kadar mesafe bırakmasına izin vermek gerekir. Destekleyici tutumlar ve topluma girmeyi ödüllendirme gibi davranışçı teknikler kullanılabilir. 3- ŞİZOTİPAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU : D.S.M. - III - R 'nin tanımına göre şizotipal kişilik, ilk yetişkinlik döneminden başlayarak yaşanan ve insan ilişkilerinde aksaklıklar ve düşüncelerde, görünümde ve davranışlarda garipliklerle belirlenen bir kişilik bozukluğudur. Bu hastalar şizoid kişilik bozukluğundan daha ağır ve şizofreni ile şizoid bozukluğu arasında bir tablodur. Düşünce gariplikleri arasında hastanın kendisine özgü ruhlar alemine aşırı düşkünlük, kuşkuculuk, güvensizlik ve alınganlık görülür. Bu hastalarda alışılmadık algısal yaşantılar vardır. Örneğin insanların odundan yapıldığını düşünme gibi algısal yaşantıları mevcuttur. Hastada garip, ne dediği pek anlaşılmayan aşırı soyut ve dolaylı bir konuşma biçimi sık görülür. Kullandığı kavramlar genellikle açık değildir ve söylemek istediğini iyi anlatamaz. Gariplik genellikle hastanın dış görünüşüne ve kendisine bakımına da yansır. Pasaklık, özensizlik, uygunsuz giyim ile makyaj sık görülür. Bu hastalarda genellikle aşırı bir sosyal anksiyete de görülür. Bu hastalarda genellikle aşırı bir sosyal anksiyete de görülür. Bulundukları yerde tanımladıkları kişilerin varlığı onları rahatsız eder. Ağır stres altında geçici süre için sanrılar, varsanılar gibi psikotik duygular geliştirir. Ancak bu durum geçicidir. Hastalığın Nedeni ve Tedavisi: Hastalığın en önemli nedeni kalıtım gibi gözükmektedir. Erkeklerde biraz daha sık görüldüğü tahmin edilmektedir. Bu hastalar kendi kişilik özellikleri için tedaviye gelmezler. Ancak ,kısa psikotik dönemler anksiyete ya da disforik duygudurum gibi semptomlar ortaya çıktığında hekime başvurabilirler. Bu tablolar kendi yöntemleriyle sağaltılmalıdır. İllüzyonlar ya da sanrı taslakları gibi psikoza en çok benzeyen özelliklerinin nöroleptik ilaçlardan yararlanıldığı genellikle kabul edilir. Bu tedavi, uzun süreli olacağından, dozlar düşük tutulmalı ve düzenli uygulanmalıdır. Psikoterapi açısından rehabilitasyon amacına yönelik destekleyici yaklaşımlardan başka yapacak başka bir şey yoktur. 4.ANTİSOSYAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU (PSİKOPAT KİŞİLİK): Antisosyal kişilik bozukluğu 15 yaşından önce başlayan yaygın bir anti-sosyal davranış ve başka insanları haklarını çiğnemeye ilgili bozukluklardır. Ciddi sosyal sorunlara neden olduğundan en önemli kişilik bozukluğudur. Bu bozukluk, psikologların ve psikiyatristlerin yanısıra sosyolog, hukukçu, kriminologların da ilgisini çekmiştir. Antisosyal bir toplumda suç, ayıp, günah ya da ahlak dışı sayılan davranışları tekrarlamaya eğilimli demektir. Ancak, antisosyal kişilik bozukluğu tanısının konulabilmesi için bu davranışların 15 yaşından önce ortaya çıkmış olması gerekir. En çok işledikleri suçlar: Hırsızlık, gasp, saldırganlık, ırza geçme ya da diğer cinsel suçlardır. Bazen de yalnız ahlak, işyeri ya da okul suçlarını çiğnerler. Bu suçları tekrar tekrar çiğnerler. Birçok hastanın sabıka kaydı çok kabarıktır. Verilen cezalardan ders almaz. Başka insanlara karşı sorumluluk, sadakat ve dürüstlük duygusu yoktur. Verdiği sözü tutmaz, durmadan yalan söyler ve insanları kolayca aldatır. Başkalarının iyi niyetinden yararlanır. Yalanı, yüzüne vurulunca utanmaz. Dolandırıcıdırlar, sahtekardırlar, insanları enayi yerine koyarlar. Eşlerine bağlı değillerdir. Nikahlı ya da nikahsız sık sık eş değiştirirler. Parasal yükümlülüklerini yerine getiremez, çocukları yiyecek ve para dilenirken o, kumar oynar. İşe girince özelliklerinden dolayı kovulurlar. Bir yakını sömürerek ya da yasadışı yollardan para kazanarak geçinirler. Saldırgandırlar ve çabuk öfkelenirler. Bu nedenle, özellikle ailesine sarar verebilirler. Ancak, yaptıklarından asla pişmanlık duymazlar. Bu nedenle, bu bozukluğu bir tür vicdan ya da süperego yokluğu gibi düşünebiliriz. Alkol ya da madde bağımlılığı vardır. Ağır vakalar, ömrünü hapiste geçirir. Kaza, intihar ya da öldürülme yoluyla ölme olasılığı yüksektir. Yaş ilerledikçe, suçlarında azalma görülür. Hastalığın Nedeni ve Tedavisi: Çocukta dikkat eksikliği ve hiperaktivite gösterenlerde antisosyallik riski daha yüksektir. Biyolojik ana-babaları antisosyal olanlar, anne babalarından ayrı büyülerse de antisosyal kişilik riski normal nüfusa göre 5-10 kat daha yüksektir. Ant-sosyal kişilik özelliği bulunan bir ailede erkek çocuklardan antisosyal kişilik ve psikoaktif madde bağımlılığı, kızlarda ise somatizasyon bozukluğu riski yüksektir. Genellikle alkolizme, suça yönelimli aşırı dayak atan ana-babalarının bulunduğu, düzensiz, dengesiz, parçalanmış ailelerden gelirler. Yuvalarda, kimsesizler yurdunda ve sokaklarda yetişmişlerdir. Bu bozukluk bir hastalık olarak kabul edilse bile, bu hastalık cezayı hafifleten bir mazeret oluşturmaz. Türk Ceza Kanunu'nun 46,47 ya da 48. maddeleri kapsamına girmezler, kentlerde ya da sosyoekonomik durumu düşük gruplarda daha sık görülür. Anti-sosyal kişilik bozukluğunun tedavi umudu azdır. Tedavi amacıyla hastaneye yatırılmaları faydadan çok zarar verir. Batı'da cezaevi koşullarında uygulanan bazı "düzeltme" programlarının yararlı olduğu ileri sürülmektedir. 5. HİSTRİYONİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU : Histriyonik kişilik bozukluğu çok değişik koşullar altında ortaya çıkan, aşırı bir duygusallık ve dikkat çekme isteği ile belirli bir bozukluktur. Histriyonik, Latince oyuncu demektir. Bunlar, başkalarının ilgi ve dikkatini hep kendi üzerinde olmasını isteyen aşırı duygusal insanlardır. Hastanın tüm davranışları, övgü anmak ve beğeni toplamaya yöneliktir. Bunlarda jest, mimik ve konuşmaları, canlı, dramatik ve abartılıdır. Hasta, sanki bir tiyatro sahnesinde rol yapan bir oyuncu gibidir. Herkesin duyabileceği bir şekilde yüksek sesle konuşur. İlgi odağı olmadığı durumlarda rahatsız olur. Bu nedenle, bazı kadın hastalarda uygunsuz bir erotik görünüm ya da davranış görülebilir. Hastanın istediği cinsellikten çok ilgi görmektir. Güzelliğine ve dış görünümüne aşırı önem verir. Parasını ve zamanının çoğunu güzel giyinmeye, süslenmeye ya da boyamaya ayırır. Yaşlandığını kabullenmek istemez. İnsanlarla daha kolay ahbap olur. Dışarıdan ilk bakışta çok sıcak kanlı ve çekici bir insan izlenimi verir. Çok güçlü duygusal tepkiler gösterirler. Küçük nedenle herkesin içinde ağlayabilirler, aşırı neşe gösterirler ve az tanıdığı insanlara hayretle sarılırlar. Bu duygusal tepkiler, hızla değişir. Monoton ve rutin yaşamdan çabuk sıkılırlar. Sosyal uyarılma ve heyecan ararlar. Hasta, tüm yönleriyle yaşının gerektirdiği tepkileri vermez. Örneğin 35 yaşındaki kadın 15 yaşındaki gibi davranır. Bencildirler ve insanlarla olgun ilişkiler kuramazlar. Entelektüel ve teknik konulara ilgileri azdır ama sanatsal konulara yatkınlıkları vardır. Hayal güçleri geniştir, ancak ayakları pek yere basmaz. Bu hastalar, başkalarının kolay etkisi altında kalırlar. Telkine yatkındırlar, insanlara kolay inanırlar. Bu nedenle telkin tedavilerden yararlanırlar. Kolay hipnotize edilirler. Beden sağlığı ile ilgili yakınmalar sık görülür. Sık sık iyi tanımlanamayan ağrılar, zayıflık, halsizlik gibi yakınmalarla hekime başvurular. Kolay hayal kırıklığı nedeniyle intihar girişimleri oldukça sık görülür. Fakat üst eklenmiş başka bir hastalık yoksa, genellikle ciddi yöntemler pek kullanmazlar. Öldürücü olmayan dozda ilaç almak, herkesin gözü önünde kendini asmaya çalışmak gibi. Bazıları intiharı ilgi çekme yöntemi olarak kullanırlar. Hekim, intihar girişimini ciddi bulmadığını hastaya sezdirirse, incinince ciddi bir yöntem deneyebilir. Hassa yapıları nedeniyle sağlıklı insanlara kıyasla daha kolay depresyona girebilirler. Erkek hastalar, erkeksi özelliklerini abartarak dikkat çekmeye çalışır. Hastalığın Nedeni ve Tedavisi: Hastanın birinci derece akrabaları arasında aynı bozukluğu taşıyanların sıklığı, genel popülasyondan daha fazladır. Kadınlarda daha fala görülür. Bunlar, sıklıkla ve değişik nedenlerle hekime başvururlar ve tedavi almak isterler. Bazen de hastalar kendi kişilik özelliklerinden memnun değillerdir. Motive ve telkine yatkın oldukları için psikoterapi için uygun vakalardır. Hasta-hekim ilişkisinin bağımlı ve çocuksuz niteliği üzerinde baştan durmak, koşuluyla dinamik yönelimli bireysel terapiden yararlanabilirler. 6.NARSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU: Kendilerini fiziksel ve ruhsal yönden aşırı beğenen ve üstün gören, sürekli beğenme ve onay bekleyen, gittikleri her yerde hemen özel bir yeri hakkettiklerine inanan insanlardır. Beklentilerini gerçek hayatta bulamazsa, fantazide gerçekleştirir. En güzel, en başarılı, en parlak kişi olma hayallerine kendilerini kaptırırlar. Narsistik beklentileri ,fazla olduğundan hayal kırıklığına uğrarlar. Benlik saygısı sanki hep dışarından gelecek ilgi, beğeni ve onaylarla beslenmektedir. Eleştiriye dayanamazlar, sürekli övgü beklerler. Görünüş v davranışları hep övgü almaya yöneliktir. Beklentileri karşılanmayınca, benlik saygısı çabuk düşer. Kırgınlar, bunaltı ve çökkünlükler olabilir. Kendilerini yüceltmek, daha üstün görme ve göstermek için başkalarını kullanırlar, hatta sömürürler. Arkadaşlıkları yalnız bu yönde çıkar sağlamak içindir. Başkalarının duygu ve düşüncelerine, ihtiyaçlarına empati kurmazlar. İnsanlara karşı acıma duygusu yoktur. Sevgilileri sadece onların narsistik duygularını karşılamak için vardır. Küstah, kendini beğenmiş tutum ve davranışları sergilerler. Hastalığın Nedeni ve Tedavisi: Narsisistik kişilik bozukluğunun genetiği ile ilgili bilgile yetersizdir. Bu bozukluk psikanalizin son otuz yılda en fazla ilgilendiği konulardandır. Psikodinamik görüşe göre; çocukluk çağında yaşayan, korku, başarısızlık veya bağımlılık ihtiyaçlarının, ebeveynin yokluğu ya da patolojisi sonucu ihtimal, eleştiri ya da alayla karşılık görmesi, patolojik narsizimin gelişmesine yol açar. Bu bozukluk nispeten nadir gibidir. Erkelerde biraz fazla görülür. Yararları olduğu ileri sürülen tek tedavi psikoanalitik psikoterapilerdir. Ne var ki bu terapi hastanın kendi narsisizmden vazgeçmesini istediğinden oldukça zordur. Sonuçları da tartışmalıdır. 7. BORDERLİNE (SINIRDA) KİŞİLİK BOZUKLUĞU: Borderline hastalığının 9 özelliği vardır. Bunlar; 1. Kimlik karmaşası, sonuçta tutarsız kendilik duyumu, 2. Kişilerarası ilişkilerde güçlük, sallantılı ancak yoğun ilişkiler biçiminde olması, 3. Gelip geçici psikotik atakların görülmesi 4. Kendini boşlukta hissetme ya da yoğun duyguların varlığı 5. Başkalarına kronik öfke duyma ve bazen bunu kendine çevirme ve kendine kıyım davranışı 6. Dürtüsellik 7. Yalnız kalmaya dayanamama, kompulsif sosyalizasyon ve bunun sonucunda diğerlerinden dönemsel uzaklaşma 8. Cinsel yaşamda kaos 9. Diğerleri tarafından terkedilmeye aşırı duyarlılık ve bundan rahatsızlık duyma. Bu kişilik bozukluğunda bireyin kimlik duygusunda, ilişkilerinde ve duygulanımında yaygın ve süreğen bir dengesizlik belirgindir. Bu kişiler, cinsel, mesleksek ve toplumsal kimliklerinde derin güvensizlik ve dengesizlik gösterirler. Kimlik duygusu gelişmemiştir. Çabucak düş kırıklığına uğrarlar, bunaltı, çökkünlük belirtileri gösterirler. Zaman zaman antisosyal atak davranışlar, psikoaktif maddelere yönelme, hızlı yaşam çabaları, kendilerine zarar verme eğilimleri gösterirler. Boşluk ve anlamsızlık duygusundan yakınırlar, çocukluk çağında iyi ve kötü olarak bölünen ve içe atılan nesne simgeleri yetişkin yaşamda ilişkilere yansır. Öyle ki kişileri ya hep iyi ya da hep kötüdürler. İyiler, sevilirler, yüceltilir, kötüler değersizleştirilir. Hastalığın Nedeni ve Tedavisi: Borderline bir hastanın tedavisi daha çok anne-çocuk ilişki,sinin yeniden yaşanmasına benzemektedir. Bu durum, nevrotik bireyin psikanalizinden farklıdır. Analist-hasta ilişkisinde hastanın yeni ego yeteneklerinin gelişimini aktive etmektedir. Bu yeteneklere dayanarak hasta, kimlik ve nesne tasarımlarını bütünleştirebilir ve iyileşir. 8.OBSESİF-KOMPULSİF (ANANKASTİK) KİŞİLİK BOZUKLUĞU: Obsesif-kompulsif nevrozdan farkı, tipik düşünce saplantıları (obsesyon) ve hareket zorlantıları (kompulsiyon) olmayışıdır. Bu kişilik bozukluğunun şu özellikleri şunlardır; 1. Aşırı düzen, titizik, kusursuzluk, kuralcılık ve bütün bunlarda aşırı katı tutum 2. Başkalarından bu kurallara uymasını bekleme, uymayınca hoşgörüsüzlük 3. Aşırı kararsızlık, erteleme eğilimi, olayların olumlu olumsuz yönlerini sürekli tartma ve bu nedenle karar verememe 4. İnce eleyip sık dokuma gibi halk deyimleriyle tanımlanan özellikler. 5. İş sorumluluklarına aşırı düşkünlük ve hırslı oluş. 6. Aşırı sorumluluk duygusu, ahlaki ve estetik değerlerde katılık ve tutuculuk. 7. Cimrilik, eskimiş eşyaları atamamak. 8. Konuşmalarında ve ilişkilerinde aşırı kuralcılık, ayrıntıcılık, mantıkçılık, duygusallıktan uzaklık. 9. Kolayca evhamlı, kuruntulu ve ikircikli olma eğilimi. Hastanın sorumlulukları ve iş yükü arttıkça, ağır stres altında nevrotik belirtiler çıkabilir. Hastalığın Nedeni ve Tedavisi: Bu kişilik yapısının ana nedeni; çocuğun aileden gelen sevgi, güven ve desteği bulamamış olması, çok baskı yapılmış olmasıdır. Bu kişilik yapısı psikolojik bir kalıtım olarak çocuklara da geçmektedir. Özellikle temizlik obsesyonunda bilinçaltındaki p,islik duygusu ters biçimde davranışlara yansımaktadır. Kalıtımın da rolü vardır. Bu bozukluk erkeklerde daha fazladır. Hasta, durumundan rahatsız olabilir ve tedavi için başvurabilir. Hasta, tedavi sürecinin de denetlemek ve kendi istediği biçimine sokmak eğiliminde olacağı için psikoterapi zor ve zaman alıcıdır. Gerektiğinde antidepresan ilaçlar denenebilir. 9.KAÇINAN (AVOİDANT) KİŞİLİK BOZUKLUĞU: Bunlar, topluluk içinde olumsuz değerlendirilmekten korkan utangaç, çekingen, kendilerini fazla gözleyen ve nasıl göründüğünü merak eden kişilerdir. Toplumda anlamsız, çirkin görünmekten, yanlış bir iş yapmaktan korkarlar ve heyecanlanırlar. Yüzleri kızarır, elleri titrere bunlar fakedilecek diye endişe ederler. Bu nedenle, toplumsal ilişkileri kısıtlıdır, istemedikleri halde yalnız kalırlar. Toplumsal ve iş yaşamları bu durumdan etkilenebilir. Sosyal temasın artmasına neden olacağı düşüncesiyle işlerinde terfi ettiklerinde tedirginlik yaşar ve görevi reddedebilir. Birinci derecede akrabaları dışında yakın arkadaşları yoktur. Aptalca bir şey söyleme ya da sorulanlara cevap verememe korkusuyla topluluklarda suskun kamayı yeğlerle. Eleştiriye çok duyarlıdırlar. Küçük bir söz ya da davranışta çabuk incinirler. Hastalığın Nedeni ve Tedavisi: Bu kişilik bozukluğu olanların akrabalarında c kümesi kişilik bozuklukları sık görülür. Agorafobi ve depresyonla kaçınan kişilik bozukluğu arasında genetik bir bağ olduğu ileri sürülmüştür. Çevresel etkenler de önemlidir. Örneğin, evhamlı anne, çocuğunu insanlarda kaçacak şekilde büyütebilir. Başka bir görüşe göre çocukluk döneminde cinsel sömürü ya da şiddet ile karşılaşmış olma ya da kişinin çok uzun süre saldırganı uzaktan da olsa hatırlatan tüm insanlardan uzak durmasına neden olabilir. Her iki cinste eşit oranda görülür. Hasta, durumdan şikayetçidir ve değişmek ister. Bu nedenle, psikoterapiden daha çok yararlanırlar. Dinamik yönelimli destekleyici psikoterapi genellikle iyi sonuçlar verir. Hekimin kabullenici tavrı, hastanın zamanla özgüvenini kazanmasına ve çekingenliğini yenmesine yardım edebilir. 10. BAĞIMLI KİŞİLİK BOZUKLUĞU: Bunlar, kendi başlarına karar veremeyen, başka insanlara bağımlı ve ilişkilerinde boyun eğici insanlardır. Bu davranış kalıbı genç erişkinlik döneminde başlar ve çok değişik koşullar altında ortaya çıkar. Hasta yanında kendisine destek olacak birisi olmadıkça tek başına bir işe başlayıp sürdüremez. En basit günlük işlerde bile başkalarına danışma ihtiyacı duyar. Bu nedenle, bu hastalar bir yakınına bağımlı hale gelmişlerdir. Bu yakını genellikle eşi ya da annesidir. Hasta bağımlı olduğu kişiyle ilişkisinin sonlanacağından korkar. Bu ilişki biterse hasta hemen bağımlı olabileceği bir kişi arar. Kendisiyle ilgili konularda bile başkasının karar vermesini ister. Sorumluluktan kaçar, güvensizdir. Yalnızken aciz olduğunu hisseder ve yalnız kalmamaya gayret eder. İnsanların kendisini dışlayacağından korktuğu için onların fikirleri yanlış bile olsa kabul eder. İsteyici ve alıcı tiplerdir; Ama vermeyi bilmezler. Hastalığın Nedeni ve Tedavisi: Bu bozukluğun gelişmesinde çevresel etkenlerin, kalıtımsal nedenlerden daha önemli bir rol oynadığı kabul edilir. Bağımlı olduğu kişiler genellikle, bağımsızlığın kötü sonuçlar vereceğini savunan ebeveynin ve özellikle çocukların yaşamına faza giren annelerin ürünüdürler. Ayrılık anksiyetesinde genellikle oturup ağlarlar. Günümüzde anne tutumlarının bu bozukluğu pekiştirdiği ya da zemin hazırladığını savunan yazarlar vardır. Kadınlarda fazla görülür. Hasta, kendi kişilik özelliklerini beğenmediği ve tabloya sıklıkla anksiyete ve depresyon eklendiği için tedavi olmak ister. Bunlar, psikoterapiden yararlanan az sayıdaki kişilik bozukluklarından biridir. Davranışçı bir teknik olan girişkenlik eğitiminin yararlı olduğu ileri sürülmüştür. Psikodinamik yönelimli bireysel ya da grup psikoterapisi de yararlıdır. Bunda kullanılan teknik genellikle aktarım üzerinde durmaktır. 11.PASİF-SALDIRGAN KİŞİLİK BOZUKLUĞU: Bu kişiler, olağan sosyal ve mesleki durumlarda yerine getirilmesi gerekenlere karşı sürekli bir pasif direni gösterir. Yapacaklarını sürekli ertelediğinden işlerini zamanında bitiremez. İstemediği işleri yapması gerektiğinden surat asar ya da olay çıkarır. Bazen de kasıtlı olarak işlerini kötü yapar ya da işi yavaşlatır. Bu arada, çoğu kez başkalarının da işlerini engellemiş olur. Unuttuğunu ileri sürerek sorumluluklarını yerine getiremez. Kendisinden çok şey beklendiği gerekçesiyle çevresini haksız yere suçlar. İşlerini başkalarının sandığından daha iyi yaptığına inanır. Otorite konumundaki insanları haksızca eleştirir ya da küçümser. Bunlar, genellikle işlerinde ve kişisel ilişkilerinde başarısızdırlar. Başarı eksikliği otorite figürüne karşı bilinçli bir kızgınlık uyandırır. Fakat bu tip insanların kendi davranışlarının duruma katkıda bulunduğundan habersizdirler. Pasif-saldırgan savunma mekanizmasını kullanma genellikle etkili bir yaşam tarzıdır. Hastalığın Nedeni ve Tedavisi: Klasik psikanalitik görüş be pasif-saldırgan kişiliği anal dönemde otoriteyle yaşanan çekişmelerin ve karşılıklı güç gösterilerinin kalıntısı olarak yorumlanır. Pasif-saldırgan kişileri tedavi etmek çok zordur. Sık sık tedavide uzun süre kalamazlar. Pasif-saldırgan hastalarla bazı terapötik başarılar özellikle kendini ifade etme eğitimiyle davranışçı yaklaşımından elde edilir. KİŞİLİK TİPLERİ Her kuram, kişilik tiplerini farklı açıklamıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: KURT LEWİN topolojik alan kuramında kişilik tiplerinin insandan insana ve aynı insanın yaşa ve gelişim evrelerine göre geliştirdiğini savunur. Kişiliği bölgelerin yapısına açıklık ve kapalı oluşuna, iletişime göre ayırmış fakat belirgin kişilik tipleri üzerinde durmamıştır. ERİC FROMM'a göre insanın çevre ile ilişkileri iki yöndedir. 1.Sosyalleşmedir ve diğer insanları da içerir. Sosyalleşme, sembiyotik ilişkilere ve bağlantılara geri ve içe çekilmeye, yıkıcılığa ve sevgiye dayanır. 2.Asmimilasyondur ve bütün nesneleri toplama ve kullanma biçimin kapsar. Bu karakterin çekirdeğinde bulunan bir nesneye yaklaşım biçimidir. Kalıtsal olmayıp çevrenin etkisiyle pekişir. Asimilasyon çeşitleri şunlardır; 1. Alıcı eğilim:Kişi, çevresinin ona yardım etmesini bekler. Bunlar, maddesel ilişkilerde, entelektüel fonksiyonlarda ve sevgi alışverişinde verici değil hep alıcıdır. 2. Sömürücü eğilim: Bunlar iyi olan herşeyin dışardan olduğunu sanırlar. Alacaklarını kendi hakları olduğuna inanırlar ve bunları gerekirse zor veya hile ile alırlar 3. İstifleyici eğilim:Bu eğilimli kişiler toplarlar. Dış dünya onun için tehlikelidir. Kendini korumak için biriktirmek ve saklamak zorundadır. Negativistiktir, pedontik düzene önem verir ve katıdırlar. 4. Pazarlayıcı eğilim:Bunlarda birey, başarı olmak için insan kendini iyi satmak zorundadır. Kendisini adeta pazara çıkmış bir mal gibi görüp onu iyi satmak ve iyi fiyat almak yani iyi kabul görmek için acımasız, ticari yollar dener. Fromm'a göre bu çağımıza özgü bir insan tipidir. Kişi sürekli "ben sizin istediğiniz gibi" mesajını verir. Kişinin değeri, bireysel yeteneklerinden daha çok sürekli değişen rekabet halindeki "pazar koşulları"na bağlıdır. 5. Üretici eğilim: Son ve olumlu olan tek karakterdir. Diğer dört karakter özelliklerini taşımak ve birleştirmekle beraber yönü başkalarını sevmek, onları da kendi kadar düşünmek ve yaratıcılıktır. Bunlar, kendilerini yapıcılığa ve başkalarına yararlı olmaya adamış, Fromm'a göre olumlu ve başarılı insanlardır. Bunlar, diğer dört kişilikte bulunan olumsuz özelliklerin kendilerinde olumlu, üretken ve yapıcı davranışlara çevirirler. SHELDOM, TİPOLOJİ kuramında üç beden yapısının karakterize ettiği üç duygusal eğilim veya mizaç türünün olduğunu savunur. Sheldom'a göre kişilik yapısının beden yapıyla iç içe olan mizaç yapısından kaynaklanmaktadır. Bunlar, 1. Viseretoni: Gevşeme, sosyabilite yemekten haz duyma, insanları sevme geç tepkiler, tolerans, sakinlik ve rahat insan olma ile karakterize olan kişilerdir. 2. Somatotoni: Enerji, hareket, güç, saldırganlık, güç gösterisi, kendini ortaya koyma, macera sevgisi, risk ve atılım eğilimi, duygusal yönden katı ve duyarsız olma, gürültücülük, yüreklilik ve dar yerlerde sıkılma işle karakterize olan kişilerdir. 3. Serebrotoni: Tereddüt, kuşku, içe kapanıklık, çabuk tepki, sosyofobi çekingenlik, yalnızlık arası, ses tonunun alçak oluşu, uyku düzensizlikleri, heyecanlılık, dar, kapalı yerleri sevme ile kararkterize olan kişilerdir. CARL GUSTAV JUNG, Analitik Psikoloji kuramında insanları sınıflamıştır. Bunlar, A. İçedönük tipler: Kendi üzerine kıvrılmış ,dış dünyanın etkisini reddeden tiptir. Uyaranları kendi içinden alır. B. Dışadönük tipler: İhtiyaç duyduğu dış dünyaya yönelir. Uyaranları çevreden alır. 1. Düşünen içedönük:Kendini gözler ve genellikle soyut fikirlerin etkisinde kalır. Bazen korkunç sonuçlarını düşünmeden bir görüşe takılan ve doğmalardan hoşlanan bazı teröristleri ve bağnazları da içerir. 2. Düşünen Dışadönük: Katı olabilirler ama soyut şeyleri tartışabilirler. Olguları kesinlikle kurama yeğler. Bu mühendis veya cerrah tipidir. Yasa, ahlak, esneklik konularında tehlikeli olabilirler. Bu grupta anlayış ve duygudan yoksun ve acımasız ahlakçılar ve yargıçlar bulunur. 3. Duygusal dışadönük: Duygularını anlamak için çok çaba gerekir. Söz konusu her şeylerinde oluşur. Umursamaz gözükür. Eylemleri çoğu kez özenle gizlenmiş heyecanlardan oluşur. Genellikle sakin ve pek kuşkulu hali yokmuş gibi gözükür. Dışa vuran hiçbir heyecan belirtisi yoktur. Fakat içi tutkularla dolup taşmaktadır. Jung, kadınları bu gruba koyar. 4. Duygusal dışadönük: Toplumcudurlar ve dış dünyaya yönelmişlerdir. Duygu ağır basmaktadır. Hava iyi olduğunda iyi hisseden, yağışlı olduğunda da ağlayacakmış gibi olan tiplerdir. Kolaylıkla etki altında kalıp konuları duygu aracılığıyla gözden geçirir. 5. Duysal içedönük: Tepkileri koşullara uygun düşmekle birlikte kendi, "ben"ine boyun eğer. Her şeyi öznelliğe göre yorumlar. Herhangi bir etkiye nasıl tepki vereceğini kestirmek güçtür. Tepkisi daha çok iç alemindeki duygulara yöneliktir. 6. Duysal Dışadönük: Olayları iyi cins bir şarap güzel kadınlar vb gibi somut şeylerde görür. Hiçbir şey için kendini üzmez. Bir denemeden kolayca diğerine geçer. Ve parça parça sınırlı deneme kazanmış olur. Sokakta rastladığımız insanların büyük bir kısmı bu gruba girer. 7. Sezgisel İçedönük: Bu tip, bizi rüya alemine götürür. Hayal sınırsızlığı ve mistik, ölümsüz şair tipini canlandırır. Bunlar psikolojik bir roman kahramanı gibidirler. İlgisi tamamen sezgi üzerinde kurulmuştur. Başkalarının fikirlerinin güzelliğine inanma çabasına girebilir veya kimsenin onu anlamadığına karar verir. 8. Sezgisel dışadönük: Onlar için "sevgi ile doğuyor ve yaşıyor" denilebilir. Bir çok kadın bu gruba girer. Başarmak için her şeyi yapar. Böyle bir kadın karşısında erkek kendini gizlemekten başka bir şey yapamaz. Bunlar, kendine uygun düşen toplumsal çevreyi, giymesi gereken ve nasıl konuşulacağını hissederek bilir. Bu erkekler ticarette, borsa oyununda, politikada vb başarılı olacaktır. Bu sezgileriyle dış gerçekler arasında bağ kurarlar. OTTO RANK ise kişilik tiplerini üçe ayırmıştır. Bunlar; ortalama insan, nevrotik ve artist tiplerdir. 1-Ortalama insan: başka seçeneği hiç düşünememiş olduğu için topluma uyum gösteren kişidir. Oldukça yararlı kişidir ve çevresinden saygı görür. Kendisini çoğu kez, değersiz hisseder. Özdeşleştiği toplumda bir değişim olursa, çevresindeki olayların kurbanı olabilir. Rank, ortalama insandan pek hoşlanmaz. Rank, ülküleştirdiği insan için 2-Artist: terimini kullanmıştır. Artist, bir işçi ya da iddiasız bir ev kadını olabilir. Artist, bir yandan toplum beklentilerinden ayrılırken kendi istemini gerçekleştirir ve diğer insanlarla yaratıcı ilişkiler kurarak beraberlik ihtiyacını karşılar. Artist kendi isteminin doğrultusunda inanıp kendini suçlu hissetmez ve diğer insanlar da bunu benimser. Artist, ayrılık ve birleşme gibi karşıt eğilimler arasında uzlaşma sağlayabilmiştir. 3-Nevrotik: yaşamın karşıt eğilimlerini birleştirmek için çaba göstermiş ama bunu başarmamış kişidir. Rank, bunlara "engellenmiş artist" der. Karşıt istemi o derece ilerlemiştir ki, ait olduğu kültürle özdeşleşme imkanını yitirmiştir. Karşıt istemi nedeniyle terapide direnç gösterir. Anne-babasıyla yaşadığı beraberlik biçimini ayrım yapmaksızın herkesle yeniden yaşar. Yorumlarını ihtiyaçlarına göre genelleştirir ve "ya hep ya hiç" mantığı egemendir. Nevrotik eğilimlerin temelinde korku ve suçluluk duygusu vardır. Nevrotikler, davranışlarından kendisini sorumlu tutmaz, olayların kendi dışında olduğuna ve onlara yön vermemin elinde olmadığına inanırla. Kendini aşırı eleştirir, küçük, zayıf ve değersiz bulur. İnsanların kendisi hakkında düşündüklerini önemser.
ÇOCUKLARIN asiri derecede sikilgan, utangaç, içine kapanik, endiseli oldugunu, hep birseylerin yanlis gideceginden korktugunu söyleyen ve bu konuda bizden yardim isteyen anne babalarin sayisi az degildir. Iletisim araçlarinin hizla gelistigi bir çagda anne babalardan bu sikayetleri duymak oldukça düsündürücüdür. Bilgisayar ve uydu anteni en mütevazi köy evine dahi girmis durumda. Saniyeler içinde bir tusla dünyanin öbür ucundaki bir insanla hem de görüntülü olarak sohbet etmek artik zor degil.
Bilgiye ulasmanin böylesine kolaylasmasi büyükler açisindan faydali olabilir, ancak çocuklar için ayni seyi söyleyemeyiz. Aile egitiminden, anne baba ilgisinden mahrum çocuklarin bu kadar yogun bilgi bombardimani altinda kalmalari gelisim psikolojisi açisindan çok tehlikelidir. Gazete, dergi, televizyon, bilgisayar gibi iletisim araçlariyla basbasa birakilan çocuklar, yeterli zihin olgunluguna ulasmadiklari için, aldiklari bilgiyi yorumlama, sebep-sonuç iliskisi kurma, zararliyi zararsizdan ayirma yetenegine sahip degildir. Aldigi bilgilerin pek çogunu anlayamadigindan, ne ise yaradigini, nerede ve ne zaman kullanacagini bilemediginden akli çözümsüz kalan bir sürü problemle dolacak ve zihin bulanikligi yasayacaktir. Iletisim araçlari, çocuga uygun programlar seçildiginde, çocukla birlikte izlendiginde ve gerekli yerlerde açiklamalar yapildiginda ancak faydali olabilir.
AİLE VE OKUL EĞİTİMİNİN ÖNEMİ
Amerika’da yabanci misafir kabul eden aile uygulamasi çok yaygindir. Yabanci ögrenciler ve arastirma görevlileri üniversitelerin ilan panolarina bakarak hafta sonunu yaninda geçirecekleri bir aile seçerler. Telefon edip randevu alirlar. Ilan panosunda her ailenin genis bir tanitimi yer alir. Bu panoda ailenin kaç çocugu vardir, çocuklarin yaslari ve cinsiyetleri, baba ne is yapar, anne ne is yapar, aile nelerden hoslanir gibi detayli bilgiler bulmaniz mümkün. Ben de böyle bir aileye hafta sonu misafir olmustum. Gittigim günün aksami dört yasindaki kizlari için bir dogum günü partisi vereceklermis. Evin mutfaginda hummali bir çalisma vardi. Baba, küçük kizina dönerek, “Martha, misafirimiz sikilmisa benziyor, ona evi ve çevreyi gezdirir misin?” dedi. Kiz, bana bakip tebessüm ederek,peki efendim, memnuniyetle dedi. Elini bana uzatti, Gel Ali bey, önce birinci kattan baslayalim) dedi.
Amerikali çocuklar, büyüklere amca, dayi, teyze, abla gibi akrabalik ifade eden kelimelerle hitap etmiyorlar. Bu kelimeleri sadece öz akrabalari için kullaniyorlar. Çocuk, yatak odalari dahil, üç katli evin tamamini gezdirdi, açiklamalar yapti. Sonra bahçeye indik. Karsimda sanki çocuk degil, yetiskin bir insan vardi. Komsu evleri tek tek eliyle isaret ediyor, ailelerin özelliklerinden bahsediyordu: “Şu evin sahibi bahçesine çok önem verir. Çimlere zararlari dokunur korkusuyla çocuklarin bahçede gezmelerine izin vermez. Evin hanimi kocasi gibi degildir, çok iyi kalplidir.” Bu arada kendisinden bahsetmeyi de ihmal etmiyordu. Ana okuluna gidiyormus. Müzigi çok seviyormus. Sakaci, iyi bir müzik ögretmenleri varmis. Renkli oyun hamuruyla heykel yapmayi pek sevmezmis. Resmi de iyi sayilmazmis, ama elinden geleni yapmaya çalisiyormus.
Çocugu çok sevmistim. Içimden sarilip öpmek geliyordu, ama yabancilarin çocuk öpmesi pek hos karsilanmadigi için buna cesaret edemedim. Bahçede dolasirken, “Martha” dedim, “seni omuzuma alabilir miyim?” Güldü. “Bilmem,” dedi, “buna pek alisik degilim, ama hosuma gider sanirim.” Omuzuma aldim. “Ooo, buradan hersey daha güzel görünüyor!” dedi ve ekledi: “Sen iyi bir insana benziyorsun, senden hoslandim, istedigin zaman çekinmeden bize gelebilirsin.”
Martha’yi dinlerken ayni yastaki Türk çocuklari aklima geldi. Ayni zekaya sahip olduklari halde maalesef ayni öz güvene ve ayni bagimsiz kisilige sahip degiller. O yastaki bir çocugumuza ismini sorsaniz, zor cevap alirsiniz. Büyüklerle sohbet edecek cesarete ve sosyal beceriye sahip çocuk sayisi çok azdir. Peki, aradaki fark nedir? Amerikali çocuklar bizim çocuklarimizdan daha mi zeki, daha mi yetenekli? Elbette hayir. Fark, aile ve okul egitiminde.
Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde uygulanan aile ve okul egitiminde çocuk adam yerine konur. Duygularini serbestçe ifade etmesine firsat verilir. Monolog degil, diyalog geçerlidir. Çocuklar da en az büyükler kadar konusma ve cevap verme hakkina sahiptir. Bizde büyükler konusur, küçükler dinler. Küçüklerin cevap vermeleri ayip sayilir. Okulda da durum bundan farkli degildir; ögretmen anlatir, çocuklar dinler. Bolca ev ödevi ve ezber verilir. Çocuklar kitaptan sogutulur. Anne babalar çocugun zeka çesidine, yeteneklerine, elinden geleni yapip yapmadigina dikkat etmeksizin her derste basarili olmasini bekler. Okul basarisi herseyden önemlidir. Zayif aldigi an gözden düser. Çocuklar zayif almaktan ve yanlis yapmaktan korkar. Sinava iyi hazirlandigi ve çok çalistigi halde kendine güveni yoktur, aklinin bir kösesinde sorulari bilememe ve zayif alma korkusu vardir. Çünkü ailesinin bekledigi notu alamadiginda suçlanacak, aptal yerine konacak, sevilmeyecek, “Filancanin çocugu iyi aldi, sen neden alamadin, çünkü yeterince çalismadin” denilecek, azar isitecektir.
Onlar adina hep biz düsündügümüz, onun adina biz karar verdigimiz, siki bir koruma ve takip altina aldigimiz için çocuklarimiz ‘bagimli bir kisilik’ kazaniyorlar. Bagimli kisilikte çocuk kendi basina karar veremez, denemekten ve basarisiz duruma düsmekten korkar. Karsilastigi bir problemi sizin yardiminiz olmadan çözemez. Martha örneginde, baba sadece “Evi ve çevreyi gezdir” dedi, baska bir açiklamaya gerek duymadi. Çocuk kendisini anlatirken, “Müzikte iyiyim, ama resimde o kadar iyi degilim, renkli hamur çalismalarini sevmiyorum” dedi. Zayif ve kuvvetli yönlerinin farkindaydi. Çekinmeden, “Ben buyum” diyordu.
Bir konferansimda Martha örnegini verirken bir dinleyici kalkti: “Sen” dedi, “düpedüz Amerikan propagandasi yapiyorsun. Gerçek Amerika senin anlattigin gibi degil. Gençligi alkol, uyusturucu ve fuhus batakliginda. Yaslilar huzur evlerinde ölüme terkedilmis. Aile mahremiyeti ve sadakati yok. Bunlari neden anlatmiyorsun?” Güldüm. “Haklisiniz” dedim, “bu da bir yaklasim tarzi. Siz negatiflerini, ben pozitiflerini görüyorum. Siz bardagin yarisi bos diyorsunuz, ben yarisi dolu diyorum.
Iyilerini alalim, kötüleri onlara kalsin.”
EĞİTİMDE TENKİTÇİ VE SUÇLAYICI YAKLAŞIM
Çogu ailelerde mükemmellik saplantisi vardir. Kendileri mükemmel olmadiklari halde çocuklarinin her konuda mükemmel olmasini isterler. Egitirken suçlayici ve korkutucu bir yaklasim içindedirler: “Kosma, düsersin. Kazagini giy, üsürsün. Çalismazsan sinifta kalirsin. Zayif alirsan seni sevmem. Bir daha küfredersen agzina biber sürerim. Çisini haber vermezsen pipini yakarim.” Böylesine korkuya ve olumsuzluga dayali bir egitimde çocuklarin korkak, endiseli ve kendilerine güvensiz olmalari gayet normaldir.
Bebekler ilk aylarda tanidik-yabanci ayirimi yapmazlar. Bir yasindan sonra yabancilari tanidiklardan ayirmaya baslar, yabancilarin kucagina gitmek istemezler. Çocuklarin dört-bes yasina kadar kendilerinden büyük çocuklarla ve yabancilarla ilk tanismada iletisime girmek istememeleri, çekingenlik ve utangaçlik göstermeleri normaldir. Bazi çocuklar daha sicakkanli, daha sosyaldirler. Ilk tanismada bile yabancilarla rahatça diyaloga girebilirler. Anne babalari utangaç ve çekingen olan çocuklarin da içe dönük, çekingen olmalari muhtemeldir. Çekingen, içe dönük çocuklari oyun parkinda daha kolay teshis edebilirsiniz. Bir kenarda durur, oynayan çocuklarin içine karismaz, salincak veya kaydirakta siraya girmezler. Salincaga ve kaydiraga alismalari kolay olmaz. Salincaga binmekten ve kaymaktan korkarlar.
DUYGULARI BASTIRILAN ÇOCUKLAR
Ailede adam yerine konmayan, korku ve dayakla sindirilen, yanlis yaptiklarinda alaya alinan, duygularini rahatça ifade etmelerine firsat verilmeyen, basaridan çok basarisizliklari üzerinde durulan çocuklarda sosyal fobiye çok sik rastliyoruz. Kisiliklerine sinen bu korku ve yanlis yapma ve islerin ters gidecegi endisesi kendileriyle birlikte büyümekte, yetiskin insan olduklarinda da devam etmektedir.
Üniversitede okuyan bir delikanli anlatiyor: “Urfa’nin bir köyünde, kalabalik bir ailede büyüdüm. Sekiz kardestik. Ben sondan üçüncü çocuktum. Köyün zengini sayilirdik; koyun sürülerimiz ve tarlalarimiz vardi. Babama ‘Bekir Aga’ derlerdi. Çok sert bir adamdi. Irgatlar, çobanlar ondan çok korkarlardi. Annem ve biz de çok korkardik babamdan. En ufak bir yaramazligimizda basardi dayagi. Onun yaninda agzimizi açip bir kelime söyleyemezdik. Büyük konusurken küçügün cevap vermesi ve lafa karismasi saygisizlik sayilirdi. Sadece babamdan ve annemden degil, agabeylerimden de çok dayak yedim. Babam evde olmadigi zaman büyük agabeyim otoriteyi eline alirdi. Iki agabeyim ve ablam, evli olduklari halde, babamin yaninda çocuklarini sevemezlerdi. Büyüklerin yaninda çocuk sevmek ayip sayilirdi.
“Okula basladigim zaman da suskunlugum devam etti. Ögretmenden de çok korkardim. Su anda üniversiteye gidiyorum, ayni suskunluk ve çekingenlik devam ediyor. Hocalar birsey sordugunda agzimi açip cevap veremiyorum. Yanlis seyler söylemekten, alaya alinmaktan korkuyorum. Yüzüm kizariyor, basim dönüyor, agzim kuruyor, bildigim seye de cevap veremiyorum. Beni döven, bir kere olsun sevgisini göstermeyen bir aganin oglu olacagima, basimi oksayan bir çobanin oglu olsaydim...”
Burada problem ailenin çok çocuklu olmasi degil, çocuk egitiminde takinilan tavirdir. Asiri baski, adam yerine konmama, dayakla sindirme sonucu ortaya özgüvenden yoksun, silik kisilikli bir çocuk çikmistir.
Yüksek mevki ve makam sahibi olduklari halde çocuklarina yeterli zaman ayirmayan, onlarin ruh sagligi için gerekli olan sevgiyi, ilgiyi, sefkati ve yakinligi gösteremeyen anne babalarin çocuklarinda da sosyal fobiye sik rastlanmaktadir. Lise son sinifta, üniversite sinavlarina hazirlanan, ancak deneme sinavlarinda bir türlü yeterli puana ulasamayan bir gencin babasi bize soruyordu: “Benim çocugum nasil basarisiz olur? Özel okula gönderiyorum. Her ihtiyacini karsiliyorum. Geri zekali bir çocuk degil. Ögretmenleri, ‘İyi bir çocuk, efendi, terbiyeli; ama kendisini derse veremiyor, yeterince çalismiyor’ diyorlar. Kendisine soruyorum, ‘Problemin ne ise söyle, yardimci olayim’ diyorum; susuyor, cevap vermiyor. Yaptigimiz bunca masraf, bunca emek bosa mi gidecek? Olamaz, bunu kabul edemem!”
Gençle konustugumuzda mesele anlasildi, ancak bunu babaya anlatmak çok zor oldu. Baba, büyük bir sirkette pazarlama müdürü. Anne bir bankada bölüm sefi. Genç, ailenin tek çocugu, ayni mahallede oturan anneannesinin yaninda büyümüs. Ancak hafta sonlarinda anne ve babasiyla beraber olabiliyormus. Anne baba çocugun yaninda çok sik tartisiyor, birbirlerine kirici sözler sarf ediyorlarmis. Baba, birkaç defa esini bosamakla tehdit etmis. Çocuk anne ve babasinin ayrilacaklarindan, kendisinin ortada kalacagindan korkuyormus.
Kavgali, geçimsiz ve uyumsuz anne babalarin çocuklarinda güven duygusu gelismez. Birbirlerine sevgi ve saygi gösteremeyen esler çocuklarina da yeterli sevgi gösteremezler. Böyle bir ailede yetisen çocuklar, büyüdüklerinde ve anne baba olduklarinda kendi çocuklarina da gerekli sevgiyi ve sefkati veremezler. Neden? Çünkü sevgi, sefkat ve saygi ancak mutlu bir ailede yasanarak ögrenilir, sonradan kazanilmasi çok zordur.
GEÇICI KORKU VE ENDISELER
Her insan yabanci biriyle tanisirken, yüksek makam sahibi birinin yanina çikarken, yeni bir ise baslarken heyecanlanir, korku duyar. Bu, normal ve geçici bir korkudur; sosyal fobi ile karistirmam
ak gerekir. Yeni dogan bir bebekte geçici korkular daha yaygindir. Herseyin yolunda gittigi sicak ana rahminden çikmistir. Anneye bagimliligi devam etmektedir, annesiz yasayamaz. Annesini yaninda göremedigi zaman korkuya kapilir, aglar. Bebek için gördügü sey ‘var,’ görmedigi sey ‘yok’tur. Annesini yaninda görmeyince onu ‘yok’ sayar ve büyük bir korkuya kapilir. Annesini yaninda görünce sakinlesir,
Dogumdan üç yasina kadar anne-bebek beraberligi çok önemlidir. Bu beraberligin çesitli sebeplerle bozulmasi hâlinde çocukta güven duygusu gelismemekte, buna paralel olarak içe dönük, endiseli, korkak bir kisilik kazanmaktadir.
Çocuklarda bes yasina kadar ‘ayrilma endisesi bozuklugu’ adini verdigimiz korkuya çok sik rastlamaktayiz. Anneye asiri düskünlük, okula gitmede isteksizlik, annesine yapisip birakmama ve her yere onunla gitme istegi, bas ve karin agrisi gibi fiziksel rahatsizliklar ayrilma korkusunun tipik belirtileridir. Çalisan, uzun süre hasta yattigi için çocugu ile ilgilenemeyen, esi tarafindan dövülen ve bosanmakla tehdit edilen annelerin çocuklarinda ayrilma endisesi bozukluguna sik rastlanmaktadir. Çocuklarinda bu tür endise belirtileri gören anneler onlara daha çok zaman ayirmali, sevgilerini belli etmeli ve sefkat göstermelidir
Dostları ilə paylaş: |