Cumhuriyet asil şİMDİ kuruluyor


KARŞI DEVRİMCİLİĞİN KÖKLÜ TASFİYESİ: İZMİR SUİKASTI



Yüklə 278,75 Kb.
səhifə10/10
tarix09.02.2018
ölçüsü278,75 Kb.
#42497
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

KARŞI DEVRİMCİLİĞİN KÖKLÜ TASFİYESİ: İZMİR SUİKASTI


14 Haziran’da İzmir’de Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’yı hedef alan bir suikast girişiminin ortaya çıkarılması ile tutuklamalar başlamıştır (AKSCK, s. 215). Suikastın ortaya çıkarılmasından 4 gün sonra, İstiklal Mahkemesi İzmir’e gelmiştir. İstiklal Mahkemesi soruşturmayı eski Terakkiperver Cumhuriyet Partisi yöneticileri ile bazı eski İttihat ve Terakki Partisi mensuplarını kapsayacak şekilde genişletmiştir (AKSCK, s.216). İstiklal Mahkemesi kararı 13 Temmuz’da açıklanmış, 13 kişinin idamına hüküm verilmiştir. İstiklal Mahkemesi’nin suikast davasının ikinci bölümü 2 Ağustos’da Ankara’da başlamıştır. 26 Ağustos’da açıklanan karar ile verilen 4 idam hükmü aynı gece yerine getirilmiştir. İdam edilenlerden biri de eski Maliye Nazırı Cavit Bey'dir.

Mustafa Kemal 1 Kasım 1926’da Meclis’de yaptığı açış konuşmasında suikast hadisesinin “naçiz şahsımıza taalluku, itibariyle değil, fakat, Türk milletinin merdane evsafına yaraşmayan ve Millet Vekâleti gibi yüksek bir mertebei itibarı vasıtai tecavüz kılmağı düşünecek kadar tereddi eden irticaî bir zihniyet göstermek itibariyle mucibi teessür” olduğunu belirtmektedir (Cilt: 27, s.2). Dönem Başbakanı İsmet Paşa da fikirlerini beğenmeyenleri Meclis kürsüsüne davet etmektedir: “Büyük Millet Meclisinin ekseriyetinin tasvip ettiği hattı hareket noktai nazarlarına muvafık görmeyenlerin musip yolu, çıkar yolu, ancak intihabatta milletin vekâletini istihsale çalışmak ve her mülâhazanın en geniş serbesti ile teşrih olunabildiği bu kürsüden noktai nazarlarını Büyük Millet Meclisin ekseriyetine kabul ettirmek olmalıdır” (C:27, s.26).



Bkz. İzmir Suikastı

Ne var ki, 1925 yılından devreden sıkıyönetim, İstiklal Mahkemeleri ve basın yasakları 1926 yılında da devam etmektedir. Özellikle, suikast girişiminin muhalefet partisince yapıldığı iddiası ile Fırka üyelerinin bir çoğunun, Mustafa Kemal’in eski silah arkadaşları da dahil olmak üzere tutuklanması ve yargılanması önemli bir ikaz niteliği taşımaktadır. Suikast girişimi ile suçlanan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın yöneticileri, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar ve Cemal Mersinli Paşalar 5 Aralık’da emekliye sevk edilmişlerdir (AKSCK, s. 217).

Yıl içerisinde, İstiklal Mahkemelerinin görev süreleri Mayıs ayı itibariyle altı ay daha uzatılmıştır (18 Mayıs). Ayrıca, Meclisi Âli'nin tatili zamanında idam kararlarının söz konusu mahkemeler tarafından gerçekleştirilmesi kabul edildi (ZC C.25 İ.102).

Suikast girişiminin ortaya çıkarılması sonrasında tedbirler yine sıkılaştırılmış, 22 Kasım’da sıkıyönetim bir yıl uzatılmıştır. Sıkıyönetimin, isyan sahasında gerçekleştirilen gerekli ıslahatın bitmemesi nedeniyle uzatıldığı belirtilmektedir (ZC C.27 İ.8).

Ayrıca, TBMM'ye, hükümete ve kanunlara hakaret edenler hakkında takibatlar, Eylül ayı sonrasında yoğunlaşmıştır. Türklüğe, hükümete, cumhurbaşkanına ya da kanunlara hakaret etmekten dolayı 1926 yılı içerisinde yaklaşık 90 karar alınmıştır (BCA: 30.18.1.1 ve BCA: 30.10.0.0).

BAĞIMSIZLIĞIN KURULUŞU: DIŞ İLİŞKİLERDE DÖNÜM NOKTALARI


1926 senesinde, Musul meselesi, Bozkurt Lotus davası ve mübadele – iskan konuları yılın en önemli başlıklarındandır.

Musul Sorunu


Musul sorunu ya da Irak ile Türkiye arasındaki sınır sorunu, Lozan Anlaşması ile çözüme kavuşturulamamış konulardan bir tanesidir. Lozan Anlaşması’nın üçüncü maddesine göre, Anlaşma’nın imzalanmasının ardından belli bir süre içerisinde Büyük Britanya ile Türkiye’nin karşılıklı anlaşması ile sorun çözümlenmelidir. Eğer bu süre içerisinde uzlaşma sağlanamazsa, son müracaat merci olarak Birleşmiş Milletler devreye girecektir.

Dönemin Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Bey’e göre, bu süreç içerisinde birçok girişimde bulunulmasına rağmen, Büyük Britanya konunun Milletler Cemiyetine gitmesini istediği için uzlaşmaya yanaşmamıştır. Haliç Konferansı da kabul edilemez teklifler nedeniyle başarısız sonuçlanmıştır (ZC, Devre: II, Cilt: 21, s. 90-95). Hem Türkiye hem İngiltere bu sırada uluslararası alanda kamuoyu oluşturmak üzere çalışmıştır (Bkz. 1925 yılı).

Türkiye öncelikle, Milletler Cemiyeti kararının taraflarca onaylanmadığı sürece kabul etmeyeceğini açıklaması, ardından Lokarno görüşmeleri devam ettiği sıralarda Milletler Cemiyeti’nin 1925 Eylül’ünde konunun Lahey Adalet Divanına götürülmesi isteğini reddetmesi ve gitmemesi dış basında da yankı bulmuştur. Asıl olarak, Türkiye Cumhuriyeti, Cemiyeti Akvam’ı taraflı bulmaktadır. Bu nedenle, Milletler Cemiyeti de zorlu bir sınavdan geçmektedir.

Uzlaşma süresince, İngiltere bölgedeki imtiyazının uzatılması ve bölgenin Irak Hükümeti’ne bırakılması yönünde çalışırken, Türkiye Musul’un Türkiye’ye bırakılmasını talep etmektedir. Türkiye, bir yandan bölgedeki Arap olmayan Müslümanların varlığını örnek göstererek bir yandan 30 Kasım 1918’de imzalanan mütareke sınırlarına dayanarak Musul’u geri istemektedir. Ki iki durum da Musul’un Türkiye’ye bırakılmasını gerektirmektedir (“The Mosul Treaty”, Economist, 12 June 1926, V. 102, I.4320, p.1131-1132).

Birleşmiş Milletler tarafından geçici olarak çizilen Brüksel hattı, Musul’u Irak Hükümeti’ne bırakmaktadır. Ki Brüksel hattının kabülü, Misak-ı Milli’den taviz vermek demektir (“The Iraq Treaty”, Economist, 12 June 1926, V. 102, I.4320, p. 1332).

Dış basında ise, Türkiye’nin, bölgedeki tüm Kürtleri kontrol altına almak için Musul’u istediği yazılmaktadır. Sözü edilen bölge, Kürt nüfusun yoğun olduğu bir coğrafyadır. İngiltere ve Irak, bölgedeki Kürtlere bağımsızlık vaat etmektedir, Türkiye ise tersine Kürtlere bağımsızlık vermeye yanaşmamaktadır (“The Mosul Treaty”, Economist, 12 June 1926, V.102, I.4320, p.1131-1132). Başka bir ifadeyle, Türkiye bölgedeki Kürt vatandaşlarını Türkleştirmeye çalışırken, İngiltere Kürtlerin kendi hukukunu geliştirmesi politikasını izlemektedir (“The Mosul Debate”, The Economist, 26 December 1925, V. 101, I.4296, s.1085). Gerçekten, Brüksel hattı, bölgedeki kardeş Kürt halkını bir kısmı Türkiye’de bir kısmı Irak’ta kalmak üzere ayıracaktır. Brüksel hattının kabul edilmesiyle ya Türkiye Kürt politikasını değiştirecek ya da daha da zorlaşan şartlarda var olan politikasını sürdürmeye çalışacaktır (“The Mosul Treaty”, Economist, 12 June 1926, V.102, I.4320, p.1131-1132). Türkiye’nin Kürt politikasına eleştirel bakan başka bir haberde Türkler’in, Birleşmiş Milletler kararı ile sadece Musul’u kaybetmiş olmayacağı, aynı zamanda ileride ortaya çıkacak birçok sorunu yaratmış olacağı iddia edilmektedir. İngiltere, Kürt sorununa dahil olmuştur ve bu sorun Musul sorunundan daha büyük ve rahatsız edicidir (“The Mosul Debate”, The Economist, 26 December 1925, V. 101, I.4296, s.1085).

Tevfik Rüştü Bey’in demecine göre ise, Türkiye’nin Musul sorununun çözümünde amacı, Irak halkını İngiliz mandasından kurtarmaktır (ZC, Devre: II, Cilt: 21, s. 90-95). Ne var ki, İngiltere’nin bölgede meydana gelen isyan ve ayaklanmalardaki rolü herkesçe bilinmektedir. Bu nedenle, İngiltere vesayetinde bağımsız bir Kürdistan tercih edilir değildir. Rize mebusu Ekrem Bey, İngiliz emperyalizminin, Türkiye’de olduğu gibi iç irtica olaylarını yaratma metodunu seçtiğini belirtmiştir (ZC, Devre: II, Cilt: 21, s. 90-95).

Musul sorunu, bu nedenle “Türkiye’nin … hukuku hükümranisi ve emniyeti ve diğer tarafından Büyük Britanya devleti ile münasebatı atiyesi itibariyle hayati ehemmiyeti olan” bir konudur (Tevfik Rüştü Bey, ZC, Devre: II, Cilt: 21, s. 90-95).

Sonuç olarak, 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara'da Türkiye ile Irak ve İngiliz Hükümeti arasında Musul sorununda karara varılmaktadır. Buna göre Brüksel hattı, Türkiye lehine küçük bir değişiklikle (“The Iraq Treaty”, The Economist, 26 December 1925, V. 102, I.4322, s.1245) Türkiye - Irak sınırı olarak kabul edilmekte ve Irak Hükümeti’nin bağımsızlığı tanınmakta ve iki devlet arasındaki müşterek çıkar sahasından elde edilecek petrol gelirinin % 10'u (Basra Vilayeti hariç) 25 sene müddetle Türkiye Hükümeti’ne verilecektir. Musul sorununun çözülmesi ile Türkiye Cumhuriyeti sınırları çizilmiş olmaktadır (ZC C.26 İ.115).

Anlaşma’ya göre, Türkiye ile Irak arasındaki sınır şöyle çizilmiştir:

Madde 1: Türkiye ile Irak arasındaki hattı hudut cemiyeti akvamın 29 teşrinievvel 1926 tarihli içtimaında tekarrür etmiş olan güzergaha tevfikan bervechizir sureti katiyede tayin edilmiştir.

(Brüksel Hattının Tarifi)

Maafih balâdaki hattı hudut Aşuka ve alâmun cenubunda bu iki mahalli yekdiğerine rapteden yolun Irak arazisinden geçen kısmını Türk arazisi dahilinde bırakmak üzere tadil edilmiştir.

Madde 3: Birinci maddede tasrih edilen hattı hududu arazi üzerinde tayin etmek üzere bir tahdidi hudut komisyonu teşkil edilecektir….



Madde 4: Birinci madde mucibince Irak’a terk edilen arazideki ahalinin tabiyeti Lozan Muahedesinin 30-36ncı maddelerine tevfikan halledilecektir…

Madde 5: Tarafeyni akideyden her biri birinci maddede tasrih edilen hattı hududu kati ve taarruzdan masun olmak üzere kabul ve bunu tadile matuf her türlü teşebbüsten tevakki etmeyi taahhüt eyler.

Petrol rezervleri ile ilgili düzenleme ise şöyledir:

Madde 14: Her iki memleket arasında menafi müştereke sahasını tevsik etmek maksadiyle Irak hükümeti işbu muahedenin mevkii meriyete vazı tarihinden itibaren yirmi beş sene müddetle bervechi zir alacağı aidatın yüzde onunu Türkiye hükümetine tesviye edecektir:



  1. 14 Mart 1925 tarihli imtiyaz mukavelenamesi mucibince petrol ihraç edebilecek olan “Türkiş Petroleum Kompani”den.

  2. Balâda imtiyaz mukavelenamesinin altıncı maddesi mucibince petrol ihraç edebilecek olan şirketlerden ve eşhastan.

  3. Balâda zikredilen imtiyaznamenin 33ncü maddesi mucibince teşekkül edebilecek olan muavin şirketlerden.

Türkiye’nin aidattaki hissesini sermayeye çevirmek istediği takdirde izlenecek yol İngiltere Sefiri Sör Ronalt Şarl Lintzey ve Irak murahhası Nuri Sait Paşa taraflarından Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Beyefendiye yazılan 5 Haziran 1926 tarihli nota ile çözümlenmiştir (ZC C.26 İ.115 s. 164):

“Bugün beynimizde imza edilen muahedenin on dördüncü maddesine atfen şunu beyan ederiz ki:

Bu muahedenin mevkii meriyete vazını takip eden on iki ay içinde Türkiye Hükümeti mezkûr maddede mevzubahis olan aidattaki hissesini sermayeye tahvil etmek arzusunda bulunduğu takdirde Irak Hükümetini arzusundan haberdar edecek ve mezkûr Hükümet ihbarı vakii takip eden otuz gün zarfında bu maddenin tamamii ifası zımnında Türkiye Hükümetine beş yüz bin İngiliz lirası tesviye edecektir. Diğer taraftan şurası da mukarrerdir ki Türkiye Hükümeti mezkûr aidattaki menafiini evvelemirde Irak Hükümetine bir tarafı salisin tediyeye amade olabileceği fiyattan daha yüksek olmamak üzere mübayaa etmek fırsatını vermeksizin elinden çıkarmamayı taahhüt eyler.”

Görüşmeler sırasında, Kazım Karabekir kısa ama etkileyici bir konuşma yapmıştır. Özetle, duyduğu sıkıntıyı dile getirmiştir: “…Musul’un bugünkü vaziyetinde duyduğumuz teessürleri bu kürsüden ifade etmekten başka maalesef bizim için yapılacak bir şey kalmamıştır” (ZC, Devre: II, Cilt: 26, s. 165).

Hariciye Vekili Tevfik Rüştü de amaçlarının toprak kazanmak değil, Irak’ın bağımsızlığına destek vermek olduğunu ve bunun için bazı fedakarlıklarda bulunduklarını itiraf etmektedir (ZC, Devre: II, Cilt: 26, s. 165):

“Şurasını da derhal arz etmeye mecburum ki hudut üzerinde bize bin kilometre murabbaı miktarında lehimize tashihat ilavesini teklif ettiler; esas davamızın böyle bir veyahut iki bin kilometrekarelik arazi davası olmadığını söyleyerek bu teklif olunan araziden de sarfı nazarla bütün Musul Vilâyetinden müstakil Irak Devleti lehine feragati prensiplerimize daha uygun bulduk.

Şarkı karibde başlıca kuvveti temsil eden Türkiye Cumhuriyeti en esaslı mihveri siyaseti mileli mütemeddine arasında bir unsuru intizam ve terakki olarak çalışmak olduğundan cihanın ve şarkı karibin sulh ve huzuru ve Irak’ın istiklal ve saadeti namına ve Büyük Britanya İmparatorluğuyla münasebetimizi normal bir hale getirmek için yegâne muallak kalan bu arazi meselesinde fedâkarlıklara katlandık.”


Bozkurt Lotus Davası


2 Ağustos’da Türk bandıralı Bozkurt ile Fransız bandıralı Lotus gemisinin Ege Denizi'nde çarpışmasıyla başlayan dava, uluslararası hukuk açısından Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının bir simgesi sayılmaktadır.

7000 tonluk Fransız posta gemisi ile 1000 tonluk Türk şilebinin Ege Denizi’nde çarpışması sonrasında, Türk bandıralı Bozkurt iki parçaya ayrılarak batmış ve bir çok Türk vatandaşı hayatını kaybetmiştir.

Türkiye’de kazada mağdur olanların Türk olduğundan yola çıkarak, Fransız gemi kaptanını Türk Ceza Kanunu’na yargılanmak üzere tutuklar. Bunun üzerine, Fransa, kazanın Türkiye karasularında değil Ege açıklarında meydana gelmesini gerekçe göstererek itiraz eder. Gemi kaptanının tutuklanmasını, uluslararası hukukun temel prensiplerine aykırı bulunduğunu savunur (“Turkey – Foreign Chambers of Commerce – Judicial Status of Foreigners – Shortage of Foreign Exchange”, Economist, 18 September 1926, V.103, I.4334).

Türkiye'de açılan davada Fransız vatandaşı gemi kaptanı suçlu bulunmuştur. Bunun üzerine Fransa, davayı Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na taşımıştır. 7 Eylül 1927 yılında sonuçlanan dava Türkiye lehine sonuçlanmıştır.

Tüm bu süreçte, Adliye Vekili Mahmud Esad Bozkurt yetkili kılınmıştır ve süreci başarı ile yönetmesiyle takdir toplamıştır. Hatta, soyadı Kanunu sonrasında bu olaya atfen Bozkurt soyadını almıştır.

BCA: 30.18.1.1./21.60.17

BCA: 30.18.1.1./21.71.17

SONUÇ:


Yabancı sermaye kaçıyor mu: ekonomik bağımsızlık

Dış basında 1926 yılında Türkiye ile ilgili gündem maddesi “Türkiye’den yabancı sermayenin kaçması”dır.

Türkiye’de yabancı sermaye, yıllarca kapitülasyon rejimi altında rahatça hareket edip korunmuştur. Fakat, sonra, bir anda kendisini hiç de imrenilmeyecek bir konumda bulmuştur.

Artık yabancılar eskiden tehlikesiz yerliler rekabet etmekte zorlanmaktadır, çünkü “yerli tüccar, ihracatçı, ya da banker, on olaydan dokuzunda, “Türkler için Türkiye” amacı doğrultusunda şekillendirilmiş yasal yardımcıları sayesinde” başarılı olmaktadır (“Turkey and the Foreigners”, Economist, 7 August 1926, V.103, I.4328, p.238-239).

Yabancılar hangi alanda olursa olsun çok büyük zorluklarla karşılaşmaktadır. Vergiler her geçen gün artmakta, Hükümet yabancı sermayeye karşı “idari reformlar”ı hayata geçirmekte, Cuma günü tüm dünyada ticaret ilişkileri devam ederken zorunlu olarak çalışamamakta ve niteliksiz de olsa yerli işçi istihdam etmek zorunda bırakılmaktadır (“Turkey and the Foreigners”, Economist, 7 August 1926, V.103, I.4328, p.238-239). Ayrıca, denetimler de çok sıkılaştırılmıştır (“Turkey - Shipping Law – Exodus of Capital – Burdensome Taxes”, Economist, 26 June 1926, V.103, I.4322, p.1257).

Hükümet, ticaret ve istihdamı yabancılardan alıp Müslüman komşusuna vermek amacıyla yapmaktadır (“Turkey and the Foreigners”, Economist, 7 August 1926, V.103, I.4328, p.238-239).

Bulgaristan’da da aynı durum vardır ama Bulgaristan daha yavaş ilerlemektedir. Türkiye ise daha dengesini sağlayamayan çocuğu koşmaya teşvik etmektedir (“Turkey and the Foreigners”, Economist, 7 August 1926, V.103, I.4328, p.238-239).

Ottoman Bank: Yerli sermaye kıt ve tamamen harcanmış olduğundan, ülkenin gelişmesi için yardım kaçınılmaz (“Ottoman Bank”, Economist, 17 July 1926, V.103, I.4325, p.122-123).

Türkiye’de üretimi finanse edecek sermaye yok. Çiftçiler kredi ve tohum istiyor, sermaye yeterli olmadığı için arazilerin ancak yarısı ekilebiliyor. Sanayiciler açısından da aynı şekilde kredi sıkıntısı yaşanmaktadır (“turkey – Shortage of Capital – Port of Smyrna – Tobacco Production – Christian Calendar and Metric System Adopted”, Economist, 13 March 1926, V. 102, I. 4307, p. 520-521).

Neden tercüme eserler?

İleri / medeni ne demek?

İleri medeniyetlerin eserlerini alarak devrim yapılır mı?

Gelenek tasfiye edildi mi edilir mi?

İsmet Paşa: “Bu memlekette yüzlerce seneden beri tevessül olunan ıslahat fikirleri niçin yarım kalmış ve niçin akim kalmış?... Tarih, bunu tetkik ettikten ederken, sizin muvaffakiyetinizin sırrını hakkiyle kavrayacaktır ümidindeyim. Tevessül ettiğimiz ıslahat gösteriş yapmak veyahut ahere kendimizi beğendirmek için tevessül olunmuş tedabir mahiyetinde değildir.”

Bu, başlıca bir farktır. Sırrı muvaffakiyet milletin hakiki ihtiyacına vefa etmek tekayyüründen mütevellit samimi kanaat ve sağlam iradede mündemiçtir. (Bravo sesleri ve alkışlar)” (6 Kasım 1926, C.27, s.25)



Dünyada Makineleşme Yarışı

İki yarışan devlet var: Rusya ve Amerika. İkisinin de ortak noktası: makineleşmek!

Bu sırada Rusya’da plan hazırlıkları var: Stalin önderliğinde makineleşme ve elektrifikasyon dönemi süregidiyor (pratik). Bu nedenle, Dünya Sosyalizmi arka plana itilir ve Stalin iş başına gelir: memleketçi sosyalizm (Aydemir, Suyu Arayan Adam, 353). Artık hedef, teorik bir takım yenilikler değil, “araştırmalar, kalkınma planları, üretimi artırmak, randımanları yükseltmek, tekniğe sahip olmak vb” gelmektedir (Aydemir, Suyu Arayan Adam, 351). 1927 I. Beş Yıllık Kalkınma Planı (önce hazırlanan geri çekildi) (Aydemir, Suyu Arayan Adam, 350) 1926 yılından sonra milli teknik meseleler ön plana çıkar: Planlama (Aydemir, Suyu Arayan Adam, 407).

Stalin’in derdi, makineleşmek, elektrifikasyondur. (343). Stalin’in 1917’de bir fabrika’da yaptığı konuşmadan alıntı yapıyor: “Memleketi evvelâ kapitalist memleketlerin seviyelerine çıkarmaki onlara ulaşmak, sonra da onları geçmek için! Bu nasıl olur? İş randımanlarını yükseltmekle… O halde, dedi, memleketi makineleştirmeli, elektriklendirmeliyiz. Bugün bu memlekette makine var denilebilir mi? Hayır! Halbuki dava, makine ve elektrifikasyondur…” (343). Bu grubun derdi, Çarlığın tasfiyesi, teşkilat meseleleri, istihsal tanzimi, parti disiplini… (345).




Yüklə 278,75 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin