Cumhuriyet Döneminde Türkçe


A. Mimari Cumhuriyet'in İlk Yıllarında Mimari / Prof. Dr. İnci Aslanoğlu [s.253-258]



Yüklə 11,95 Mb.
səhifə32/102
tarix03.01.2019
ölçüsü11,95 Mb.
#89302
növüYazı
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   102
A. Mimari

Cumhuriyet'in İlk Yıllarında Mimari / Prof. Dr. İnci Aslanoğlu [s.253-258]

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi / Türkiye

Cumhuriyet’in ilk on beş yılı, yani Atatürk’lü yıllar ülkenin her alanda hızla ileri gittiği, rejimin sağlam temeller üzerine oturtulduğu, kısa sürede büyük işler başarmanın yarattığı coşku ve dinamizmle yüklü bir dönemdir. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk el attığı alanlar özellikle demiryolu ağırlıklı ulaşım, savaşta yanan, yıkılan yerlerin imarı, ilk kent planlama girişimleri (İzmir ve Ankara için 1924 planları), bataklıkların kurutulması, göçmenlerin yerleştirilmeleri ve yeni başkentin inşasıdır.

Çağdaşlaşma amaçlı temel devrimler ilk beş yıl içinde gerçekleştirilmiş, yurt çapında yaygınlaşarak toplumda köklü değişimler olmuştur. Küçük ve yoksul bir Anadolu kasabası olan Ankara ilk on yıl içinde modern bir başkente dönüşmüştür. 13 Ekim 1923’te başkent olarak ilân edilmesinin ardından nüfusu artan Ankara hızla büyümekteydi. 1925 yılında bataklıkların kurutularak sıtmanın önlenmesine ve altyapı için ilk çalışmalara girişilmiş, ivedilikle gerekli binaların inşasına başlanmıştı. Genel bir plan çerçevesinde gelişmesinin gereğinin duyulmasıyla 1928 yılında düzenlenen sınırlı yarışmada Alman şehircilik uzmanı Hermann Jansen’in planı kabul edilmiş ve 1932 yılında uygulanmaya konmuştur. Planda Jansen ulusal anıt olarak gördüğü kaleyi ve eski Ankara’yı korumuş, yeni kenti güneyde bir ana arterin (Gazi Bulvarı) birleştirdiği Ulus ve Çankaya arasındaki arazide Yenişehir adıyla bahçekent anlayışında tasarlamıştır. Bu aksı dik yönde kesen ikinci ana arteri demiryolu izlemiştir. Yenişehir’in güneybatısı Bakanlıklar bölgesine ve Meclis’e daha güneyi Çankaya istikametinde ve Bulvar’ın iki yanında yabancı misyonların yapacakları elçiliklere ayrılmıştır. 1938’e gelindiğinde Ankara ağaçlı muntazam yolları, parkları, temizliği ve modern binalarıyla dünyanın sayılı çağdaş kentleri arasındaki yerini alıyordu.

Çağdaşlaşma planlı gelişme şeklinde yorumlanmış, yeni yasal düzenlemelerle kentlerin sağlıklı ve güzel yaşama mekânları olmaları hedeflenmiştir. 1924 yılında İzmir, 1932’de İstanbul için sınırlı yarışmalar düzenlenmiş, savaşta yanan İzmir’de önemli imar etkinlikleri gerçekleştirilmiştir. Diğer kentlerin de çehresi hızla değişmekteydi. Bağımsızlık Savaşı’nda önemli bir yeri olan Afyon, Samsun, Eskişehir, zengin tarımsal özellikler gösteren Adana, kuzeyde Tokat, doğuda Elazığ, Malatya yoğun altyapı etkinliklerine ve inşaata sahne olan kentlerimiz arasındaydı.

Bu onbeş yıl içinde mimarlık, devletin ekonomi siyasetinde ve kültürel ve ideolojik ortamdaki gelişmelere koşut olarak 1920’li ve 1930’lu yıllarda farklı gelişmeler göstermiştir.

1920’li Yıllarda Önemli

Gelişmeler ve Mimarlık

Mustafa Kemal’in 1923 yılı başında İzmir’de topladığı, Türkiye Ekonomi Kongresi’nde Cumhuriyet’in ilk yıllarının ekonomi politikasını belirleyecek liberal çizgideki ilkeler saptanmış, “millî iktisat”ın temel olduğu, sınıf farklılaşmasının kabul edilmeyeceği kararı alınmıştır. 1924 yılında özel girişimlere kredi sağlamak üzere İş Bankası, 1925 yılında özel sektöre sınaî kredi açmak ve kendisine devredilecek fabrikaları işletmek üzere Sanayi ve Maadin bankası kurulmuş, özel girişim yoluyla endüstrileşmeyi sağlamak ve sermaye birikimini arttırmak için 1927 yılında Teşvik-i Sanayi yasası çıkarılmıştır. Serbest ekonomi siyaseti 1929 dünya ekonomik bunalımının etkilerinin hissedilmesine kadar sürmüştür.

1920’ler ulusçuluğun millî iktisat, millî sanayi, millî müdafaa, millî tasarruf gibi birçok alanda öngörüldüğü yıllardır. Mimarlıkta da millî olduğu düşünülen ve Cumhuriyetin imparatorluktan devraldığı tarihselci bir mimarlık anlayışı, yani “neo-Osmanlı” üslûbu egemendir. Birinci Ulusal Mimarlık Akımı olarak bilinen bu üslûp 1908’de İkinci Meşrutiyet’in hızlandırdığı ulusçuluk hisleri ile ortaya çıkmış, mimarlığın ulusal bilinci güçlendirici niteliğine inanıldığı için savaş yılları süresince binaları şekillendirmeye devam etmiş, Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan tek üslûp olmuştur. 1927 yılında dışa açılma siyaseti sonrasında zayıflamakla beraber 1930 yılına kadar etkisini sürdürmüştür.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk ulusçuluğu, “Bütün muasır milletlerle bir ahenkte yürümekle beraber Türk içtimaî heyetinin hususî seciyesini ve başlıbaşına müstakil hüviyetini mahfuz tutmayı esas sayar, bu itibarla millî olmayan cereyanların memlekete girmesini ve yayılmasını istemez şeklindeydi.1 O yılların bu içe dönük ve kendi içinde yeterli ulusçuluk anlayışı doğrultusunda varlığını sürdüren mimarlık ortamında 1926-27 yıllarına kadar, Avrupa’daki avant-garde sanat ve modern mimarlık akımlarının etkileri mimarlık ortamında henüz yansımamıştır. Üslûbun usta yorumcuları olan ve eğitimlerini asrın dönümünde Avrupa’da yapmış veya sürdürmüş olan Vedat Tek (1873-1942) ve A. Kemalettin (1870-1927) beylerin izinde yürüyen diğer mimarlar da çalışmalarını bu tarz üzerinde yoğunlaştırmışlardır.

Yirminci yüzyılın ilk yıllarından itibaren İstanbul’da çalışan ve mimarlık alanında söz sahibi olan bu iki mimar Cumhuriyet’in kurulmasıyla Ankara’daki inşa faaliyetine katılmışlardır. Atatürk’ün plan taslaklarını beğenerek biran önce bitirilmesini istediği Halk Fıkrası Mahfeli (II. Meclis) Vedat Tek’in 1924 yılında Ankara’da yaptığı tek binadır. Aynı yıl, İstasyon Caddesi üzerinde yer alan Mahfel’in karşısındaki Ankara Palas’a (Ankara Vakıf Oteli) Vedat Bey tarafından başlanmış, ancak Kemalettin Bey’in tasarımına göre yapımı sürdürülen otel 1928’de bitirilmiştir. Vakıflar İdaresi Başmimarı olan Kemalettin Bey 1924-27 yılları arasında Vakıf Evleri’ni (bugün mevcut değil) ve bunların yakınında zamanın görkemli boyutlarındaki, mimarın son yapılarından olan II. Vakıf Apartmanı’nı tasarlamıştır.2

Aynı yoldan yürüyen, daha genç kuşaktan Arif Hikmet Koyunoğlu (1889-1982) Ankara’da Hariciye Vekâleti binasını (bugün Kültür Bakanlığı, 1927), Etnoğrafya Müzesi (Resim 1; 1925-27), Halkevi (eski Türk Ocağı Merkezi, 1927-30) ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na ait Anafartalar Caddesi üzerindeki binaları tasarlamıştır. Mimar Türk Ocağı binasındaki Türk Salonu’nun tasarım aşamasıyla ilgili anılarında, Atatürk’ün bizzat gelerek, “Eski Ankara evlerinde eski tezyinatlı odalarda birçok mühim kararlar verdik; sonunda muvaffak olduk. Yapacağın bu tezyinat Ankara evlerinden alınan ilhamla yapılsın ki buraya gelince eski hatıralarınızı yadedelim… Kaleye çık, kroki hazırla ona göre yap”, dediğini, oda bittikten sonra Atatürk’ün tekrar gelerek odayı beğendiğini ve kendisine teşekkür ettiğini anlatır.3 Bu olay Atatürk’ün Ankara’nın imarı sırasında gelişmelerle yakından ilgilendiğini ve Türk’e has olan değerlere verdiği önemi gösteriyor.

Yeni başkentin Ulus bölgesindeki önemli üç banka binası (Ziraat bankası-Resim 2, Osmanlı ve İş bankaları) 1926-29 yılları arasında, köşesindeki kubbesiyle Tekel Baş Müdürlüğü

1928’de, İstanbul doğumlu İtalyan mimar Giulio Mongeri (1873-1953) tarafından yine ulusal üslûpta tasarlanmıştır. Mimarın Osmanlı kemerleri ve süslemelerini kullandığı Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın kaidesi (1928) İstanbul’da ulusal biçimlenmeyi uyguladığı tek tasarımıdır.

İlk ulusal mimarlık üslûbu yalnız Ankara’da değil, tüm kentlerde kamu yönetim ve okul (Resim 3), tren istasyonu (Resim 4), otel, v.b. gibi kamu hizmet yapılarında yaygın bir biçimde uygulanmıştır.

Bu üslûpla tasarlanan iki, ya da üç katlı kamu yönetim ve hizmet yapıları, batı akademik geleneğin kütleyi ilgilendiren katı kurallarının uygulandığı bir düzenleme gösterirler. Simetri, katların kornişlerle yatay yönde ayrılması, girişin bulunduğu orta bölümle köşe aksların dışarı taşırılıp yükseltilerek dikey yönde bölümlerine ayırma yapılar için karakteristiktir. Altları bezemeli geniş saçaklar desteklerle taşınırlar. Osmanlı mimarlığından aktarma bir eleman olan kubbe biçimci bir yaklaşımla simetri aksında veya köşeleri belirlemede kullanılmıştır ve çok kez yalancı kubbelerdir. Osmanlı kemerleri, portik, takçapı, ya da çini panolar başta olmak üzere Selçuklu ve Osmanlı kökenli geometrik ve stilize bitkisel motifler, rozetler, sütun başlıkları bu üslûplu yapılarda, özellikle ön cephelerde cömertçe kullanılmışlardır.

Dönemin özellikle Ankara’da bahçe içinde yer alan ikişer katlı konutları asimetrik kütleli, kârgir balkonlu, yer yer kemer ve süslemenin kullanıldığı ve geniş saçaklarının altlarında geleneksel tavan bezemelerinin görüldüğü yapılardır. Bunların planlarında eski Türk evinden izlere rastlanmaz.

Giderek neo-Osmanlı tarzı gözden düşüyor, rejimin yeni idealleriyle bağdaşmadığının farkına varılıyordu. Yazarlar da bu üslûbun geçersizliğini dile getirmekteydiler. Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu yapılardan bazılarının ogival pencereleri, yeşil renkli, yıldız murabbalı saçaklarıyla Osmanlı devrinin medrese ve imarethane mimarisinin soysuzlaşmış bir devamı olduğunu4; Ahmet Haşim “mürteci mimari” dediği bu üslûba İttihat ve Terakki siyasetinin cübbe ve sarık giydirdiğini, bu mimarinin cami, türbe ve medreseyi taklit ettiğini, oysa bunların geçmişte kaldığını yazmaktaydı.5

1927 yılı, sonraki dönem mimarlığının gelişme çizgisini etkileyecek olayların başlangıcı olmuştur denilebilir. Bu yıl yabancılara Türkiye’de çalışma imkânı tanıyan Teşvik-i Sanayi yasası çıkarılmış, gelen yabancı mimarlar, ulusal üslûbun yerini alacak olan batılı biçimlerle ilk yapılarını tasarlamışlardır. Kemalettin Bey’in bu yıl içinde vefatı ulusal üslûbun sonunun geldiğinin bir işareti gibidir.

1930’lu Yıllarda Önemli Gelişmeler ve Mimarlık

Dünya ekonomik bunalımının ülke ekonomisini dolaylı olarak etkilemesi ve 1920’li yıllardan beklenen özel girişimlerin yetersiz kalması karşısında devlet yeni ekonomik önlemler alma gereğini duymuştur. 10/05/1931’de C.H.F.’nin üçüncü büyük kongresinde altı ilkenin kabul edilmesi bu yılların yeni ekonomik ve ideolojik yönelimini belirlemesi açısından önemlidir. “Altı Ok”tan devletçilik ilkesi ekonomi başta olmak üzere bayındırlık, eğitim, sağlık, sosyal yardım, tarım ve sanayi alanlarında ağırlıklı olarak kendini hissettirmiştir. Para sistemini merkezî bir örgüte bağlamak için 1931’de Merkez Bankası kurulmuş, Etibank ve Sümerbank gibi kamu ekonomik kuruluşları çalışmaya başlamıştır. 1932 yılında hazırlanan ilk beş yıllık plan iki yıl sonra uygulanmaya konmuş, planda öngörülen sanayi yatırımları için temin edilen dış kaynaklı malî desteğin de imkân tanımasıyla fabrikalar ve yan tesisleri kurulmuştur.

Büyük ölçüde Bayındırlık Bakanlığı’nca yürütülen yapı etkinlikleri önceki yıllardaki hızıyla devam etmiştir. Ankara’da Bakanlıklar sitesi tamamlanmış, T.B.M.M. binalarının yapımına başlanmıştır.

İllerde gerekli tüm resmî binalar, kamu hizmet yapıları ve Türkçülük ideolojisinin yerini “halkçılık” ilkesine bırakmasıyla halkın kültür düzeyini yükseltmede büyük katkıları olan halkevlerine ait binalar yapılmıştır. Sağlıklı yaşamın gereği olarak spor tesisleri (Ankara’da Stadyum ve Hipodrom 1934-36), ve kentlerde büyük parklar (İzmir Kültür Park, Ankara Gençlik Parkı, Antalya, Adana, Gaziantep parkları ve diğerleri) halkın hizmetine sunulmuştur.

Bu dönemde köycülük alanında çalışmalar halkevlerinin programlarında önemli bir yer tutmuş, köye çağdaş uygarlığı götürmek amacıyla örnek köy projeleri düşünülmüştür. 1933 yılında içlerinde Etimesgut ve Somutlu’nun bulunduğu altmış dokuz köy tasarlanmıştır.

1930’lu yıllarda batılı biçimlerin şekillendirdiği mimarlık alanı iki grup mimar tarafından paylaşılmıştır: eğitim ve uygulama alanlarında çalışmak üzere ülkeye davet edilen yabancı mimarlar ve bir kısmı Avrupa’da eğitimlerini tamamlayarak dönen, batıdaki gelişmelerden haberli olan genç Türk mimarları.

Bizde “kübik”, “asrî”, ya da “yeni” mimarlık olarak adlandırılan, 1920’lerde batı dünyasında mimarlığı ortak anlatıma götüren uluslararası mimarlık anlayışı yabancı mimarlar tarafından ülkeye tanıtılmış, Türk mimarlarınca kısa sürede benimsenerek 1930’lu yıllar süresince uygulanmıştır. Mimarlık eğitiminin modernleştirilmesi; yeni mimariye Ahmet Haşim, Falih Rıfkı Atay, Celâl Esat Arseven gibi yazar ve aydınlardan gelen olumlu eleştiriler; ulusal üslûplu bazı yapılara cephelerindeki kemerler, süslemeler ve bazan da kubbenin kaldırılıp yalınlaştırılarak çağdaş görünüm verilmesi,6 özellikle 1929-34 yılları arasında modern akımın hararetle benimsenip desteklendiğini göstermektedir.

Fransa’da gelişen Pürist Akım’ın özellikleri olan yalın geometrik kutulardan oluşan düz çatılı, teraslı, şerit ve köşe pencereli, simetriden kaçan biçimlenme, öncelikle konut, sonra da diğer yapılarda uygulanmıştır. 1928-34 yılları arasında yaygın olarak kullanılan yarım silindirik kütle eklemeleri ve yuvarlatılmış giriş ve balkon köşeleri yine batıdan aktarılan biçimlerdir. Bir başka kütlesel özellik, bazılarında saatleriyle kuleler yatay kütlelerle karşıtlık yapan ögeler olarak kullanılmışlardır. (Ankara’da Sergievi, Su Süzgeci binası, Gar Gazinosu gibi).

1930’larda modern biçimlenme tek üslûp değildir. Daha sonra görüleceği gibi dönemin sonlarına doğru batı neo-klasisizmi devlet yapılarında tercih edilen üslûp olacaktır.

Yabancı Mimarlardan Öne Çıkan Bazı İsimler

İstanbul’da yaşamakta olan Giulio Mongeri ile Viyana’dan gelen Ernst Egli, Alman Bruno Taut, şehircilik kursu veren bir başka Alman mimar Martin Wagner, Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitici olarak çalışırlarken bir yandan da uygulama alanında etkinliklerde bulunmuşlardır. Yalnız eğitici olarak çalışanlar olduğu gibi sağlıkla ilgili binaları tasarlayan iki Avusturyalı mimar, Theodor Jost ve Robert Örley ve spor tesislerinin mimarı İtalyan Paolo Vietti-Violi gibi yalnız bina yapan yabancı mimarlar da vardır.

Ankara’nın batı kaynaklı biçimlerin uygulandığı ilk binası (1926) olan Sağlık Bakanlığı’nın (Resim 5) ve bir yıl sonra yapımına başlanan Hıfzıssıhha Enstitüsü Kimyahane Bakteriyoloji binasının (Resim 6) mimarı Theodor Jost’tur. Zamanı içinde etkili boyutlarıyla yüksek bir yerde konumlanan Ankara Numune Hastanesi (1933) ile 1930’ların Bulvar apartmanlarıyla ölçeği ve mimarisiyle uyum içinde olan Kızılay Genel Merkez binasının (Hilal-î Ahmer) mimarı ise Robert Örley’dir (1876-1945).

1930 yılında tarihselci bir yaklaşımın egemen olduğu Akademi’deki mimarlık eğitimini çağdaşlaştırma görevi verilen Ernst Egli (1893-1974) reformları gerçekleştirerek uluslararası ilkeleri esas alan bir eğitimin temellerini atmıştır. Geçmiş üslûpların anlamsızlığını bilen mimar yapılarını da, ilim ve tekniğe dayandığına inandığı uluslararası mimarlık düşüncesi doğrultusunda tasarlamıştır. Egli, Millî Eğitim Bakanlığı’nda modern okul yapıları için danışman mimar olarak da çalışmıştır. “Viyana ekolü kübiği”7 özellikleriyle biçimlenen cepheleriyle Sayıştay (Divan-ı Muhasebat, Resim 7) binası ve Ankara’nın en tutarlı modern yapılarından olan Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi (İsmetpaşa Kız Enstitüsü; Resim 8), mimarın çoğu okul olan birçok Ankara yapısından sadece ikisidir.

Egli’den sonra Türkiye ile en uzun süreli ilişkisi olan mimar Avusturyalı Clemens Hozmeister’dir (1886-1983). Türkiye’deki uygulamalarına 1927 yılında Viyana’da Türk Büyükelçiliği yoluyla kendisine projelendirmesi teklif edilen Millî Savunma Bakanlığı’nı (1928-31) tasarlamakla başlamıştır (Resim 9). Bunu Genel Kurmay Başkanlık binası (1929-30) izlemiştir. Diğer Ankara yapıları, İç İşleri Bakanlığı (1932-34), Bayındırlık Bakanlığı (1933-34), bugünkü Yargıtay ek binası (eski İktisat ve Ziraat Vekâleti (1934-35), Yargıtay (1933-35), Cumhurbaşkanlığı Köşkü (Resim 10; 1930-32), Orduevi (1929-33), T.C. Merkez Bankası (Resim 11; 1932-33), Emlâk Bankası (1933-34), Harp Okulu (1928-35), Avusturya Büyükelçilik binası (1935-36), Güven Anıtı kaidesi (1930-36) ve T.B.M.M. binalar topluluğudur (1938-61). Bazı binalarında kullandığı Viyana kübik mimarlığının bir uzantısı olarak düşünülebilecek cephe çıkmaları, devlet otoritesini yansıtmayı amaçlayan anıtsal ölçekli simetrik düzenlenmiş uzun kütleler, sonraki yapılarında neo-klâsik tutumlu uygulamalar, yalınlık, yapılarının özellikleri arasındadır. Hozmeister’in en modern çalışması, zarif ama görkemli bir villa görünümündeki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’dür. Bir kaynakta, “Evin şeklinde batının en modern yapı tekniği ile Bozkırlar Ankara’sının kübik tradisyonu kusursuz birleştirilmiştir” deniyor.8 Holzmeister köşkün tasarımına başlamadan önce Atatürk’ten davet aldığını, kendisi ile nasıl bir bina olması konusunda fikir teatisinde bulunduklarını anlatıyor ve “Atatürk kadar yapıdan ne istediğini önceden açık olarak belirten başka birisine rastlamadım. Bu konuda ideal idi” diyor. Büyük Önder’in üslûp tercihi olmadığını, sadece çağdaş olan bir Türk mimarlığının yaratılmasını istediğini belirtiyor.9 Meclis binası için 1938 yılında yapılan uluslararası yarışmayı kazanan Holzmeister’e görevi uygulayacağını belirten belgeyi bizzat Atatürk kendisi vermişti.10 Meclis binaları, simetrik kütle anlayışı, yüksek sütunlu neo-klasik ön kütle düzeni ile dönemin devlet yapıları için tercihinin doruğa ulaştığı bir örnektir. Holzmeister, çok az mimara nasip olabilecek kadar çok sayıda devlet yapısı tasarlamış, dönemin itimat edilen, önemsenen mimarı olmuştur.

1930 öncesi Almanya’sında önemli bir mimar olan Bruno Taut (1880-1938), 1936 yılında Egli’nin yerine Akademi’de Mimarlık şubesi başkanlığına getirildi. Eğiticiliğinin yanısıra Ankara, İzmir ve Trabzon’da akılcı-fonksiyonel anlayışla tasarladığı en önemlisi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi binası (1937) olan beş okul tasarladı. Son tasarımı Atatürk katafalkı oldu.

Martin Elsaesser (1889-1957) bugün bile geçerli mimarlığıyla Ulus’taki Sümerbank binasının (1937-38) tasarımcısı olarak adını duyuran bir başka Alman mimardır.

Türk Mimarları

Başkentin yapı etkinliğinde yabancı mimarların söz sahibi oldukları bir ortamda Türk mimarları çağdaş uygulamalarıyla adlarını duyurmayı başarmışlardır. Örgütlenme girişimleri arasında 1927 yılında Türk Yüksek Mimarlar Cemiyeti’ni Ankara’da, Güzel Sanatlar Birliği’ni 1928’de İstanbul’da Kurmaları, 1931 yılında ilk yayın organları olan Mimar dergisini çıkarmaları göze çarpar. 1928 yılında çıkarılan “Mimarlık ve Mühendislik Hakkında Kanun”, mesleğin meşrulaştırılması yolunda önemli bir adım olmuştur.

1933 yılında, ekonominin kalkınmasında katkıları olan Millî İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin Ankara Sergievi binası için düzenlediği uluslararası yarışmayı genç bir Türk mimarı olan Şevki Balmumcu’nun kazanması Türk mimarlık camiası için bir övünç kaynağı olmuştur. Modernist avant-garde’a en çok yaklaşan binalardan biri olan Sergievi (Resim 12) 1940’lı yıllarda Opera binasına dönüştürülecektir.

Dönemin en tutarlı modernist mimarlarından Seyfi Arkan, Akademi eğitimi sonrasında Almanya’da ünlü mimar Hans Poelzig’in yanında çalıştı. Mimar, 1934 yılı tasarımı olan Ankara’daki Hariciye Köşkü ile Atatürk’ün dikkatini çekti. Kendisinden Florya’da Cumhurbaşkanlığı yazlık köşkünü tasarlaması istendi. Ankara’daki İller Bankası (1935-37) ve 1936 yılında uluslararası mimarlık ilkelerinin çok iyi yorumlandığı Çankaya’daki villa (Camlı Köşk Resim 13) önemli yapıları arasındadır.

Bu ilkeler yalnız tek aile için yapılan villa türü konutlarda değil, nüfusun artmasıyla kentlerde dönemin tipik konut şekli olmaya başlayan apartmanlarda da izlenmektedir (Resim 14).

Modern biçimler mimarlığın yanısıra iç döşeme ve mobilyaya da yansıyor, geleneksel Türk evinin iç düzeni yerini batı anlayışında yeni yaşamın gerektirdiği farklı bir düzene bırakıyordu.

Ancak bireysel girişimiyle Sedat Hakkı Eldem konut tasarımlarında geleneksel Türk evinden etkilenerek yeni bir yorum getirmeye çalışmıştır.

Yirminci yüzyıl Türk mimarlığında önemli bir yeri olan Sedad Hakkı Eldem (1808-1988) mimarlık eğitiminden sonra Paris ve Berlin’de çalıştı. Dönüşünde Akademi’de Egli’nin asistanı olarak eğiticiliğe başladı. Pürist-kübist çizgilerle biçimlendirdiği 1930’lardaki birkaç tasarımına rağmen, Eldem’in tüm mimarî yaşantısı gelenek-modern sentezi arayışı üzerinde yoğunlaştı. Türk evine olan hayranlığı ile 1934’te Akademi’de uygulamalı araştırmalar şeklinde Millî Mimarlık Seminerlerini düzenlemiş, 1931’den başlayarak tasarladığı yalı, köşk gibi konutların projelendirmelerinde eski Türk evinden yararlanmıştır. İstanbul’da Prof. A. Ağaoğlu konutu buna bir örnektir (Resim 15).

Dönemin diğer mimarları arasında Aptullah Ziya Kozanoğlu, Hüsnü Tümer, Mimar Zühtü, Bekir İhsan Ünal, Şekip Akalın, ilk Türk kadın mimarlar Münevver Belen ve Leman Tomsu’nun adları sıralanabilir.

Dönem Sonu Gelişmeleri:

Neo-Klâsik Üslûp

1930-45 yılları arasında dış ülkelerde ulusçuluğu simgeleyen ve yorumlanmalarında farklılıklar gösteren neo-klâsik üslûbun başlıca özellikleri simetrik düzenlenmiş büyük kütleler, yüksek sütunlu merdivenli giriş, yapı malzemesi olarak kalıcılığı nedeniyle taş kullanımı ve anıtsal ölçektir. Üslûp 1930’lu yıllarda tüm dünyaya yayılmış, ülkemiz mimarlık ortamına da yabancı mimarlar yoluyla girmiştir. İlk örnek Sağlık Bakanlığı’nın ön cephe düzeninde görülür. Bunu Yargıtay binası, ön cepheleriyle Merkez ve Emlâk bankaları ve yüksek sütunlu girişiyle 1937’de biten Ankara Gar binası izler (Resim 16). T.B.M.M. ana girişi ise bu yaklaşımın en tipik örneğini oluşturur. Anıtsallığı ve “ciddî ifadeli” oluşu nedenleriyle devlet yapıları için uygun biçimlenme olarak görülen bu üslûpla şekillenmiş dönem sonunun diğer önemli örnekleri Ankara’dan D.D.Y. İşletmeleri Genel Müdürlük binası, 1938-41 (Resim 17), Adalet Bakanlığı (1936-39) ve A.Ü. Hukuk Fakültesi (1938-40) binalarıdır.

Bu kısa dönemde mimarlık alanında radikal değişimler olmuştur. Tarihe dönük bir mimarî anlayış yerini çağdaş biçimlere bırakırken, bir yandan tasarladıkları binalar ve verdikleri sağlam eğitimle yadsınamayacak katkıları olan yabancı mimarlar, diğer taraftan ürettikleriyle batıdaki örneklerden hiç de geri kalmadıklarını kanıtlayan genç Türk mimarları 1930’lu yılların genel dinamik ortamının da verdiği ivmeyle canlı bir mimarlık atmosferi ve parlak bir dönem yaratmışlardır.

1 Tarih IV, İstanbul Devlet Matbaası 1934, s. 182.

2 Mimar Kemalettin’in Ankara’daki diğer yapıları İstasyon Meydanı’nda T. C. D. D. İşletme Md. Binası ile tasarladığı ancak bitirilişini göremediği, Ernst Egli tarafından tamamlanan Gazi Eğitim Enstitüsü binasıdır.

3 “Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu ile bir Söyleşi”, Mimarlık, 77/1, s. 12.

4 Y. K. Karaosmanoğlu, Ankara, İstanbul, Remzi Kitabevi 1972, s. 99.

5 A. Haşim, Üç Eser: Bize Göre, Gurabahane-i Laklahan, Frankfurt Seyahatnamesi, İstanbul 1989, ss. 151-157 arası.

6 Ankara’da cepheleri değiştirilerek yalınlaştırılan bazı binalar şunlardır: Ulus’ta Divan-ı Muhasebat (sonraki Sayıştay), Lozan Palas (bugün Akbank) ve ilk Büyük Postane binası. Anafartalar caddesi üzerindeki eski Adliye binasının kubbesi ise kaldırılmıştır.

7 Bu tâbir için bkz. Sedad Hakkı Eldem, “Son 120 Sene İçinde Türk Mimarisinde Millîlik ve Rejyonalizm Araştırmaları”, Mimaride Türk Millî Üslubu Semineri, 11-12 Haziran 1984, A. K. M. İstanbul, s. 56.

8 Norbert von Bischoff, Ankara Türkiye’deki Oluşun Bir İzahı, (Çeviren: B. Belge), Ankara, Ulus Basımevi, 1936, s. 137.

9 “Prof. Dr. Clemens Holzmeister ile Söyleşi”, Mimarlık, 87/3, sayı 224, s. 29.

10 Y. e., a. y.

Cumhuriyet'in İlk Yıllarında Toplumsal Değişim ve Konut / Doç. Dr. Leyla Baydar [s.259-264]

Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi / Türkiye

Mimarlık yapıtları toplumda çeşitli nedenlerle oluşabilecek düşünsel ve politik değişimleri yansıtırlar. Değişim, kentlerin fiziksel düzeninde, yapıların mekansal düzeninde, yapı biçimlernişinin estetik ölçütlerinde kendini gösterir. Çoğunlukla devlet eli ile yaptırıldıklarından kamu yapılarında değişim daha belirgindir. Yapı türleri içinde değişime en çok direnen mimar tasarımı ile yapılmayan, halkın kendi eli ile yaptığı konutlardır. Düşünsel ve politik değişim eğitime de yansıdığından mimar tasarımı ile yapılan ve daha çok büyük kentlerde yer alan konutlar, kamu yapılarındaki değişimi izlerler. Bu yazı, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte başlatılan toplumsal değişimin, mimarlar tarafından tasarlanan konutlara yansıyışını ele almıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında yoğun konut yapımına sahne olması nedeniyle Ankara, toplumsal değişim ve konut mimarlığı etkileşimini izleme olanağı veren bir kenttir. Ankara 20-25 bin nüfuslu küçük bir yerleşim bölgesi iken, Cumhuriyet’in başkenti olduğunda yönetici kadrolarının da Ankara’ya alınması ile nüfusu birden artmış ve konut sıkıntısı belli başlı bir sorun haline gelmişti. Kiralayacak konut bulamayan memurlar ya iş yerlerinde geceliyor1 ya da küçük otellerin odalarını aylık kiralıyorlardı.2 Kısıtlı olanaklara karşın, kurumlar, özel kişiler ve 1935’ten sonra kooperatifler aracılığı ile konut üretilmiş, sıkıntı giderilmeye çalışılmıştır.

Batılılaşma ve İkilem

Cumhuriyet öncesi Osmanlı Batılılaşma hareketi ile büyük kentlerde, özelde de İstanbul’da yaşam biçimi değişmeye başlamıştı. Batıya öz giyim, yemek alışkanlıkları, müzik türleri, eğlence şekli güncel yaşama girmişti. Ahmet Hamdi Tanpınar bu durumun “zorunluluklarla Batı-içimizde yaşayan Doğu”3 sözleri ile bir ikilem oluşturduğunu, Peyami Safa, “Anadolu halkçılığına dayanan ulusalcılıkla, Batıya dayanan uygar olmanın”4 getirdiği bir çelişki yarattığını söylüyorlardı.

Durumun mimarlığa yansıması, yerli ve Batılı mimarlık öğelerinin aynı yapıda buluşmasında gözlemlenebilir. Örneğin Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce Ankara’da yaptırılan II. Vakıf Apartmanı’nda (Mimar Kemalettin, 1928-30) geleneksel Osmanlı konut mimarlığına yabancı olan öğelerin yanında geleneksel konut özelliklerinin de sürdürüldüğünü gözlemleyebiliriz.

II. Vakıf Apartmanı (resim 1), çok katlı ve bir çok aileyi aynı yapıda barındıran bir yapıdır. Gelenekel konut mimarlığımıza yabancı olan apartman, yaşamımıza Cumhuriyet öncesi girmiş, Cumhuriyet döneminin önde gelen konut türü olmuştur. Geleneksel mimarlığımızda bulunmayan yapı öğelerinin batıdan alınarak mimarlığımıza girmesi de Cumhuriyet öncesinde başlamıştır. İstanbul Laleli Harikzedegan apartmanlarında (Mimar Kemalettin 1919-22, resim 2) olduğu gibi. Geleneksel konutta odalar, güncel yaşamda önemli yeri olan sofaya açılırken, bu apartmanlarda geleneksel mimarlığın tanımadığı koridora açılırlar (resim 3). Sözünü ettiğimiz yapılar yapıldıktan yıllar sonra, koridorun mimarlığımıza yerleştiği,ancak Türk mimarlığı yeniden kimliğini arama çabasına girdiği 40’lı yıllarda Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık bölümünde hocalık yapan Schütte, “Ankara ve İstanbul’un yeni apartmanlarında… maalesef Avrupa’dan ithal koridor vardır… Arzu edilirdi ki bu hal geçici olsun Türk ikametgahının ananesi olan güzel sofa yaniden canlansın”5 demiştir.

II. Vakıf ve Harikzedegan Apartmanlarında odalar, geleneksel konutlarımızda da olduğu gibi işlevlerini belirleyecek biçimde konumlandırılmamışlardır. Yapıldıkları tarihte Batı’da en hızlı dönemini yaşayan işlevci usçu mimarlığın (fonksiyonel, rasyonel) plan kurgusu ile paralellik göstermezler; geleneksel mimarlığı, konumu, büyüklükleri ve biçimlenişi ile belli işleve bağlanmayan oda anlayışını sürdürürler. Geleneksel oda geniş aile kurumunun ürünü idi. Örneklerimizin yapıldığı yıllarda Türk toplumunda çekirdek aile yaşamı başlamıştı. Özelde de apartmanda da yaşıyan toplum kesimi Batı yaşam biçimini benimsemiş olan çekirdek ailelerdi. Geleneksel ve Batı öğelerinin biraradalığı plan kurgusunda olduğu gibi yapı yüzlerinde de gözlenebilir. Laleli’de Batı etkisindeki dalgalı Rokoko saçaklar, II. Vakıf Apartmanı’nda geleneksel mimarlığımızda rastlanmayan balkon gibi.

Ulusal Mimarlık Arayışı I

II. Vakıf Apartmanı da, Laleli Harikzedegan Apartmanı da I. Ulusal Mimarlık Akımı olarak adlandırdığımız akımın örnekleridirler. I. Ulusal Mimarlık Akımı, Osmanlı Batılılaşma hareketi ile birlikte başlayan mimarlıkta ve kent yapısındaki değişimlere, büyük kentlerdeki belli başlı yapıların yabancı mimarlara yaptırılmasına,6 Türk mimarlığının kimlik değiştirmesine bir tepki olarak doğmuştur. Daha doğru bir deyişle İttihat ve Terakki’nin her alandaki millileşme sürecinin, milliyetçi politikasının bir parçasıdır. Eğitimden ekonomiye ulusallaşmada önce gelen isimler, düşün alanında Ziya Gökalp, yazında Ömer Seyfettin, resimde Osman Hamdi, mimarlıkta A. Kemalettin ve Vedat (Tek) Beylerdir.

I. Ulusal mimarlık akımı, genel bir kabule göre 1908-1927 yılları arasında sürdürülmüştür. Amaç Batı etkisinde kalan mimarlığın yeniden özüne dönüştürülmesi idi. Ne var ki bu amacı gerçekleştirmeye çalışırken geleneksel mimarlığımızın belli başlı bir ilkesine uyulmamıştır. Osmanlı mimarlığı kamu yapısı ve konut arasında belirgin farklılık gösterir. Her iki yapı türü kullandıkları malzemenin yapım gereklerine bağlı biçimlenirse de,7 konutta (özelde Trakya, Orta Anadolu, Ege Bölgeleri) ahşap, kamu yapısında kagir kullanımı iki yapı türünün görsel etkisini farklılaştırı. I. Ulusal mimarlık akımı (çok katlılık, yangın yönetmelikleri gibi nedenlerle) kagir malzeme kullanmış ve kamu yapılarının silmelerini, sütunlarını, sütun başlıklarını, çini panolarını konuta taşımıştır. Öte yandan geleneksel konutun çıkmaları, geniş saçağı, kırma çatısı sürdürülmüşse de, geleneksel konutun görsel etkisinden farklı bir etki yapar (resim 4, 5, 6, 7).

Yeni Bir Toplum

Cumhuriyet’in ilanından sonra I. Ulusal Mimarlık Akımı kısa bir süre devam etti. Ancak devlet politikasında öne çıkan çağdaşlaşma ilkesi akımı sona erdirmiştir. Yeni Cumhuriyet Türkiyesi yeni bir toplum yaratmayı amaçlamıştı. Amaca ulaşmada yazılı yayın önemli bir yer tutar. 1927 de basılmış olan “Mükemmel ve Resimli Adabı Muaşeret Rehberi” bu tür yayınlardan biridir. Yaygınlaştırılmak istenen düşünce başarılı ve saygın olmak için Batılı gibi davranılması gerektiğidir. Böyle bir davranış ve yaşam için nasıl bir konut sorusunun yanıtını günlük gazetelerde bulmak olası idi. Ocak 1935 Ulus gazetesinde “Modern Ev Yapılırken Neler Göz Önünde Bulundurulmalıdır?” başlığı altında Paris’te yapılan “Aile Evi Yarışması”nı günlerce yayınlamıştı.

Dönemin tek meslek dergisinde de değiştirilmesi amaçlanan yaşam biçimine koşut, konutun da değişmesi gerektiği üzerine pek çok yazı çıkmıştır. Artık “aile törenlerinin otellerde, halk evlerinde, doğumların hastahanelerde” yapılması gerektiği, bu nedenle de konutta “samimi aile mekanlarının” bulunmasının yeterli olduğu, “iç taksimatın kullanıştaki maksada ve büyüklüklerine göre birbirinden ayırd edilmesi” ve gene bu nedenle “ikametgahın heyeti umumiyesinin”8 yeniden gözden geçirilmesi belirtiliyordu. Bir başka deyişle konutlarda özel bir misafir odasına gerek olmadığı, oturma odasının yeterli olduğu, ayrıca geleneksel odanın yerine işlevine göre konumlandırılmış ve boyutlandırılmış odanın tasarlanması gereği belirtiliyordu.

Çağdaşlaşma politikasının öne çıkması ile yaşam biçimine ve dolayısı ile mimarlığa farklı bakışın doğal sonucu mimarlık eğitiminin de değişmesi idi. Güzel Sanatlar Akademisi’nde 30’lu yıllarda I. Ulusal Mimarlığın önde gelen adı Vedat Tek’in atölyesi kapatılmış ve Batı’dan yeni hocalar (1930 Egli, 1936 Taut) eğitime katılmıştı. Çağdaşlaşma atılımında “ecnebi mütehassısdan azami derecede istifade etmek”9 gerektiği, “bu noktada dar bir milliyetperverlikten çıkıp… daha geniş milliperver”10 olmak düşüncesi her alanda banimsenmişti. Yeni öğretme kadrosu ile öğrenim ilkeleri de tümüyle değişti. “Tezyinatın nerede ve nasıl kullanılacağını”11 öğreten yapı yüzü düzenlemelerini temel alan öğretimin yerini işleve yanıt veren tasarımı temel alan bir öğrenim aldı. Bu öğrenim yönteminin ilkeleri 1919’da Almanya’da açılan Bauhaus okulu tarafından ortaya konmuş,12 Batı’da 20’li yıllarda yaygınlaşmış Modern Uluslararası uslubu yaratmış olan bir yöntem idi.

Güzel Sanatlar Akademisi mimarlık öğreniminde bir yandan çağdaş batı yöntemlerini benimserken öte yandan da Milli Mimarlık Semineri kuruldu. Bu seminerde Klasik Osmanlı yapılarının, geleneksel mimarlık yapıtlarının rölöveleri yapılıyordu. Mimarlık öğrencisi bazı hocaların atölyelerinde tümü ile Bauhaus ilkelerine bağlı işlevci yöntemlerle Uluslararası uslupta tasarım yaparken bazı atölyelerde de (özelde Taut atölyesi, daha sonra S. H. Eldem atölyesi) çağdaş ancak ulusal olan tasarımlar oluşturmaya çalışıyordu.13

30’lu yıllarda büyük kentlerimizde mimar eli ile yapılan konutlar, işlevci tasarım ilkeleri ile tasarlanan, bezemeden arınmış, iç mekan kurgusunu yapı yüzü ve kitlesine yansıtan, asal geometriye bağlı, görsel etkisi ile geleneksel konuta gönderme yapmayan yapılardır. Avrupa’nın tüm kentlerinde benzerlerine rastlamak olasıdır (resim 8).

Bauhaus okulu bir uslup yaratmak savında değildi. İstenen “yalın, organik… makinelerimiz, radyolarımız, hızlı araçlarımızla uyum sağlayan bir mimarlık”14 idi. Ne var ki belirlenen tasarım yöntemi bir uslup haline dönüştü. Modern Uluslarası uslup ya da Bauhaus uslubu olarak anılan bu usluptaki yapılar beyaz renkleri, şerit pencereleri, dik açıya bağlılıkarı, yalınlıkları ile kendilerini belli ederler.

30’lu yıllar Ankara’nın apartmanlaşmaya başladığı yıllardır. İmar planı yapıldığında Ankara’nın bahçeli konut kenti olması öngörülmüştü. Ancak 1933’te Ankara İmar Müdürlüğü’nün kararı ile durum değişti. Bahçeli konutların yerini gelir getiren apartmanlar aldı. 1935’te kabul edilen 583 sayılı yasa ile de Ankara’nın eski bölgelerinin olduğu gibi bırakılması, yeni konut mahallelerinin demiryolunun güneyinde yapılması kararı getirildi. Bu kararla yeni Ankara demiryolunun güneyinden Çankaya’ya doğru gelişti.

30’lu yılların modern apartmanlarının çoğu bu yeni bölgede yer alır. Oturanları Ankara’nın yerlisi olmayan, devletin çeşitli katlarında görev almak üzere çoğunlukla İstanbul’dan başkente gelmiş bürokratlardı. Bu kesim Cumhuriyet öncesi Batılılaşma hareketi içinde geleneksel yaşamı bırakmış, batı yaşam biçimlerine uygun bir yaşam sürdüren bir kesimdi. Diyebiliriz ki Ankara’nın bu yeni oturanları Ankara’da var olandan oldukça farklı bir ortamdan gelmişlerdi. “Avrupalı gibi giyiniyor, yiyip içiyor, onlar gibi düşünüyor(lardı).”15 3-4 katlı apartmanların ya kiracısı idiler ya da sahibi. Kat mülkiyeti yasasının henüz çıkmamış olduğu bu dönemde genelde apartman sahibi en üst katta oturur, alt kat dairelerini kiraya verirdi. Bugün pek az örneği ayakta kalabilmiş olan bu apartmanların iç mekan düzeni bugün hâlâ uygulanan bir plan düzenindedir. Hemen girişe (o zamanki adıyla antreye) açılan oturma-yemek odası (o zamanki adıyla Sal-salamanje) girişle bu mekana bağlanan mutfak, arka tarafta banyo ile gruplanan ve koridorla girişe bağlanan yatak odaları (resim 9). Tasarım yöntemi usçu, işlevci Bauhaus tasarım yöntemi olarak belirlenmiş ise de tasarlanan ve uygulanan plan şemasının gerçekten işleve yanıt verdiği tartışılabilir. Örneğin misafir odasından vazgeçmeyen toplumun aileleri salonu misafir ağırlamak için kullanıyor, güncel yaşam yatak odası olmak üzere tasarlanmış bir odada geçiyordu. Ve gene eve ayakkabı ile girmeyen toplumda, ev halkı ve konukları artık pabuçluku olmayan evlerde ayakkabılarını antrede çıkarıyordu.

30’ların modern apartmanları görsel açıdan Avrupa’daki benzerleri gibi yeni, alışılmamış bir estetik anlayışın ürünüdürler. Salon ve yemek bölümünün pencereleri uslubun belirli özelliği olan şerit pencerelerdir (resim 10, 11). Bazı örneklerde bu şerit pencerelerin yerini, iki silme ile oluşturulan yatay bir şeridin içine yerleştirilmiş tek pencereler alır (resim 12). Uluslararası uslubun bir başka belirgin özelliği olan teras çatı uygulaması varsa da çok yaygın değildir. Yapım teknolojisinin yeterli olmaması, yalıtım sorunları çatı örtüsünün sürdürülmesine neden olmuştur. Bu nedenin yanı sıra, görsel estetik algılamamızın çatı ve saçak öğeleri ile şartlanmış olmasının da uygulamada rol oynadığı kanısındayım. Örneğin, İstanbul Moda’da yapılan (Zeki Sayar, 1935) ve tüm çizgileri ile Uluslararası Mimarlığın bir örneği olan konuta mal sahibinin ısrarı ile bitmemişlik duygusu verdiği şapkasını unutarak sokağa çıkmış adam görüntüsünde olduğu gerekçesiyle tasarımda olmayan çatı ve saçak eklenmiştir (resim 13).16

Sözü edilen 583 sayılı yasa ile Ankara eski ve yeni olmak üzere iki bölgeye ayrılmış oldu. Bu durum toplumsal yapı açısından da bir ikilik yarattı. Demiryolunun kuzeyinde kalan bölgeler eski Ankara’lıların, güneyinde kalan bölgeler ise yeni Ankara’lıların sayıldı. Kuzeyde oturanlar için güney, köprünün öte yanı idi. C. Arcayürek’in “toplumsal açıdan Ankara adeta ikiye bölünmüştü. Özellikle çocukluk günlerimizde köprünün öte yanına sızmaya çalışırdık… Oradaki çağdaşlarımız bize biraz tuhaf gözle bakarlardı. Başka dünyadan gelmiş insanlar gibi süzerlerdi”.17 sözleri durumu çok iyi özetler. Köprünün kuzeyindekiler için güneydekiler yaban insanlardı. Onlar için “hergün traş olmak, kravat takmak ve düzgün şehir kılığı giymek… züppelik görünürdü.”18

Demiryolu kuzeyinde konut yaptıranlar çoğunlukla Ankara’nın zengin yerlileri idi. Bu bölgede 30’lu yıllarda yapılan apartmanların yapı yüzü düzeni Uluslararası Uslubun ya da yeni Ankara apartmanlarının etkisindedir (resim 14).

Ancak örneklerinin çoğunda görünen plan kurgusundaki fark çarpıcıdır. Yeni Ankara apartmanları gibi, odalar işlevlerine göre konumlandırılıp kendilerine ait servislerde ilişkilendirilmemiş, ıslak hacımlar gruplandırılmış, odalar da bir sofaya açılmıştır (resim 15, 16). Bir başka deyişle eski Ankara geleneksel iç mekan kurgusunu bir ölçüde sürdürmüştür.19

Ulusal Mimarlık Arayışı II

30’lu yılların uygulamalarına karşın, mimarlığımızın nasıl olması gerektiği tartışması gündemden hiç kalkmamıştır. Türk mimarlığını “kendi öz şahsiyeti üzerinde yürütmek, yükseltmek ve zamanın icapları emrediyorsa onu modernize etmek… bir inkılap mimarisi”20 yaratmak isteniyordu.

Uygulanmakta olan mimarlığın “ne Türk ne de Avrupalı olmayan… yabancı iddialı yapılar” olduğu, ancak yapılması gerekenin “nasıl olacağı hakkında henüz sezinti halinde bile müspet bir fikrimizin…”21 olmadığı belirtiliyordu.

Uluslarası mimarlık yaşama geçirildiği andan itibaren Avrupa’da da bazı kesimler tarafından olumsuz eleştirilmiştir. İşlevci görüşün yalnız fiziksel gereksinimlere yanıt verdiği, tinsel gereksinimlere önem verilmediği, alışılagelmiş görsel estetiğe aykırılığı nedeni ile kent imgesini zedelediği görüşleri eleştirilerin ortak noktaları idi. 30’lu yıllarda Avrupa’nın politik durumu, II. Dünya Savaşı’nı hazırlayan nedenler, Avrupa ülkelerinde de ulusal duyguları canlandırmış ve mimarlık alanında da ulusal, bölgesel mimarlıktan söz edilir olmuştu.

Bizdeki eleştirilerin odağında kimlik sorunu vardır. Batılılaşma hareketi başladığından beri, Batılılaşmanın nasıl olması gerektiği konusunda hep iki görüş çatışmıştır. Uygarlığın bir bütün olduğu görüşünde olanlar, evrensel değerlerin alınmasını savunurken karşıt görüş, yerli olanla çağdaş olanın bağdaştırılması gereğini savunmuştur.

Uluslararası akım birinci görüşün ürünü ise, 40’lı yıllarda başlayan II. Ulusal Mimarlık Akımı da ikinci görüşün ürünü idi. I. Ulusal Mimarlık Akımı’nın en çok eleştirilen yönü, yapı yüzü düzenlemelerinde kamu yapıları özelliklerini konuta taşımış olması idi. II. Ulusal Mimarlık Akımı geleneksel konut mimarlığını kendine kaynak olarak almıştır.

Güzel Sanatlar Akademisi Milli Mimari Semineri “hiç bilinmeyen Türk evi” üzerinde çalışmalar yapmış ve “modern mimarlığa son derece yakınlığı(nı)… Türk evindeki karakteristiğin… en modern ustaların (F. L. Wright, Le Corbusier) ev arayışları ve mimari ilkelerinı de kabullenmiş oldukları(nı)…”22 saptamıştı.

Bir başka deyişle, geleneksel Türk konutunun tasarım ilkeleri ile modern mimarlık ustalarının tasarım ilkelerinin paralellikleri, her ikisinin de işlevlerine, yapım tekniklerine koşut biçimlenmeleri, bezemeden arınmışlıkları ve yaşam koşullarına yanıt vermeleri ile belirlenmişti.

II. Ulusal Mimarlığın sürdürüldüğü 40’lı yıllarda, eğitimde ve uygulamada Bauhaus tasarım yöntemleri sürdürüldü. Konut plan şemaları 30’lu yılların şemaları gibidir. Değişen yapının görüntüsüdür. Geleneksel konutun çıkmaları, pencere düzeni ve oranları, kırma çatısı ve saçağı bu dönem konutlarının belirgin özelliğidir (resim 17). Ne var ki biçimsel yönden bu benzerlik elde edilirken geleneksel evin yapım mantığına ters düşüldüğü olmuştur.

Geleneksel konut yapım gereklerinin öğelerini aynı zamanda görsel estetik öğelerine dönüştürmüştü. II. Ulusal Akım yeni malzeme ve teknolojiyi kullanırken özelde çıkmalarda eski teknolojinin görüntüsünü estetik amaçla kullanmış (resim 18), işlevsel görevi kalmamış pencere kafeslerini örneğin korkuluklarda gene görsel amaçla kullanmıştır.

Sonuç


Cumhuriyet’in ilk 25 yılında uygulanmış, I. Ulusal, Uluslararası ve II. Ulusal Mimarlık Akımlarını iki farklı açıdan bakarak irdelersek değerlendirmede iki ayrı yargıya varabiliriz.

20. yüzyılın ilk yarısının usçu işlevci gözü ile irdelendiğinde her üç akımın da biçimci olduğunu, kendilerine kaynak olarak aldıkları mimarlıkların düşünsel temellerinden çok biçimsel yönleri ile ilgilenmiş oldukları için olumsuz yargılayabiliriz. I. ve II. Ulusal Mimarlık Akımlarının geçmiş motifleri farklı bağlamlarda tekrar ettikleri, Uluslararası Mimarlığının da temelinde yatan işleve yanıt ilkesine tam anlamıyla uymadığı için. Gene de, 20. yüzyılın başında geçerli ölçütlerle yargılarsak, I. ve II. Ulusal Mimarlık Akımlarına olumsuz derken, Uluslararası Mimarlığımıza olumlu diyebiliriz. 20. yüzyılın ikinci yarısının yaygın mimarlık anlayışı ile bir irdeleme yaparsak, farklı sonuçlara varabiliriz. Yüzyılın başında mimarlık yetkin kesime seslenirken, ikinci yarısında sokaktaki insana seslenmeyi amaçlar. Sokaktaki insan, “iyi, doğru, oranlı olanla yetinmez; hareketli bezemeli, anlatımı belirgin olanı ister.”

60 sonrası Uluslararası Uslubun yadsıdığı bezemeyi yeniden benimser, tarihle bağ kurmak ister ve bu amaca “soyut çözümleme”lerin uygulanması yerine, “motiflerin aktarılması ile”23 ulaşmak ister. Tarihsel öğelerle, eskiyi anımsatan göstergelerle büyük çoğunlukla iletişim kurmayı amaçlar. Böyle bakıldığında, 60 sonrası ile I. ve II. Ulusal Mimarlık Akımları paralellik içindedirler ve en olumsuz eleştiriyi Uluslararası Mimarlık alır.

Modern hareket başlangıçta tarihe, geleneklere tümü ile sırtını dönmüşse de ustalarının eliyle yeniden tarihle bağ kurmaya da çalışmıştı. Le Corbusier’nin klasik oran arayışları, Mies van der Rohe’nin yapılarını platforma oturtması bu çabanın örnekleridir. “Modern hareket… tarihsel devamlılığın ödünç alınan biçimlerle olmayacağını, toplumsal değerlerin daima yeni yollarla yakalanması gerektiğini anlayan tek hareket”24 idi.

20. yüzyıl başında Modernizm tarihi, gelenekleri, abartılı ve köktenci söylemlerle yadsıyan manifestolarla sahneye çıktı. Mimarlık uygulamaları büyük çoğunluğun estetik duyarlılığını zedeledi. Olumsuz eleştirilerin giderek artması ile 70’lerde Modernizmin ölmüş olduğu söylendi. Oysa “Modernliği ve projesini yitirilmiş bir dava olarak gözden çıkarmak yerine… abartılı programların hatalarından ders almamız gerekirdi.”25

50 sonrasında ekonomik ve politik nedenlerle Türkiye mimarlığı Amerika etkisine girdi. Çağdaş ama yerli mimarlık arayışı sayıca az, birkaç mimar tarafından sürdürüldü. Uygulanan bazı örneklerde modernizmin ve geleneksel mimarlığımızın düşünsel temelleri ve tasarım yöntenmleri gerçekten anlaşıldığında, Cumhuriyetin ilanından beri özlenen çağdaş ancak yerli bir mimariye varılabileceğini göstermektedir (resim 19).

1 A. H. Tanpınar, Beş Şehir (İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı, 1989).

2 Ulus Gazetesi, 29 Ocak 1935.

3 A. H. Tanpınar’dan alıntılayan, N. Göle, Modern Mahrem (İstanbul: Metis, 1991), s. 48.

4 P. Safa’dan alıntılayan, N. Göle, a.g.e., 51.

5 Schütte, “Bugünkü Konut ve İkametgah,” Arkitekt, 1944, n. 1-2.

6 Örneğin, Küçüksu Kasrı, N. Balyan, 1856; Sirkeci Garı, Jachmund, 1887; Haydarpaşa Tıbbiye Okulu, Vallory ve D’Aranco, 1901.

7 L. Baydar, “Klasik Dönem Osmanlı Yapılarında Estetik Ölçütler”, Osmanlı Kültür ve Sanat Ansiklopedisi (İstanbul: Yeni Türkiye Yayınları, 1999), c. 10, s. 57.

8 Schütte, a.g.e.

9 Mustafa Kemal, 1922 Büyük Millet Meclisi Konuşması, Mimarlık, 1974, n. 1-2, s. 28.

10 Mustafa Kemal, 1931 Büyük Millet Meclisi Konuşması, Mimarlık, 1974, n. 1-2, s. 28.

11 A. H. Koyunoğlu, “70 Sene Evvel Mimarlık Öğrenimi, ” Mimarlık, 1981, n. 1.

12 Walter Gropius, Yeni Mimari ve Bauhaus (Ankara: Mimarlar Odası Yayını).

13 Öğrenci olduğum 40’lı yıllar.

14 W. Gropius, “İdee und Aufbau”, R. Banham, Theory and Desing in the First Machine Age (London: The Architectural Press, 1960), s. 282.

15 Y. K. Karaosmanoğlu, Hakimiyet-i Milliye, 1 Haziran 1929.

16 Babam Ord. Prof. Tevfik Taylan’ın evi.

17 C. Arcayürek, Demokrasinin İlk Yılları (Ankara: Bilgi Yayınevi, 1983), s. 33.

18 F. R. Atay, Çankaya (İstanbul: Sena Matbaası, 1980).

19 L. Baydar, “1923-1950 Cumhuriyet Dönemi Ankara Konutlarında İç Mekan Kurgusu, “Bir Başkentin Oluşumu: Ankara 1923-1950 (Ankara: Mimarlar Odası Yayınları, 1994).

20 Güzel Sanatlar Mecmuası, 1944, s. 5.

21 A. Mortaş, “Modern Türk Mimarisi,” Arkitekt, 1941, s. 115.

22 S. H. Eldem, Mimarlık, 1973, n. 11-12, s. 6.

C. Aslet, “Classicism for the Year 2000”, Architectural Design 1988, C. 58, n. 1-2, s. 5.

23 C. Norberg-Schulz, Invention in Architecture (Cambridge Mass.: MIT Press, 1988), s. 23.

24 A.g.e., s. 206.

25 J. Habermas, “Modernity-An Incomplete Project, ” in H. Foster ed., The Anti-Aesthetic (Seattle: Bay Press, 1983), s. 12.

Gazenfer Beken, Garbi Anadolu Mıntıkası (İzmir, Balıkesir, Kütahya) Kerpiç Binaları, İstanbul, 1949, s. 91 İ. T. Ü. Mimarlık Fakültesi.

Çelik Berk, Konya Evleri, İstanbul, 1952 s. 205, İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi.

Mecibe Çakıroğlu, Konya Evleri, İstanbul, 1952 s. 68, İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi.

Doğan Erginbaş, Diyarbakır Evleri İstanbul, 1952 s. 32, İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi.

Ruhi Kafesçioğlu, Orta Anadolu Köy Evlerinin Yapısı, İstanbul 1949, s. 64, İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi.

Eyüp Kömürcüoğlu, Ankara Evleri, İstanbul 1950 s. 111, İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi.

Leman Tomsu, Bursa Evleri, İstanbul 1950, s. 153, İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi.


Yüklə 11,95 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   102




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin