Cumhuriyet Döneminde Türkçe


Rusya'nın Türk Bölgelerinde Yayılması / Dr. Robert F. Baumann [s.577-586]



Yüklə 11,95 Mb.
səhifə67/102
tarix03.01.2019
ölçüsü11,95 Mb.
#89302
növüYazı
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   102
Rusya'nın Türk Bölgelerinde Yayılması / Dr. Robert F. Baumann [s.577-586]

Harp Akademisi / Avusturya

Neredeyse eski Moskova Prensliği günlerinden itibaren Rus İmparatorluğu, güneydoğusunda Güney Volga ve Orta Asya’dan, güneybatısında Kafkasya ve Balkanlar’a kadar bir yay şeklinde uzanan güneydoğu sınırları boyunca Türk kavimleriyle sürekli temas halinde olmuştur. Bu uzatmalı karşılaşma, söz konusu etnik ve kültürel bölünmenin her iki tarafında yer alan halkların tecrübelerinin ve genel görünümlerinin şekillenmesinde çok etkili olmuştur. Rusya’nın sömürge yayılmasının resmi olmayan başlangıcı olarak alınan 1552 yılından itibaren bu süreç, sadece savaş ve diplomasiyi değil, fakat aynı zamanda sömürgeleştirme, kısmi asimilasyon ve sayısız kültürel etkileşim şekillerini de beraberinde getirmiştir. Rusların güneylerindeki Türk kavimleriyle karşı karşıya gelmelerinin niteliğini ve sonuçlarını gösteren örnekler üzerinde yoğunlaşarak dört yüzyıllık bir zaman süresi içinde bu ilişkideki genel eğilimleri incelemek, bu makalenin amacını oluşturmaktadır.

1552 yılında tarihte Groznyi olarak da bilinen IV. İvan (İngilizce “terrible=korkunç olarak ifade edilmektedir, halbuki “awesome=dehşetli” ya da “intimidating= korkutucu” gibi kavramlar bu kelimenin anlamını daha iyi karşılardı), Kazan’a karşı büyük seferine giriştiğinde Moskova Prensliği’nin dışarıya doğru yayılması başlamış oldu. Moğol İmparatorluğu’nun artıklarının bir parçası olan Altın Ordu yönetiminin bıraktığı küçük bir iz konumundaki Kazan Hanlığı’nın, Rus çarlarının artmakta olan gücüne karşı kendisini koruyamayacak derecede zayıf olduğu bu şekilde ortaya çıktı. Öncü yönetmen Sergei Eisenstein’in Sovyet döneminde çektiği ünlü filminde ölümsüzleştirdiği gibi, Kazan’ın fethi yüzeysel dini anlamlar içermekteydi. Yani İvan’ın propagandacıları çatışmayı, Ortodoks Hıristiyanlığın İslam’a karşı bir savaşı olarak sunarak dramatize etmek istediler, fakat bu çabanın, esasında sıradan bir sömürge yayılması olan söz konusu duruma sadece bir ideolojik örtü vazifesi gördüğü söylenebilir.1 Başlangıçta Rusya, o zamandan beri Volga Tatarları olarak bilinen halkı Hıristiyanlaştırmayı denedi. Ancak bu yöndeki çabalar sadece küçük çaplı başarılar ortaya çıkardı, diğer taraftan ise 1556 yılında bir isyana bile neden oldu. Bundan sonra bir sonraki yüzyılda Hıristiyanlığa geçmeleri için ayırımcı mülkiyet yasalarından rüşvete kadar değişik ikna metotlarına tabi tutulmuş olsalar da Tatarların çoğu İslam’a bağlılıklarında sadık kalmayı tercih ettiler.2 Son olarak 1773 yılında Büyük Katherina’nın yönetimi altındaki Rus devleti, resmi tolerans açıklamalarında bulunarak İslam’la bir uzlaşıya vardı. Tarih içindeki bu noktadan itibaren Kazan’ın Volga Tatarları, imparatorlu ğun kültürel ve entelektüel hayatında önemli roller oynadılar; bu konuya makalenin ileriki kısımlarında geri dönülecektir.

Bu arada Kazan ele geçirildikten birkaç yıl sonra İvan’ın orduları Hazar Denizi kıyısında Volga nehrinin ağzında yer alan Astrahan şehrini ele geçirmek için güneye doğru yürüdüler. Böylece epeyce kısa bir zaman içinde Rusya, sınırları kuzeyden güneye, Hazar Denizi’nden neredeyse Baltık denizine kadar uzanan oldukça büyük bir imparatorluk olduğu iddiasında bulunabilecek bir duruma geldi. Volga’nın bütün uzunluğu boyunca konumunu güçlendirdikten sonra Rusya doğuya doğru ilerledi, orada da en önemlileri Başkırtlar (Başkurtlar) olmak üzere değişik yeni halkların geleneksel topraklarını işgal etti.

Kabaca batıda Volga ve güneyde Ural nehri ile kuzeybatıda Kama nehriyle çevrelenen Başkırdistan, 19. yüzyıla kadar büyük oranda asimile edilmemiş olarak kalmıştır. Ancak 1586 yılında Belaya ve Ufa nehirlerinin birleştiği yerde bulunan Ufa’da tahkim edilmiş bir Rus ileri karakolunun kurulmuş olması, Rusya’nın oradaki varlığının sürekliliğini sağlamıştır. Ortaya çıkan durumun niteliği ise o zamandan beri bilimsel tartışmaya tabi tutulmaktadır; bir kısım bilim adamı Başkırdistan olarak isimlendirilen bölgenin Rus İmparatorluğu içine dahil edilmesini bir fetih eylemi olarak görürken, bir kısmı da bu durumu temelde gönüllü olarak gerçekleştirilmiş bir ittifakın ürünü olarak değerlendirmektedir. Birinci görüş Alton Donnelly’nin kilometre taşı niteliğindeki şu eserinde iyi bir şekilde ortaya konmuştur: The Russian Conquest of Bashkiria, 1552-1740 (New Haven, Ct.: Yale University Press, 1968). Sovyet dönemi araştırmacıları, Sovyet dönemi sonrası atmosferde Başkırt ulusal bilinçlenmesinin artmasıyla birlikte bazı yerel Başkırt tarihçiler arasında da destek bulan Donnelly’nin yorumunu büyük oranda reddetmişlerdir. Bu yorumun standart bir örneği şu eserdir: Obrazovanie Baskhirskoi avtonomnoi sovetskoi sotsialisticheskoi respubliki by R. M. Raimov (Moskova: Akademiia nauk, 1952). Donnelly’nin çalışmasında göze çarpan noktalar, Başkırtlar ve Ruslar arasında gittikçe yükselen bir eğilim gösteren başkaldırı, başkaldırıyı bastırma kalıbıyla birlikte Rusya’nın askeri seferlerinin anlatımıdır. En önemli Başkırt isyanları, 1681 ile 1683 tarihleri arasında gerçekleşmiş, 1705 ile 1711 tarihleri arasında ise seyrek olarak görülmüştür. Bununla beraber Rusya, 1735 yılına kadar günümüzde Rusya ile Kazakistan sınırında yer alan Orenburg’a kadar tahkim edilmiş sınırını genişletmişti. Bu noktada Rus İmparatorluğu, 1742’de ortaya çıkan Orenburg Kossaklarını sınıra yerleştirerek ve Rus göçmenlerin bölgeye göçmesini teşvik ederek buradaki hakimiyetini güçlendirmiştir. Kossaklar, kendi iç işlerini yönetme konusunda göreli özerklik elde etme karşılığında belli şartlarla hizmet sunan askeri bir sınıf oluşturmaktaydı. Çar yönetimleri, belli aralıklarla yeni Kossak orduları oluşturmuş ve sınır bölgelerini güçlendirmek için bu orduları imparatorluğun çevresi boyunca yerleştirmiştir. Bu ordulara ilave olarak, 1000 kadar Başkırt da imparatorluğun askeri hizmetinde kullanılmıştır. Bu, bazı Başkırt liderlerin, kendi siyasi çıkarlarına hizmet etmesi için Rusya’yla ittifak oluşturma yoluna gittikleri gerçeğini yansıtmaktadır.3 Rus devleti, Kossaklar gibi Başkırtları da Başkırdistan kantonlarından devşirdiği düzensiz süvari birlikleri şeklinde örgütlemiştir.

Başkırtlar imparatorluğun sınırlarının denetlenmesine katkıda bulunurlarken bile Başkırdistan toprakları, Ruslar, Çuvaşlar (Türk kökenli olan, fakat Müslüman olmayan bir halk), Mordovyalılar ve başka etnik kökenden gelen insanlar tarafından istila edilmeye devam ediliyordu. Otlak olmaya uygun toprakların sürekli olarak kaybedilmesi Başkırt hayvan yetiştiricileri için yeni ekonomik zorluklar doğurmuş, bu da 1755’te yeni bir isyanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. 19 yıl sonra da birçok Başkırt, vatan haini ilan edilen Don Kossağı Emel’ian Pugachev’in liderlik ettiği ünlü isyana katılmıştır. Belli bir süre Rus İmparatorluk gücü tehdit altına girmiş görünse de sonunda isyan devletin daha iyi organize edilmiş kuvvetlerine boyun eğmek zorunda kalmıştır. Sonunda istikrar’ır sağlanmasıyla Başkırt süvari birlikleri, Napolyon Savaşları sırasında Rus kuvvetlerinin gerçekleştirdiği en ünlü askeri seferlerin bazısında önemli roller üslendiler. Başkırtlar 1812 yılında Borodino Savaşı’nda Fransızlara karşı çarpıştılar ve 1813 yılında da müttefik ordularının Avrupa boyunca gerçekleştirdikleri muzafferane yürüyüşe katıldılar. Seferlerinde Başkırtlara mollalar da eşlik ettiler. Bir bütün olarak ele alındığında Başkırt alaylarının morali oldukça yüksekti ve bu kuvvetler çara üst düzeyde bağlılık gösteriyorlardı.4

19. yüzyılın geri kalan kısmında Başkırtların hayatlarında geniş kapsamlı değişiklikler meydana geldi. Devlet, Başkırtları normal sivil yönetim altına aldı, bu uygulama Başkırtların askeri hizmet yükümlülüklerini azaltsa da bunun yerine halklar üzerine yeni vergiler kondu. Bu, kısmen sınırların denetlenmesi konusunda Başkırt süvarilerine daha az ihtiyaç duyulmasının bir sonucuydu. Bütün bu dönem boyunca Başkırtların yoksullaşması ise devam etmekteydi. 1865 yılında Ufa guberniyasının oluşturulmasıyla birlikte kanton yönetimi sona ermiş oldu. Başkırtlar yönetimsel anlamda tam olarak asimile edildiler ve 1881 yılıyla birlikte Rus ordusunda düzenli ordu askerleri olarak askerlik yapmaya başladılar.

Askerlik hizmetiyle ilgili olarak Rus İmparatorluğuyla bütünleşme (entegrasyon) konusunda en iyi turnusol testi örneğini oluşturan Kırım Tatarları tecrübesi de benzer bir yol takip etmiştir. 1783 yılında Kırım yarımadasının Rusya tarafından ilhak edilmesi, çok büyük jeopolitik önemi olan bir toprak parçasının ele geçirilmesi anlamını taşımaktaydı. Daha önce Osmanlı İmparatorluğuyla ittifak ilişkisi içinde olan Kırım Hanı, ganimet ve esir ele geçirmek üzere sık sık saldırı birlikleri göndererek Rus İmparatorluğu’nun güney bölgesine karşı sürekli bir tehdit oluşturmaktaydı. Ancak 19. yüzyıl boyunca Kırım’da oluşturulan düzensiz ordu birlikleri Rusya’ya itaat etmişler ve büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Başkırtlar örneğinde olduğu gibi bu birlikler de 1881 yılında dağıtılmış ve evrensel askerlik sistemine tam entegrasyon süreci başlatılmıştır.5

Rus yönetimi güneyindeki Türk kavimlerinin yaşadığı sınır bölgelerinde güçlendirilirken bile Kafkasya’da ve Orta Asya’da gerçekleştirilen askeri seferler, büyük fakat problemli yeni toprakların ele geçirilmesini sağlıyordu. Araştırmacılar, Rusya’nın diplomatik ve askeri açıdan Kafkas bölgesine girmesini 16. yüzyılın ortalarına kadar götürmektedirler, fakat Rus İmparatorluğu, 1801’de Gürcistan’ı resmen ilhak edinceye kadar bölgede sağlam bir yer edinememiştir. Müslüman İran ve Osmanlı İmparatorluklarının büyük baskısı altında kalan eski Hıristiyan Gürcistan Krallığı, kuzeyindeki kendi mezhebinden olmayan güçlü komşusunun korumasını istemek durumunda kalmıştı. Bu gelişme, Slav kökenli olmayan bir halkın, kaderini kendi arzusuyla Rus İmparatorluğu’na bağlamasının, çok nadir örneklerinden birini oluşturmaktadır.

Ancak pratik bir konu olarak Trans-Kafkasya’da yer alan Gürcistan’ın ilhak edilmesi, bölgedeki jeopolitik durumu önemli oranda karmaşık hale getirmiştir. Bir kere, Rusya’yı, Gürcistan’ın başkenti Tiflis’le bağlantı hatlarını açık tutabilmek için Kuzey Kafkasya’nın ele avuca sığmaz Müslüman aşiret halklarını boyunduruğu altına alma problemiyle karşı karşıya bırakmıştır. İkincisi, bu gelişme İran ve Türkiye tarafından kendilerini tehdit edici bir gelişme olarak yorumlanmıştır. Üçüncüsü, bu Rus girişimini büyük “Doğu Sorunu”, yani Karadeniz bölgesi ile Boğazlarda hakimiyet kurma rekabeti bağlamında değerlendiren İngiltere’nin dikkati kaçınılmaz bir şekilde bölgeye çekilmiştir.6

1801 yılına kadar Rusya’nın güneydeki askeri sınırı, Kafkas hattı yani Kafkasya dağ zincirinin kuzeyindeki yatay yol üzerinde yer alan Kuban ve Terek nehirlerini takip eden tahkim edilmiş küçük karakollar dizisi-tarafından belirlenmişti. Gürcistan ile Rus İmparatorluğu arasında yer alan toprakları hemen doğrudan askeri yönetim altına almak mümkün değildi. Gerçekten Rusya bölgede on yıllarca 60,000 asker bulundurmuş ve bu sayıda askerin buradaki halkı yönetmek için yetersiz olduğunu, fakat sadece bu halkların düşmanlığını çekme işine yaradığını anlamıştı. 1830’larda çatışmanın niteliği önemli oranda değişti. Şamil adını taşıyan karizmatik bir dini liderin ortaya çıkışı, dağ aşiretlerinin daha önce dağınık durumda olan direnişlerine birlik ve ortak bir amaç duygusu getirdi. Bunun sonucu ise Rusların beklemedikleri büyüklükte ve şiddette bir savaşın yaşanması oldu. Çeçenistan ve Dağıstan’ın savaşsever orman ve dağ aşiretleri arasında kök salmış olan gerilla direnişi, çok çetin askeri zorluklar ortaya çıkardı. 1830’dan 1845 yılına kadar Ruslar bölgenin içlerine doğru bir dizi yıkıcı askeri seferler düzenlediler. Tuhaf bir şekilde seferler ancak çok sınırlı anlamda başarılı olmuş, fakat uzun vadeli olarak çok ciddi bir etki doğurmamıştır. Bir taraftan Ruslar, dağlara askeri güç sokabileceklerini göstermişler ve birçok taktik zafer kazanmışlardır. Diğer taraftan ise çok büyük lojistik zorluklardan dolayı bölgede sürekli bir varlık oluşturamayacaklarını görmüşlerdir. Bu, Şamil’in kuvvetlerinin bölgede kontrollerini kurmada hiçbir zaman başarısız olmadıkları anlamına gelmekteydi. Bundan başka Ruslar, birkaç sefer gerçekleştirdikten sonra geri çekilirken, bölgeyi çok daha iyi bilen ve üstün hareket kabiliyetine sahip olan Müslüman gerillaların genel tacizi ve baskınlarından dolayı ciddi kayıplar vermişlerdir.7 Gerillalar zaman zaman Türkiye’den sınırlı maddi ve manevi destek de alıyorlardı.

Sonunda Ruslar, sadece askeri kuvvetlerini çok büyük oranda artırarak ve stratejilerini değiştirerek Şamil ve müttefikleri üzerinde üstünlük kurabildiler. Kırım Savaşından sonra Rusya, Kafkasya’daki asker sayısını yaklaşık 250,000’e çıkardı ve sistemli bir şekilde bölge üzerinde kontrolünü kurmaya başladı. Kenar bölgelerden başlayarak ve metodolojik olarak iç bölgelere doğru çalışmalarını ilerleterek, Rusya acımasız bir şekilde köyleri yok etti, ormanları kesti ve yaktı ve bütün kabilelerin yerlerini değiştirdi. Bu yolla Şamil’in elinde olan kaynakları, halkı ve alanı tedrici olarak azalttı, sonunda da Şamil 1859 yılında teslim oldu. Bunun arkasından binlerce Çerkez ve diğer yerli kabile halkları imparatorluk içinde başka bölgelere yerleştirildiler ya da Osmanlı Türkiye’sine göç etmek durumunda bırakıldılar.8

Kuzey Kafkasya’da elde edilen bu zafer, Ruslara, Hazar Denizi kıyılarındaki Azeri Türkleri ile Hıristiyan Ermeniler üstündeki kontrollerini güçlendirme imkanı tanıdı. 1813 yılında İran’la imzalanan Gülistan Anlaşmasının ardından Rusya modern Azerbaycan devletinin çoğu toprağı üzerinde hak iddia etti. Bu arada 1828-29 Türk-Rus Savaşı sırasında Rus orduları Karadeniz sahilinde bulunan Anapa, Sulhumi ve Poti’yi ele geçirdi. Kuzey Kafkasya’daki direnişin ortadan kaldırılmış olması, bu yeni elde edilen önemli toprakları güvenceye aldı. Hâlâ bölgede zaman zaman istikrarsızlıklar görülüyordu. 1877-78 Türk-Rus Savaşı sırasında Çeçenler ve bazı başka kabileler isyana kalkıştı, fakat güçlü işgal güçleri bir kez daha bu isyanı bastırmayı başardı. Huzursuzluklara rağmen Rusya, Kuzey Kafkasya yerli halklarının askere alınması yönünde sınırlı çabalara girişti. Örneğin, askerlik yaşına gelmiş olan Çeçenler düzensiz süvari birliklerinde görev alabiliyordu, hatta bazısı Osmanlılara karşı bile savaşmıştır.9 Ancak bu halklar Rus ordusunun düzenli birliklerinde görev almamışlardır.

Kafkasya’da savaştığı dönemde Rusya Orta Asya’da da hareketsiz kalmadı. Orenburg ile (Kafkasya Hattına paralel olan) Batı Sibirya hatlarını üs olarak kullanan Rus askeri kolları Kazak steplerinde devriye gezdiler. Aslında Ruslar eskiden beri göçebe Kazaklarla ticaret yapıyorlar ve 1500’lerden itibaren buralara elçiler gönderiyorlardı. Küçük cüz hanının 1730’da İmparatoriçe Anna’ya onun tebaası olma arzusunu dile getiren bir mektup göndermesi, Rusya’nın bölgeyle daha yakından ilgilenmesi sürecini bir adım daha ileri götürdü. Küçük cüz üzerinde kontrolünü tam olarak kurmak için mücadele eden ve ekonomik sıkıntılarla karşılaşan Han açısından, dış yardım araması için yeterli neden bulunmaktaydı.10 Başkırtlarınkine ve Güney Volga bölgesindeki Kalmuklarinkine aşağı yukarı paralel olan bir senaryo çerçevesinde Rusya, Hanın isteğinin, gerçekte üzerlerinde otorite kuramadığı Kazak kabileler adına yapılmış bir rica olduğunu düşündü. Bu arada Orta cüz hanlarından da benzer istekler gelmekteydi. Uygulamada Rusya’yla buralar arasındaki ilişki, hiçbir şekilde bölgeyi askeri ve yönetimsel açıdan yönetebilecek konumda olmayan Rusların stepler üzerinde doğrudan denetim kurması şekline dönüşmemiştir. Zaman zaman Ruslar, Başkırtları sıkı bir şekilde kendi yönetimleri altında tutabilmek için Kazakları bu halklara karşı diplomatik açıdan kullanma yoluna gittiler. 1773-74 Pugachev isyanı sırasında Kazaklar kendileri sınırdaki Rus köylerine saldırılarda bulundular. Pugachev’in öldürülmesinden sonra Rusya, 1776 yılında Küçük cüze karşı kaçınılmaz olarak yeni askeri misillemelerde bulundu.

19. yüzyılın başında Kazak kabileleri arasındaki iç anlaşmazlıklar ile Rusya’nın kendi sınırlarını tedrici olarak güçlendirmesi bir araya gelince Rusya’nın steplerle ilgilenmesinin yeni bir aşamasına geçildi. Bunlara ek olarak St. Petersburg’un, Kazaklarla ilişkilerinde Hive Hanını rahatsız edici bir unsur olarak değerlendirmesi, Rusya’nın bölgeyle ilgilenmesini daha da zorunlu hale getirdi. Bir zamanlar büyük oranda sembolik olan Rus yönetimi, özellikle Orta cüzde daha doğrudan hale geldi. Bu, kısmen Orta Asya ve batı Çin ile ticarete duyulan gittikçe artan ilgiye bir tepki olarak ortaya çıktı. Ancak Kazaklar arasındaki karışıklıklar devam etti. Rus yerleşim yerlerinin gittikçe artması karşısında Orta cüzde Kenisarı Kasımov’un liderliğinde bir isyan çıktı ve bu isyan Rus yönetimini ciddi şekilde tehdit eder duruma geldi.

Rusya, eskiden beri Kazak stepleri boyunca gerçekleştirilen askeri seferlerin çok zor ve tehlikeli olduğunu biliyordu. Steplerin sert koşullarına tam olarak uyum sağlamış küçük atlar (midilliler) üzerindeki mükemmel sürücüler olan Kazak topluluklarının yakalanması oldukça zordu ve bu topluluklar kervanlar ile sınır karakollarına karşı vur-kaç saldırıları düzenliyorlardı. Rus Kazakları tarafından takip edildiğinde Kenisarı, normal şartlarda koşullar çok kesin olarak kendi avantajına olmadığı sürece çatışmaya girmekten kaçınıyordu.11 Zaman zaman önüne uygun fırsatlar da çıktı. Rus İmparatorluğu, yiyecek ve su azlığından dolayı steplerde büyük süvari birlikleri kullanamıyordu. Bundan başka büyük ikmal trenleri birlikleri çok kötü şekilde yavaşlatıyordu. Bunun bir sonucu olarak, Ruslar, kabileler arasındaki otoritelerinin aldatıcı görünümünü koruyabilmek için, kaçmakta olan bir düşmana karşı çok parlak zaferler kazandıkları yolunda yalan haberler yayma yoluna gittiler.12

Nihayet Kenisarı’nin 1846 yılında kabileler arasındaki bir çatışmada ölmesiyle, talih Rusya’nın steplerdeki konumunu kurtarma işini kendi üstüne aldı. Bu andan itibaren birliklerini kaybetmiş kabileler kolayca kontrol altına alınabildiği için Rusya’nın askeri problemleri büyük ölçüde kolaylaştı. Amerikan süvari ve piyade birliklerinin, Kuzey Amerika’nın batıdaki ovalarında yaşayan Kızılderililere karşı başvurdukları metotlara benzer metotlar kullanarak Rus komutanlar, özellikle halkın göreli olarak daha az hareketli olduğu kış mevsiminde Kazak köylerine karşı askeri saldırılar düzenlediler. Bu saldırılar sırasında Ruslar kabileleri bağımlı duruma düşürmek için hayvanları sürüyorlar ve malları mülkleri tahrip ediyorlardı.13 Bu tür yollarla Rus kuvvetleri, sonunda Orenburg hattından kuzeybatıya, Batı Sibirya hattından kuzeydoğuya harekete geçirdikleri birlikleri bir araya getirerek Kazak steplerini her yönden sardılar. 1853 yılında Sir Nehri üzerinde Perovsk kalesinin inşa edilmesiyle Kazaklar kendilerini stratejik açıdan çevrelenmiş bir halde buldular.

Bu, 1854 yılında Semipalatinsk guberniyasının (vilayeti) kurulmasıyla Rus yönetiminin kontrolü altına alınan Ulu cüz Kazakları üzerinde Rus hakimiyetinin daha belirgin hale getirilmesini sağladı. Ancak komşu Kırgız kabileleri gibi Ulu cüz de güneyden büyük dış baskı altında kaldı, bu da Rusya’yı Hokand hanlığıyla askeri bir hesaplaşmaya sevk etti. 1864 yılında bir araya gelen Rus askeri kolları stratejik Çimkent kasabasını ele geçirdiler, böylece Rus İmparatorluğu’nun güney sınırlarını çevreleyen Rus karakolları ilmiği daha da sıkılaştırılmış oldu.

Rusya’nın Orta Asya’da ilerlemesini yıllardır endişeyle izleyen İngilizler, Rusların bu son kazancını tahrik edici olarak değerlendirdiler. Bu kaygıları yatıştırmak isteyen Rus Dışişleri Bakanı Mikhail Gorchakov, bir taraftan Rusya’nın politikalarını kamuoyu önünde haklılaştırma yoluna giderken, diğer taraftan da Rus askeri hareketinin şartlarını ve mantığını açıklamak için 1864 yılında ünlü memorandumunu yayınladı. Gorchakov özellikle Rusya’nın güney sınırında “yarı vahşi göçebe halkların” bulunmasının, bölgenin daha medeni halkları arasında normal ticaretin yapılmasını kolaylaştırmak için İmparatorluğun, nüfuzunu bölgeye yaymasını gerektirdiğini iddia etti.14 Gerçekte Rusya İngilizlerle çatışma niyetinde değildi, fakat son askeri operasyonları dış şartların zorlamasıyla yapmak mecburiyetinde kaldıkları iddiası pek samimi görünmemektedir. Alternatif bir yol olarak Rusya, bu operasyonlarını bir araştırmacının “başkaldırma söylemi” olarak atıfta bulunduğu kavram çerçevesinde açıklama yoluna gitmiştir.15 Bu yoruma göre, savaş alanındaki komutanlar, kişisel ün peşinde koşarken kendilerine verilen emirleri aşma eğilimi niyeti taşıyorlardı. M. G. Cherniaev gibi bazı generallerin resmi politikaya aykırı hareket etmiş olabilecekleri doğrudur, fakat Çar II. Aleksandr ile Savaş Bakanı Dmitri Miliutin’in isteselerdi bu tür davranışlara son verebilecekleri şüphe götürmez bir gerçektir. Şüphe kalmaması açısından, Gorchakov’un politika açıklamasından sonra gelen Cherniaev’in 1865 yılında Taşkent’i ele geçirmesi çok uyumsuz bir davranış olmuştur. Ancak Rusya Orta Asya’ya doğru ilerleme konusunda herhangi bir gevşeklik göstermemiştir. Çok anlamlı bir şekilde Cherniaev’in yerine General D. I. Romanovskii’nin atanmasından sonra bile Rusya Kozkent ile Ura-Tiube’yi hızlı bir şekilde ele geçirmiştir.

1868 yılına kadar Rusya’nın önlenemez ilerleyişi ve güçlü Rus karşıtı rahip kliği, Buhara Emiri’ni Hokand ve Hive hanlıkları da dahil olmak üzere bölgesel güçlerin liderleriyle diplomatik birlik oluşturma çabalarında bulunmaya sevk etti. Buna karşılık yeni oluşturulmuş Türkistan bölgesinin genel valisi General K. P. von Kaufman, düşman bir askeri ittifak oluşturulmasının önüne geçmek için hemen harekete geçti. Kaufman, Buhara ordularını Semerkand ve Katı-kurgan yakınlarında yenilgiye uğrattı, böylece Emir’i Rus İmparatorluğu’na olağanüstü ayrıcalıklar tanıma konusunda bir anlaşma imzalamaya zorladı. Anlaşmanın maddelerinde belirtildiği gibi, Buhara sadece önemli miktarda tazminat ödemekle kalmadı, fakat aynı zamanda kendi iç piyasasını uygun koşullarda sınırsız faaliyet göstermeleri için Rus tüccarlarına açtı. Bundan başka Rusya, Zeratşan bölgesi olarak ordu tarafından yönetilecek başka bir toprak parçası da elde etti.16

Buhara’yı dize getirdikten sonra Rusya’nın bir sonraki stratejik hedefi, Hive hanının gururunu kırmaktı. Hive’nin Kazak kabileler üzerindeki etkisi ve Rus esirler elde etme konusunda duyduğu arzu, bu vaha gücüne boyun eğdirmek için 1717 yılında ilk ciddi seferi gerçekleştiren I. Peter’in zamanından beri Rus çarlarını rahatsız etmekteydi. I. Peter’in bu çabası başarısız olmuş, ardından da 1839 yılında General V. A. Perovskii’nin komutası altında gerçekleştirilen sefer de başarılı olamamıştı. Perovskii, sonbaharda yol boyunca daha kolay su bulma ümidiyle 5,000 kişilik bir birlikle yola çıkmaya karar vermişti. Gerçekten tarihi olarak Hive’nin savunmasının gizli yönü, hemen hemen bütün yönlerden koruma altında olan çok tehlikeli geniş susuz çöl alanlarıydı. Ancak bu olayda soğuk havanın ve şiddetli step kar fırtınalarının bastırması, Rus kuvvetlerine çok ciddi kayıplar verdirtti. Ruslar Ak Bulak’taki ileri konaklama yerine vardıklarında, Perovskii ile birlikte yola çıkan 9,000 deveden sadece 5,000’i hayatta kalabilmişti. Geri çekilmek zorunda bırakılan Perovskii Orenburg’a doğru geri dönerken 1,000’den fazla adamını da kaybetti.17

Rusya’nın geçmişte yaşadığı küçük düşmeleri çok iyi bilen General K. P. von Kaufman Hive’ya yönelik 1873 seferini aşırı derecede dikkatli bir şekilde gerçekleştirdi. Öncelikle Kafkasya (Hazar boyunca Mankışlak yarımadasına kadar), Orenburg ve Türkistan’dan gelen Rus kuvvetlerini birleştirerek Hive’ye karşı harekete geçti. Aynı zamanda bunaltıcı yaz sıcakları bastırmadan Hive’ya varabilmek için seferi ilkbaharda başlattı. Sürpriz olmayacak bir şekilde Orta Asya’nın sert iklim koşulları Ruslar için çok feci zorluklar ortaya çıkardı, hatta Mankışlak kolunu, bölgeye doğru yürüyüşünü durdurmak zorunda bıraktı. Ancak tam bu zamanda Rusya’nın geri kalan kuvvetleri Hive önlerine varmayı başardı. Doğa şartlarını yenmiş olan bu kuvvetler, ateş gücü ve disiplin açısından çok daha üstün oldukları Hanın ordusundan korkacak değillerdi.18 Bu durumun farkında olan Han, teslim olma teklifinde bulundu ve Buhara Emiri gibi Ruslara her tür avantaj sağlayan küçük düşürücü bir anlaşma imzaladı. Yine Emir gibi şartlı olarak tahtını korumaya devam etti.

Rusya’nın Hive’nin düşmesine kadar geçen dönemde elde ettiği olağanüstü askeri kazanımlar, yönetimsel alanda ise Ruslar açısından önemli zorluklar getirdi. Rus İmparatorluğu, Kazak steplerini altı merkeze ayırdı, bunlardan iki tanesi Türkistan Askeri Bölgesine bağlandı. Uzun dönemde daha fazla önem taşıyan husus ise 1860’larda toprakların devlete ait olduğunu ilan etme, fakat bu toprakları hayvanları otlatmak için bütün Kazakların genel kullanımına açma kararıydı. Geleneksel göç kalıpları geçici olarak devam etti, fakat imparatorluğun iç bölgelerinden göçebe çiftçilerin akını zaman içinde halkların yerlerinden olmalarına neden olarak büyük sorunlar ortaya çıkardı. Ellerindeki toprakları azalan Kazaklara, yerleşik tarıma geçmeleri için tohum ve özel arazi tahsisatları gibi teşvikler sağlandı.19

Bu arada Küçük cüzde yeni direniş ortaya çıktığında Rusya’nın kararnameleri daha yeni ilan edilmişti. Rusya 1869 yılında cezalandırıcı bir askeri sefer düzenleyerek bu isyana cevap verdi. Fakat Mankışlak Yarımadasının Adaev Kazak kabileleri 1870 yılında Rus otoritesine karşı ayaklanırken bir isyan diğerini takip etmekteydi. Direnişin yatışmasından sonra Rusya, Adaev Kazaklarını Kafkasya Askeri Bölgesinin yönetimi altına aldı.20

Sadece birkaç yıl sonra, 1875 yılında, o zamana kadar Rus İmparatorluğu’nun koruması altında kendi yönetimini yürüten Hokand hanına karşı bir isyan ortaya çıktı. Bu olayda Kaufman halkları cezalandırmak için Taşkent’ten bir askeri birlikle yola çıktı. Daha fazla sayıda kuvvetlerle karşılaşsalar da Rus birlikleri üstün örgütlenme, disiplin ve ateş güçleri sayesinde çatışmadan galip çıktılar. Yine de isyan, Hokand’ı han aracılığıyla yönetmeyi sona erdirme yönünde Rusların tavır değiştirmesine neden oldu. Şubat 1876’da II. Aleksandr bütün Hokand bölgesinin Rusya tarafından ilhak edildiğini ilan etti.21

Sadece 1877 yılında Türk-Rus Savaşı’nın çıkması Rusya’nın Afganistan ve İran sınırlarına doğru yayılmasına ara vermesine neden oldu. Bu çatışma, önce Bosna-Hersek’in Sırpları arasında, daha sonra da Bulgarlar arasında Türk karşıtı isyanlar çıkmasıyla başladı. Seferberlik gerçekleştirdikten sonra Rusya Balkanlardaki askeri operasyonları için yarım milyon asker ayırdı ve böylece tüm askeri gücü 1,845,647 askere ulaştı.22 Bu savaş, Rusya’nın (1874’te oluşturulmuş olan) yeni evrensel askerlik sisteminin ve kitlesel seferberlik sisteminin ilk defa test edilmesini sağladığı için de önemliydi. Mükemmel olmaktan çok uzak olsa da Rusya’nın 1876-77’de yedeklerini seferber etmesi, imparatorluğun artan gücü konusunda yeterli kanıt oluşturuyordu. Bunun zıddına Osmanlı Devleti’nin yenilgisi gittikçe zayıfladığının yeni bir kanıtını oluşturuyordu. Türk kuvvetlerinin Osman Paşa komutası altında Plevne kuşatmasında olağanüstü bir performans göstermiş olmasına rağmen, Rus kuvvetleri İstanbul önlerinde savaşı bitirdiler ve sadece başka Avrupalı güçlerin müdahale tehdidinde bulunması bu kuvvetlerin daha fazla ilerlemesinin önüne geçti.

Rus heveslerinin tam olarak gerçekleşmesi Balkanlarda önlenmiş olsa da imparatorluk, enerjisini çabuk bir şekilde Orta Asya’ya transfer etmeyi başardı. Bölgenin Türk kavimleri arasında geri kalan tek dayanma noktası, Hazar’ın doğu sahilleri boyunca uzanıyordu. Burada aşırı derecede bağımsız olan göçebe Türkmen aşiretleri Teke vahasında serbestçe dolaşıyorlardı. Yine burada Rusların yanlış bir adımı Rus İmparatorluğu’nun yenilmez olduğu yolundaki yanılsamanın ortadan kalkmasına neden olacak nitelikteydi. General I. D. Lazarev’in komutası altında bulunan 6,000 kişilik bir Rus askeri kuvveti Türkmenlere boyun eğdirtmek için Hazarın kuzeydoğu sahilinden güneye doğru yürüyüşe geçti. Lazarev yolda kaptığı bir enfeksiyondan ölürken sefer kötü bir kehanetle başlamış oldu. Komuta N. P. Lomakin’e geçti, o da İran sınırından pek uzak olmayan Gök Tepe mevkiindeki büyük bir yer tahkimatına kadar kabile mensuplarının arkasından gitti. Orada çok sayıda savaşçı olmayan insanların da aralarında bulunduğu 20,000 Türkmen Rus saldırısına karşı koymak için toplanmıştı. Lomakin, topçu ateşi kullandığı kısa bir hazırlık devresinden sonra asıl saldırıya geçmede hiç zaman kaybetmedi. Anlaşıldığı kadarıyla, savunmadaki Türkler arasında panik çıktığı ve yayıldığı yolunda bir izlenim edinen Lomakin, askerlerine kaleye saldırma emri vermiş ve böylece bilmeden Türkmenlere talihlerini tersine döndürme imkanı tanımıştı. Göğüs göğse olacak derecede yakın çatışmaya giren Rus kuvvetleri, böylece silah ve taktik disiplini konusundaki avantajlarını feda etmiş oldular. Sonuç olarak Türkmenler mızrak ve kılıçlarla korkunç bir saldırı başlattılar ve Rusları bozulmuş bir şekilde sürdükleri gibi onlara 451 de kayıp verdirttiler.23

Olayların bu şekilde tam olarak tersine dönmesi, Ruslar tarafından basit bir yenilgi olarak değil, fakat çok kötü bir çöküş olarak algılandı. Bu durumdan feci şekilde iğrenmiş olan Savaş Bakanı D. A. Miliutin, Trans-Hazar bölgesine gerçekleştirilecek yeni seferin komutanlığına ünlü komutan General Adjutant M. D. Skobelev’i atadı. Orta Asya’da tecrübe kazanmış bir asker olan Skobelev, aynı zamanda Plevne’deki Türk savunmasına karşı gerçekleştirilen saldırıyı da yönetmişti. Savaş alanında komutayı elinde bulunduran üst düzey Rus liderliğinden enerjik destek görmüş olsaydı onun çabaları başarıyla taçlanabilirdi. Bununla birlikte, savaştan sonra da yıldızı parladı ve Rus ordularının onurunu kurtarma konusunda kaçınılmaz seçenek olarak ortaya çıktı.

Skobelev, bir sonraki Trans-Hazar seferinde başarıyı garanti altına almak için çok titiz hazırlıklar gerçekleştirdi. Gök Tepe’ye giden yollarda dikkatli şekilde keşfe çıktı, deniz yoluyla yeni ikmal imkanı sağladı, makineli tüfek, roket ve helyosta gibi askeri teknolojide yeni ortaya çıkmış araçlar getirtti. Skobelev’un askeri birliği Kasım 1880’de harekete geçti ve Aralık ayında Gök Tepe’yi kuşatma altına aldı. Türkmen savunma hatlarına saldırıya geçmeden önce de sabırlı bir şekilde önemli dış istihkamları ele geçirdi. Hiçbir ilgili detayı atlamadan Skobelev zaferin altyapısını hazırladı. Gök Tepe’nin ele geçirilişiyle ve ardından savaşçı olmayan binlerce Türkmen’in trajik bir şekilde katledilmesiyle, Rusya Orta Asya’nın fethedilmesinde son askeri zaferini elde etmiş oldu.24

Acımasız bir şekilde gerçekleştirilen Rusya’nın bu askeri başarısı, kendisinden beklenen sonucu doğurdu. Orta Asya’nın geri kalanı gibi Türkmenistan da I. Dünya Savaşı’nın çıkışına kadar göreli olarak sessiz bir bölge olarak kaldı. Bu, sadece Rusya’nın askeri hakimiyetinden değil fakat aynı zamanda buradaki Rus varlığının Başkırdistan ya da Kazak steplerinde olduğundan çok daha az rahatsız edici (yayılıcı) olmasından kaynaklanan bir husustu. Söz konusu iki bölgede hayvan beslemeye dayanan geleneksel ekonomi, yeterli arazinin olmaması yüzünden silinip gitmişti. Gerçekten arazi kanunları bu konuda bir fazlalık olduğu düşüncesine dayandırılmıştı. Oysa araştırmacı Martha Olcott’un dikkat çektiği gibi, göçebe ekonomileri, arazilerin her bir dönümünü kullanma eğilimi içindedir.25 Bu arada Başkırtları ve Kazakları dönüştürme çabaları özellikle ikinciler arasında değişen oranda başarı getirdi. 1890’larda yürürlüğe konulan bir dizi arazi yasası, yerli halkın sürekli olarak yoksullaşmasına ve iç bölgelerden gelen tarım yerleşmecilerinin mevcut toprakları artan oranda ellerine geçirmelerine neden oldu.

Kısa zamanda önemli demografik değişiklikler de su yüzüne çıktı. 1911 yılında Rus topraklarında gerçekleştirilen bir nüfus sayımı, 1.5 milyon Rus ve gelmeye devam etmekte olan başka yerli olmayan halkların Kazak steplerinde yerleştiğini göstermekteydi. Bu halklar başarılı bir şekilde tarım yapıyor ve kayıtlı olan nüfusun yüzde 41.5’ini oluşturuyordu. Buna zıtlık oluşturacak şekilde de güneydeki (407.000 nüfusa sahip) Türkistan halkının ise sadece yüzde 6.4’ünü oluşturuyorlardı. Burada Rusların çoğu, yeni ortaya çıkmakta olan bölgesel endüstrilerde çalışma imkanı bulabildikleri kasabalara ya da kasabaların yakınlarına yerleşmişlerdi.26 Başlangıçta çok açık olmasa da, dışarıdan gelen göçmenlerin ve yerli halkın birbiriyle karışması kolayca tutuşup patlayabilecek bir karışım oluşturmuştu.

Yukarıda belirtildiği gibi, askerlik hizmetinde gösterdikleri performans, Rus İmparatorluğu’ndaki hayata alışmış olan sınır halklarının ayırıcı bir özelliği olarak ortaya çıkmaktaydı. Kura ile askere alınmaları, Savaş Bakanlığı’nın, oradaki halkın (birkaç istisnayla) temelde güvenilir olduğu ve askeri birliklerdeki yaşamın acımasızlığına adapte olabilecekleri yolundaki güvenini göstermekteydi. Kaba hatlarıyla ele alındığında, I. Dünya Savaşı’nın arifesinde, aşağı Volga’daki ve Ukrayna’nın güney eteklerindeki Müslüman Türkler asker olma hakkına sahipken, Kuzey Kafkasya’nın ve yeni ele geçirilmiş Kazak stepleri ile Orta Asya’nın yerli halkları bu imkana sahip değildi. Bu politikanın doğruluğu 1916 yılında açık bir şekilde ortaya çıktı. Bu tarihte savaş makinesini besleyecek insan gücünden mahrum kalan Rusya, daha önce hariç tutulmuş halklara da askerlik yapma zorunluluğu getirme kararı aldı. Muhtemelen Ruslar durumu yanlış değerlendirmişlerdi çünkü Kazaklar ve Orta Asya halkları imparatorluğun merkez bölgesini sallamış olan 1905 devrimine kayıtsız kalmışlardı. Japonya ile yapılan savaşta göreve çağrılan Rus asker yedekleri arasında görülen isyanlar, çarlık yönetiminin temelleriyle ilgili olarak rahatsız edici siyasi sinyaller vermişti.

1916’ya gelindiğinde ortaya çıkan bazı eğilimler, Rus İmparatorluğu’nun güney sınır bölgelerindeki siyasi atmosferi değiştirmeye başladı. Birincisi, kısmen Rus laik eğitiminin gelişmesine bağlanabilecek bir gelişme olarak, milli bilinç kazanmış entelektüeller ve Pan-Türkizm davası güden bazı kişiler ortaya çıkmaya başlamıştı. İkincisi, bazı bölgelerde Müslüman din adamları gittikçe artan oranda siyasi nüfuz kazanmaya başlıyordu. Üçüncüsü, ekonomik eğilimler yerli halkın önemli bir kısmını olumsuz şekilde etkilemişti. Başka bir deyişle, ciddi kargaşalıkların çıkması potansiyeli 1905’te olduğundan çok daha fazlaydı. Bundan başka imparatorluğun tebaa halkları, yeni devlet parlamentosuna yani duma’ya temsilcilerin seçilmesiyle daha önceden görülmemiş şekilde siyasi olarak örgütlenme imkanına kavuşmuştu.

Savaşın çıkmasıyla birlikte Rusya kendisini bir kere daha Müslüman Türkiye’ye karşı başka devletlerle ittifak etmiş durumda bulsa da, yukarıdaki gelişmelerin etkileri hemen ortaya çıkmış değildi. Genel olarak, Rus İmparatorluğu’nun Türk halkları, Rusya’nın yaralılarına yardım etmek için oluşturdukları hayır kurumları yoluyla ve medyada ortaya koydukları açıklamalarla Çara bağlılıklarını gösterme yoluna gittiler. Ancak başlangıçtaki bazı huzursuzluk göstergeleri Rus otoritelerinin dikkatinden kaçmadı. Örneğin, 1914 gibi erken bir tarihte Kırım Tatarları arasında Türkiye’ye destek sağlamaya yönelik bazı tahrikler söz konusuydu. Ancak başka bir muhalefet örneği, Volga Sosyalist Devrimci Tatarları arasında görülen bozguncu propagandaydı. Bunlardan başka 1916 yılında Türkmenler arasında Çarın izniyle bölgeyi yöneten Hive Hanına karşı bazı küçük isyan hareketleri görüldü.27 Bununla beraber bu örnekler Rus İmparatorluğu’ndaki temel Türk politikası eğilimine aykırılık oluşturmaktaydı. Elbette az sayıda da olsa İstanbul’da açık bir şekilde Türkiye’nin yanında yer alan Türk asıllı Rus vatandaşları da bulunmaktaydı.

Her şart altında, Kafkasya, Kazakistan ve Orta Asya Müslümanları arasından asker alınması, -temel amaç savaşçı birlikler değil de işçi taburları oluşturmak olsa da-mevcut politikadan ciddi bir ayrılmayı ortaya koyuyordu. Araştırmacı Hisao Kimatsu’nun ifadeleriyle, “Türkistan ulusal kurtuluş hareketi, ilk olarak I. Dünya Savaşı sırasında Orta Asyalıların, Rus ordusunda işçi taburları oluşturmak için askere alınmasına karşı gösterdiği direnişle ortaya çıkmıştır.”28 Bu direnişçilerin çoğu, özellikle kendilerini askerlikten muaf tutan 1886 askere alma yasasına alışmış olan kişilerdi. Buna rağmen Savaş Bakanlığı son karara karşı çok seyrek olarak karşı koyma ortaya çıkabileceğini tahmin etmişti. Daha ılımlı tepkiler olarak Kazakistan’daki bazı gazeteler, askerlik hizmetinin mecburi hale getirilmesinin, en azından yerel liderlere bu hizmetin şartlarını görüşme imkanı tanıması gerektiğini ileri sürdüler. Bazıları da askere alma yasasını toprak sorunu ile başka sosyal meselelerin tartışılmasına yeniden katılmak için bir neden olarak değerlendirdiler. Çarpıcı bir şekilde Şubat 1916’da A. Büyeyhanov, A. Baytursunov ve N. Begembetov başkanlığındaki bir Kazak heyeti, Kazakların orduda işçiler olarak değil süvari birlikleri olarak hizmet görmelerini ve Kossaklarınkilere benzer hizmet ayrıcalıklarından faydalanmalarını istemek üzere St. Petersburg’a gitti.29

Ne yazık ki, askere alma yasasının 25 Haziran 1916’da yayınlanması, hangi yaş grubunun askere alınacağı ve askere alma işinin nasıl gerçekleştirileceği konusunda önemli belirsizlikler bıraktı. Hükümetin kendi durumunu halka açık bir şekilde anlatması konusunda tam anlamıyla başarısız olması, bundan sonra ortaya çıkacak huzursuzluklara büyük katkıda bulundu. Daha sonra önde gelen komünistlerden biri olacak olan Amangeldi İmanov’un liderliğinde Eylül ayında Turgay vilayetinde kargaşalıklar ortaya çıktı. Şiddet olayları sırasında Kazaklar Rus yerleşim yerlerine saldırdılar ve mülkler ile hayvanların çoğunu tahrip ettiler. Bunun ardından bölgedeki ekonomik koşullar özellikle Kazaklar açısından daha da kötüleşti. Gerçekten düzeni sağladıktan sonra Rusya, yeni bir yerleşim bölgesi oluşturmak için 200,000 Kazak ve Kırgız’ı Çu Nehri Vadisi boyunca ve Issık Gölü etrafında yer alan tarıma elverişli topraklardan attı. Buna karşılık yeniden yerleştirilen halklar Narin bölgesinin çorak topraklarına dağıtılacaktı.30

Bu arada Haziran gibi erken bir tarihte Hocent ve Çizak’taki Özbekler arasında da ayaklanma çıkmış ve hızlı bir şekilde Semerkand’a yayılmıştı. Buralarda ayaklanmalar açık bir şekilde dini bir nitelik kazandı ve düzenin yeniden sağlanması için askerler bölgeye gelmeden önce Rus karşıtı şiddetin ortaya çıkmasına neden oldu. Benzer kargaşalıklar, zaten etraflarında yaşayan çok sayıda Rus yerleşimciyle siyasi açıdan araları açık olan Kırgızlar arasında da görüldü. Böylece yüz binlercesi sınırı aşarak Çin’e geçerken bazı Kırgızlar da isyan etme yoluna gittiler. Rus askerleri gelmeden önce isyancılar birçok Rus ve Ukraynalı sömürgeciyi katliama tabi tuttu.31

Bu sırada Trans-Kafkasya, yüksek düzeyde siyasi gelişmelere ve Pan-Türkizme yönelik yaygın ilgiye rağmen göreli olarak sessizlik içinde bulunmaktaydı. Azerbaycan’da 1911 yılında kurulmuş olan ve yerel halkın ilk siyasi partisi niteliği taşıyan Musavat partisi bulunmaktaydı. Türklerin bağımsızlığı ilkesinin şampiyonluğunu yapıyor olsa da Musavat, programını uygulamaya koymak için Rus devriminden hemen sonraki döneme (1918 yılına kadar) kadar harekete geçmeyecekti.32

Azerbaycan’daki siyasi gelişme düzeyini aşanlar, belki sadece Volga Tatarlarıydı; Tatarlar, Rus Devleti’yle ilişkilerde İslam’ın temel sözcüsü haline gelmişlerdi. Daha fazla yerel okulun açılması ve geliştirilmesi çabası içinde olsalar da Volga Tatarları, bir bütün olarak Rus eğitimini benimsemişlerdi ve Ortodoks Rus kültürü ile Müslüman Türk kültürü arasında arabulucu olarak saygı değer bir konum kazanmışlardı. Tatar orta sınıfı Rus İmparatorluğu’nun sivil hayatına tam olarak katılmışlar ve kendi dillerinde ders kitabı bastırılması yolunda ilerleme sağlarken bile çocuklarını Rus üniversitelerine gönderme yolunu tercih etmişlerdi. Sonuç olarak geniş sivil haklardan yararlanıyorlar ve Rus eğitilmiş sınıfının saygısını kazanmış bulunuyorlardı.33 Bu çerçevede Volga Tatarları Rus İmparatorluğu’nun Türk halklarının çıkarlarını duma önünde temsil etme konusunda da merkezi bir rol oynamaktaydı. 1906 yılında kısa süreli olarak ayakta kalabilen İlk Duma’da 25 Müslüman milletvekilinden 12 tanesi Ural-Volga bölgesinden çıkmıştı. 1907 yılında kurulan İkinci Duma’da ise Volga Tatarları Müslümanların sahip olduğu 35 sandalyeden 15’ini elinde tutuyordu. Tatarlar, oluşturdukları politikalarında radikal milliyetçilerden daha ılımlı olan reformcular olarak gözükmekteydi. Bununla beraber, oy hakkının sınırlandırılmasının bir sonucu olarak Üçüncü ve Dördüncü Dumalarda Müslüman temsilcilerin oranı keskin bir düşüş gösterdi. Dördüncü Duma’da 6 milletvekilinden 5’i Volga Tatarı’ydı. Savaş başladığında çoğu Volga Tatarı St. Petersburg’u desteklemede sadakatini devam ettirse de yaşanan düşkırıklığı açık bir şekilde hissediliyordu. Liberal Ceditçi liderler Müslüman grubun siyasi programını harekete geçirmeye yardımcı olmak için başkentte toplandılar, fakat bunun pratik bir etkisi olmadı.34

Volga Tatarları 1917’de devrim ortaya çıkarken bile Rus İmparatorluğu’nun yaşamında hayati bir rol oynamaya devam ediyorlardı. Bir çoğu Mayıs ayında toplanan Birinci Bütün Rus Müslümanlar Kongresine katıldı. Ancak devrim dalgası birçok yeni şahsiyeti liderlik konumuna getirmişti; bu şahsiyetler gelecekte hangi şekli alacak olursa olsun Müslümanların Rusya’yla ilişkilerinde dramatik değişiklikler yapmayı planlıyorlardı. Birçoğu, Rusya’nın temel devrimci partilerine katıldı, fakat çok sayıda Volga Tatarı ve Başkırt lideri de aktif bir şekilde siyasi özerklik için çaba gösterdi.

Özerklik yanlıları arasında en önde gelenlerden biri, Türklerin, etnik topraklarını ve tarihi sınırlarını yansıtacak şekilde kendi kendilerini yönetme hakkı kazanmalarını savunan bir politikacı olarak ortaya çıkan Başkırt düşünürü Ahmed Zeki Velidov’du.35 Velidov’un etnik merkezciliği, Rusya’nın Türkler arasındaki birleşik cephenin parçalanmasına katkıda bulundu. Velidov’un niyeti, ayrı bir Başkırt devletinin kurulmasıydı. Birçok kişi, özellikle Tatarlar, uzun süreden beri özerkliğin hem Volga Tatarlarını hem de Başkırtları içine alacak tek bir hükümetin kurulması anlamına geleceğini düşünmekteydiler. Bu beklentiye zıt bir şekilde, İkinci Bütün Rus Müslümanları Kongresinin Temmuz 1917’de Kazan’da açılmasından sonra Velidov, Birinci Bütün Başkırtlar Konferansının Orenburg’ta açılmasını amaçlayan bir hareketin liderliğini üstlendi. Orenburg’ta bir araya gelen delegeler, Başkırt ulusal askeri birliklerinin oluşturulması ve 1898’den beri kaybedilmiş olan Başkırt topraklarının asıl sahiplerine geri verilmesi çağrısında bulunan cesur bir program benimsedi.36 Rus İç Savaşı sırasında gerçekleştirdikleri dikkatli siyasi manevralara rağmen Başkırtlar, sonunda kendi geleneksel etnik sınırları içinde bölgesel özerklik elde etmede başarılı olamadılar. 1922 yılı Yaz mevsiminde Sovyetler Birliği aslında bir Başkırt Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurdu, fakat bu bölgenin sınırlarını içindeki Başkırt varlığını sulandıracak şekilde yeniden belirledi.

Genel olarak İç Savaş sırasında Kızıllar, azınlık ulusları konusunda Beyazlardan çok daha başarılı politikalar takip ettiler; ulusal self-determinasyon hakkını tanıdılar, fakat daha sonra bu hakkın anlamını yitirmesini sağlayacak şekilde uygulama gerçekleştirdiler. Beyazlar bunun zıttına ayrılıkçı duyguları engelleme yolunda samimi politika takip ettiler. Onların konumu, gerçeklere daha uygun olabilirdi, fakat etnik müttefik kazanmaları konusunda daha az etkili oldu. Bu eğilim konusunda temel istisnalar, Volga Tatarlarının Kızıllar nezdinde nüfuza sahip olduğunu düşünen ve bu yüzden onlara karşı tutum takınan Başkırtlar ile Kızılların zafere ulaşmasının kendi hayat tarzlarının sonu anlamına geleceğinden korkan Kossaklardır. 1922 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin oluşturulmasıyla birlikte, yeni rejim büyük küçük çok sayıda ulusal grubun varlığını sözde tanıdı. Ancak Komünist Partisi otoritelerinin ve merkezi disiplininin ödün vermez ilkeleri, özerkliğin cisim olarak değil sadece şekil olarak var olmasını sağladı.37 Gerçekten Bolşevik yönetim, ancak geniş alanlara yayılmış Basmacı direnişine karşı uzun bir savaş verdikten sonra Orta Asya’da otoritesini güçlendirebildi. Kabile savaşçılarının Pan-Türkizmi savunan entellektüellerle ve Müslüman din adamlarıyla oluşturduğu pek olası görülmeyen bir ittifaka dayanan Basmacılar, Fergana vadisi gibi uzak bölgelerde yıllarca direnişlerini devam ettirmeyi başardılar.38 Böyle bir ortak çaba, Kızılların, yerli kültürlerine duyarsız kalmaları ve Orta Asya bağlamında hiçbir anlam taşımayan Marksist işçi sınıfı propgandası yapmaları sonucunda ancak mümkün olmuştu. 1930’larda Basmacı gerilla muhalefetini ortadan kaldırdıktan sonra Sovyetler Birliği, ulusal halklara sert bir şekilde Türk geleneklerini hâlâ feodalizmin kalıntısı olarak gören politikalar empoze etti ve sadece minimum düzeyde siyasi özerkliğe izin verdi.

Devrimin ve iç savaşın bir sonuca ulaşması Kuzey Kafkasya ve Trans-Kafkasya’da da neredeyse aynı derecede kaotik oldu. Buralarda da milliyetçi arzular Kızıl Ordunun eliyle bir bir kötü talihleriyle karşılaştılar. Ulusal bağımsızlıklarını elde etme konusunda başlıca aday durumunda bulunan üç ülke, yani Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan kendi ayrı varlıklarını koruyabilmek için yeterli askeri güce sahip değildi. Azerbaycan kısa bir dönem bağımsız bir yol takip etti, ancak bunun da yanıltıcı bir fırsat olduğu da ortaya çıktı. I. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Rus ordularının Anadolu’dan Kafkasya’ya doğru çekilmesiyle birlikte tüm bölge hızlı bir şekilde anarşi ve etnik çatışma içine düşmüştü.39 Kısa bir dönem Musavat’ın hakim olduğu Azerbaycan Ulusal Konseyi üyeleri, Türk kuvvetlerinin gelmesiyle kendilerinin konumlarının güçleneceğine inandılar. Ancak tahmin edemedikleri husus, kendi liberal sosyal girişimlerinin, Türk komutanların onayını elde edemeyeceğiydi. 1918 yılı sona ermeden önce Türkiye kuvvetlerini Bakü’den geri çekti, onların yerini kısa bir dönem için İngilizler aldı. Ara dönemde Azerbaycanlılar ve Ermeniler birbirlerine karşı kanlı katliamlar gerçekleştirdiler. Anarşi ortamı içinde petrol üretimi devam etti ve Azerbaycan hükümeti ancak çok zayıf bir iktidar gücüyle ayakta durabildi. Ancak savaş sonrası politikanın çarpıcı bir şekilde dönüşümü, 1919-20 Kış’ında Kemalist Türkiye ile Bolşevikler arasında bir anlayış birliği ortaya çıkardı. Bundan kısa zaman sonra Kızıl Ordu Bakü’ye yürüdü ve Azerbaycan komünistleri iktidara getirildi.40 Self-determinasyon yanılsaması böylece Rus İç Savaşından ayakta kalarak çıkamayacaktı.

Ermenistan ve Gürcistan gibi Azerbaycan da Sovyetler Birliği’ni oluşturan cumhuriyetlerden biri olma statüsüyle yetinmek durumunda kaldı. Bu arada (köken olarak Moğol, inanç olarak Budist olan) Kalmuklar ve Çeçenler gibi daha küçük Kafkasya halkları, özerk bölgeler olarak itibari siyasal tanınma elde ettiler.

Ancak sonunda Sovyetler Birliği, ulusal kültürlere karşı kendinden önceki Rus İmparatorluğu rejiminden en azından bir parça daha saygılı oldu. Yine de Bolşevik rejimi ulusal siyasi politikaların ifade edilmesine tam bir hoşgörüsüzlük göstermede Rus İmparatorluğu’ndan da ileri gitmiştir. Buna karşın, kendinden önceki imparatorluk gibi, Sovyetler Birliği, Türk halkları arasında ulusal bilinçlenmenin ve laik modernleşmenin gelişmesi konusunda birçok bakımdan kuluçka makinesi vazifesi görmüştür.

1 Henry Huttenbach, “The Origins of Russian Imperialism”, içinde Russian Imperialism: From Ivan the Great to the Revolution, ed. Taras Hunczak (New Brunswick, N. J.: Rutgers University press, 1974), s. 25.

2 Azade-Ayse Rorlich, The Volga Tatars: A Profile in National Resilience (Stanford, Ca.: Hoover Institution Press, 1986), s. 38-43.

3 S. V., “Bashkiry”, Entsiklopedicheskii slovar’ (St. Petersburg: Efron and Brokhaus, 1897), 225-240; P. I. Avdeev, Istoricheskaia zapiska ob orenburgskom kazach’sm voiske (Orenburg: 1904), 43; A. Nikol’skii, Voinskaia povinnost’ kazach’ikh voisk in Stoletie voennogo ministerstva, 1802-1902, (der.) D. A. skalon (St. Petersburg: Voennaia tipografiia, 1890), 95; M. Vasil’ev, (der.) Materialy po istorii Bashkirskoi ASSR (Moskova: Akademiia Nauk, 1960), 1: 684; Robert F. Baumann, Subject Nationalities in the Military Service of Imperial Russia: The Case of the Bashkirs”, Slavic Review, Cilt 46, No 3/4, Sonbahar/Kış 1987, 489-502. Başkırtların iyi bir genel tarihi için bkz Kh. S. Usmanov, (der.), Istoriia Bashkortostana s drevneishikh vremen do 60-kh godov XIX v. (Ufa: Kitap, 1997).

4 A. Z. Asfandiarov, “Uchastie bashkir v voinakh i pokhodakh Rossii v period kantonnogo upravleniia (1798-1865 gg.) içinde Iz istorii feodalizma i kapitalizma v Bashkirii, (der.) S. M. Vasil’ev (Ufa: Bashkirskii filial AN SSR, 1971), 84-88.

5 Alan Fisher, The Crimean Tatars (Stanford, Ca.: Hoover Institution Press, 1978), 87-89.

6 G. H. Bolsover, “David Urquhart and the Eastern Question, 1833-37: A Study in Publicity and Diplomacy”, Journal of Modern History 8 (December 1936), 444-67.

7 Seferlerin anlatımı için bkz. Robert F. Baumann, Russian-Soviet Unconventional Wars in the Caucasus, Central Asia and Afghanistan, Leavenworth Paper Number 20 (Ft. Leavenworth, Ks.: Combat Studies Institute, 1993), 5-36; Firuz Kazemzadeh, “Russian Penetration of the Caucasus”, içinde Russian Imperialism: From Ivan the Great to the Revolution, 255-63; D. I. Romanovskii, Kavkaz i kavkazskaia voina (St. Petersburg: 1860); E. E. Dubrovin, Kavkazskaia voina v tsarstvovanie imperatorov Nikolaia I i Aleksandra II (1825-1864), şu seride: Ot Petra Velikogo to nashkikh dnei, pt. 4, bk. 2, gen. (der.) Lieutenant General Leer (St. Petersburg: 1896); E. Willis Brooks, “Nicholas as Reformer: Russian Attempts to Conquer the Caucasus, 1825-1855”, içinde Nation and Ideology: Essays in Honor of Wayne S. Vucinich (Boulder, Co.: 1981); D. A. Miliutin, Opisanie voennykh deistvii 1839 goda na severnom Dagestane (St. Petersburg: 1860); Moshe Gammer, “Vorontsov’s 1845 Expedition Against Shamil: A British Report”, Central Asian Survey 4, no. 4 (1985), 13-33; Gammer, Muslim Resistance to the Tsar: Shamil and the Conquest of Chechnia and Daghestan (Londra: 1994).

8 V. G. Gadzhiev, “Narody severnogo Kavkaza vo vremia i posle Krymskoi voiny. Porazhenie gortsev pod predvoditel’stvom Shamilia”, in Istoriia narodov severnogo Kavkaza: konets XVIII v. -91917 g., (der.) A. L. Narochnitskii (Moscow: Nauka, 1988), 207.

9 Ibid., 293-94.

10 Martha Olcott, The Kazakhs (Stanford, Ca.: Hoover Institution Press, 1987), 41. Sömürgeleştirme konusunda aynı zamanda bkz. M. K. Lobavskii, Obzor istorii russkoi kolonizatsii (Moskova: Moskova Üniversitesi, 1996).

11 N. Sereda, “Bunt kirgizskogo sultana kenisary Kasimova”, Vestnik Evropy, no. 4 (1871), 655-60.

12 Ibid.


13 E. U., “Stepnaia voina v Turkestanskom krae”, Voennyi sbornik, no. 7 (1880), 71 ve V. Potto, “O stepnykh pokhodakh”, pt. 2, Voennyi sbornik, no. 5 (1873), 25.

14 Firuz Kazemzadeh, Russia and Britain in Persia, 1864-1914 (New Haven, Ct.: Yale University Press, 1968), 45. Rus politikasının meseleleri konusunda aynı zamanda bkz. Mikhail Terentyef [Terent’ev], Russia and England in Central Asia, cilt 2, çeviren: F. C. Daukes (Calcutta: Foreign Department Press, 1876); N. A. Khalfin, Prisoedinenie Srednei Azii k Rossii (Moskova: Akademiia Nauk, 1957); ve Dietrich Geyer, Russian Imperialism: The Interaction of Domestic and Foreign Policy, 1860-1914 (New Haven, Ct.: Yale University Press, 1986).

15 Kazemzadeh, Russia and Britain, 15.

16 Seymour Becker, Russia’s Protectorates in Central Asia: Bukhara and KHive, 1865-1924 (Cambridge, Ma.: Harvard University Press, 1968) 36-39; Khalfin 238-39; Richard Pierce, Russian Central Asia, 1867-1917 (Berkeley: University of California Press, 1960), 26-27; A. L. Popov, “Iz istorii zavoevaniia Srednei Azii”, Istoricheskie zapiski, no. 9 (1940), 218.

17 F. I. Lobysevich, Postupatel’noe dvizhenie v Sredniuiu Aziiu v torgovom i diplomatichesko-voennom otnosheniakh (Dopolnitel’nyi material dlia istorii khivinskogo pokhoda 1873 g.) (St. Petersburg: 1900), 90-94.

18 Seferin tam bir tarihi için bkz. N. I. Grodekov, Khivinskii pokhod 1873 g. (St. Petersburg: 1888).

19 Olcott, 78-79.

20 Ibid., 80-82.

21 A. I. Maksheev, Istoricheskii obzor Turkestana i nastupatel’nogo dvizheniia v nego russkikh (St. Petersburg: 1890), 335-44.

22 O. R. Airapetov, Zabytaia kar’era “russkogo Mol’tke”: Nikolai Nikolaevich Obruchev (1830-1904) (St. Petersburg: Aleteiia, 1998), 171-74; Istoricheskii ocherk deiatel’nosti voennogo upravleniia, t. 6 (St. Petersburg: 1881), 69.

23 G. Demurov, “Boi s tekintsami pri Dengel-Tepe 28 Avgusta 1879 goda”, Istoricheskii vestnik (Mart 1881), 620; Cherniak (Shtabs-kepitan), “Ekspeditsiia v Akhal-Teke v 1879 godu”, Voennyi sbornik, no. 8 (1887), 268; P. Bobrovskii, “Akhal-tekinskaia ekspeditsiia 1879 goda”, Voennyi sbornik, no. 10 (1898), 296-97.

24 Seferin detaylı bir anlatımı için bkz. N. I. Grodekov, Voina v Turkmenii: pokhod Skobeleva v 1880-81 gg., cilt 2 (St. Petersburg: 1883).

25 Olcott, 90.

26 Michael Rywkin, Moscow’s Muslim Challenge (Armonk, N. Y.: 1982), 59. Rywkin’in verileri şu kaynaktan alınmıştır: Aziatskaia Rossiia, cilt 1 (St. Petersburg: Glavnoe pereselenskoe upravlenie, 1921). Aynı zamanda bkz. N. E. Bekmakhanova, Mnogonatsional’noe naselenie kazakhstana i kirgizii v epokhu kapitalizma (Moskova: Nauka, 1986).

27 Serge Zenkovsky, Pan-Turkism and Islam in Russia (Cambridge, Ma.: Harvard University Press, 1960), 123-27,

28 Hisao Komatsu, “The Program of the Turkic Federalist Party in Turkistan (1917)”, içinde Central Asian Reader, The Rediscovery of History, (der.) H. B. Paksoy (Armonk, N. Y.: M. E. Sharpe, 1994), 117.

29 Ibid., 127-133; Kazakistan’daki olayların başka bir anlatımı için bkz. S. D. Asfendiarov, Natsional’no-osvoboditel’noe vosstanie 1916 goda v Kazakhstane (Moskova: 1936).

30 Olcott, 125.

31 Ibid., 134-36. Aynı zamanda bkz. E. D. Sokol, The Revolt of 1916 in Russian Central Asia (Baltimore, 1953).

32 Bunun daha fazla örneği için bkz. Firuz Kazemzadah, The Struggle for Transcaucasia 1917-1921 (New York: 1951).

33 Zenkovsky, 118-21.

34 Rorlich, 117-22.

35 Zenkovsky, 149.

36 Ibid., 197. Konuyla ilgili Batı çalışmalarının güzel bir bibliyografik değerlendirmesi için bkz. I. V. Kuchumov, Bashkirskoe natsional’noe dvizhenie i A. Validi: zarubezhnye issledovaniia (Ufa: Gilem, 1997).

37 Rus İç Savaşı ile SSCB’nin oluşturulması sırasındaki ulusal politikaların kapsamlı bir anlatımı için bkz. Richard Pipes, The Formation of the Soviet Union (New York: Atheneum, 1974) and Helene Carrere D’Encausse, The Great Challenge: Nationalities and the Bolshevik State 1917-1930 (New York: Holmes and Meier, 1987).

38 Basmacı ya da Türkistan Kurtuluş Hareketinin entelektüel kökenleri konusundaki iyi bir çalışma için bkz. H. B. Paksoy, “‘Basmachi’: Turkistan National Liberation Movement 1916-1930s”, Modern Encyclopedia of Religions in Russia and the Soviet Union (Gulf Breeze, FL: Academic International Press, 1991), Vol. 4, 5-20. Paksoy, Basmacı teriminin eski Sovyetler Birliği araştırmacıları tarafından hâlâ kullanılıyor olmasına rağmen Orta Asyalı entellektüellerin kendilerini Türkistan Ulusal Hareketi olarak gördüklerine işaret etmektedir.

39 Rus kuvvetlerinin Anadolu’da bulunması, Ermeni milliyetçilerine yanıltıcı bir teşvik vazifesi görmüştür; savaş dalgasının dönmesiyle birlikte Ermeni milliyetçiler sert misillemelerle karşılaşacaklardır.

40 Pipes, 221-27.



Yüklə 11,95 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   102




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin